25 Haziran 2013 Salı

Biraz Uzak


İnsanlardan tek istediğim, gerçekten bana değer verenlerden bahsediyorum, sonuna kadar açık sözlü ve dürüst olmalarıydı. "Arif kırılır", "Öyle demeyeyim, Arif üzülür" diye iyi niyetli düşüncelerin aslında bir kısmının özünü koruduğu düşünülürse, "Arif kırılmasın, şimdi hiç uğraşamam, bırakayım böyle düşündüğümü sansın, açıklamaya gerek yok" şekline dönüşen düşünceler ne kadar zarar verici, ne kadar üzücü oluyor anlatamam.

2 gündür telefonum kapalı, açmayı da düşünmüyorum. Nasılsa bana ne güzel bir haber geliyor, ne de başka bir şey. Facebook desen, eylemler yüzünden tam bir çöplüğe dönüşmüş durumda. Girmiyorum, bakmıyorum bile ne var ne yok, insanlar ne paylaşıyor diye. Eylemlerle ilgili hiçbir şekilde pozitif/negatif yorum yapmadım, yapmayı da düşünmüyorum. Bu halim yüzünden bana tavır alan arkadaşlarımın da farkındayım; benim sessizliğime saygı gösteren arkadaşlarımın da. Susuyorum yine de, hiçbir şey olmamış gibi davranıyorum. Unutacağımı sanmasın kimse yine de... Twitter, zaten kendime verdiğim sözlerden sonra çok boş gelmeye başlamıştı bana Blog. Demek ki Twitter'ı gerçek anlamında, başkalarının ne yaptığını takip etme anlamında diyorum, bir ben kullanıyormuşum. Artık kimsenin hayatını umursamadığım için bir anlamı da olmuyor. Ha sana gelip neden bunlardan bahsediyorum diye düşünebilirsin. Bilmeni istediğim için Blog. Arada bir gelip sana yazarken ne tip yollardan geçtiğimi bil diye anlatıyorum belki de. Belki bir nevi negatif düşüncelerimi aktarıyorum sana, içimde daha da fazla büyümesinler diye. Ve internet deyince aklıma gelen bunlar olduğu için. Seni de internetle kullanabildiğim için. "Duygusal" olmaya çalışan dünyamdan bahsedemiyorum bile. Hani bazen sözle de olsa diyorum ya safım ben diye, galiba cidden safım bazı konularda. Hala insanların sevebileceğine, karşısındaki için, kendi duyguları için savaşabileceğine inanıyorum saf saf. Karşımdakilerin "sen daha iyilerine layıksın" sözlerini "neden böyle diyor ki, ben daha iyilerini mi istiyorum sanki" diye düşünürdüm. Hiç aklıma gelmezdi o sözlerin aslında "Arif, tamam uzatmayalım, bitirelim, sen kafandaki iyileri bulmaya çalış, onları hak ediyorsun" gibi bir anlam içerdiği... İstenmediğim ya da sevilmediğim anlamını içerdiğini hiç düşünmezdim. Diyorum ya safım biraz, "öyle demek istemiyordur" diyordum kendi kendime. Oysa ki öyle demek istemeyen o cümleleri kurmaz ki. Kolayca vazgeçmez de o şekilde. Sonra düşünüyorum ben sevilmeyi hak etmiyor muyum yoksa diye. Neden biri bana "sen daha iyilerine layıksın" diye bir cümle kurar ki diye düşünüyorum. Israrla zorluyorum kendimi güvenmek için birine. Ben zorladıkça karşımdaki vazgeçiyor. Anlamıyorum neden böyle insanlar. Ya da ben neden pes etmiyorum, bunu da anlamıyorum; ama yoruldum sanırım. Ben biraz farklı bir kalbe sahibim galiba Blog. Kovulsa da sevmeye devam eden, gurursuz bir kalbim var. Israrla uğraşan, bir şekilde vazgeçmeyen bir kalbim var; ama benim de sabrım var. Gururum olmasa da sabrım var Blog... 

Bilgisayarımı hiç açasım gelmiyor şu günlerde. Evdekiler kendi havasında zaten. Havanın ısınmasından nefret ediyorum. İsyan etmek için yığınla sebebim olmasına rağmen susuyorum mesela. Yalnız olduğumu hissediyorum Blog. Vazgeçilmiş ve yalnız. Umursanmayan, kendi dünyasında kendini yücelten biri gibi hissediyorum. Kimseye ihtiyacı olmadığını bilen; ama birine ihtiyaç duymak isteyen biri gibiyim. Kitap okuyorum sadece. Hiçbir faydam yokmuş gibi. Hep kendime yönelik her şey. Sanırım böyle devam edecek hayat bundan sonra. 1 senedir değişmediğine göre, galiba alışmam gerekiyor her şeyden yoksun yaşamaya. Sevgiden, dosttan; mutluluktan, huzurdan...

20 Haziran 2013 Perşembe

Eskisi Gibi

Bir önce yazıma ufak bir ekleme daha yapmalıyım Blog. Nasılım şu anda sorusuna...

Pes ediyorum. 2 sene önce yaptığımı yapıyorum yine. Yapmam gerekiyor. Sanırım Allah'ın benimle ilgili düşünceleri çok başka. Gerçekten mutluluk üstümde eğreti gibi duruyor. Ne zaman yakalasam, ya elimden kaçıyor ya da ben yanılıyorum benim için olduğu konusunda. Yine vazgeçiyorum. Yapamıyorum işte, olmuyor. Hiçbir şeye odaklanamıyorum. Eksik diye tanımladığım duyguları kimse savaşarak sahiplenmiyor benim için. Hep bir boşvermişlik, vazgeçmişlik, olmasa da olur duygusu var herkeste. Ben de öyleydim. 2 sene önce öyleyim. Demiştim, vazgeçmiştim. O zaman kendime döndürüyordum dünyayı. Şurada da yazmışım! O günlerde başladı birçok şey ciddi anlamda. O zaman ayakta duruyordum, sokmuyordum hiçbir düşünceyi ne aklıma ne de kalbime. Şimdi ne haldeyim...

Vazgeçtim ben de Blog. Olmayacağını bildiğim şeylerin peşinden koşmaktan çok yoruldum. Her kapının kapalı olmasından çok yoruldum. Sosyal hayat yok, iş hayatım yok, içimde bir şeyleri gerçekleştirmek için büyük bir istek var; ama yok işte o kapı yok! Kendim kapı yaratamıyorum ki geçeyim içinden. Son 1 senedir kendime ettiğim işkenceden dolayı çok kötü durumdayım. Neye elimi atsam, güvensem hep boşa çıkıyor. Sorsalar Arif suçlu, Arif haksız.

İstemiyorum artık hiçbir şey. Yoruldum koşturmaktan, çabalamaktan, uğraşmaktan. Yine uzak tutuyorum kendimi her şeyden. Hiçbir zaman yakışmadığım renkleri üstüme uydurmaya çalıştım. Değilim işte! Çok yoruldum Blog.

Keşke ölsem. Keşke ölsem ve bitse bütün bu olanlar. Daha yaşamam gereken kaç yıl var bilmiyorum; ama benim hiç gücüm kalmadı.

17 Haziran 2013 Pazartesi

Masumiyet (Çalışkan Duygu)


Sözümü tutuyorum Blog. Hayatıma girmiş çıkmış kimsenin ne yaptığını merak etmiyorum sana söz verdiğimden beri. Bakmıyorum sosyal ağlarında ne yaptıklarına. Bazen merak bastırsa da 1-2 saniye içinde geçiyor hepsi. Gerçekten de, nasıl bitirdiğimizi hatırlayınca, daha da uzak durasım geliyor bütün internetten. O yüzden kafam rahat Blog. Mutluyum bu açıdan. Eskide yaşananların hepsi, eskide kaldı, anılarıyla birlikte...

Şu sıralar nasılım sorusunu cevaplamalıyım belki de. 1-2 kelimeyle sıralayabilirim senin için:
*Ümitsizlik
*Pişmanlık
*Hayal kırılığı
*Güvensizlik
*Masumiyet
*Huzur...

Şimdi gelelim bunları açıklamaya.

Ümitsizim Blog. Kendim için ümidim çok az kaldı. Nefes aldığıma ve Allah'ın bana verdiklerine şükrederek geçiyor zamanım. Bir de sen varsın, ücretsiz psikologum gibisin, bana göre.

Pişmanlık var Blog. Son 1 senemin pişmanlığı, son ilişkilerimin pişmanlığı, zamanımı geçirdiğim şeklin pişmanlığı... Hani her günüm, sonraki günlerim için bir başlangıçmış gibi hissederek yaşamaya çalışıyorum. Sabahları erken kalkıyorum artık. Yine de pişmanlıklarımı gidermiyor bu durum. Ben de bilmiyorum nasıl telafi edeceğimi. Belki unutmalıyım, boşvermeliyim... Emin değilim. Yine de susuyorum Blog. Sana karşı, duygularıma karşı yaptığım en iyi şeyi yapıyorum belki de, susuyorum.

Hayal kırıklığım için ne desen haklısın. Çok anlam yüklediğim için oluyor, ben de biliyorum. Yine de hayata biraz daha renk katıyor be Blog. Hayal kırıklıklarına değiyor belki de. Emin değilim. Büyük bir şey kaybetmediğim sürece, her bir hayal kırıklığım beni daha da güçlendiriyormuş gibi.  Bir de fark edebilsem...

Güvensizlik konusuna girmesem mi diye düşünüyorum Blog. Gezi Parkı eylemleri nedeniyle, artık en yakın arkadaşlarım, benim tepkisizliğime, onlar gibi sürekli bir şeyler paylaşmayışlarıma karşı düşündükleri şeylerle bütün güvenimi kaybettiler. Bir de tekrar tekrar ikinci baharları yaşattığım ilişkiler var. Hislerime güveniyorum, biliyorsun beni. Sana söylediğim beyaz yalanlarımı bir gün dönüp tekrar açıkladığımı da biliyorsun; ama biraz daha susmalıyım. Biraz daha beklemelisin Blog. Ben ne yapmalıyım sence? Her hafta bir başka şey oluyor beni sevdiklerime karşı soğutmaya iten. Söylesem tesiri yok; sussam gönül razı değil. Ne yapmalıyım Blog? Neden biraz olsun şu duygularım diğer insanlarınki gibi savurgan, boşvermiş değil? Yine susalım mı?..

Masumiyeti daha çok arar oldum Blog. Her gece kurduğum hayallerle uykuya dalıyorum. Gündüzleri en masum olan kitaplarımı alıyorum, 1-2 saat vakit geçiriyorum onlarla. Bazen babamla konuşuyorum sıradan şeyleri. Bazen balkona çıkıyorum. Aşağı doğru bakınca, 2 tane kalmış tavuklarımızdan birini görüyorum. Ekmek parçaları atıyorum ona. Ona imreniyorum bazen. Masumiyeti arıyorum hala. Bazen aynaya baktığımda görüyorum en azından. O zaman biraz içim ısınıyor yaşamaya karşı. Sonra kitaplarıma geri dönüyorum. Onlar da ben kadar sessiz duygularıma...

Huzurum var yine de biraz. Bazen tamamen yok oluyor, biliyorsun Blog. En azından buna şükredebiliyorum. Biraz da olsa huzurum var... Bazen diyorum kedim olsaydı keşke evimde. O zaman hiçbir kimsenin arkadaşlığına ihtiyaç duymazdım herhalde. İnsanlardan daha nankör olamazlar bence. İleride eğer kurulu bir hayatım olursa, muhakkak bir kedi beslerim. Öyle avutuyorum kendimi şimdilik.

Böyleyim şu sıralar Blog. Boynum bükük yazıyorum sana. Biraz gözlerim doluyor, sonra boşveriyorum. En azından sinirlenmediğime şükrediyorum sana yazarken. Bazen öfke kusan yazılarımı da çekiyorsun en azından. Böyle kal olur mu? Hiç tepki vermesen de ben anlıyorum seni. Senelerdir yazıyorum sana, yine yazarım ölene kadar. Sen yine de böyle kal lütfen. Hep benim...

8 Haziran 2013 Cumartesi

Resimsiz [-]

Küçüklüğümden beri hep hayalini kurmuşumdur tutku dolu bir ilişki yaşamanın. Acısı-tatlısı bol olan bir ilişki vardır hep doğru ilişki tanımımda. Kahkahalar, gözyaşları, yanlış anlamalar, ümitsizlikler, vazgeçişler, küsmeler, barışmalar... "her duyguyu yaşamalıyım" diye arka planda hayallerime destek olmuştur dürtülerim. O yüzden geçmişimden beridir insanlara yaklaşırken hep bir tanımla yaklaşmışımdır, hep bir doğru tablo vardır resimlerimi yerleştirmek için.

Bir zamandan sonra insanlarla tanışmaktan korkmaya başladım. Ve her tanıştığımla bu korkum daha da pekişti. Çünkü kimse uymuyordu benim doğrularıma. Ne arkadaş olarak ne yoldaş olarak; ne kalbimin sahibi olarak ne de günümü gün edeceğim kişi olarak... 

Bir keresinde tam doğru dediğim kişi gelmişti. O zamandı sanırım her şeyin allak bullak oluşu. Nefes aldığımı fark edemeden uzak kalmıştım. "Tamam, rüyaymış diye kabul etmeliyim" demiştim ve ait olduğum yere dönmüştüm isteksizce. Sonra içimde ne korku kalmıştı ne de istek... Yıkmaya çalıştığım duvarların Çin Seddi'ni andırması sadece benim değil; hayatıma giren insanların da dikkatini çekmişti. Açık bir şekilde zorlanıyordum; daha da kötüsü zorluyordum karşımdakileri.

Zamanla insanları kendi doğrularıma oturtmak yerine, onların doğrularına uyum sağlamaya çalıştım. İşte hata yapmaya başladığım ilk anlar o zamanlardı. Ben kendimi değil de başkalarını mutlu etmeye adamıştım kendimi. Daha sağlam ilişkiler kurmak için kendimi zorluyordum; bir daha olmaz dediğim türden iletişimlere geçiyordum. Ben izin verdikçe daha da kötüye gidiyordu her şey. 

En başta hayalini kurduğum şeylerin hepsi tek taraflı olmaya başladı artık. Başkası benimle gülerken, ben daha fazla ağlayan oldum. Ben açık sözlü oldukça, başkaları daha çok gizli bir şekilde yaşar oldu. Ben daha fazla güvendikçe onlar daha da umursamaz oldular... Sonra hiçbir tabloya uymayan bir resim gibi hissettim kendimi. Ne çerçevemin rengi belliydi ne de modeli...

Böyleydi doğrularımın yıkılışı. Tam olarak böyle yok edildi masumiyetim. O yüzden şimdi sürekli geriye dönüp onlara bakıyorum. Neden o katillere izin verdiğimi sorguluyorum kendimce. Neyi hak ettiler diye soruyorum. Soruyorum da cevabını veremiyorum be Blog. Niye bütün duyguları ben yaşamak zorundayım diye soruyorum kendime. Niye kimsenin savaş vermediğini merak ediyorum. Sadece benim karşıma çıkanların değil; diğer herkesin de... 

1-2 gecedir erkenden yatıyorum yatağıma. Tuhaftır, hayal kurmaya başladım yine. Artık geceleri farklı bir hayal kurarak uykuya dalıyorum. Ulaşabildiğim tek şey bu sanırım.

Bir de şu var, aslında bunu hep fark etmişimdir; ama sanırım yeni yeni kelimelerime dökülüyor. İnsanlar benim çektiğim sorunları görmekten mutluluk duyuyorlar sanırım, buna hayatıma girmiş insanlar da dahil. Çabalamalarımdan, "acaba ne yapacak" diye düşünmelerden ve diğer uğraşlarımı görmekten... Oysa ki kendi halinde, kendine zararı olan biriyim ben. Sanki onlardan çok fazla bir şey istemişim gibi tepkileri hep.

En mutsuz anlarımda böyle üzüyor beni yalnızlığım. Şu anki anlarımda olduğu gibi hep geçmişe dönüp, yaşanmışlıkları suçluyorum/sorguluyorum. Çünkü bazen insanın elinde hiçbir şey kalmıyor. Hele bir de fazla hassas biriyseniz, o zaman yalnızlığınız tek dostunuz oluyor. Tek suçlu oluyor daha doğrusu. Ben de bunu yaşıyorum Blog. Hele ki son zamanlarda bunu çok yaşar oldum. Bitenlerin ardından "keşke öyle yapmasaydı" demekten kendimi alamıyorum.

Biraz çikolata, biraz çay, biraz kitapla atlatmaya çalışıyorum. İyiyim; ama eksiğim Blog. Biraz öfkeliyim, biraz üzgünüm, biraz sakinim, biraz özlem var içimde... yine de umutluyum yaşamaya.

6 Haziran 2013 Perşembe

Kandil!

Sakinliğim hala devam ediyor Blog. Tepkisiz ve sakin halim her ne kadar hoşuma gitse de beni korkutuyor. Çünkü düşüncelerimin bir kısmı sakin değil. Sürekli geçmişi, geçmiş insanları tepkisiz bir şekilde düşünerek geçiriyorum zamanımı, bazen de geceleri...

Kandil gecesi oldu yine bak. Bu gece daha da bir geçmiş tartışması yaşadım içimde. Dua ederken kime, nasıl ve ne için dua edeceğimi bilemedim bir an. Sonra dik bir duruşla oturdum. Belki önceki gecelerde ettiğim duaların aynısını ettim; ama bu sefer daha da farklıydı isteğim. Daha çaresiz ya da son umut şeklindeydi. Neden böyle oldu Blog? Ne, neden oldu, diye soracaksın. Hangisi için desem bilemedim.

O kadar fazla "neden" sorusu var ki içimde, beynimde, kalbimde en çok. Hangi birini yöneltip cevaplandırmak istesem ben bile emin değilim artık. Manevi boyutu belki dualarda kalıyor; ama insanlara karşı olan neden sorularım neden hep havada kalıyor Blog? Bunu anlamıyorum işte.

Kandil geceleri geçmişi tartarım hep. Geçmişte yaptığım hataları tekrar yapmamak için dua ederim Allah'a. Çünkü ben insanım, çünkü ben duygularıma genelde yenik düşüyorum ve bazen aynı hataları yapabiliyorum. O yüzden güç istedim biraz bu kandilde yine. İnsanları anlamaya çalışmamak için güç istedim. Karşıma çıkıp, sevgimi sevgisiyle paylaşan ve sonra gereksizce geri sıralara koyanları anlamaya çalışmamak için güç istedim. Belki daha az yorulurum o şekilde diye, düşündüm...

Geçen koca 1 yılı düşündüm Blog. Keşkeli cümleler kurmuyorum artık. Olmuş bitmişlerin hesabını sormamaya çalışıyorum kendi içimde. Böyle daha az üzülüyorum sanırım. Ne kazandım/ne kaybettim diye düşünüyorum bu 1 yılda. Ne kattım insanlara, insanlar bana ne kattı, öbür hayat için ne yaptım, iyi bir insan olabildim mi diye düşünüyorum.

Sonra yine fark ediyorum ki beni en çok duygularım üzüyor. Aslında bu duygulara neden olan insanlar üzüyor. Kalbim kırık Blog. Zaten kırıktı aslında da, parçaları vardı elimde. Şimdi toz olmuş durumda... Üzülüyorum kalbim için. Tamir edebilsem keşke diyorum; ama elimde değil. Nasıl tamir edebilirim ki? Haklı yani, neden izin verdim ki kırılmasına? Neden insanlara güvenmek gibi bir hata yaptım ki? Hele hele sonunu bildiğim, belki en az yüz kere başkalarında gördüğüm bir yola neden çıktığımı ben de anlamıyorum. Neden sözlere kandığımı, neden gururumu hiç önemsemediğimi, neden sevince birçok şeyi boşverdiğimi ben de anlamıyorum. Anlamadığım bir de karşı tarafın düşünceleri var. Neden insan bana güvenmez ki diyorum. Neden açık olamaz, neden gizli saklı tutar birçok şeyi diyorum. Neden pes eder ki diyorum. Fazla kötümserim; ama yeri gelince kimsenin olamayacağı kadar da iyimser olabiliyorum. Kendim için olmasa bile, çoğu zaman başkaları için iyimser olabiliyorum. Hatalarımı arıyorum; ama göremiyorum sanırım bu sonuçlara itecek kadar. 1 yıl içinde yaşadığım iki ilişkinin de bitiş nedenlerini düşündüm bu gece. Belki insanların benimle oynadığını, beni kandırdığını kabul etmek istemiyorum. İnanmak istemiyorum daha çok aslında. Hak etmediğimi düşündüğüm için belki de. O yüzden mesela gurur yapmıyorum ayrılırken birinden. Hatta özellikle üstüne gidiyorum bir neden gösterebilsin diye. Ayrılma fikrini ortaya atan da ben oluyorum bunları yaparken. Yok, olmuyor yine de... Böyle çıkıp bağırasım geliyor "neden kimse düzgünce sevemiyor" diye. Sonra susuyorum, başka baharı bekliyorum.

Yine bir kandil geçti Blog. Senle birlikteyim yine. Her zamanki gibi...

1 Haziran 2013 Cumartesi

Sakinlik?

Evlilik teklifi... Bence insanın alabileceği en güzel teklif. Ya da başkasına sunabileceği... İzlediğim bir dizide, evlilik teklifinde bulunan çiftlerin yaşadıklarına imrendim. Ben de bir gün acaba muhatabı olabilecek miyim böyle bir durumun diye düşündüm. Sonra 10-15 saniyelik kısa bir hayal dünyası gezim oldu ve geri döndüm odama, kitaplarımın önüne, arkadaşımın bana hediye ettiği kaleme ve üstüne boş bir yol çizdiğim not defterine...

İstanbul'dan döndüğümden beri üstümde ilginç bir sakinlik var. Sanırım Ankara'nın havasının, evimizin huzurunun ve sessizliğin verdiği bir sakinlik... Antidepresan kullansam şu anda herhalde daha da sakin olurdum. Hatta o kadar sakinim ki başka zaman olsa şu son 2 gündür Gezi Parkı ile ilgili yaşanan şeylere olan tepkimi gösterirdim; ama üstümde değişik bir sakinlik var. Gitmesin. Ben bu sakinliği seviyorum. Hatta normal dinleme süremden daha fazla klasik müzik dinler oldum. Önceleri 1 saat dinliyorsam, sonraki dinlediklerim hareketli şarkılara dönüyordu kesinlikle. Bu sefer 3-4 gündür dinliyorum sıkılmadan. Ve bu sakinliğim beni sıkmıyor. Sakinim, biraz huzurluyum.

Biraz da mutluyum. Dün mutfağa girdim mesela annemin yokluğunu fırsat bilip. Ve şu tarifi uyguladım. Gayet de güzel oldu mini böreklerim. Poğaça aslında, neden börek ismini vermişler bilmiyorum; ama güzel oldular. Fotoğrafını bile çektim. Sonra da afiyetle yedik babamla çayın yanında. Hamuru açarken kendime gülüşlerim, peyniri koyarken ki eğlencelerim... epey rahatlattı beni. Hatta şey dediğimi hatırlıyorum hamuru açarken "hamur açma işi gerçekten sakinleştiriyormuş"

Bugün 1 Haziran. Yaz mevsiminin takvimdeki ilk günü. Büyük bir direnişle "canın cehenneme hiperhidroz" demek istiyorum sadece. Onun dışında kalbimi çöpten geri aldım. Kıyamadım. Beni ben yapan zekam, mantığım değil; kalbimdir sadece. Sakinim demişken, Deniz Seki'nin şarkısı geldi aklıma. Sonra da şu şarkıya takıldım ondan daha çok:


Henüz tanıştığım biri bana kendimin farkında olmadığımı söyledi. Gülümsedim ona Kadıköy sahilinde otururken akşam esen rüzgarında denize karşı. O konuştu, ben dinledim. Bazen, bir şeyler söylemek istedim; ama sonra sustum. Dinlemek daha güzeldi belki de o an. İzlediğim filmleri tekrar izlemek gibiydi her şey. Bozmadım hiç oyunu. Sonra başımı omzuna koydum 1-2 saniye. Elini omzuma attı. O an anladım işte. Bir ele ne kadar hasret kaldığımı anladım. Ufacık bir dokunuşun beni ne kadar etkilediğini anladım. Düşünmekten, hissetmekten, anlamaya çalışmaktan ne kadar yorulduğumu işte tam o anda anladım. O an dedim kendi kendime "Arif, lütfen savaşmaktan vazgeç artık. Bu senin savaşın değil" diye. O arada elin sahibi devam ediyordu konuşmaya. Sonra savaşlarımdan bahsettim ona. Kendi savaşıymışçasına savundu hepsini bir bir. Ben boş boş gülümsemekle yetindim. Yine de huzurluydum. "Bugüne kadar ne gördün Arif yarı buçuk ilişkilerinden" dedim. Kendime verdiğim sözü 2 kez bozmakla kaldım son 1 yıl içinde, iki farklı insanla. Değdi mi diye düşündüm... Üşüdüğümü bile fark etmemişim. Henüz tanışmamış olmamı bile yadırgamaktan vazgeçtim o an. Sonra eve döndüm, evdeki mevzular, annem, babam, derken Ankara'dayım. Dönerken her şeyi İstanbul'da bıraktım. Şimdi daha iyi anlıyorum şu sakinliğimle. Ben sadece kendi savaşımın değil; başka şeylerin de savaşını vermeye çalışmışım. Yoksa şu gururum birden fazla kez ezilip geçilmezdi.

Kahve istiyorum; ama evde kahve kalmamış. Belki de kahveydi beni sürekli tedirgin bir şekilde düşündüren. 

Yoksa insanlar neden düşündürür ki?.. Seven neden düşündürür ki?