30 Eylül 2016 Cuma

Gittim.

Bu sefer son kez gidiyorum.
Belki giderek, kendime daha çok gelirim...

New York, ABD - 2009

24 Eylül 2016 Cumartesi

Sen Orda Yok Musun?

Son 2-3 gündür hastayım Blog. Başında doktora gittim, antibiyotik ve 1-2 ilaç verdi. Onları kullanıyorum. Bizimkiler devremülke gittiler, ben gitmedim. Evde yalnızım. İki hafta kadar. Kafamı dinliyorum galiba...

Dün, en son ne zaman yaptığımı bile hatırlamadığım bir şey yaptım gün içinde: 5 vakit namaz kıldım vaktinde. Tabii en sonunda yatsı namazı duasına kadar bekleyen gözyaşlarım boşaldı gözlerimden. Zaten burnum tıkalı, gözlerim şiş, tuhaf bir haldeydim. Hep sormak istediğim, ama her sefer içimden geçirdiğim şeyleri sordum O'na kısık bir ağlamaklı sesle bu sefer. Bu sefer kapattım galiba o soru kısmını. Tekrar sormam sanırım neden ben, neden bir tane değil de birkaç tane dert diye.

Şu anda böyle kim gelse karşıma dert anlatsa, ona karşıma sanki Hitler gelmiş de yaptıklarından pişmanmış da bana yakınıyormuş gibi bakardım. O derece tepkisizim...

Ev sessiz. Bazen soğuk, bazen siyah beyaz, bazen kırmızı. En güzel anlardan biri de dizilerimi usb diske atıp TV'den izlemek galiba. Daha güzel. 2+1 ses sistemini bağlamayı düşünüyorum bir de. Artık biraz da bas verme zamanı...

Ben en iyisi gidip bir film izleyeyim.

Şunu da buraya ekleyeyim:

15 Eylül 2016 Perşembe

Yazarsam Geçer

Önce biraz havalardan bahsedeyim. Belki sakinleşirim az da olsa. Eylül dedim, sonbahar geliyor dedim; gelmemiş gibi sıcaklar yükseldi adeta. Ta ki şu birkaç güne kadar. Bugün gayet serin bir havayla yazıyorum sana Blog.

Biliyorsun kurban bayramını yaşıyoruz. Etrafın et kokmasından, benim yine bir süre kırmızı et görmek istemeyişimden bahsetmeyeceğim. Ablamgil, eniştelerim ve yeğenlerim, geldiler. Çocuk sesleri, siyaset, dedikodu... hepsi geçildi sırayla. Bense kendi köşemde oturdum. Salı akşamı yayınlanan iOS 10'u önce kendi telefonuma, sonra ablalarımınkine yükledim. Reset atarak yüklediğim için ekstra efor harcadım her birinde. iPhone 5, 5S ve 6 modellerine yüklemem; bana daha bir ekstra yük oldu. Çoğu kişinin şikayet ettiği yeni klavye tıklama ve kilit sesini ben gayet beğendim...

*****************************

Neyse ki bu bayramda üzerime gelinmedi çok. Mevzu daha da kritik konularda ve başkaları hakkında oldu. Kaldıramazdım demiyorum, ama boş yere konuşmuş olurdu insanlar diyorum Blog. Kendimi bazen gereksiz şeylerle uğraşırken buluyorum şu sıralar. Ya da acelesi olmamasına rağmen uğraştığım şeylerle... Sebebini biliyoruz, öteliyoruz kendimizi. Bakalım nereye kadar, değil mi?

İçimden çoğu kişiye "aman siz çok iyi biliyorsun. Her b.ku biliyorsun, tebrik ederim." diyesim geliyor. Demiş sayalım buradan yine de Blog, içimde kalmasın. Belki okurlar falan. İyi olur.

****************************

Seyrek yazmamın sebebi, yazacak bir şeyler bulamıyor oluşum değil. Hiçbir güzel haber paylaşamıyor oluşumdan dolayı Blog. Aynı tempoda geçen günlerimin özetini buraya aktarmak da istemiyorum. O yüzden yazamıyorum. Bazen şimdiki gibi yazmak geliyor sadece içimden. Belki gerçekten isteyip de yazamadığım konulardan dolayı az biraz rahatlama sağlarım diye, belki yazınca geçer diye.

Yazınca geçer mi Blog? Yazınca hiç geçti mi acaba. Keşke yazınca geçse be Blog. Keşke...

4 Eylül 2016 Pazar

Yitik Hayaller

Ve benim mevsimim geldi... Sonbahar!

Kendimi en çok bütünleştirdiğim mevsim sanırım. Şu anki hallerimi de anlatıyor. Renklerini yavaş yavaş kaybediyor her şey. Soluyor renkleri çiçeklerin. Bulutlar sanki bütün yaz boyunca tozun toprağın içinde oynamışçasına, pis bir şekilde geziniyor gökyüzünde.

Hüzün var havada. Öyle anlar geliyor ki bardaktan boşalırcasına ağlıyor gökyüzü. Sonrasında gelen biraz rahatlamayla, az biraz güneşi yüzüne yansıtıp etrafa renklerini saçıyor gökkuşağıyla. Adeta dans ediyor duyguları... doğanın.

Aynı ben, değil mi Blog? Bence de.

Seviyorum bu mevsimi. Çünkü içinde iyi ya da kötü ne varsa gösteriyor. En çok da gözyaşlarını gösteriyor. Hani şu çoğumuzun sakladığı gözyaşlarını...

*****************

Bugün kötü bir haber öğrendim. Yani üzerinden 1 ay geçmiş olsa da ben yeni öğrendim. Hala daha etkisindeyim. Annem ve babamın haberleri yok. Duyduklarında epey kötü olacak... Nasıl dua edeceğimi de şaşırdım. Tabii her şeyden önce Allah sağlık versin, ama bir anda altüst olmayı hak etmeyen insanların hayatı söz konusu olunca, ne bileyim be Blog. Herkesin sınavı bir başka oluyor bu hayatta.

*****************

Yoruldum insanlardan. Karşıma hep aynı saçmalıkta insanlar çıkıyor. Kimse sevilmeye değmiyor, belli ki ben cidden yalnız kalacağım hep. Başka biri olsa neyse de, ben beceremiyorum yalnız olmayı be Blog. "Daha ne kadar yalnız olabilirsin ki?" diyorsun, değil mi? Doğru, ama işte.

Vurdumduymaz biri olmayı isterdim. Ne bileyim işte, o lisedeyken aşırı solcu olan, bazen yolunu şaşırıp aşırı komünist olan, eylemlerden eylemlere giden bir tip olan biri olsaydım. Ya da sürekli içip o ortamlarda olsaydım. Ya da mesela lise sona doğru Allah inancımı bir kenara bırakıp kendime değişik sıfatları yakıştırıp yoluma devam edebilseydim. Vicdanımı sadece insanlık olgusunun bağlı tuttuğu bir hayata bırakabilseydim, yani Allah korkusu falan olmasaydı... Böyle olsaydı gerçekten daha rahat bir Arif mi olurdu? Oysaki bunların hiçbirine sahip olmadığım için şükrediyorum ve çok mutluyum şu anki halimden. Ama ya öyle olsaydım?

****************

Ölmeyi bekliyorum Blog. Durumumu haykırmıyor olsam da etrafa, şu anda yaptığım tek şey bu. Ölmeyi bekliyorum. Aynı ilkbaharda açıp bütün yaz etrafa neşe saçıp sonbahara doğru yavaşça kendi huzura bırakan bir çiçek gibi...

20 Ağustos 2016 Cumartesi

Bulamıyorum

Geçenlerde izleme fırsatım olan Me Before You filminin bitişindeki şarkı hala kulaklarımla. Epeydir yazmak için fırsat kolluyordum aslında. Çünkü böyle dayanamayıp ağlayıp rahatlayarak yazacağımı biliyordum. O yüzden evde yalnız olmayı bekledim. Kimseden saklamadan rahatça ağlayabilmek için sırf.

Aptal bir filmin sonunda filmdekilere üzüldüm diye değil şu anki halim. Yapmayı ertelediğim o kadar şey var ki hayatımda. Bazen böyle suyla dolup taşan kovalar gibi oluyor. Birine anlatmaya da gelmiyor, çünkü hepsi kişisel gelişim kitabı gibi aynı cümleleri tekrar tekrar kuruyorlar bana. Oysaki hepsini ezbere biliyorum. Onların bilmediği tek şey, benim hiçbirini uygulayamıyor oluşum.

Sonra şu habere de takıldım mesela. O çocuğun o hali, yaşadığı şeyler, benim durumum. Bazen öyle bir an geliyor ki ya tamamen şansız olmalısın ya da az da olsa şanslı olmalısın durumuna dönüşüyor halim.

Ve sustum tabii. Ne yapabilirim ki başka. Birilerine mi bağırmalıyım, isyan mı etmeyelim, sabahlara kadar içip ayyaşın teki mi olmalıyım?

Bir şeyleri yanlış yapıyorum. Ve bulamıyorum neyi yanlış yaptığımı.

Geçen de biri çıkmış bana kuantum fiziğinden falan bahsediyor. Negatif cümleleri çıkarmalıymışım hayatımdan da beklentiye girmemeliymişim de. Saçmalayıp durdu. Belki de haklı. Bana faydası yok ki ama.

Neyse, ben nasılsa yine boş verip unuturum Blog.

Bir gün iyi olur her şey, ama bugün değil.

15 Ağustos 2016 Pazartesi

Tempo!

İçimde bir tempo var. Hani hareketli bir şarkı dinlersin de o havada devam eden bir duygu seli olur ya içinde, benimki de öyle. Tarif edebildim mi Blog? Allah aşkına beni anlayan bir tek sen kaldın, sen de anlamamazlıktan gelme ne olur!

Yazımı yazarken bir yandan da Ankara'dan yarım kilo (!) aldığım zencefillerden kesip hazırladığım demleme yeşil çayımı yudumluyorum. Buradan da sana sesleniyorum www.memleketimdengelsin.com! SENİN, TAZE ZENCEFİLE BİR ANDA YAPTIĞIN TUHAF VE GEREKSİZ ZAMMA İHTİYACIM KALMADI. Bulunduğum ilçeyi geçtim, Ankara'daki büyük marketlerde var taze zencefil, yoksa mecburen alacaktım. İstanbul'a gitme durumum şu sıralar pek olmadığı için haliyle...

Şey bir de dayanamadım ben, epeydir heveslendiğim bir şeyin siparişini verdim dün gece Blog: Xioami Mi Band 2. Özelliklerine ve fiyatına dayanamadım. Malum benim iPhonecuğumun adımsayar özelliği yok. O bilekliğin birkaç özelliği var işime yarayacağına ve beni bazı konularda motive edeceğine inandığım. O yüzden ben de arada alışveriş yaptığım Aliexpress.com'dan siparişini verdim. Artık en kısa zamanda gelir inşallah diyorum. Oradan epey şey almışlığım var, alışkınım haliyle beklemeye. Yoksa Türkiye'deki bazı uyanık satıcılardan gidip 180 TL ve üzeri para ödeyip alacak halim yoktu. Benim en çok merak ettiğim kalp ritmi özelliği. Bileklik gece uyurken kalp ritmini ölçüp hangi saatte ve ne kadar süreyle derin uykuda kaldığını gösteriyor. Telefonla eşleşiyor, hatta telefondaki istediğin uygulamaların uyarılarını, bileğinde takılıyken titreşip sana haber veriyor. Adım sayar özelliği de istediğim bir özellikti. Eh pek saat takmayı sevmeyen ben gibi biri için saati gösteriyor olması da bonus özelliği. $33'a aldım ben. Çıkış fiyarı $23 idi. Tabii Xiaomi'nin son duyurusuyla, ürünü yetiştirmekte güçlük çektiklerini ve üretim kapasitelerini 2 katına çıkaracaklarını okudum. O haliyle bile yetişmeyeceğini yorumluyorlar. Aldım bir heves Blog. 99 TL de oraya gitmiş oldu.

Önceki yazımda, Ankara'ya gittiğimde, 3-4 AVM'yi talan edip en sonunda Antares'e geri dönüp aldığım Hush Puppies ayakkabılarımdan bahsetmedim. Onlara da şöyle bir 230 TL verdim. Huyum kurusun, yine, bir şey içime sinmeye görsün, alıyorum; ama içime sinmeyince ihtiyacım olsa bile alamıyorum, almıyorum. Ayakkabılarım öyleydi mesela. 2 yazdır spor ayakkabısı almadım. Giymiyorum, hoşuma gitmiyor, zaten evden çıkmıyorum, spor yapacağımda da eski ayakkabılarımı giyiyorum. Geçen baharda aldığım casual(!) ayakkabılarımlaydım hep. Ben o ayakkabılara bile rahat diyordum, ta ki Hush Puppies ile tanışana kadar. O ne rahat bir tabandır, ne rahat bir ayakkabıdır. Niye daha önce keşfetmemişim!

Velhasıl, şu anda terliyorum. Hava serin ve 30 dk önce terlemiyor oluşuma rağmen... Sebebi ise zencefil ve demleme yeşil çay. Kilo vermemi ve genel sağlığımı bunlara borçluyum. Ruh sağlığım Allah'a emanet.

Son günlerde şu şarkıyı dinliyorum epeyce, haydi afiyet olsun.

Dipnot: Beni arada takip eden kişiler var sanırım, onlardan özel olarak rica ediyorum, bana mail atın, yorum yazın, bir şeyler yapın!

10 Ağustos 2016 Çarşamba

İzlerken...

Her uzun bir asosyallik döneminden arkadaş ortamına girdiğimde olan şey oldu geçtiğimiz günlerde. Çenem durmadı. Çok konuştum; çok güldüm, çok güldürdüm... Sonra yine eve dönünce garip oluyorum. Tıpkı şimdiki gibi.

İçimdeki havayı vakumla alıyormuş gibi hayat adeta. Ya da içime çekiliyorum, daha çok kendi dünyama dönüyorum gibi oluyor. Daha da sessizleşiyorum. Ne gülmek ne de konuşmak geliyor içimden. Hele bir de Ankara'nın uzak bir köşesinden dünyaya bakmaya çalışınca daha da karamsar gözüküyor. Eh ruhsal durumumun daha farklı olması beklenemezdi bu şartlarda.

Ankara'da yaptığım tipik şeylerden bahsetmeme gerek yok galiba Blog. Zaten hepsini az çok tahmin edebilirsin. Ufak tefek değişiklikler dışında aynıydı. Aynı olmasına rağmen eğlenebiliyorum; ama hep arkamdan dürten "geri döneceksin" şeklindeki sesin bendeki etkisiyle eğlendim diyeyim.

İnsanın elinin kolunun bağlı olması kötü bir şey. Bu benim hayatımın birçok bölümünde geçerli. Aynı anda çevremdekiler için de geçerli; ailem, arkadaşlarım, benimle tanışmak isteyenler...

Şu kalbimi dinleme mevzusunu denedim bu arada. Beceremedim sanırım tam olarak. Havaların sıcaklığı beni nasıl boğuyor anlatamam Blog. Aslında birçok şekilde anlattım bugüne kadar da, acaba sen de mi diğer insanlar gibi anlamamazlıktan geldin? Neyse.

Hazır Ankara'dayken 1-2 şey de aldım. Bol bol yedim içtim Blog. Ve pişman değilim. Yine de eksiklik hep vardı. Sanırım yalnız olduğum sürece eksiklik hep olacak. Tabii şu anda tek umursamamız gereken nasıl para kazanırım sorusu olmalı, değil mi?..

31 Temmuz 2016 Pazar

Kalbimi Dinliyorum

Şu sıralar kalbimi dinlemeye çalışıyorum. Hani hep derler ya "kalbini dinle" tarzında şeyleri sürekli insanlara, işte onu denemeye çalışıyorum. Bariz bir şekilde denemeye çalışıyorum bu sefer ama: Ben gerçekten ne istiyorum?

Hayatımda kalbimi dinlediğim çok zaman oldu elbette. Hele benim gibi duygusal bir erkek çoğu zamanda kalbini, sezgilerini ve sonra mantığını dinliyordur Blog. Bu konuda şüphen olmasın; ama bu sefer galiba bütün dikkatimi vermem gerekiyor. Şimdi böyle deyince "bu çocuk ne istediğini bilmiyor" gibi bir şey çıkmasın. Benim istediklerim öyle fuşya öyle toz pembe ki... en masum çocuk bile hayal etmemiştir.

Malum geçen hafta 28 yaşıma girdim. Artık her yerde 28 sayısı beliriyor yaş kısmında. Acımasızca.

Genel anlamda kendimden beklentilerim var, aşamıyorum çoğunu hala. Öyle büyüklerimizin dediği gibi "senin de vardır bir yerde nasibin" şekildeki iyimserliğimi korumaya çalışıyorum en azından. Bu da bir şeydir, değil mi? Umarım.

İnsanlardan beklentim de var. Vatansever, hayvansever vb. türdeki sevgi konularında beklentilerimi elbette bir kenara bırakarak diyorum. Güvenmek istiyorum Blog. Öyle böyle değil. Hiç bu kadar birine güvenme ihtiyacına girmemiştim hayatımda. Aynı zamanda da cesaret. Çünkü ikisinde de korku ve eksiklik yaşıyorum. Bunları birinde görmeye ihtiyacım var. Sadece görmeye de değil tabii ki yaşamaya da...

Başka başka... Windows 10 Yıldönümü Güncellemesi geliyor 2 güne. En basitinden Edge'i kullanmak istiyorum; ama sırf eklenti desteği olmadığı için uzak duruyordum şimdiye kadar. Yıldönümü güncellemesi diyor Microsoft ama bana kalırsa bildiğin Servis Paketi. Benim için tek önemli olan Edge yani.

Bir de Steam'i tekrar yükledim 2-3 gün önce. Zamanında satın aldığım ama şu anki bilgisayarımda biraz kasan, hayatımdaki en sevdiğim ve hala daha özlemle bakıp oynadığım hemen hemen tek oyun olan Age of Empires II: HD Edition'ı tekrar yükledim. Meğer benim uzak kaldığım dönem boyunca ekstra 2 eklenti paketi de çıkarmış ve daha da önemlisi güncellenmiş ve şu anda kasmıyor. Geçen oynadığımda, ki oynuyorum hala, 4 saat boyunca gayet güzel oyunu kazanarak bitirmiştim.

Benim hayatım şimdilik böyle. Sakin kendimce. Yazamadım bir süredir. Yazmak da istemedim. Küstüm, senden bile kaçtım; ama biliyorsun ki aklımdaydın Blog, ben zaten "kaçtım, kapattım, gittim" dediğime bakma sen.

Neyse, senden naber?

21 Temmuz 2016 Perşembe

27'nin Son Günü

27 yaşımın son gününde buraya birkaç şey yazmak istedim. Çok derinleşmeden, suya sabuna dokunmadan, bazı kelimelerimle ayrılacağım.

22 Temmuz. Temmuz ayı, sıcak bir yaz geçirdik bu sene. Hatta hayatımdaki en sıcak aylardan birini geçirdim. Şu anda hava serin olsa da, geçen hafta tanımlayabileceğim bir kelime olmayan sıcakları yaşadım. Çoğu insan için normal. Zaten çoğu insan için her şey normal...

Şu son 1 haftada olanlar, aslında hayatıma, hayallerime, beklentilerime, üzüntülerime, sevinçlerime... dair söylemek istediğim onlarca şey var; ama boş geliyor hepsi. Ülkede olup bitenler... Ya bende olup bitenler?

28 yaş nasıl acaba... 30 sayılır değil mi Blog?

Neyse.

Doğum günüm kutlu olsun.

25 Haziran 2016 Cumartesi

Naftalin Kokan Blog

Sanırım sorgulama yeteneğimi kaybettim biraz Blog. Sanki daha çok geleni ya tamamen kabul eder oldum ya da içim ufacık da olsa ısınmadığında tümden reddeder oldum. İnsanların bana olan sevgilerini de sorgulayamıyorum artık. Hatta öyle ki insanlardan nefret etmeye başladım tekrar. Geçtiğimiz günlerde hemcinslerimden nefret ediyordum mesela. Kendimi birçok konuda iyi gördüğüm için de olabilir ya da başka sebeplerden dolayı da olabilir. İnsan olmak bence birçok şeyi gerektiriyor. Keşke o sıfatı her düşünebilen iki ayaklıya vermeseydi Allah. Çünkü biz ne kadar insan gibi görmesek de dışarıda epey "insan" görünümlü "tuhaf yaratıklar" var.

Diyarbakır'dan döndüm perşembe günü. Yani oranın kuru kavurucu sıcağının aslında benim için galiba daha iyi olduğunu, Gebze'de 1 gece ve 1 gündüz geçirince daha iyi anladım. Çünkü NEMDEN NEFRET EDİYORUM. Şu anda Mudurnu civarındaki Sarot Termal Kaplıcaları'nda olan devre mülkümüze geçtik. Burası tabii ki Gebze'den daha iyi. Nemli ama yine de iyi. Hatta şu anda bizimkiler topluca dışarı çıktılar. Ben de kafamı dinliyorum. Hazır fırsat bulmuşken de sana yazayım dedim Blog.

Eski yazılarıma, eski yaşadıklarıma, eski fotoğraflarıma bakınca burnuma naftalin kokusu geliyor sanki. Gelmiyor da, işte. Cesaretimi son demlerine kadar kullandığımı görüyorum. Çünkü Diyarbakır'dan buraya gelene kadar gözlemlediğim insanlar, şehirler, hayatlar... beni duygusal anlamda yordu diyebilirim. Diyarbakır'daki insanlar ve onların yaşam şekilleri, oradayken bulunduğum semt ile Sur arasında bile epey uçurum yaşarken; uçaktan inmemle yaşadığım başka bir uçurumu da gösterdi bana. Her türden insanın olduğu İstanbul. Elini sallasan 5 türden insana çarpar her bir parmağın. Bu durum beni rahatsız etmiyor. Beni düşündüren kısmı benim nasıl bir konumda olduğum bu topluluk içinde.

Klasik dertlerime girmeyeceğim Blog. Konuşmamaya çalışıyorum çünkü. Buradan çarşamba günü ayrılacağız galiba. Ankara'nın yine kendine uzak ama buraya yakın ilçesinde kaldığım yerden devam edeceğim. Açılmayan kapıları, geciken mucizeleri, artık gerçekleşmesi gereken hayalleri bekleyeceğim. Şundan emin olmalısın ki Blog, hayatım ani bir kararla intihar etmek ile kendimi süper ötesi kandırarak yaşamaya devam etmek arasında gidip geliyor son 5 aydır.

Illustrations are belong to Fernando Cobelo.

15 Haziran 2016 Çarşamba

Yetmez, Bilmez, Olmaz

36 derece sıcaklık vardı bugün. Evde durulmuyor yani klimasız. Şu anda 22 derece ve gece yarısı... Mesela bu sıcaklık Londra'da yok şu anda. Tamam belki nem var falan, ama olsun yok sonuçta. Kutuplar hele... O kadar uzağa gitmeyeyim, mesela ya memleketim Erzurum? Ya... Öyle serin havalar var.

Benim hayatım İstanbul-Ankara-Diyarbakır üçgeninde geçiyor şu son 4 yıldır. Araya kısa bir Kıbrıs girdi. Ondan önce de Isparta vardı mesela baş rolde. Anlayacağın elim kolum bağlı bir şekilde sıcak memleketlerde yaşadım bu terleme hastalığımla birlikte Blog. Yeter mi sence?

YETMEZ.

Daha çok sınava tabii tutulacağım yaradandan ben Blog. Bunlar ne ki! Ben ki daha neleri göğüsleyebilecek bir yapıdayım. Bunlar ne ki? Ama sorsan dışarıdakine: Ya sen temiz yüzlü, eli ayağı tutan birisin. Nedir problem?.. der. Der tabii. Bilir mi ne b*k yiyorum ben?

BİLMEZ.

Yıllardır kimseyle dertleşemiyorum doğru düzgün. Çünkü ben kendimi bile kandıramaz hale gelmişken, birilerinin bana değer vererek benimle dertlerimi paylaşmaları ve dinleyerek yardımcı olmaya çalışmaları, inan beni hiç mi hiç rahatlatmıyor da "kandırmıyor" da Blog. Ama dertleşmeden olur mu sence Blog?

OLMAZ.

Evre evre vazgeçtim bunca zaman bazı şeylerden. Mesela yeni insanlarla tanışmaya sıcak bakamıyorum artık. Sırf muhabbet etmek için arkadaş olmaya çalışmıyorum bile. Neyin muhabbetini edeceğim Blog? Dertleşemedikten sonra ne anlamı kalacak o dostluğun. Tabii buna, geçtiğimiz yılda, her şeyimi paylaştığım, dertleştiğim dostlarımı hayatımdan çıkarmamın da etkisi var. Zira ben dert dinleyen biri haline dönüşmüşüm de sonradan fark etmişim. Ona bile tahammülüm kalmadı.

Böyle yaz mevsimlerinde yaşadığım şeyleri kış mevsiminde yaşamıyor oluşum hele ki beni daha da boğuyor. Her şeyin kaynağı şu hiperhidrozis zımbırtısı. Zımbırtı mı koymalıyım adını Blog? Nasıl bir hastalık bu yahu? Benden nefret eden biri şu yazımı okusa "Allah'ından bulmuş" der. Oysa ki bilmez ben bunu en masum yaşımdan beri yaşıyorum.

Bunları sana yazmaktan da yoruldum Blog. Biliyorum, sen de dinlemekten yoruldun. Ama ne yapayım? Sen de olmasan ben belki böyle büzüşmüş düşüncelerle, sinirimi ilk tartıştığım kişiyle çıkartırdım. Ya da şu ankinden daha da agresif olurdum.

Göbeğim kocaman oldu Blog bu arada. Sebebini biliyoruz. Yine girmiyorum bu muhabbete. Bir süre de dertlerimden konuşmamayı deneyelim olmaz mı Blog? Mesela bundan sonra sana bahsetmeyeyim. Sadece sana değil, diğer arkadaşlarıma, dostlarıma, aile üyelerime...Nasılsın sorusuna, "çok iyiyim. Hatta içimde tuhaf bir enerji var, çözemedim, ama bakalım hayırlısı *gülenyüzemojisi*" şeklinde yanıt vereyim. Bu durum bizi bozar mı sence?

BOZMAZ.

Dipnot: Bu arada ben de farkındayım. Son aylarda epey yazar oldum sana Blog. Ve hep dertlerimden yakınıyorum. Gerçekten benim biraz susmam ve dertlerimi dile getirmemem lazım. Galiba dertlerimi yazmak da zor geliyor...

"Ne zaman alıştın sen yalan söylemeye
Kendini en seveninden bile gizlemeye..."

13 Haziran 2016 Pazartesi

Suriyeli Göçmenler

Dışarı çıktım bu akşam. Yolda giderken yine Diyarbakır sokaklarında arada bir gördüğüm bir şeye denk geldim. Şehrin lüks semtindeki trafik lambalarının orada, Suriyeli olduğunu düşündüğüm çekirdek bir aile...

Anne, elinde mendil paketleriyle, duran araçlara gidip belki alırlar ya da sadaka verirler umuduyla camlarına yanaşıyordu. Baba, yine bir elinde mendil paketi, diğer elinde küçük kızı, ihtiyaçları olduğu belli olan bakışlarıyla, araç şoförlerine bakıyordu...

10 saniye, belki 20 saniye olmuştur önlerinden geçişim. Onların neler yaşadığını anlayamam bu halimle. Kanser olsam, 3 günlük ömrüm de olsa anlayamam; paraya para demeyen bir hayatım da olsa anlayamam. Hep demişimdir: Bazı şeyleri sadece çeken/sınanan bilir.

Büyük planları olan ülkeler bir gün kardeşiniz dediğiniz yurttaşınızı size düşman ediyor. Ertesi gün, komşu ülke diye baktığınız yabancı bir memlekette, hiç tanımadığınız ve muhtemelen de tanımayacağınız insanların verecekleri 1-2 liralık paraya muhtaç oluyorsunuz. Çocuğunuzun geleceği, kendi geleceğiniz... değil de artık o gün ne yiyeceğinizi düşünüyorsunuz. Belki de kaldığınız yerin kirasını düşünüyorsunuz. "AMA" şunları hiç düşünmüyorsunuz:

* iPhone 7 çıkacak sene sonunda, onu mu alsam yoksa Samsung'u mu beklesem?
* Bugünkü yemekler yarın yenmez ya. Dökeyim en iyisi, yarın yeni yemekler yaparım, hem kocam özlemişti bol etli bir yemeği.
* Pierre Cardin'den almalıyım yatak odası takımımı. Hem çok değil, sadece 20 bin tl. 2 senede öderim.
* Çok mutsuzum. Hiçbir şey mutlu etmiyor beni. Sürekli yemek yiyorum, içiyorum. Üff...

Ve uzar gider bu liste. Bunları düşünmüyorsunuz. Çünkü bunlar olmasa da tok kalabiliyorsunuz, ertesi güne çıkabiliyorsunuz...

Öyle işte Blog. Akşam dışarı çıktık. Bir kafede oturduk. Aklımın bir köşesi o yoldaki ailede kaldı. Belki baktıkları sadece o aileden ibaret değildi. Belki hiç ihtiyaçları yoktu. Bilmiyorum.

Bazen öyle bir an geliyor ki neye şükredeceğimi şaşırıyorum, bazen de korku, acizlik, tükenmişlik sarıyor tüm benliğimi. Susuyorum. Zaten beni bilirsin, ben susunca tüm dünyam susuyor.

Allah onlara ve diğer tüm ihtiyaçlı göçmen misafirlerimize yardım etsin. Ve bizi o durumla sınamasın Blog.

Amin.

9 Haziran 2016 Perşembe

Ramazan...

Hoş geldi tabii ki Ramazan ayı.

Tutamam diyordum ya hani belki? Heh işte, tutuyorum çok şükür. İlk gün zorlamıştı aşırı derecede. Ablamgil tutma sen dediler, ama tuttum. Ne ki, en fazla susuz kalıyorum. Beni en fazla o zorlardı, malum ciddiyete varabilecek bir rahatsızlığım var her ne kadar ben sallamasam da ve ilaç kullanıyor olsam da. Yine de üçüncü gününü de geçirdim. Haliyle o sabır taşı da çatladı.

Şu son 1-2 aydır sana çok sardım Blog. Farkındayım. Beni sanırım mutlu eden mi diyeyim, rahatlatan mı diyeyim; yoksa hiçbir şey demeyip sessizce sana mı yazayım bilmiyorum; ama yine buradayım, dışarıda davul sesi, sahuru beklerken, uyku tutmamışken; "bugün de sahura kadar ayakta durayım" demişken... bir yandan da sana yazıyorum.

Son 2-3 gündür Diyarbakır'ın hava trafiği epey yoğun. Bugün sanırım en az 3 kez, ışıkları sönük bir şekilde kalkış ve iniş yapan askeri uçaklar gördüm. Gittim geldim yine bir yerlere. Korkuyorum, ülkemizin savaşa sürüklenmesinden korkuyorum. Korkuyorum, çünkü bir partinin başkanı çıkıp neredeyse "teröristler canımızdır, onlar da insan" diyor. Ve belli bir kesim, buna karşı olmasına rağmen, sırf Atatürk'ün hatrına ve başka da güçlü bir sol görüşü destekleyen parti olmadığı için, sesini çıkarmıyor. Beni biliyorsun Blog. Siyasetten hoşlanmıyorum. Çünkü kavga ve gürültüden başka hiçbir şey getirmiyor. Pek bir görüşü desteklediğim de söylenemez aslında. Aklımda dengeli şeyler var, ama yine de şu parti diyemiyorum galiba, ama ben milliyetçi biriyim. Irkçı değilim tabii. Ülkemi seviyorum, bayrağımı kimseye dayatmıyorum, ama o bayrak Türkleri temsil etmiyor sadece, bunu biliyorum ve herkesin de bunun bilincinde olmasını istiyorum. Haliyle 1 senedir verilen şehitler az buz değil; ve hükümet düşmanlığı öyle bir boyuta gelmiş durumdaki insanlara neler yaptırıyor, neler dedirtiyor, şaşıyorum. Ve üzülüyorum da. İşte, sorun olduğu düşünülen görüşler bu şekilde saldırgan tavırlarla çözülmemeli. Yanlış olduğu düşünülen şeyleri koyun dediğiniz kişiler yapıyorsa eğer, bunu onlara anlatmaya çalışmakla düzeltebilirsiniz. Yapamıyorsanız da kusura bakmayın "oy vermemek" dışında hiçbir şey yapamazsınız. Yapmaya hakkınız yok. Ve eğer sorun gerçekten o "koyunlarda" değilse, aynaya bakmanız gerekiyor. Çünkü KİMSE SİZE ÇOBAN OLMA HAKKINI VERMİYOR BU HAYATTA.

Üşüdüm bu arada. 2. ve 3. günü epey serin geçti Diyarbakır'da. Gülümsüyorum bir yandan. Çünkü seviniyorum. Bu durum benim için daha az su kaybı demek, daha rahat oruç tutmak demek. "Normal" insan kadar. Çünkü ben anormalim su kaybı konusunda...

Şu sıralar gülüyorum Blog. Dışım; gözüm, kulağım, ağzım.. mutlu; ama içim değil. Değil işte. Bilmiyorum. Evet, Diyarbakır'a gelince böyle oluyor, onu da fark ettim. İlacımı bırakmak istiyorum. Sadece rahat bir şekilde üzülmek için, samimi bir şekilde üzüntümü yaşamak için bırakmak istiyorum; ama bırakamıyorum. Olur da yine krize bağlarsam evdekileri üzmeyeyim diye bırakamıyorum.

Üzüntümü bile yaşamıyorken, bazen merak ediyorum ne için yaşıyorum diye.

5 Haziran 2016 Pazar

Yoruldum

Şu anda ellerimin teri 2008'de yaşadığım ameliyattan önceki zamanlarımı bana hatırlatmaya çalışıyor gibi adeta. 2-3 yıl önce büyük bir sevinçle sahip olduğum iPhone'umu kullanmaktan tut da şu anda bu yazıyı yazmaya çalışırken çektiğim eziyete kadar tekrar aynı kabusu yaşıyorum resmen. Bu sonucu yaşayacağımı tabii ki söylemişti doktorum ameliyat olurken, ama yaşadığım aşırı terlemeye ek olarak tekrar bu durumun da eklenmesi beni böyle ellerimi ayaklarımı, hatta Dexter gibi bütün vücut parçalarımı kesip ayrı ayrı paketleyip buz gibi deniz sularına atmaya itiyor. Bunu şaka yollu gibi anlatıyor gözüksem de yapasım çok.

34-35 derece sıcaklık vardı bugün. Dünden beri yaşadığım sinir/moral bozukluğu, bununla birlikte aşırı terliyor oluşum, Ramazan'ın geliyor olması, annemin dönmemi beklemesi... daha gelecek sorunlarına gelmeden, beni öyle geriyor, öyle boğuyor ki anlatamam.

Şundan da yoruldum, başta ailem olmak üzere, hemen hemen herkesten gördüğüm tepki. Tamam anlıyorum, bir kısmı artık üzerinden inmemi bekliyor, bir kısmı tembel olduğumu düşünüyor, bir kısmı mücadele etmediğimi düşünüyor, bir kısmı bana üzülüyor, bir kısmı acıyor. Özetle bir şekilde kendi hayatımı kurmamı istiyorlar. Ben ne b*k yiyorum peki sence Blog? Neyse.

İki arada kalma durumum var, bazen aşırı derecede nüksediyor. Ve yukarıda anlattığım, tamamen bana ait olan ve yalnızca benim anlayabileceğim sorunlarla birleşince daha da zor geliyor. Şu anda saat 00:12 ve hava sıcaklığı dışarıda 26 derece, ama içeride sanırım 28-29 derece. Ellerim vıcık vıcık. Buna da neyse.

Bazen dönüp bakıyorum kendime; Arif, sen kendin gibi birini ister miydin diye de soruyorum.

Ben de istemezdim sanırım Blog. Ne arkadaş, ne sevgili, ne eş, ne dost, ne oğul, ne de kardeş olarak... Çünkü hayallerinin ve yapabileceklerinin önüne çekilmiş olan setin nasıl bir şey olduğunu uzaktan bakınca ben de göremezdim kendim gibi birinin. O yüzden istemezdim belki de. Belki de işime böylesi gelirdi.

Yine de Allah böyle yarattıysa, O istiyor demektir en azından.

Hoş geldin Ramazan. Ben yokum bir süre Blog.

2 Haziran 2016 Perşembe

Aman Yeter Be!

Sağa ya da sola... hiç fark etmiyor. Kafamı ne tarafa çevirsem aynı şeylerle karşılaşıyorum. Savaşsam da pes etsem de; kazanır gibi gözüksem de kaybetsem de; sonuç aynı: Boş bir çabalama bendeki sevgi olayı.

Suçlu kim biliyoruz. Ah yok, kendimi suçlamayacağım bu sefer; ama onları(!) da suçlamayacağım. Bu sefer büyük bir değişiklik yapıyorum ve caretta carettaları suçluyorum. Çünkü nesilleri tükenmekte oldukları haberlerini her sene duymamıza rağmen hiç tükenmiyorlar. Ve onun gibi yığınla bana "umut" aşılayan şey var bu koca lanet dünyada! O yüzden caretta carettalar ve onlar gibi bütün minicik umutları bünyeme yerleştiren her şey suçlu benim gözümde! Yoksa bu durumuma lanet insanlar sebep olamazlar. Kesinlikle o popoları kakalı insanlar sorumlu olamaz!

Yok, hayır Blog. Bu atarlı halime herhangi bir flört deneyimim sebep olmadı. Zaten benden geçiyor bu gidişle o işler. Sadece bazı yazışmalar çok boğmaya başladı beni artık. Benim de bir limitim olduğunu biliyorsun.

Dipnot: Artık RSS olayına da el attım. Bizi zaten okuyanlar belli ya da yok çoğu zaman, biliyorsun. Ben yine de RSS'mi kısmi olarak kapatıyorum. İsteyen bizi gelir yerimizde ziyaret eder. 

Hatta ünlü bir bilir kişinin sözüyle kapatıyorum yazımı: "Bizi beğenen beğenir, beğenmeyen de yok olup gider."*

*He! Ben uydurdum. N'olmuş?

1 Haziran 2016 Çarşamba

Yetmez mi?

Ben sanırım kendime geç kaldım daha çok. Öyle çok şeye geç kalmış gibi hissediyorum ki bu gece yarısı, bilsen Blog... Biraz daha güneş ısıtsın içimi, biraz daha sevgi kokusu gelsin burnuma, biraz daha böyle pişse hayallerim... sanki daha mutlu olacakmışım gibi geliyor. Ama ben ne güneşi seviyorum, ne sevgiye dair ümidim var ne de kurabileceğim farklı bir hayalim var. Çünkü yoruldum aynı hayalleri kurmaktan. O yüzden sanki biraz böyle kaçırmışım gibi her şeyi. Zamanında yaşayamadığım, yaşamayı isteyip de yanlış insanların duygularına emanet olduğum için biraz pes etmişliğin, bezmişliğin, bıkmışlığın halleri var. Evet, belki sen de çoğu gibi "ya sen ne gördün ki" diyorsundur Blog. Hatta lütfen gidip bu konuda Twitter'da trend topic(!) aç, nasılsa orası muhalefet olmak için en iyi yer.

Bu akşam iyi bir şey yaptım. Minicik bir şey belki ama minik şeylerle mutlu olan ben gibi biri için anlamlı bir şey. Bilen bilir, Paypal Türkiye'deki hizmetini durdurma kararı aldı. Benim hesabımda $1,09 vardı. Onu bir yere aktaramadığımdan yakınıyordum bu sabah. Çünkü banka hesabına aktarmak için minimum $10 olması gerekiyor, ama Paypal hesabı olan başka birinin mail hesabına gönderebiliyor. Sonra gece baktım biri bir şey paylaşmış Facebook'da. Bir Ekşisözlük yazarı şöyle kampanyamsı bir şey başlatmış. Ben de bir telaşla gönderdim o kalan paramı. Aksi halde öyle kalırdı o para. Niye kalsın ki? Lösev için önemsiz bir miktar, ama benim içimdeki biriktikçe çoğalır umudu için önemli.

Bu gece bir yanım eksik gibi geliyor Blog. Arada olur bilirsin. Sonra "boş ver be Arif, bana yalnızlık yakışıyor belli ki" diyorum. Muhtemelen daha da boş verip öyle uykuya geçerim. Sonra yeni bir gün, yeni umutlar... kendini kandırma bölümü de bittiğine göre, yavaştan yazımın son'una geleyim.

Son: N'olacağız Blog? Senin durumun belli de, ben ne olacağım yani?

29 Mayıs 2016 Pazar

Sevgisiz Blog

Bazen düşünüyorum, acaba sana karşı da bencil miyim diye. Korkuyorum bazen de, acaba başkalarında sevmediğim karakterleri kendim de mi taşıyorum diye. Bazen de susuyorum, acaba beni dinleyen var mı diye...

Bugün böyle şeker komasına girecek kadar şeker tükettim. Bir yandan tüketiyorum, bir yandan sana yazıyorum. Tarçınlı yeşil çay da içiyorum. Bütün günü dışarıda geçirebilecekken evde oturdum. En gereksiz işleri yaptım belki de bugün. Diyarbakır'dayım Çarşamba akşamından beri. Salı günkü boğaz ağrım sınavla daha da kötülemiş, üstüne Pegasus firmasıyla gelmek gibi yaptığım bir başka hatayla ekstra kötülemişti. Çünkü İstanbul'da 1.5 saat havalanında, bir kısmı uçağın içinde, bekleyip hızlı hızlı 1.5 saatte gelmek için ekstra kasan pilotlar sayesinde altüst oldu dengem. Bunlardan yakınınca insanlar ilk kez uçağa biniyormuşum tepkisi veriyor. Yahu ben senede ortalama 2-4 kere uçağa biniyorum, şöyle bir geçmişe bakınca. O değil de iyi mil yapmışım ha. Velhasıl yeni düzeldim. Tabii geldiğim günden beri arada ablamla gezdim. Ben geldim diye başbakanımız ve cumhurbaşkanımız da geldi. Daha ne olsun değil mi? Tabii.

Öte yandan içim boğuluyor Blog. Şunu daha iyi fark ediyorum, hayatım orada burada, yollarda ya da sürekli işle meşgul olsa, ben duygularıma hiç zaman ayıramasam; bu dünyada benden mutlusu ve güzeli olmazmış. Öbür türlü tökezliyorum hep. Her geçen gün "benden bir bok olmaz" ve "taşı bile sıksan suyu çıkar, beni sıksan paramparça olurum" felsefelerini kabullenir oldum. Bunları birine demeye de gelmiyor Blog. Hemen psikologa sarıyorlar. Sanırsın hepsi bilgili, hepsi görmüş geçirmiş, hepsi seçici geçirgen(!).

Şu anda balkonda oturmuş yine diyetimin içine etmiş bir halde sana yazıyorum. Yine sırtımda günahlarım, pişmanlıklarım, göz yaşlarım, hayallerim, umutlarım, vazgeçtiklerim ve daha nicesi var.

Sen de sevgisiz kaldın ben de yani...

24 Mayıs 2016 Salı

Bilinmezlik

Boğazım ağrıyor Blog. Birkaç gündür ağrıyordu, şimdi burnum da akmaya başladı. Denizin havasından sanırım. Beni etkilemiş olmalı. Ha başka sebepleri de var... KPSS geçti geçen pazar. Geçti, evet. "Sür eşeği Niğde'ye..." durumu var, ama bende ne eşek var ne de harita... Ne yapacağım?.. Sen de bilmiyorsun tabii. Nereden bilesin, değil mi?

Peki hayatımdaki insanlara ne demeli? Birinin babası kansere gidiyor, bana ulaşıyor. Ben sinirli ve konuşmama kararı almışken ona, hiçbir şey olmamışçasına yumuşuyorum. Biri diyor ki: "senin hayatında çok sorun var, bir de ben sorun olmayayım. Öptüm, kib, bye".. Bir başkası "Sen en güzelsin. Ben seninle konuşarak bile sana zarar verebilirim." diyor. Biri evden çıkamıyor buluşmak için, ama başka zamanlar her yerde geziyor. Özellikle çevremde konserve salça durumu var. Oysaki annemin yaptığı salçayı hiçbir şey tutmaz. Anne eli değmiş sonuçta. Tamam, saçmalıyorum.


Biri de bana bırakmıyor karar vermeyi. Ben neye, nasıl karar vereceğimi şaşırdım artık. Zaten karar vermeye hakkım olmadığını doğduğum andan itibaren bilirken, böyle bir şeye üzülmek daha da saçma oluyor. Değil mi Blog? Sen de çok güzelsin Blog. Ben sana her negatif durumumu yazıyorum. Hatta 1-2 gün önce domain'in de yenilendi. Sen yine de sesini çıkarmadın negatifliklere. Benim gibisin sen de. Yeter ki yazanın olsun... Tüm kararları ben almayayım yine de. Sen de istersen ikimiz adına karar verebilirsin, oldu mu? Konuşalım yani.

Yarın uçuyorum Diyarbakır'a. O değil de, git gel sürekli derken iyice Diyarbakırlı oldum ben de. Benim zaten üç evim var. Keşke kendi hayatım olsaydı. Ben de hibli küslü değişik otlardan çay yapar, içer dururdum. Nasıl evcimen bir yengecim çözemedim...

Bu arada chia tohumu ve beyaz kinoa almıştım geçen hafta. Daha henüz chia tohumunu kullanabildim. Tam anlayamadım ne yaptığını. Bir ara da kinoayı deneyeceğim. Bugün olmaz sanırım. Üşeniyorum. Çünkü keyfim yok, mutsuzum.

Hıı, sebebi hasta olmamdandır kesin.

Hıı 2, evet geçer tabii.

Hıı 3, o zaman Bob Dylan'ın  Knockin' on Heaven's Door isimli şarkısını Raign'dan dinleyelim bilmem kaçıncı kez:

12 Mayıs 2016 Perşembe

Arif olan anlar...

Biliyorum, oradasın. Hissediyorum bunu. Göremesem de yüzünü, duyamasam da sesini; dokunamasam da ellerine, yüzüne, kalbine... orada olduğunu biliyorum. Sen de merak ediyorsun ne yaptığımı, nasıl yaşadığımı, ne yiyip içtiğimi... Arif olan anlar çünkü. Sen de çoktan Arif oldun oysaki. Bunu kendine itiraf etmekten korkuyorsun sadece.

Ellerini uzatsan, güzel sözlerini savursan yüzüme gül yaprakları misali... Söz veriyorum geriye adım atmayacağım. Tekrar tekrar yaşanmasın kötü duygular diye oracıkta oturup ağlayacağım seninle.

Denemeden bilemezsin. Biz sanki denemeden bildik gibi oldu, değil mi? Bilemeyeceğiz belki de hiç. Belki de sonunu bile bile başka hikayelerin kahramanları olmaya çalışacağız. Sonradan tekrar dönüp ah keşke diyeceğiz. Biraz kalbimiz ağrıyacak. Beni O'nsuz bıraktın diye sitem edecek belki de o da.

Korkuydu gerçekten her şey. Birbirimize öyle yakın ve öyle uzaktık ki... Korku ve Cesaret gibiydi sanki isimlerimiz. Oysaki ne ben düşündüğün kadar cesaretliydim ne de sen düşündüğüm kadar korkak...

Biliyorum, burada değilsin, orada değilim. Yaşıyorum bunu. Göremesem de ne kadar yıprandığımı, göremesem de ne kadar üzgün olduğunu... anlıyorum. Çünkü Arif olan anlar...

9 Mayıs 2016 Pazartesi

Alo? Aloooo???

Saçmalıyorum Blog. Artık kendime de gülmüyorum. Böyle gülüp gülüp geçerdim eskiden, ama yok, artık onu da yapmıyorum. Allah böyle durumlara tekrar düşürmez inşallah gelecekte. O gelecek geldiğinde, bu zamanlara bakıp bakıp yine gülüp gülüp geçerim inşallah; ama yazık yine de bana.

Böyle sinir krizleri geçiresim var, ama ilacım izin vermiyor. Ve ben bunu biyolojik anlamda idrak edebilecek bilinçteyim. Bari bunu anlayamıyor olsaydım???

Cesaret güzel bir şey, ama gerçekten elde edebileceğinden adın gibi eminken korkularının arkasına saklanmak daha da kötü. Bunu kendim için söylemiyorum. Birkaç ay önceki yaşadığım bir durum için diyorum. Yoksa bende zaten cesaret yok. Nasıl olsun ki? Misal, geleceğime yönelik adım atmaya cesaretim yok. Bana biri çıkıp dese, "1500-2000 TL maaşlı işin olacak şu küçük kasabada, minik ama huzurlu-güzel bir evin olacak kiralık, gider misin?" ben "valizlerimle hazırım" demez miyim? Derim. Ama ne öyle bir iş, ne de bana böyle bir teklif sunan var.

1 ay sonra doktor kontrolüm var. Haftaya Gebze'ye geçmem lazım sınavım var. Diyarbakır'a gidip her şeyden uzak durasım var. Kilo vermeye devam edip daha sağlıklı ve ideal bir ölçüde olasım var. Sonra ise işe giresim var. Adım atasım var. Sevesim var Blog. Sevilesim var...

5 Mayıs 2016 Perşembe

Sevil(-e)memek

Geçtiğimiz Miraç Kandili'nin olduğu akşam biraz moralim bozuktu Blog. 2009 yılında Amerika'ya gidip geldiğimden beri ısrarla başvurduğum ve çıkarsa "ya hazır orada ne güzel arkadaşlarım var, bana yardımcı olabilirler" diye de avunduğum; ama yine çıkmayan Green Card içindi kendimi kötü hissedişim. Çıkmadı yani. Her sene "çıkarsa ne kadar zorlanacağımı hesaba katarak" hayal kursam da, bu sene de çıkmadı. Dua da etmiştim camideyken. Şimdi tek tesellim, aslında öyle olmasını umuyorum daha çok, bu sonucun benim için daha hayırlı olması. Yine de bir Amerikan Rüyası daha son buldu.

Schengen vize serbestisi olayı var bir de. Avrupa ve vize meselesi aklıma gelince her defasında lanet okurum 80'li yıllardaki darbelere. Şimdiki terör olaylarına okuduğum gibi. "Ülkemiz seyahate uygun değil" havası yaratan bütün olaylara ve Orhan Pamuk gibi kişilere. Hele hele hayatının hiçbir döneminde ülkenin doğusunda bulunmamış insanların konuşması ayrıca sinir ediyor... Velhasıl, vizeler kalkıyor. İnsanın üzerinde, daha önce seyahet edenler için söylüyorum, "hele şükür!" etkisi yaratıyor. Benim üzerimde?..

Bilemiyorum. Yani zamanında çok şükür, memur çocuğu olmama rağmen, kısıtlı bütçemize rağmen, Erasmus gibi bir lütufla ben de gezdim az çok, en çok görmek istediğim yerleri en azından. Şimdi "nereye gideceksin ki Arif?" sorusu geliyor aklıma ve boş boş bakıyorum haberlere. Benim için en güzeli yanımda sevdiğim biri olunca gideceğim zamanlar olabilir en fazla. O da yani ikimiz de biliyoruz durumu Blog. Benim seyahatle ilgili tek hayalim var: İrlanda turuna katılmak. O da çok pahalı ve yine vizeye takılan bir durum. O yüzden hayal belki de...

Şu günlerdeki güzel şeylerden biri sanırım kilo verebiliyor olmam. Öyle saçma sapan kısıntılara girmeden hem de, ama hamburgeri çok özledim. Ankara'daki favori yerimdeki hamburgeri özledim. Artık Ankara'da kimsemin olmayışı ve muhtemelen olamayacak olması da, bu durumu daha da özlem dolu hale getiriyor. Tek başıma gider miyim onu da bilmiyorum.

Bugün epeydir beklediğim filmi izledim: How to Be Single. Yani ilk beni çeken Rebel Wilson olmuştu, ama filmi izleyince başka şeyin çektiğini anladım. O da bazen yalnız olmak daha güzel olabiliyor. Bu da benim ömrüm boyunca alışmam gereken bir gerçek olduğu için de haliyle film epey güzel geldi.

O değil de şu sıralar böyle "ben sevmek istiyoruuuum!" diye bağırıyor bünyem.

Korkuyorum.

Bu da izlediğim filmin kapanış şarkısı:

30 Nisan 2016 Cumartesi

Nisan da Bitti..

Mutluyum. Çünkü:

+ Blogumun birkaç yerinde minik değişiklikler yaptım ve hoşuma gitti.
+ Bir süredir belli kiloda takılı kalmıştım. O kilonun altına düşebildim sonunda.
+ Doğru insanı tekrar aramaya başladım kendimce, çizgimi bozmadan... Ve ararken duyduğum güzel sözler paramparça olmuş gururumu ve önemsemesem de egomu okşamakta.
+ Baharın gelmesi, etrafın yeşermesi, kelebeklerin çoğalması, kuşlar, kapımızdaki kedimiz Minnoş'un hep aç olup sürekli miyavlaması...
+ Dini anlamda güzel ayları geçiriyor olmam.
+ Kendime ve dış görünüşüme daha çok dikkat etmeye çalışıyor olmam... ve diğer sebepler.

Kendime kızgınım. Çünkü:

- İlk telefonuma sahip olduğum 2005 yılından beri toplam 14 adet numara değiştirdiğimi öğrendim e-devlet sitesinden. Hangi operatörü hangi tarihler arasında kullandığıma kadar detaylandırmışlar. Ben tabii ŞOK! Hepsi kapalı sonuncusu haricinde. Haliyle onu kullanıyorum. Buraya da ekliyorum ki bu sayısı 15 yapmayayım.



- Kabak çekirdeğine sardım. neredeyse her akşam yer oldum. Ki yemek istemiyorum. Karatay'ım ye dese de ben istemiyorum.
- Birkaç konuda kendime verdiğim sözleri tutmuyorum.
- Sabah daha erken kalkmam lazım, ama kalkmıyorum.
- Bitirmem gereken romanlarım var, ama okumuyorum.

Havalar da ısındı hani. Bilemedim.

18 Nisan 2016 Pazartesi

Son Güncellemeler


Geçtiğimiz 2 ayın sonunda olan bitenler:
  • Telefon numaramı değiştirdim. Öyle olması gerekiyordu.
  • Twitter, Instagram, Swarm... öyle aktif bir şekilde kullanmıyor olsam bile profillerimi silip tekrar oluşturdum. Az çok kullanıyorum sonuçta.
Bu ikisini ilk zamanlarda yaptım.
  • Eskiye dair düşüncelerimi, hayallerimi ve beklentilerimi de eskide bıraktım. Ve kaldığım yerden devam ediyorum Blog. Geçen sürede sadece kendime yazık ettiğimi daha iyi anladım, o yüzden sevgiye dair umuduma daha çok sahip çıkmaya karar verdim. Ve hayır, eski sevgililerimden birine dönmedim Blog. Hala yalnızız ikimiz de. Merak etme aramaya devam ediyorum.
  • Diyet ve spor yapıyordum epeydir, yalnız bir kiloda takılı kalmıştım. O da tamamen "az az, sık sık beslen" saçmalığından dolayıymış. Yaklaşık 1 haftadır Karatay'ı daha çok dikkate alarak uyguluyorum. Tek derdim kilolarım değil tabii.
  • KPSS ne yazık ki artık başka bir bahara kaldı.
Bu üçünü son zamanlarda yaptım.

Uzun bir süredir yapmamam gereken şeyleri yaptım belki... Girmemem gereken muhabbetlere girdim, olmayacak hayaller kurdum, düşüncelerimi ya da zamanımı harcadım. Uzak kaldığım bu süre zarfında haddinden fazla kendime dönük ve izole şekilde yaşadım. Bir ara annem İstanbul'a geçtiği için ev erkeği moduna tam anlamıyla girmiştim. Neyi, nasıl ve ne amaçla yapmam gerektiği konusunda daha rahat düşündüm. 

Etrafım olumsuz şeylerle doluyken, birinin bana uzatacağı ufacık bir olumlu duruma ne kadar aç kaldığımı ve karşımdaki kişi için bu açlığımı kullanmasına izin verip ne çok şeyden taviz verebileceğimi gördüm.

Etrafım belki hala olumsuzlukların pençesinde. Belki daha kötüye gidecek, belki olmadığı kadar iyi olacak. Hiçbir fikrim yok ve dua etmek dışında bir beklentim de yok.

Her ne olursa olsun, aynaya baktığımda gördüğüm kişi hala aynı kişi: Hala mükemmel bir kalbe sahip, inatla bekliyor.

Dipnot: Blog'umun kapak fotoğrafını tekrar dizayn ettim yaklaşık 1 hafta önce. Çizimleri Yoyo isimli birine ait olan robot temalı böyle kapak fotoğrafı çıktı ortaya. Benim içime epey sindi. Umarım sen de beğenmişsindir Blog.

21 Şubat 2016 Pazar

Son(-suz)a Giden Veda

<<<  Bu yazı artık geçerliliğini yitirmiş ve sadece bazı şeyleri hatırlatması amacıyla yayındadır. >>>

Bir gün bu yazıyı yazacağımı bekliyordum, ne yalan söyleyeyim. Artık gerçek anlamda yazmaktan, duygularımı anlatmaya çalışmaktan, birinin beni anlamasını beklemekten yorulacağımı biliyordum. Olmadı... Hafta sonundan sonra kaldığım yerden daha umutla devam edemeyeceğime karar verdim. Güzel bir hafta sonu geçirdim ve anladım ki benim için doğru insanlar, dertlerimi az da olsa bana unutturan arkadaşlarım olabilirmiş en fazla. O yüzden üzülerek de olsa son yazımı yazıyorum... Bilmem kaç kere benzeri şekilde veda etsem de bloguma, hiçbirinde bu seferki gibi olmamıştım, hissetmemiştim böyle. Artık onca biriken şeyden dolayıdır herhalde, daha fazla katamıyorum, daha fazla üretemiyorum. Çünkü daha fazla kelimem yok, duygularımı farklı şekilde anlatmak için.

Eskisi gibi heyecanlanınca buraya gelemiyorum. Ya da çok yıkıldığımda soluğu burada alamıyorum. Yazınca rahatlamıyorum mesela. Nefretimi buraya kusamıyorum...

Savaşını verdiğim şeyler oldu hayatımda bugüne kadar. Israrla dik durdum, tek başıma da olsa bir şeylerin aslında olması gereken şeklini göstermeye çalıştım her karşıma çıkan kişiye. Herkes yapınca, doğru olmadığını ve hiç de öyle gözükmediğini anlatmaya çalıştım.

Bütün renklerini gördüm gökkuşağının. Kendimi "mor'u benim" diye inandırdım. Öyleydim de. Tüm renkleri hissetmeye çalıştım öncesinde. Mor'du beni temsil eden; ama her renge bürünmek gerekiyormuş, onu anladım.

En hareketli yıllarımı duygularım için harcadım. Pişman mısın Arif, diye sorsalar, cevap veremezdim bir süre, veremiyorum; ama sanırım çoğunlukla pişmanım. Çok daha başka geçebilirdi. Çok daha başka insanlarla geçirebilirdim, yine de o kısa süren sessizlik, bazı şeylere değdiğini gösteriyor, sanırım.

Vazgeçiyorum. Kapatıyorum bütün defterleri. Duygularımın koşuşturmasını, insanların onları harcamasını; zamanımın bilgisayar ya da telefon başında geçen kısımlarını... ve diğer tüm benzeri ömür ve duygu tüketen şeyleri durduruyorum. 

"Yepyeni" kelimesini kullanmıyorum, ama hayatımın ikinci cildine geçiyorum. Doğru insan dediğim tanıma uygun kişiyi aramıyorum/beklemiyorum da. Hele ki bütün iğrençliklerin arasında aramaktan vazgeçiyorum. Bunu bir arkadaşıma söylediğim şekilde değerlendiriyorum artık: "Allah, ol derse, en alakasız yerde ve zamanda bile olur; O, istemediği sürece ben her şeyin tam ortasında dahi olsam bulamam, göremem, duyamam..."

Hafta sonu yeni bir telefon numarası edindim. Ailem dışında soran olursa vereceğim bir numara. Eski hattım da iptal edilecek. Telefonumdaki mail uygulamaları da dahil, tüm sosyal ağlara dair uygulamaları kaldırdım. Bilgisayardan, olur da bakarsam eğer, görebileceğim her şeyi. Tıpkı eski zamanlardaki gibi.

Yıllarca yazdım, bütün her şeye rağmen yıllarca yazdım; ama anlıyorum ki ben ne yazmayı ne de sevmeyi beceremiyorum. 

Blog'um sana emanet Google...

Benim için üzülme ne olur. Bu da benim sınavım sanırım bu hayatta. Diğer mücadelesini verdiğim şeylere ek olarak... Hoşça kal Blog.

<<<  Bu yazı artık geçerliliğini yitirmiş ve sadece bazı şeyleri hatırlatması amacıyla yayındadır. >>>


18 Şubat 2016 Perşembe

Zaman

Zaman geçiyor sanki çok hızlı bir şekilde. Üzülüyorum, böylesine yalnız ve eksik gibi hissetmekle geçtiğinden dolayı. Çok şükür ailem var, az çok arkadaşlarım var; ama işte gece yastığa başımı koyduğumda beni bir süre uyutmayan düşüncelerim, hayallerim, tükenmeyen umutlarım da var.

Acıyorum kalbime. Yine iyi çekiyor kahrımı. Beynim de öyle. İkisi bile artık ortak bir noktada buluşmaya çalışmaktan pes etmiş durumdalar. Bense ısrarla devam ediyorum.

Bazı konularda çok git-gellerim olduğunu biliyorum, ama son gidişimde tamamen kurtulup da gidiyorum. En azından o huyum var. Tabii gidip gelirkenki eziyeti benle başkaları da yaşıyor. Bazen de tekrar dönmemeye yemin ediyorum. O zaman kendime verdiğim yemine tutunmaya çalışıyorum. Yoksa gidip yine dönerim, biliyorum kendimi. Bu sefer de bana dönülsün diye olan beklentim artıyor. Ne kadar safım değil mi? Oysa bekleyerek, beklentiye girerek de hep kendime ediyorum. Bunu beynim kabul etse, kalbim izin vermiyor durmasına. Çünkü bekleyerek ben yıpranıyorum, üzülüyorum. Sonra susuyorum.

Uzunca bir süredir düşünüyorum. Aklımda tamamen bırakıp gitmek var, uzak durmak var. Yolda, aynı şemsiyenin altına girmek zorunda kalsak bile, ıslanmayı tercih edecek kadar uzak duran biri olma düşüncesi var. Bu beni korkutuyor. Bırakıp gitmek, pes etmek, vazgeçmek... Onca şeye rağmen ısrarla umudumu korumaya çalışırken, ne kadar paramparça olduğumu görebiliyorum artık. Fotoğraflardaki bakışlarımı insanlar bile okur olmuş. Son 1 yıl içinde sürekli gidip geldim, bırakmaya çalıştım. Sanırım bu da kısmen ayrıldığım birine tekrar dönme durumumdaki bir paralellikte oldu. Ve artık sonlarına yaklaşırmış gibi hissediyorum. Artık tamamen uzaklaşacakmışım gibi bir his var içimde. Ya da yoğun bir istek. Böyle "haydi Arif, bırakabilirsin, neredeyse 30 oldun, artık sadece kendine dönük beklentilere girebilirsin" diyor gibi her şey. Bana "niye bu kadar takıyorsun" diyen de oldu. Herkesin ruhunun beslendiği bir şeyler var bu hayatta. Benimki de bu. Neden maddiyata dönük biri haline dönüşmemi bekler ki insanlar?

Kendime bir tarih vermek istemiyorum. Kısıtlamak da istemiyorum, ama cumartesi günü Ankara'ya arkadaşıma gidiyorum. Pazar dönerim diye plan yaptım. Ve Pazartesi dolunay varmış. Yani sanırım son şansım ya da kendime verdiğim son umut bu hafta sonu olacak. Yani ben de beklemiyorum aynı otobüs durağında fark etmeden yan yana durmayı ya da aynı mekanda kahve içiyor olmayı; ya da çarpışıp tanışmayı... Aramadan, sormadan, etmeden olmuyor. O yüzden eve döndüğümde ya her şeyden uzaklaşmış olacağım ya da daha umut dolu olacağım. Bu hafta sonu benim için birçok şeye son nokta koymak da olacak. Yoksa bana yazık oluyor sadece.

13 Şubat 2016 Cumartesi

Sevgililer Günü

Yine geldi o lanet gün! Doldurun kafeleri, sokakları, caddeleri... böyle el ele tutuşup öpüşün falan hatta. Sizi gidi pis sevgili çiftler!

Evet, doğru bildin Blog, yine sevgilim yok, yalnızım. N'apacaksın işte, beğenemiyorum(!) kimseyi, hep ondan.

Sevgililer günü çok ideal bir güne geliyor. Pazar günü her yer tıka basa dolar şimdi. Allah'tan bu hafta sonu gidemedim, ama önümüzdeki hafta sonu Ankara'da, merkezinde yani, yaşayan bir arkadaşımın yanına gideceğim bir aksilik olmazsa. Kendisinin yakın zamanda yaşadığı ayrılığı biraz olsun hafifletmek, İNSAN İÇİNE ÇIKMAK ve aklımda beni ve midemi mutlu edecek şeyler yapmak gibi planlarım var. Yani demem o ki bu hafta sonu dışarı çıkıp usanan herkes önümüzdeki hafta sonu evinde oturur. Böylece ben de kafamı dinleyebilirim kısmen.

Yarınki sevgililer gününü dolu geçirebilirdim aslında Blog, ama işte. Bilmiyorum, kısmet olmamış. Zaten kısmetsizim, biliyorsun.

Geçen gün Beypazarı'na gittik, oradaki hastanede, burada olmayan bir bölüm olduğu için. Geçtiğimiz haftayı hayatımdaki en agresif olabilecek bir şekilde geçirdiğimin farkındasın zaten. Doktor değişikliği güzel bir şey. İlacım normal insan boyutuna düştü çok şükür. Ve gördüğün üzere aşırı pozitifim. Şimdi beni öpebilirsin Blog.

Yarını dolu geçirmem için bir çözümün yok, değil mi? Hem bak her şeye çok açık bir ruh halindeyim. Tamam, peki. *üzgünsurat*

11 Şubat 2016 Perşembe

Hızlı DNS Server Listesi (2016 - Şubat)

Türkiye içinde yaşıyorsanız, kullandığınız servis sağlayıcının otomatik olarak atadığı DNS adreslerinden bazen yorulup "yeter! Aaa!" diyor olabilirsiniz. Başlıca sebebimiz tabii ki hız. Daha hızlı DNS adresleri kullanıp daha pratik (!) sonuçlar alabilirsiniz internet gezintilerinizde. İşte sırf bu yüzden aşağıdaki sağlayıcıların vermiş olduğum DNS adresleri tam da işinize yarayacak cinsten. Listedeki 11 adet DNS server sağlayıcı, birçok açıdan değerlendirmeye tabi tutularak en yüksek hızdan en yavaş olana göre sıralanmıştır. Genelde Türkiye içerisinde Google DNS adresleri kullanılsa da Level 3 de gayet öne çıkan DNS sağlayıcılardan biri olmuştur.

Mümkün olduğunca bu listeyi güncel tutmaya çalışacağım. DNS adreslerinizi nasıl değiştirebileceğiniz konusunda detaylıca bilgiye girmeyeceğim. Zira bu sayfaya ulaşmış biri, eminim rahatlıkla nasıl DNS değiştirebileceğini de Google amcaya sorabilir.

Sağlayıcı
Birincil DNS Server
İkincil DNS Server
Level 3209.244.0.3209.244.0.4
Verisign64.6.64.664.6.65.6
Google8.8.8.88.8.4.4
DNS.WATCH84.200.69.8084.200.70.40
Comodo Secure DNS8.26.56.268.20.247.20
OpenDNS Home208.67.222.222208.67.220.220
DNS Advantage156.154.70.1156.154.71.1
Norton Connect Safe199.85.126.10199.85.127.10
GreenTeam DNS81.218.119.11209.88.198.133
SafeDNS195.46.39.39195.46.39.40
OpenNIC50.116.23.211192.99.240.129

5 Şubat 2016 Cuma

Nefret

İlacımın dozunu 3 aydır yanlış kullandığımı söyledi Sakarya'daki doktorum. Yaklaşık 5 kat daha fazla kullanıyorum gün içinde toplam, 2-3 gündür. Ben yarıya düşürür diye beklerken hele de, 5 katına çıktı. Ne kadar komik değil mi?

2 gündür içimde büyük bir nefret, kusma isteği, aşırı negatiflik, hırçınlık, aynı zamanda büyük bir sessizlik; herkese karşı aşırı bir ön yargı, kızgınlık, küfür etme isteği... daha nice negatif şeyler var. Tuhaftır, normalde bu tip durumlarda böyle ya eskiden bir şekilde hayatıma giren insanlar aklıma gelir "keşke onlar yanımda olsa" derdim, ama şu anda en fazla onlara nefretim var galiba. Canları cehenneme yani Blog. He ilaçtan.

Saçma salak insanlarla muhabbet etmişim, bir şeyler paylaşmaya çalışmışım bunca zaman. Kendinin ne olduğumu bilmeyeni mi dersin, embesil olanı mı dersin, psikopat olanı mı dersin... her türlüsü var. Ne zorum vardı acaba da konuşmuşum, yemin ederim şaşırıyorum kendime. Bir de salak gibi her birinden sonra hayattan soğumalarım falan... Yaklaşık 1 haftadır hiç bozmadan, kaldığım yerden, kalan umudumla devam ediyorum doğru insanı beklemeye bir yerlerde. Misal, bakıyorum bir başka embesil yazıyor, hiç cevap bile vermiyorum. Niye kendime eziyet ediyorum?

Eski sevgilim bana demez mi bir de "niye bu kadar takıyorsun sevgili işlerine?" diye. Yahu, ben bu insanla nasıl çıkmışım? Zerre beni anlamamış! Hala daha konuşuyorum arkadaş olarak.

Ne küfürler yazdım şu yazımı yazarken, ama sildim, bilsen Blog.

Özet geçiyorum: Ben sevmeyi beceremiyorum. Şimdi defolabilirler ilgili kişiler. Sevmeyin beni. *küfür* Aynı şekilde öğretmemişler bize sevmeyi. Siz sevmeyi, peşinde koşturmak, ego tatmini, kondom vb. diğer şeyler sanırken hele.

Yazmıyorum bundan sonra. Şuraya yazmaktan bile nefret eder oldum artık. Telefonumu da kullanmamayı düşünüyorum bundan sonra. Boş yere niye her ay yükleme yapıyorum ki mal gibi? Maaşım mı var? Nasılsa aradığım/arayanım falan da yok. *küfür*

21 Ocak 2016 Perşembe

Kocaman Kararlar

Aslında yazmamayı düşünüyordum, tıpkı askerliğimi yapmaya gittiğim zamandaki gibi. Sonra yayından kaldırdığım bir yazım geldi aklıma. Ki geçen aylarda negatizmin(!) doruklarında olan epey bir yazımı taslak haline getirerek Blog'umdan kaldırmıştım. Onlardan birinde kendime verdiğim sözler vardı. İyi ki de kaldırmışım, beni okuyan ya da okuma ihtimali olan ve bunu bana sürekli koz şeklinde kullanmaya çalışan/çalışabilecek insanlardan uzakta durması benim için daha iyi oldu.

Yazıma devam etmeden önce, bir anda aklıma gelen, çıktığı ilk günden beri dinlediğim ve bugüne kadar beni sevgi konusunda baştan sona anlattığına inandığım; biraz egoistçe, biraz safça, ama bolca beni anlatan bir şarkının sözlerini paylaşayım:

"İçime attım ne varsa
Anlamaya çalıştım herkesi
Aşkı da sevdim kavgayı da
Anlatamadım ki.

Hiç korkmadım çelişkiden
Onaylanmayan ilişkiden
Ne çoğaldım övgüden
Ne azaldım yergiden.

Hiç korkmadım yasaklardan
Korunmadım tuzaklardan
Kalktım güvenli kucaklardan
Hep denedim bilerek göstermedim.

Kendimi sakladım görmeyi bilenlere
Vitrinime değil iklimime gelenlere
Deliyim aslında Allah'ına kadar deliyim
Kalbimi vereceğim aslımı görenlere."

Yıllar önce Ajda Pekkan tarafından seslendirilmiş bir şarkının sözleri. Ki kendisinin Fransızca söylediği şarkıları dinleyince daha da gözüme hoş gözükmüş biridir... Sözleri tabii ki Sezen Aksu'ya ait. Buna şaşırmamıştım o zaman, birçok sefer ona ait şarkılara şaşırmadığım gibi. Bugüne kadar herkese tıpkı bu şarkının sözlerinde olduğu gibi yaklaştım. Ne "hadi Arif şununla biraz dalga geçelim, oynayalım" dedim ne de "aman egolarımı tatmin edince yol veririm gider" dedim. Bana da kimse böyle davranmadı, ama bazen an geldi davransaydı keşke dediğim oldu. Kime güvendiysem, gerçekten egoları tatmin olunca, o güvenimin karşılığını alamadığımı gördüm. Bunun türlü türlü şekli var tabii ki. Sonra ne oldu? Her birinin sonunda bir önceki yazımda olduğu gibi koptum kendi dünyamdan. 

Bugün de neredeyse benzer bir hata yapıp numaramı yenileyecektim. Sonra "n'oluyoruz *** ya?!" oldum. O şu anda gözükmeyen yazımı hatırladım. O anları hatırladım. Kendime verdiğim sözleri hatırladım. Ettiğim duaları da... Ben çoktan almam gereken mesajı almıştım ve neredeyse yine aynı ve hatta bir de benzer bir kişiyle yine aynı hataları yapacaktım. O yüzden iki gün önce ne yaptıysam hepsini geri alıyorum. Ve mutluyum çünkü neredeyse yine aynı hatayı yapacaktım kendime. Ne için? Ya da kim ve kimler için?

Velhasıl, kendime verdiğim ve aylardır işleme koyulmayı bekleyen bir sözüm için bana tekrar bir uyarı oldu bu anlık depresif melankolik durumum. Artık kendimi ömür boyu bekar olarak adlandırabilirim rahatlıkla.

Mesela dün gece Facebook'ta dolanırken meraktan arkadaşım olmayan birinin profiline baktım. Ve gördüğüm şey bana sezgilerimi her zaman dinlemem gerektiğini tekrar hatırlattı. Benimle çıkarken bana baştan sona yalan söylediğini öğrendim birinin. Tuhaftır ki bunu hissetmeme ve somut kanıtlarıma rağmen, tıpkı şarkıda olduğu gibi boş verdim. Ya içime attım ya da unuttum. Şu da tuhaftır, benimle yalnızca konuşan insanlar bile eski sevgilisiyle tekrar birlikte olabiliyor. Öyle de bir ilişki kurtarıcı modum var. Artık bana bakınca geçmişlerine kıyamıyorlar mı yoksa benim içimdeki sevgi onları cesaretlendiriyor mu bilemiyorum Blog. Tek bildiğim insanlar konusunda ne hissediyorsam o çıktığıdır. Er ya da geç...

Umurumda değil. Çünkü şu anda içmekte olduğum yeşil çayımın bir yudumu kadar bile bana faydası yok mevzunun. Benimkisi sadece merak olarak kaldı hep. Yoksa şu anda kalbim bomboş. Diyorum ya artık single for a lifetime havasındayım. Bu arada şunu da anladım, Blog'umu ezbere bile bilse biri, hiçbir şey değişmiyormuş. Çünkü eğitim sistemimiz sağ olsun, okuduğumuzdan hep kendimize fayda sağlayacak bir şeyler çıkarma maksadıyla okuduk. Yani boş yere okuduk çoğu şeyi.

Bu yazım, bu konudaki son yazım olacaktır. Çünkü bundan sonra bu tip bir yazıyı yazmama malzeme olacak hiçbir şeyin hayatıma girmesine/müdahale etmesine izin vermeyeceğim. Anlamadığım bazı noktalar var: Ben onca şeye rağmen nasıl oluyor da hala bir şeylere kanabilecek saflıkta oluyorum? Hala daha ruhsal açlığımı bastıramıyorum? Hala daha siyah'a ısrarla beyaz demeye ve bunun savaşını vermeye çalışıyorum? İnan Blog, anlamıyorum kendimi bu konuda.

Neyse. Bugün numaramı yenileyecektim sözde. Dün o yüzden telefonumu, hazır IOS 9.2.1 sürümü yayınlanmış bahanesiyle restore ettim. Tam önceki numaramın WhatsApp hesabımı silmiş temelli kurtulmuştum ki tekrar yükledim ablam yüzünden. Diğer uygulamalar da yüklendi tabii. Tekrar hepsini ayarla, uğraş, et derken zaman geçti. IOS 9.3 çıktığında restore etmeyeceğim. Bu da bana teknolojik ders olsun. Ben yine restore ederim de neyse. 

Ve o şarkı Ajda Pekkan - Vitrin: