1 Nisan 2013 Pazartesi

Bahar Geldi

Çok öncelerde oldu sanırım. Ben hatırlamıyorum. Belki kimse bilmiyordur kimin beni lanetlediğini. Belki doğmadan önce olmuştur, emin değilim. Tek, gerçek olduğuna artık sonuna kadar inandığım bir şey var, o da hiçbir zaman, hiçbir mutluluğu doyasıya yaşayamayacak oluşum. Bundan eminim. O yüzden sanırım, bunun farkına vardığım zamandan beri, hiçbir şeye, beni mutluluğa götürecek olduğunu bilsem bile, bağlanamıyorum. Bağlanmak istemiyorum. Az ile yetinebilen biri olduğuma eminim; ama bu halimle bile elimdeki mutluluğu az görüyorum. Bu yüzden ertesi gün için umutlarım sadece 3-4 saatten ibaret oluyor. Sadece birkaç saatten ibaret oluyor yaşam enerjimin beni ayakta tutuşu. Sonra gerçeklerin içinde boğulduğumu ciğerlerime kadar hissediyorum. Nefretim sadece beni değil; çevremdekileri de yakıyor. Dumanı tütmeden yeni alevler çıkartıyorum her sefer... Her 3-4 saatin dışında uyanık kaldığım zaman boyunca...

Katalog gibi adeta geçmişim. Bir parça yeni insanlar, bir parça ders çalışma, bir parça sağlık sorunları, bir parça uzak ülkelere seyahat, bir parça zenginlik, bir parça sosyallik... hep birer parça. En kötüsü bu aslında. Nerede, nasıl ve ne tür bir hayatın insanı olduğunu bilememekte. Ne istemem gerektiğini şaşırdığım zamanlar o kadar fazla ki. Bazen sadece sağlıklı olmayı; bazen hayat arkadaşım olmasını, bazen çok zengin olmayı, bazen sessizce yaşamayı, bazen kalabalıktan boğulacak kadar yoğun yaşamayı istiyorum. Dışarıdan bakınca ne kadar güzel gözüküyor değil mi?

Şöyle düşünmekte fayda var sanırım. Bir miktar paranız var diyelim. Çalışma odanızı baştan sona yeniden tasarlamak istiyorsunuz. Ve elinize içinde önceden başkaları tarafından oluşturulmuş dizaynların modelleri var. Hepsi birbirinden farklı. Baktığınızda hepsi hoşunuza gidiyor; ama en beğendiğinizi seçiyorsunuz. Kurulum bittikten sonra bakıyorsunuz ki her tasarımdan bir parça var odanızda. Yatağınızın rengi farklı, perdelerinizin modeli farklı, lambanızın rengi farklı... Ben böyle bir etki yapıyorum insanlarda sanırım. Hayatlarının bir noktasına beni alınca içinde birçok şeyden olan bir odaya sahip oluyorlar. Başta eğlenceli geliyor. Belki hep durmasını istiyorlar evlerinin bir köşesinde; ama sonra fazlalık gibi geliyor. Ya da içine girince boğuluyorlar. Ve kapısı hep kapalı kalıyor...

En çok gülenler aslında en çok ağlayanlarmış derler. Öyle mi sence? Sence ben çok mu ağlıyorumdur? Çok mu dertliyimdir? Dokunsan acaba parmağın yanar mı içimdeki ateşten?

Birden fazla ben'in olduğu bir hayatı yaşıyorum işte. Sorun bende değil; küçüklüğümden beri hangisinde olduğumu bulamayışımda. Belki hiçbir mutluluğu tamamen yaşayamamak benim suçumdur. Belki kimse lanetlememiştir. Belki Allah böyle istiyordur benim için. Her şeyi gösterip; doğru olana yönelmemi istiyordur. Çok basit gibi geliyor kulağa, değil mi? Bir de bana sorun yaşadığım hayatı.

Hiçbir şeyde, yerde, mutlu olamayacağımı bilişimden sanırım hiçbir şeye tutanamayışlarım. Korkarak kaçışlarım. En çok ne zaman ağlamıştım Blog? Amerika'dan dönüşte, değil mi? Nedendi sence? O zaman tek başımaydım, paramı kazanıyordum, hayat çok güzeldi, o kadar güzeldi ki mutluluğu aramıyordum. Sanki bana koşarak geliyordu mutluluk. Döndüğümden beri ağlıyorum. Burada her şeye bir engel var çünkü. Engel olarak görmesen bile, bir şeyler gözüne soka soka hissettiriyor engelliğini.

Bakalım ne kadar daha kaçabileceğim mutluluktan, hayatımı yoluna sokmaktan ya da pes edip sistemin istediği köleliği mi yaşayacağım. En çok da bundan korkuyorum Blog. Sistemin bir parçası olmaktan korkuyorum. Yapmam dediğim şeyleri yapmaktan korkuyorum. İnsanlara bunu anlatınca anlamıyorlar. Lambanın açılıp kapanması gibi sanıyorlar kendime verdiğim sözleri çiğnemenin. Öyle ya, çok zaman oldu başkalarının beni anlamasını bekleyeli. O yüzden direniyorum Blog. Belki sonunda sağlığımdan, belki canımdan olacağım; ama direniyorum. Elimde inandığım bir avuç kadar umudum kaldı kendime dair. Onları da kaybetmek istemiyorum.

Tek başıma veriyorum bu savaşı. Kendi sorumluluğumla, kendi mücadelemle. Kaybedersem ben kaybedeyim istiyorum. Üzülmesin benim yüzümden kimse istiyorum. Geriye annem, babam ve kardeşlerim kaldı. İnsanların nefretini kazanmak çok zor değil sanırım Blog. Belki kan bağında daha zor olur; ama başarmak zorunda kalırsam onun da üstesinden gelirim herhalde. Gerekirse onların nefretini de alıp giderim buralardan. O zaman göçüp gittiğimde kimse üzülmez fazla. Doğru ya, sevginin yerini bir tek nefret doldurabilirmiş.

Yine de zamanım var. Az da olsa umudum var bir şeylerin düzeleceğine dair; ama çok zorlanıyorum be Blog. Bu kadar hassas olmamalıydım. Yaratılış kuralını bu kadar bozmamalıydım. Benim suçum değil bu kadar düzensiz yaşamış oluşum.

Gerçekten, benim suçum ne Blog?

Neyse. Nisan ayına girdik. Bahar geldi. Bahar hep yeni umutlarla gelirmiş. Belki bu bahar şansım yaver gider.  Belki diğer baharlar kadar umutsuz geçmez.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder