Gece vardiyası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Gece vardiyası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Ağustos 2023 Çarşamba

GECEYE NOTLAR

Oturdu her şey içime.

İki senede olan her şey içime oturdu. Ağırlık desem, değil. Harcanılmışlık desem, değil. Vazgeçilmişlik desem, değil. Kullanılmışlık desem, değil. 

Kendime bakıyorum şöyle, 35 yaşındayım, şu anda işim yok. Hastalıklarım var. Ailemden, çevremden, yakınım dediklerimden insanlar benden türlü türlü şeyler bekliyorlar. Sözde benim için hepsi; ama ucu onlara çıkıyor aslında.

Hayatımdaki bütün negatiflikleri sarılarak gidermeye çalıştım 2 sene boyunca. Önemsememeye çalıştım. Yaptığım tek bencillik buydu, eğer adına bencillik diyeceksek. Başka ne yaptım? Kendimi düşünecek başka ne yaptım? Maddi ya da manevi olarak başka neye ihtiyaç duydum da bir kişiden, bunları alamayınca olay çıkardım, tartıştım kavga ettim? Yok çünkü.

Çok şükür kendi kahvemi de alabiliyorum, yemeğimi de alabiliyorum. Maddi anlamda 2 senede zorlasa zorlasa bunlar zorlardı beni ve ilişkimi. Derdimi de içime atıyorum çoğu zaman, 2-3 arkadaşımla dertleşiyordum, onlar da yok artık. Sorun değil, yine buradayım. Yalnız 2 senede, sarılmak istemek dışında nasıl bir beklentim oldu benim karşımdaki kişiden?

Olmadı. Ne parasını ne sarılmak dışında ötesini istedim. Daha çoğunu vermeye çalıştım bozulmasın, eksilmesin, mutlu olsun diye bence.

35 yaşıma girdim geçen ay bugünlerde. Sanırım 21 yaşıma girişimle 35 yaşıma girişimi ölene kadar unutmayacağım.

Hani bir dönem, başımı alıp oraya buraya gittiğim zamanlar olmuştu ya Blog, işte o dönemlere geçiş yaptım sanırım tamamen. Bu sefer daha farklı ruh halindeyim. Artık yalnızlıktan dolayı dem vurmuyorum her yazımda, her an'ımda, her duygumda.

Kimseyi de yormak istemiyorum artık. Belli ki üzüyorum da, beceriyorum bir şekilde; ama yapıyorum demek ki.

Boş verdim o yüzden.

5 Şubat 2023 Pazar

Bembeyaz Hava

Garip hallerdeyim Blog. Aslında iyiyim, çok iyiyim. Ne yapmam gerektiğini sonuna kadar biliyorum. Neye şükretmem gerektiğini de biliyorum ya da neyi değiştirmem gerektiğini de... Biraz cesaret, özgüven ya da her ne haltsa onlardan lazım sadece.

Diyabet konusunda bir şekilde yeter moduna girmem lazım çok geç kalmadan. Dışarıdaki bembeyaz olmaya çalışan havayı örnek almaya çalışıyorum biraz da. Hani kar yağsa da bütün negatif şeyleri kapatsa gibi... Zayıflamam da lazım, tekrar kitaplarıma da dönmem lazım. 

Yalnız kalmaya çalıştığımı düşünüyordum mesela bir süredir; ama durumun aslında öyle olmadığını düşünmeye başladım. Daha çok yanımda olsun istiyormuşum sevdiklerimin meğerse. Bunu da tabi dile getiremiyorum o kişilere. "Bana daha çok sahip çık be gözü güzel ama bana kör insan" diyemiyorum mesela.

Yarın yine pazartesi. Bakalım bu sefer ne kadar uyabileceğim kararlarıma.

17 Aralık 2022 Cumartesi

Sen de Git, 2022...

Uzun uzun baktım yazmadan önce. Ne yazsam diye düşündüm. Bir senenin daha sonuna geldik be Blog. Yine ağlayarak yazıyorum, yine elimde hiçbir şey yok, yine koca bir evde yalnızım; ama içim, tenim sanki daha çok yalnız bırakılmış gibi.

2022 yılı boyunca en çok dinlediğim şarkıyı açtım. Yok hayır, London Grammar şarkısı değil. Birsen Tezer ve Cem Adrian söylüyor. Bir yandan yazıyorum, bir yandan ağlıyorum. Çünkü böyle anlarımı paylaşabileceğim, çat diye arayabileceğim kimse yok. Var belki; ama neden uykularından uyandırayım onları? Hem sen varsın. Yıllardır, bir tek kelimemi bana neden yazdın diye sorgulamamış haldeyken neden gidip başkasına anlatayım ki?

Domuz gribi olmuşum sanırım. En son böyle 2-3 sene önce hasta olmuştum. Bu da sanırım 2022'nin son zararlarından. Hani kaç zamandır bekliyorum belki covid bulaşır da ölürüm bir ihtimal diye. Yok ama! Böyle süründüre süründüre yaşatıyor hayat bana her şeyi. Özetle, burnum tıkalıydı, şu anda bu kadar ağlamaya herhalde sabah nefes darlığından ölümüm gerçekleşecek.

34 yaşıma girmiştim bu sene. Oysa 30 yaşında ne hayallerim vardı o yaşlar için. Şu anda böyle hastalıkları olan, ısrarla her şeye iyimser yaklaşmaya çalışan ama beceremeyen ve daha bir sürü negatif şeyleri sıralayabileceğim bir haldeyim. Böyleyim, değiştirmeye çok çalışmadım; yalan söylemeyeyim. Kimse de değiştirmeye çalışmadı, işin bir kötü yanı da bu. Lafta kaldı her şey...

Başıma ağrı girdi, durup durup burnumu temizleyip gözyaşlarımı siliyorum, bir yandan ekrana bakıyorum, eski yazılarımı okuyorum, nasıl bitirmişim senelerimi diye derken şu yazıma denk geldim: Kendine iyi bak 2015! 

O sene çok yoğundu her şey. Büyük bitirişler, büyük başlangıçlar... Değişik bir seneydi. O seneden insan anlamında 1 kişi hala hayatımda yakın olarak. Onunla da en ağlanacak halimize bile gülüyoruz. O yüzden ona kaç kere teşekkür etmişimdir, anlatamam. Biriyle de yıllar sonra tekrar bir araya gelebildim. Hem de bir Marmaray yolcuğunda. 2016'dan beklentilerimi 2023 için sayamıyorum bile. Aslında şu anda 2023 için hiçbir şey sayamıyorum. Gerçek anlamda neler hissettiğimi, nelere ağladığımı sana yazabilsem... devamı da gelir galiba; ama o kadar içimdekileri dökmeye halim kalmadı ki... Boş yere ağlamışım gibi geliyor, gözyaşlarımın hiçbir anlamı yokmuş gibi geliyor. Şu anda bile öyle. "Niye ağlıyorsun ki?" diye soruyorsundur belki de Blog. Ben de bilsem...

2022 nasıl bir yıldı deyince çok şey sayabilirim; ama şu anda nasıl hüngür hüngür ağlıyorsam. aklıma ilk gelen de bu oluyor: Ömrüm boyunca en fazla ağladığım sene oldu 2022. En azından kendi kendime, gözyaşlarıma değer vermeye çalışarak sadece bunu diyeceğim sana Blog. Bundan sonraki hayatım için de tek dileğim bir daha böyle ağlamamak.

Saat 2:30 olmuş. Belki uyurum, rahatladım çünkü ağlayarak. 

Sen de git artık 2022.

16 Ekim 2022 Pazar

Dinliyorum

 
Epey zaman geçti yazmayalı sana Blog. Aslında yazmayacaktım uzunca bir süre. Belki de hiç; ama yazmamamdan ötürü yaşadığım eksikliği daha da hisseder oldum son zamanlarda. Bazen birileriyle dertleştiğimde hissedemediğim o rahatlama duygusunu arar oldum iyice. Susuyorum, içime atıyorum; çok iyi yaptığım şeydir, biliyorsun. Olmuyor eskisi gibi artık. Yapamıyorum. Patlıyorum; içimdeki üzüntüyü ya da yıpranmışlığı bağırarak, ağlayarak ya da bir şekilde atıyorum içimden. Teoride iyi gibi geliyor kulağa bu durum; ama pratikte ve bunu yıllarca böyle yapmayıp sonradan yapmaya başlayan biri göz önüne alınınca... pek de iyi olmuyor. İyi değilim yani Blog.

Şunu da fark ettim ki uzun bir zamandan beri haddinden fazla enerjimi tüketmiş duruma geçmişim. Depo vs. kalmamış, bomboş şu anda her şey. Nasıl tekrar enerji yüklü konuma geçebilirim, hiçbir fikrim yok-tu. Son zamanlarda psikiyatriste gitmeyi düşünür oldum mesela. Birkaç şey daha var aklımda; ama henüz cesaretim yok onlar için. Yine de aklımdalar...

Özlediğim şeyler var Blog. Aslında özlediğim şeylerin neler olduğunu sadece sen biliyorsun gerçek anlamıyla. Çünkü hepsi senin birer sayfanda yazılı şekilde duruyor. Bilmiyorum nasıl tekrar elde ederim özlediğim şeyleri.

Yine bir pazar gecesi. Yine aklımda planlar. Yine ben, yine yalnızlık. Ve yine sen Blog...

3 Ocak 2021 Pazar

Hoş Geldin 2021!

Nasıl geldiğin konusunda çok bir bilgim yok ya da umursamıyorum; ama geldiğin için teşekkürler sevgili 2021. Çünkü ben de dahil bütün insanların senden aşırı fazla umudu var. Malum, 2020 yılı ilginç(!) bir yıl idi.

20'lik dişimi aldırarak girdim yeni yıla. 1 hafta beni ağrısından öldüren bir diş düşün Blog. Hatta şöyle görselini de ekleyeyim de hatıra kalsın. Görselde yan yatmış şekilde duran dev bir diş var. Heh, o benim 20'lik dişim oluyor ve şu anda yok ağzımda. Sanırım yok, ne olduğunu bilmiyorum, ama cerrahi bir operasyonla adeta "yontularak" alındı o diş. Şu anda alınmayı bekleyen dikiş ipleri var ağzımın bir tarafında. Yeni yıla bir diş eksik girdim; ama çok şükür en değerli varlıklarım hayatımda. 🌿

2021 yılı için olan hedeflerimi geçen ay belirlemiştim. Buraya not almak yerine bu sefer direkt uygulamaya başladım. Geçen hafta bir önizleme şeklinde deneme yaptım. Pazartesiden itibaren de kesin şekilde başlıyoruz Blog.

Çok garip bir yıl oldu 2020. Yine de geçmişe dönük bir değerlendirme yapasım hiç yok Blog. Artık geçmişi sürekli irdelemekten yoruldum. Geleceğime dönük şeyler yapmaya başlama zamanım geldi; ama daha çok yaşadığım an'ın kıymetini bilmeliyim.

Bir tane Hitit duasına denk geldim geçen günlerde. Bunu uygulamalıyım dedim kendi kendime. O yüzden buraya da bırakarak senden sakince uzaklaşıyorum sevgili Blog.

"Tanrım,
beni yavaşlat.
Aklımı sakinleştirerek kalbimi dinlendir…
Zamanın sonsuzluğunu göstererek bu telaşlı hızımı dengele…
Günün karmaşası içinde bana sonsuza kadar yaşayacak tepelerin
sükunetini ver.
Sinirlerim ve kaslarımdaki gerginliği, belleğimde yaşayan akarsuların
melodisiyle yıka, götür.
Uykunun o büyüleyici ve iyileştirici gücünü duymama yardımcı ol…
Anlık zevkleri yaşayabilme sanatını öğret; bir çiçeğe bakmak için
yavaşlamayı, güzel bir köpek ya da kediyi okşamak için durmayı, güzel bir
kitaptan birkaç satır okumayı, balık avlayabilmeyi, hülyalara
dalabilmeyi öğret…
Her gün bana kaplumbağa ve tavşanın masalını hatırlat.
Hatırlat ki yarışı her zaman hızlı koşanın bitirmediğini, yaşamda hızı
arttırmaktan çok daha önemli şeyler olduğunu bileyim…
Heybetli meşe ağacının dallarından yukarıya doğru bakmamı sağla.
Bakıp göreyim ki, onun böyle güçlü ve büyük olması yavaş ve iyi
büyümesine bağlıdır…
Beni yavaşlat Tanrım ve köklerimi yaşam toprağının kalıcı değerlerine
doğru göndermeme yardım et.
Yardım et ki, kaderimin yıldızlarına doğru daha olgun ve daha sağlıklı
olarak yükseleyim.
Ve hepsinden önemlisi…
Tanrım,
bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek için cesaret,
değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmek için sabır,
ikisi arasındaki farkı bilmek için akıl ve
beni aşkın körlüğünden ve yalanlarından koruyacak dostlar ver…"

Hoş geldin tekrar 2021 ve Blogumla birlikte olan 13. yılımız... 😇

19 Ocak 2020 Pazar

Acaba Neler Oluyor?

Eskisinden daha açık sözlü oldum Blog. Nasıl ve neden oldu, anlamış değilim; ama eskisinden daha da emin bir şekilde -o nasıl oluyorsa artık- açık sözlü oldum. İnsanlara karşı, kısmen kendime karşı, hayata karşı... Pat pat söylüyorum içimdekileri. Kaybedecek bir şeylerim yokmuşçasına adeta. Yine de konuşacak kimse tutmadığım için etrafımda, geriye sadece kendim kalıyorum açık sözlü olmak için.

Pazartesi sözümde durdum ve Kadıköy'e gittim. Marmaray'ın o saatlerdeki saçma kalabalığı yerini Kadıköy'ün kendine has, her telden çalan kalabalığına bıraktı. Bir yerlerde hamburger yedim. Sonra dedim ki "Arif, bence vapura binmelisin. Çünkü 'Keşke Kadıköy'de olsam da vapurla karşıya geçsem' diyen birçok insan vardır şu an" ve Karaköy'e geçtim. Kahvemi de Karaköy'de bir kafede içtim Blog. Ve bunları zorla tek başına takılmaya ittiğim kendimle yaptım. Pazartesinin o yüzden bir anlamı vardı bende: Tek başına gezen Arif'i tekrar geri getirmek. Kaçıyordum bu durumdan malum. Ben yalnız olmaya mahkumum. Ne zaman biri için "heh bu sefer yanımda olacak galiba" desem, uçup gidiyor kendi dünyasına ve ben bir parçası eksilmiş gibi geride kalıyorum. Bunlara kendi bırakıp gittiklerim de dahil. Çünkü o sefer de ben yerleştirmeye çalışıyorum o kişiyi bir yere. Sonra dönüp kendi halime acıyorum, üzülüyorum, hatta sinirleniyorum bile; neden beni bu hale soktu diye... Hepsinin sonunda geriye özlem kalıyor. Onunla 1 gün de geçirsem, 10 gün de geçirsem, 1 ay da geçirsem. Bazı yerler hala çok saf ve temiz içimde, o yüzden birilerini o konumlara yerleştirirken aynı saflığı koruyorum ister istemez. Sonra çıkartırkenki üzüntüm dışardan bakılınca "Arif çok abartıyorsun bence" oluyor.

Abartıyorum diyelim Blog. En güzeli kimseyi yerleştirmemek. Şimdilik öylesine bir yerlerde profil tutuyorum. Zaten bana hep ilişkisi olan ve arkadaş olmak isteyenler yazdığı için problem de olmuyor.

Az önce yine saçlarımı kestim. Kısmen onun yenilenmiş hissi ile yazdım sana. Galiba 2020 yılı, sana en çok yazdığım yıllardan biri olacak. Neyse, bunlar hep yalnızlıktan...

18 Eylül 2019 Çarşamba

Neredeyim?

Hep yazasım geldi sana Blog; ama tuttum kendimi biraz. Çünkü şu anda yazarken yıllardır beklediğim heyecanı yaşamak istedim seninle. Hani hep bir Macbook Pro'muz olsun istiyordum; hatta saf saf para biriktirme heyecanları yaşıyordum başarılı olamayacağını bile bile. İşte şu anda o hep hayalini kurduğum laptopımdan yazıyorum sana; ama bolca melankolik bir ruh hali içinde...

Epey bekledim bir Macbook Pro sahibi olmayı. Şu anda böyle incecik defter havasında, kucağıma almaya bile kıyamıyorum. Neredeyse 13799₺ verecektim. Sonra Apple Eğitim indirimlerine denk geldim. Derken Açıköğretim'e kaydoldum, o arada başka bir yere denk geldim ve 10899₺'ye aldım. Dell ve HP'nin 1-2 modeli arasında çok gidip geldim; ama hayalim buydu ve iyi ki şu anda bir Macbook Pro sahibiyim. Şu sayfada laptopımın özellikleri mevcut. 4 Eylül'den beri kullanıyorum; ama hala daha öğrenmeye çalışıyorum. Yine de hızı ve kullanım hissi çok güzel be Blog. Allah benim kadar çok isteyenlere de nasip etsin. Tek diyebileceğim bu olurdu ek olarak...

Ve ruh halim. Şunu kesinleştirdim şu son üç haftada: Karşıma en doğru insan diye beklediğim kişi de çıksa, O'na güvenemeyeceğim doğru düzgün. O'nun hatalarını gözümde büyüteceğim, zaten paramparça olan kalbimin bir parçasını emanet edemeyeceğim; belki yoracağım O'nu da kendim kadar. Belki O vazgeçecek benden, "bu çocuk bana güvenecek diye kendiyle koca bir savaş veriyor" deyip. Bunları fark ettim işte Blog. Yalnızlığa ne kadar alıştığımı, ne kadar bağlandığımı, kopamayacak oluşumu fark ettim. En kötü yanı da, bunu ömrüm boyunca yaşayacak olacağım gerçeği. Çünkü şu anda bile "doğru insan" denen kişiyi bulamazken, bir de bulup böyle güven savaşlarıyla kaybedecek olmak çok zor ve ağır geliyor. O yüzden en kolayına kaçıyorum belki de: Yalnızlığa.

Bugün de İstanbul'un 1-2 semtindeydim arkadaşlarımla. Yine her Kadıköy ya da karşıda bir semte gidince hissettiğim şeyi hissettim: Bir yere ya da duyguya ait olamama hissi. Çok isteyip de becerememe ya da yanlış otobüse binmiş olduğum hissi.

Ütopik hayaller kurduğum dönemlere gitmeye başlayacağım galiba. "Acaba benim gibi kendi halinde, yalnızlığını benimsemiş; ama yine de ondan kurtulmak isteyen biri var mıdır?" diye düşünerek geçecek belki de önümüzdeki zaman. Yine de korkularımı örtmeye çalıştım bir sürü cümleyle. Oysa şimdi çıksa biri karşıma, yine kapılır giderim büyük bir hasretle...

Aslında sonbahar da geldi. Ne güzel olur şimdi sevmeler be Blog!

21 Kasım 2018 Çarşamba

Nereden Nereye

Nereden başlasam bilemiyorum. Yazma aralıklarım seyrekleştikçe bazen yaşadıklarım çok birikiyor ve "acaba şunu mu önce desem, bunu demesem mi" ikilemlerinde kalabiliyorum. Bir de korkuyorum nazar değer diye. Nazara inanıyoruz ya hani. 😁

Geçtiğimiz zaman içerisinde güzel şeyler oldu. O yüzden uzun zamandır yapmadığım bir şeyi yapıp bu yazımda sadece hayatımda olan güzel şeyleri yazacağım. Öncelikle ben kitap çekilişlerine daha da yoğunlaşır oldum. Çünkü bir hediye almak, kitap olan bir hediye almak çok mutlu ediyor. Bağımlılık gibi düşünebiliriz, evet. Haliyle benim tuhaf şansımla güzel kitaplar edindim; ama kitaplardan daha ötesi de oldu: O kitap okuyan, bookstagram olarak bildiğimiz Instagram güzelleriyle harika bir buluşma gerçekleştirdik. Geçtiğimiz cumartesini Kadıköy'de onlarla birlikte geçirdim. Tabi birbirimizi sadece Instagram üzerinde tanıdığımızdan çekinmeler olmuş olabilir, her ne kadar ben epey alışkın ve rahat olsam da, belki diğer arkadaşlar yaşamış olabilirler. Gözlemlerime göre insanların sempatisini de kazanmış olabilirim, sevgisini de. 😳 Aslında o kadar çok şey demek istiyorum ki o güne dair; ama kelimelerim yetmiyor. Çok mutlu olarak geçirdiğim bir gün oldu. Zira ciddi anlamda uzun bir zaman olmuştu bu şekilde sosyalleşmem. Kısmen zorunlu asosyal olduğumdan... neyse.

Öte yandan yine çekilişle kazandığım harika bir el emeği oyuncağa sahip oldum. O kadar mutlu oldum ki anlatamam. Çünkü baştan sona el emeği, maddi açıdan da değerli bir oyuncak; ama manevi açıdan çok daha değerli. Ben adını Şahika koydum. Masamın üzerinde sabahları kalkarken ve geceleri yatarken bakışıyoruz. 😁 İşin daha da ilginç yanı, benim dayanamayıp bu harika bebekleri yapan kişinin workshop programına katılacak olmam Blog. 5 dakika içinde karar alıp "aman n'olacak ya, kırk yılda bir böyle harika bir etkinliğe katılacağım, değer parasına da" deyip kaydoldum. Önümüzdeki pazar bi aksilik olmazsa ben yine Kadıköy yollarında, bir atolyede diğer 7-8 kişiyle yılbaşı temalı bir oyuncak figür yapacağım. Kendisi bana programı anlattı, çok heyecanlıyım. İnşallah süper bir gün olarak geçer hayatımda. Şahika'mın fotoğrafını da paylaşıyorum, kendisi bir metalci. Yani müzik zevklerimiz uymuyor arkadaşımla Blog. 😁


Bir diğer güzel haberimi de verip hayatımdaki şu son 1 ayda olan üst mutluluk anlarımı paylaşmış olayım. Gebze'de geçen sene güzel bir gurme burger yeri vardı. Daha sonra o kapanmış, daha doğrusu yerini değiştirmiş hatta ismini de değiştirmiş. Oraya gitmeyi planlarken karşıma çok daha başka ve yaklaşık 3 ay önce açılmış bir gurme burger sayfasının çekilişi çıktı. Evet Instagram'da. 😂 Ama tabi kazanamadım. Sonuçlar açıklanınca üzgün emoji yollamıştım sayfaya, sağ olsunlar mı diyeyim, ne diyeyim bilemedim, sayfa yöneticisi ki sanırım sahibi oluyor, beni davet etti. Ben de bugün gittim, kendisi yoktu; ama oradakilere bilgi vermiş ücretsiz servis yapacaklarına dair. Tek kelimeyle: BA-YIL-DIM! Yani öylesine demiyorum bunu. Cidden hoşuma gitti, hem mekan hem hizmet hem de daha önemlisi hamburger olarak... İsmi Shelby Burger House. Mekan çok güzel bir konumunda Gebze'nin, hamburgerleri lezzetli ki bunu birçok gurme yerde yemiş biri olarak söyleyebilirim. Fiyatları da gayet ideal. İstanbul'da yediğim gurme yerdekilerden çok daha iyi diyebilirim. Muhakkak tekrar gideceğim. Yazıma muhtemelen ulaşamayacaklar; ama memnun bir burger delisi var şu anda sana yazan Blogcum. 🍔🍟

Sanırım şimdilik bu kadar. Bir sonraki yazımı daha erken yazacağım, umarım. 😜

28 Ağustos 2018 Salı

Bir Kedi Yalnızlığı

Bir kedi yalnızlığı bendeki Blog. Bir yere ait olmak istememe; ama bundan da rahatsız olma durumu. Belki biraz nankörce, ama sevimlice bir yalnızlık bendeki. Çok doldum aslında. Hem anlatacak bir kişi oldu hayatımda hem de anlatacak kimsem olmadı şu sana yazamadığım 2.5 aylık dönem içerisinde. Yine de merhaba diyeyim, tabii kabul edersen...

Temmuz ayından başlayayım. Hayatımın en tuhaf doğum gününü geçirdim galiba. 30 oldum bu arada. Kutlanmadı, kutlamadık, kutlayamadık. Allah sağlık versin yeter ki, dedim geçtim. Yani şu halime ne kadar daha sağlık(!) verebilirse... Bir psikologum oldu, hatta yarın üçüncü görüşmemi yapacağım. Hayatımdaki son 5 senedir, belki de 10, beni doğru düzgün dinleyen tek kişi. İster o O'nun işi de, istersen para için yapıyor de, ister öylesine dinliyor de... Hiç fark etmiyor benim için. Mis gibi devletimin hastanesindeki bir psikolog. Zamanında özelde gittiğim psikologtan çok da farkı yok. Bunun dışında babam emekli oldu, çok şükür. Haliyle Ankara'nın en ücra köşesindeki ilçesinden Gebze'ye taşınma dönemi başladı bizim için. Evin tamiratları, yeni eşyalar vs. Birkaç haftaya veda edeceğim Nallıhan ismindeki Ankara'nın ilçesine... Hayatımın yarısından çoğunun geçtiği ilçeye yani.

Gönül kapım kaç yıldır kapalı acaba... Onu da unuttum. Belki bana yasak sevmek/sevilmek, belki hak etmiyorum(!), belki geçti gitti benim için... bilemeyiz. Hayatımızın öncelikleri hep başka başka oldu kimilerine göre çünkü. Sonuçta hayatını kuramamış biri var sana yazan sevgili Blog.

Nallıhan deyince aklıma sayısız şey geliyor tahmin edersin ki; ama sanırım şu son 1 yılda bana az biraz huzur veren birkaç sevimli canlıyı özleyeceğim en çok. Her zaman sahip olmak isteyip de hep sokaklarda sevgisini paylaştığım kedileri diyorum. Her gördüğümü minnoş, gel pisi pisi diye çağırıp sevdiğim hayvanları yani. Hele turuncu olanı... Sesimi uzakta duysa koşa koşa geliyor. Ellerimi kollarımı bazen cırmalasa da yine de seviyorum doya doya. İnatla kucağıma alıyorum yatırıyorum. Çok hoşuna gidiyor çünkü. O yüzden diyorum işte, bendeki de Bir Kedi Yalnızlığı...

Ağlamasam bari ayrılırken. Bu arada blogumun instagram profilini epey yoğun kullanmaya başladım. Kişisel hesabıma bakmaz oldum. Sürekli kitap çekilişlerine katılıyorum. Kazanırsam eğer çok mutlu oluyorum. Seviniyorum çünkü şanslı hissettiğimde, sanki çok şanssız biriymişim gibi...

Epey bir kilo aldım. Yüzüm hala sevimli ama çok şükür. Yine de işe yaramıyor bence. Bugün son kez hamburger yedim diyete başlamak için. Biliyorum çok klasikleşti bu yalanlar, ama bu sefer son. Gerçekten!

Sanırım ayda 1 ya da 2 kez bloguma yazı yazmak benim için daha rutin ve hoş olacak. Sen ne dersin Blog? Merak etme, seni de kediler kadar çok seviyorum!

14 Nisan 2018 Cumartesi

Uyurgezer

Geçen gece kandildi. Üç aylar bereketli, biliyorsun Blog. Aslında her ay, gün, gece, saat bereketli. Hep böyle deriz de, sonra bolca var diye kıymetini bilemeyiz zamanın, değil mi?

Geçen haftam intihar konusunu daha ciddi düşünmekle geçti. En güzel kaçış planım o. Hiç öyle valizimi hazırlayıp bir yerlere gitmekle uğraşma durumum yok. Bileğe bir çizik, sabaha kadar akar gider o kan. Kolay yani teoride. 😁

2 gündür saçma sapan düşüncelerden sıyrılmaya çalışıyorum. Sırf onun için dua ediyorum: Daha mantıklı düşünebilmek için. Başarılı gibiyim, şimdilik.

Sıcak havalar da başladı. 1 aya kalmaz, haber sitelerinde başlarlar: Meteoroloji uyarıyor!!! Hava sıcaklıkları normalin üzerinde seyredecek!!!

Hee. Kınanız benden! Bol bol yakın gözükmeyen yerlerinize! Sizin sabırsız bir şekilde beklediğiniz o kavurucu sıcaklar, o yaz ayları... benim bu dünyada cehennemi yaşamama sebep oluyor. Ve siz de o fındık beyninize sokamıyorsunuz anlatsam bile halimi. Bunun için de yakın kınayı. Eriyip yok olsam da nefes almaya ve ısrarla bozamadığınız "ben"i korumaya devam edeceğim.

Uyurgezer gibiyim Blog. Sürekli bir rutin... Geçenlerde Chado'dan çay aldığımda yanında 1 kupalık oolong çayı göndermişler. Daha önce hiç denemediğim bir çay idi. Meğersem siyah çay ve yeşil çay arasında bir yerlerdeymiş. Özetle açıklaması böyle yani. Bana milk oolong çayı türünde göndermişler. Çayın hazır hale getirilmesindeki son evrelerinde süt buharı kullanılıyormuş. Bunu kokusundan ve içerkenki tadından da anlayabiliyor insan. Çok güzeldi. İlk fırsatta satın alacağım... Yani bu haftamı mutlu geçirmeme sebep olan şeylerin başında o minik hediye geliyor. Her ne kadar evdeki tartışmalar artsa da, ki bunlardan hiç bahsetmiyorum biliyorsun, arada çıkıyor mutlu eden şeyler. Bana çöp bile gönderseydiniz mutlu olurdum sevgili Chado. Teşekkür ederim.

1 Haziran'da albümü çıkacak, favori bir Kanadalı şarkıcım var. Dün yeni bir single şarkısı çıktı. Adı ise Somnambule. Uyurgezer demek. Yazıma konu olan şarkıyla kapanışı yapayım geceme ben de 😇

Öperim. Benimle kal hep 💖

24 Ağustos 2017 Perşembe

Ağustos Biterken

Hayatımı daha az acı verecek şekilde nasıl geçirebilirim diye sordum kendime bugün. Hazır son 3-4 gündür serinken havalar ve haliyle daha az eziyetli geçirirken günleri... bu soruyu sorayım dedim. Bu düşüncelere nereden bulaştığımla başlayayım. Tabii ki Instagram ve Facebook. Başka nereler olabilir ki? Hatırlarsın Blog, şu yazımda ve o günde sosyal hesaplarımı kapatmıştım. Sonra minik bir neden yüzünden şu yazımda ve o günde tekrar geri açtım. Yani şöyle 1.5 ay olmuş olmamış.

Uzaktan bakılınca tabii tek derdimin bu aç kapa meselesi olduğu düşünülebilir. Yalnız yatak odam, pencerem ve laptopımın dilleri olsaydı daha fazlasını anlatabilirlerdi. Ben her ne kadar çoğu şeyimi buraya aktarıyor olsam da, asıl özel şeyleri anlatamıyorum. Böylesi daha iyi belki. En azından kendimle olan belli bir çizgiyi aşmamış oluyorum.

"Kapat gitsin o zaman, neden açık tutuyorsun?" diye ben de kendime soruyorum sürekli; ama dile getirmesem de, kendi kendime hiçbir şey yapmayıp beklesem de, adına "umut" koyup bekliyorum. Gerçekten bir umut olsa, neyse diyeceğim...

Sanırım işin en büyük sırrı, kişinin kendini ne olursa olsun sevmesi ve saygı duymasıyla alakalı. O zaman, en azından, kendine verdiği sözleri tutabiliyor. Bende hangisi eksik ya da daha eksik, henüz çözemiyorum. 4-5 gün sonra ablamgil gelecekler, bayramda diğer ablamgil. Hayata sanırım en çok, yeğenlerimle birlikte olunca, renkli bakabiliyorum.

Bu hayattaki sınavım da bunlar sanırım. Yani yaşadığım şeyler, burada dile getiremediklerim. Bunlara da şükür diyorum çoğu zaman, ama öyle anlar geliyor ki isyan etmemek için zor tutuyorum kendimi. İpini koparmamış, düzgün bir birey olmakla kime faydam dokunuyor ya da nasıl bir pozitif sonuç elde ediyorum, inan hiç bilmiyorum Blog. Hani aksi durumuna sıcak baktığım ya da bakacağım, hatta bakabileceğimden değil de; daha çok sorguluyorum sadece.

Yarın cuma günü. En sevdiğim gün, değil mi? Hesaplarımı tekrar kapatsam daha mantıklı galiba, değil mi Blog? Kullanmıyorum çünkü. Hiçbir şekilde kullanmıyorum yani, değil mi?

15 Haziran 2016 Çarşamba

Yetmez, Bilmez, Olmaz

36 derece sıcaklık vardı bugün. Evde durulmuyor yani klimasız. Şu anda 22 derece ve gece yarısı... Mesela bu sıcaklık Londra'da yok şu anda. Tamam belki nem var falan, ama olsun yok sonuçta. Kutuplar hele... O kadar uzağa gitmeyeyim, mesela ya memleketim Erzurum? Ya... Öyle serin havalar var.

Benim hayatım İstanbul-Ankara-Diyarbakır üçgeninde geçiyor şu son 4 yıldır. Araya kısa bir Kıbrıs girdi. Ondan önce de Isparta vardı mesela baş rolde. Anlayacağın elim kolum bağlı bir şekilde sıcak memleketlerde yaşadım bu terleme hastalığımla birlikte Blog. Yeter mi sence?

YETMEZ.

Daha çok sınava tabii tutulacağım yaradandan ben Blog. Bunlar ne ki! Ben ki daha neleri göğüsleyebilecek bir yapıdayım. Bunlar ne ki? Ama sorsan dışarıdakine: Ya sen temiz yüzlü, eli ayağı tutan birisin. Nedir problem?.. der. Der tabii. Bilir mi ne b*k yiyorum ben?

BİLMEZ.

Yıllardır kimseyle dertleşemiyorum doğru düzgün. Çünkü ben kendimi bile kandıramaz hale gelmişken, birilerinin bana değer vererek benimle dertlerimi paylaşmaları ve dinleyerek yardımcı olmaya çalışmaları, inan beni hiç mi hiç rahatlatmıyor da "kandırmıyor" da Blog. Ama dertleşmeden olur mu sence Blog?

OLMAZ.

Evre evre vazgeçtim bunca zaman bazı şeylerden. Mesela yeni insanlarla tanışmaya sıcak bakamıyorum artık. Sırf muhabbet etmek için arkadaş olmaya çalışmıyorum bile. Neyin muhabbetini edeceğim Blog? Dertleşemedikten sonra ne anlamı kalacak o dostluğun. Tabii buna, geçtiğimiz yılda, her şeyimi paylaştığım, dertleştiğim dostlarımı hayatımdan çıkarmamın da etkisi var. Zira ben dert dinleyen biri haline dönüşmüşüm de sonradan fark etmişim. Ona bile tahammülüm kalmadı.

Böyle yaz mevsimlerinde yaşadığım şeyleri kış mevsiminde yaşamıyor oluşum hele ki beni daha da boğuyor. Her şeyin kaynağı şu hiperhidrozis zımbırtısı. Zımbırtı mı koymalıyım adını Blog? Nasıl bir hastalık bu yahu? Benden nefret eden biri şu yazımı okusa "Allah'ından bulmuş" der. Oysa ki bilmez ben bunu en masum yaşımdan beri yaşıyorum.

Bunları sana yazmaktan da yoruldum Blog. Biliyorum, sen de dinlemekten yoruldun. Ama ne yapayım? Sen de olmasan ben belki böyle büzüşmüş düşüncelerle, sinirimi ilk tartıştığım kişiyle çıkartırdım. Ya da şu ankinden daha da agresif olurdum.

Göbeğim kocaman oldu Blog bu arada. Sebebini biliyoruz. Yine girmiyorum bu muhabbete. Bir süre de dertlerimden konuşmamayı deneyelim olmaz mı Blog? Mesela bundan sonra sana bahsetmeyeyim. Sadece sana değil, diğer arkadaşlarıma, dostlarıma, aile üyelerime...Nasılsın sorusuna, "çok iyiyim. Hatta içimde tuhaf bir enerji var, çözemedim, ama bakalım hayırlısı *gülenyüzemojisi*" şeklinde yanıt vereyim. Bu durum bizi bozar mı sence?

BOZMAZ.

Dipnot: Bu arada ben de farkındayım. Son aylarda epey yazar oldum sana Blog. Ve hep dertlerimden yakınıyorum. Gerçekten benim biraz susmam ve dertlerimi dile getirmemem lazım. Galiba dertlerimi yazmak da zor geliyor...

"Ne zaman alıştın sen yalan söylemeye
Kendini en seveninden bile gizlemeye..."

13 Haziran 2016 Pazartesi

Suriyeli Göçmenler

Dışarı çıktım bu akşam. Yolda giderken yine Diyarbakır sokaklarında arada bir gördüğüm bir şeye denk geldim. Şehrin lüks semtindeki trafik lambalarının orada, Suriyeli olduğunu düşündüğüm çekirdek bir aile...

Anne, elinde mendil paketleriyle, duran araçlara gidip belki alırlar ya da sadaka verirler umuduyla camlarına yanaşıyordu. Baba, yine bir elinde mendil paketi, diğer elinde küçük kızı, ihtiyaçları olduğu belli olan bakışlarıyla, araç şoförlerine bakıyordu...

10 saniye, belki 20 saniye olmuştur önlerinden geçişim. Onların neler yaşadığını anlayamam bu halimle. Kanser olsam, 3 günlük ömrüm de olsa anlayamam; paraya para demeyen bir hayatım da olsa anlayamam. Hep demişimdir: Bazı şeyleri sadece çeken/sınanan bilir.

Büyük planları olan ülkeler bir gün kardeşiniz dediğiniz yurttaşınızı size düşman ediyor. Ertesi gün, komşu ülke diye baktığınız yabancı bir memlekette, hiç tanımadığınız ve muhtemelen de tanımayacağınız insanların verecekleri 1-2 liralık paraya muhtaç oluyorsunuz. Çocuğunuzun geleceği, kendi geleceğiniz... değil de artık o gün ne yiyeceğinizi düşünüyorsunuz. Belki de kaldığınız yerin kirasını düşünüyorsunuz. "AMA" şunları hiç düşünmüyorsunuz:

* iPhone 7 çıkacak sene sonunda, onu mu alsam yoksa Samsung'u mu beklesem?
* Bugünkü yemekler yarın yenmez ya. Dökeyim en iyisi, yarın yeni yemekler yaparım, hem kocam özlemişti bol etli bir yemeği.
* Pierre Cardin'den almalıyım yatak odası takımımı. Hem çok değil, sadece 20 bin tl. 2 senede öderim.
* Çok mutsuzum. Hiçbir şey mutlu etmiyor beni. Sürekli yemek yiyorum, içiyorum. Üff...

Ve uzar gider bu liste. Bunları düşünmüyorsunuz. Çünkü bunlar olmasa da tok kalabiliyorsunuz, ertesi güne çıkabiliyorsunuz...

Öyle işte Blog. Akşam dışarı çıktık. Bir kafede oturduk. Aklımın bir köşesi o yoldaki ailede kaldı. Belki baktıkları sadece o aileden ibaret değildi. Belki hiç ihtiyaçları yoktu. Bilmiyorum.

Bazen öyle bir an geliyor ki neye şükredeceğimi şaşırıyorum, bazen de korku, acizlik, tükenmişlik sarıyor tüm benliğimi. Susuyorum. Zaten beni bilirsin, ben susunca tüm dünyam susuyor.

Allah onlara ve diğer tüm ihtiyaçlı göçmen misafirlerimize yardım etsin. Ve bizi o durumla sınamasın Blog.

Amin.

1 Haziran 2016 Çarşamba

Yetmez mi?

Ben sanırım kendime geç kaldım daha çok. Öyle çok şeye geç kalmış gibi hissediyorum ki bu gece yarısı, bilsen Blog... Biraz daha güneş ısıtsın içimi, biraz daha sevgi kokusu gelsin burnuma, biraz daha böyle pişse hayallerim... sanki daha mutlu olacakmışım gibi geliyor. Ama ben ne güneşi seviyorum, ne sevgiye dair ümidim var ne de kurabileceğim farklı bir hayalim var. Çünkü yoruldum aynı hayalleri kurmaktan. O yüzden sanki biraz böyle kaçırmışım gibi her şeyi. Zamanında yaşayamadığım, yaşamayı isteyip de yanlış insanların duygularına emanet olduğum için biraz pes etmişliğin, bezmişliğin, bıkmışlığın halleri var. Evet, belki sen de çoğu gibi "ya sen ne gördün ki" diyorsundur Blog. Hatta lütfen gidip bu konuda Twitter'da trend topic(!) aç, nasılsa orası muhalefet olmak için en iyi yer.

Bu akşam iyi bir şey yaptım. Minicik bir şey belki ama minik şeylerle mutlu olan ben gibi biri için anlamlı bir şey. Bilen bilir, Paypal Türkiye'deki hizmetini durdurma kararı aldı. Benim hesabımda $1,09 vardı. Onu bir yere aktaramadığımdan yakınıyordum bu sabah. Çünkü banka hesabına aktarmak için minimum $10 olması gerekiyor, ama Paypal hesabı olan başka birinin mail hesabına gönderebiliyor. Sonra gece baktım biri bir şey paylaşmış Facebook'da. Bir Ekşisözlük yazarı şöyle kampanyamsı bir şey başlatmış. Ben de bir telaşla gönderdim o kalan paramı. Aksi halde öyle kalırdı o para. Niye kalsın ki? Lösev için önemsiz bir miktar, ama benim içimdeki biriktikçe çoğalır umudu için önemli.

Bu gece bir yanım eksik gibi geliyor Blog. Arada olur bilirsin. Sonra "boş ver be Arif, bana yalnızlık yakışıyor belli ki" diyorum. Muhtemelen daha da boş verip öyle uykuya geçerim. Sonra yeni bir gün, yeni umutlar... kendini kandırma bölümü de bittiğine göre, yavaştan yazımın son'una geleyim.

Son: N'olacağız Blog? Senin durumun belli de, ben ne olacağım yani?

15 Ocak 2016 Cuma

Alevli Dondurma

Yağmur vuruyordu camıma. "Kış vakti kar beklerken bu yağmurda nereden çıktı?" diye soruyordum yastığa başımı dayamış hayal kurarak uyumaya çalışırken... Hayal kuruyordum her gece olduğu gibi. Üstelik bir haberde hayal kurarak uyumak zararlıdır! diye okuduğumu hatırlamama rağmen... "Aman olsun! Tek mutluluğum hayal kurmak! Onun için de beynimi vermeye razıyım! Yeter ki biraz olsun huzur bulduğumu hissedebileyim, başrolünde BEN olduğum..." 

Diye düşünürken uyudum yine bir gece. Birazdan yine gidip başka bir dünyanın Arif'ini hayal ederek uykuya dalarım. Kısmetse...

Önümüzdeki hafta içi Ankara'ya geçecektim Blog. Biliyorsun ki dağın başında, deli hapishanesi gibi bir durumda nefes almaya çalışıyorum. Pazartesi ve cuma günleri evdeyim adeta. Kapının önüne ismini Minnoş koyduğumuz bir kediye bakmaya gidiyorum en fazla. Haliyle "insan içine çıkmak" ifadesine ihtiyaç duyuyorum.

Sağ olsunlar, Ankara'ya gitme sebeplerimin her bir sahibi, yaprak dökümü misali çıktılar hayatımdan. Sevaptır yahu! İnsan en basitinden öyle düşünür! Bu çocuğa yazık değil mi?

Neyse... Birçok şeye olan, bunun başında sevgi geliyor, umuduma, böyle koca teneke yağın son damlasını kullanmaya çalışırmışçasına, ulaşmaya çalışıyorum. Kendime üzülüyorum. Bazen acıyorum. Boş ver diyorum ya da diğerlerinin dediği gibi "kendine bu kadar yüklenme" diyorum, ama diyorum da işte kime diyorum?

Ben gidip yatayım...

8 Ocak 2016 Cuma

Dolunay Misali

Dolunay mı var? İlacımı da erken içtim oysa. Hayırdır inşallah. Epeydir gelmeyen kasvet neden bu geceyi buldu acaba... Neyse be Blog. Boş ver.

"Tükendim çok yaraları açan
Dağılmıyor içimdeki duman
Sen istersen yanalım o zaman
Gel artık yok yüreğe dokunan."


16 Ekim 2014 Perşembe

Biz

O, ben ve diğerleri değiliz artık. Sadece "biz" var. Bir süredir bunu düşünüyorum. Okuduğum bir kitaptan etkilenip böyle düşünmeye başladım. Bir şeyleri ya da birilerini ayırmak bana bir şey kazandırmıyor; aksine daha da bölünüyorum.

Durum bu şekilde tam olarak. Çok bölündüm, çok paylaşıldım, çok ayrıldım parçalara. Adım attığım anda koşar olduğumu fark ettim bazen, bazen de geriye doğru çekildiğimi gördüm.

Şu anda 2013'un sonundan 2014'ün ortasına kadar ömrümü geçirdiğim şehrin, Diyarbakır'ın, farklı bir akşamından yazıyorum sana Blog. Burada olanları medyanın göster(-e)meyişi mi diyeyim yoksa buranın farklı bir dünya mı oluşu diyeyim... beni değişik hissettiriyor. Ama gördüğün üzere zorlamıyorum.

İnternette takip ettiğim sayfalar var askerlikle ilgili. Kafamda binbir tane şey var, ama içimde adeta duru bir göl havası hakim. Takip ettiğim sayfalardaki diğer insanların yaşadığı değişik heyecanı/paniği ben henüz yaşamıyorum. Gerçi seneler boyunca yaptığım sıkıntının/stresin haddi hesabı da yok. Sonuçta boş veriyorum biraz.

O değil de cidden kafamı toparlayamıyorum. Toparlamaya çalışıyorum, ama olmuyor. Yine bir başka kitap okuyorum bana huzur vermesi için. İşe yarar gibi duruyor, ama kafamdaki düşünce yoğunluğu çok başka bir boyutta duruyor. Bilmiyorum nasıl geçer, geçer mi ya da...

2 haftam kaldı gibi bir şey. Benden daha çok merak edenler var askerliğimin nereye çıkacağını. Ben de merak ediyorum. Ama içimdeki tek umut, olabildiğince hızlı bir şekilde uyum sağlamak. Ne kadar çabuk alışırsam o kadar iyi olacak benim için. Geride bıraktıklarım da olacak.

Acaba şu anda depresyonun daha farklı bir evresini mi yaşıyorum? Yoksa iyi mi hissediyorum? Bilmiyorum.

Bazen sadece kendi kendime konuşuyormuşum gibi hissediyorum. Bazen de çok sevildiğimi hissediyorum. Bazen birilerinin beni izlediğini düşünüyorum uzaktan; ama hepsini iyi niyetli düşünüyorum.

Haftaya da İstanbul'da takılıyor olacağım. Bodrum'dan sonra Ankara'ya git gel yapışlarım, Diyarbakır'a gelişim ve İstanbul'da da olacak olmam... kapanışı yine evde yapacağım gerçeğini değiştirmiyor. Yani... sanırım.

Beni uzaktan izleyen varsa eğer bana ulaşıp "ben seni izliyorum" dese iyi olur. Şizofreniye bağlamamı istemeyiz. Değil mi Blog?

6 Ağustos 2013 Salı

Ne var ne ÇOK?


Benim hayatıma doğabilecek güneş tamamen yukarıdaki fotoğraftaki gibi olur. Oluyor da. Ne renk ne sıcaklık ne de ışık falan. İlginç değil mi Blog?

Ev kalabalık. İki tane kız yeğen, 2 abla ve 1 enişte. Çarşamba +1. Sonra ortalık dağılıyor bayram sonunda. Sanırım kalan düşüncelerimi de alıp gideceğim.

Ve Allah'ım, tamam beni sevmiyorsun; ama lütfen, numaramı değiştirmeyeyim artık. Evet, biliyorum, Avea'nın çok pratik bir servisi var. İnternet şubesinden, 10 liraya, hem de 3 dakika içinde numara değiştirme talebi veriyorsunuz ve anında numaranız değişiyor. Ben de eski hattımı değiştirdim. Şu anki hattımı bir süre daha kullanıp, o süre zarfında yeni numarama taşınmış olurum herhalde. Sinir bozan yanı, kredi kartları, bazı hesaplar vesaire derken bir sürü yerde güncellemem gerekiyor. CV'lerim de dahil. Sanki çok işe yarıyorlarmış gibi. Bilmem kaçıncı değiştirme durumum bu, bilmiyorum; ama her sefer olduğu gibi bu sefer de son olması niyetindeyim.

Numaramı ailem dışında, iş amaçlı kullanacak olmama ne demeli? Şimdiden 1-2 arkadaşım "bana da vereceksin numaranı değil mi Arif???" moduna girdiler.

Facebook ve Twitter hesaplarımı yenilediğimden de bahsedeyim de tam melankolik bir yazı olsun. Dur hele. Çay koyayım ben, içeriz...

Ya son zamanlarda epey arkadaşımı sildim aslında. Bunaldım çünkü dayanamadım. Eylemleri destekleyen/desteklemeyen kişilerin sürekli paylaştıklarından ÖĞĞ geldi. Sonra baktım olmuyor; tümden kapattım. Yeni bir profil açtım, yeni numaramla. Taşıyacağım travel(!) bilgilerimi taşıdım eskisinden. Yine de öyle travel deyip geçmeyeyim. Bu travel'in içinde, Amerika'daki 3 eyalet, Avrupa'daki 5 ülke ve önemli şehirleri var. Neyse işte, taşıdım falan. Ne Facebook'a ne de Twitter'a ekledim kimseyi. Allah sizi inandırsın, sanırsınız yalnız yaşıyorum. Yalnızlığın anasını ağlatıyorum be!

Blog'uma ruh halimden bahsetmeyeceğimi söyledim ya hani bir önceki yazımda, ben işi abarttım, arkadaşlarımdan da saklıyorum. Do I give a f*ck??? Hell no!

İçime atıyorum her şeyi Blog. Atıyorum; ama sindiriyorum da.

Bu arada annemin, yani tüm Ramazan ayının sahur vakitlerinde olduğu gibi benim, mutfağına bir adet blender eklendi. En çok istediğim şeylerden biriydi, yeminle. Böyle bir blender olmadan mutfak olur mu yahu? Teknosa'daki Turuncu İndirim günlerinden geçenkine denk geldim ve 110 liraya güzel bir blender sahibi oldum. Öhöm, olduk yani. Bugünki fırında yaptığım, kendi tarzımla olan, patatesli tavuğum için kullandım. Maydanoz, tere otu, sarımsak, domates, kurutulmuş fesleğen, birkaç çeşit baharat ile tavuğuma bir sos hazırlamışım ki ablamgilin bile hoşuna gitti.

Bayram sonu İstanbul gözüküyor bana yine Blog. Beşiktaş'daki arkadaşıma gidip biraz dağıtmak istiyorum. Patlamış mısır yemeyi özledim onunla. Gerçi kızın sevgilisi var; ama ben eminim bana ayırır gününü. Hıh!..

Yazı'mı bitirmeden bir şarkıyla ayrılmalıyım. Bu arada geçen gece illuminati ile ilgili videolar izledim yine. Sanırım Rihanna'dan falan korkmaya başladım ben. Hatta o videoda Sertab Erener'in Eurovision'da şarkı finalinde tek göz halini almalarının birinci olmasıyla alakası olmasından bahsediyordu. Bilemiyorum. Neyse...

6 Haziran 2013 Perşembe

Kandil!

Sakinliğim hala devam ediyor Blog. Tepkisiz ve sakin halim her ne kadar hoşuma gitse de beni korkutuyor. Çünkü düşüncelerimin bir kısmı sakin değil. Sürekli geçmişi, geçmiş insanları tepkisiz bir şekilde düşünerek geçiriyorum zamanımı, bazen de geceleri...

Kandil gecesi oldu yine bak. Bu gece daha da bir geçmiş tartışması yaşadım içimde. Dua ederken kime, nasıl ve ne için dua edeceğimi bilemedim bir an. Sonra dik bir duruşla oturdum. Belki önceki gecelerde ettiğim duaların aynısını ettim; ama bu sefer daha da farklıydı isteğim. Daha çaresiz ya da son umut şeklindeydi. Neden böyle oldu Blog? Ne, neden oldu, diye soracaksın. Hangisi için desem bilemedim.

O kadar fazla "neden" sorusu var ki içimde, beynimde, kalbimde en çok. Hangi birini yöneltip cevaplandırmak istesem ben bile emin değilim artık. Manevi boyutu belki dualarda kalıyor; ama insanlara karşı olan neden sorularım neden hep havada kalıyor Blog? Bunu anlamıyorum işte.

Kandil geceleri geçmişi tartarım hep. Geçmişte yaptığım hataları tekrar yapmamak için dua ederim Allah'a. Çünkü ben insanım, çünkü ben duygularıma genelde yenik düşüyorum ve bazen aynı hataları yapabiliyorum. O yüzden güç istedim biraz bu kandilde yine. İnsanları anlamaya çalışmamak için güç istedim. Karşıma çıkıp, sevgimi sevgisiyle paylaşan ve sonra gereksizce geri sıralara koyanları anlamaya çalışmamak için güç istedim. Belki daha az yorulurum o şekilde diye, düşündüm...

Geçen koca 1 yılı düşündüm Blog. Keşkeli cümleler kurmuyorum artık. Olmuş bitmişlerin hesabını sormamaya çalışıyorum kendi içimde. Böyle daha az üzülüyorum sanırım. Ne kazandım/ne kaybettim diye düşünüyorum bu 1 yılda. Ne kattım insanlara, insanlar bana ne kattı, öbür hayat için ne yaptım, iyi bir insan olabildim mi diye düşünüyorum.

Sonra yine fark ediyorum ki beni en çok duygularım üzüyor. Aslında bu duygulara neden olan insanlar üzüyor. Kalbim kırık Blog. Zaten kırıktı aslında da, parçaları vardı elimde. Şimdi toz olmuş durumda... Üzülüyorum kalbim için. Tamir edebilsem keşke diyorum; ama elimde değil. Nasıl tamir edebilirim ki? Haklı yani, neden izin verdim ki kırılmasına? Neden insanlara güvenmek gibi bir hata yaptım ki? Hele hele sonunu bildiğim, belki en az yüz kere başkalarında gördüğüm bir yola neden çıktığımı ben de anlamıyorum. Neden sözlere kandığımı, neden gururumu hiç önemsemediğimi, neden sevince birçok şeyi boşverdiğimi ben de anlamıyorum. Anlamadığım bir de karşı tarafın düşünceleri var. Neden insan bana güvenmez ki diyorum. Neden açık olamaz, neden gizli saklı tutar birçok şeyi diyorum. Neden pes eder ki diyorum. Fazla kötümserim; ama yeri gelince kimsenin olamayacağı kadar da iyimser olabiliyorum. Kendim için olmasa bile, çoğu zaman başkaları için iyimser olabiliyorum. Hatalarımı arıyorum; ama göremiyorum sanırım bu sonuçlara itecek kadar. 1 yıl içinde yaşadığım iki ilişkinin de bitiş nedenlerini düşündüm bu gece. Belki insanların benimle oynadığını, beni kandırdığını kabul etmek istemiyorum. İnanmak istemiyorum daha çok aslında. Hak etmediğimi düşündüğüm için belki de. O yüzden mesela gurur yapmıyorum ayrılırken birinden. Hatta özellikle üstüne gidiyorum bir neden gösterebilsin diye. Ayrılma fikrini ortaya atan da ben oluyorum bunları yaparken. Yok, olmuyor yine de... Böyle çıkıp bağırasım geliyor "neden kimse düzgünce sevemiyor" diye. Sonra susuyorum, başka baharı bekliyorum.

Yine bir kandil geçti Blog. Senle birlikteyim yine. Her zamanki gibi...

24 Kasım 2012 Cumartesi

Cuma Gecesi Bieeeaatch!

Cuma gecesi...

Çok farklı geçtiği konusundaki düşüncelerimin beni benden alıyor oluşu büyük bir gerçek. Çünkü ben Taksim'de gece dışarı çıkıyorsam, güzel bir şeyler olabiliyor eğlenebileceğim şekilde. "Hatırladığım" şekilde şuraya da not düşeyim:

* Arkadaşımın eski sevgili 4x4 grubunun solisti Deniz'i gördük İstiklal Caddesinde yürürken. Sanıyorum ki saat 2'ye doğru geliyordu. O kadar çok lafı geçmişti ki bir türlü tanışmak kısmet olmamıştı. Velhasıl, caddede yürürken birini Deniz'e benzettim önce. Tabii Deniz değildi o kişi; ama 1 dakika geçmedi, pat diye Deniz geldi, arkadaşıma seslendi. Konuştular, ayaküstü tanıştık, güzel oldu. Kalbim temiz-miş dediğimi hatırlıyorum.

* 3. bardan çıktık 3 kişi yürüyoruz başka bir bara gitmek üzere İstiklal Caddesi'nde. Ben tutturdum " yaaa birileriyle tanışalım lütfeeen, çok eğlenceli olur, hem birlikte gezer, içeriz" falan. Benden gaz alan arkadaşım, karşıdan birbirine sarılarak gelen, gayet kültürlü bir çiftin yanından geçerken "ya bize de sarılsalar keşke" dedi. Ben "duyacaklar be" demeye kalmadı, adamın eşi idi sanırım, dönüp gülerek bize "siz de arkadaşınıza sarılıyorsunuz" diyerek yanımızdaki bayan arkadaşı gösterdi. Ben baş parmağı onaylarcasına kaldırarak "çok şanslısınız" derken, kadının eşi, arkadaşıma sarıldı. Ben de bayan arkadaşımla yanyana dururken "ya bize de sarılııın" dedim o kafayla, sen tut adam gülerek gel. Nasıl samimi sarıldığımı çok iyi hatırlıyorum, öyle ki adam başımı öptü ve geri döndü eşi sandığımız bayanın yanına. Ben aldığım bu pozitif enerjiyle gecemin geri kalanında kendime olan güveni tavan yapmıştım.

* Bir ara elimizde içeceklerle ara sokaklardaki barların önünden geçtik. Tektekçi diye bir yerin önünde çöreklendik. O arada önümde iki kişinin yanında bir garson elinde shot tepsisiyle satış yapıyordu. Rengarenk shotları görünce fırladım direkt. Sanki içmişçesine "şu renkli olanından alın bence güzel duruyor o" dedim. Çoçuklar aldı. İçtiler; ama suratlarında tatminsizlik ifadesini görünce "hımm olmadı değil mi? İnşallah işe yarar" dedim. İşe yarar? Sarhoş eder anlamındaydı... O çocuklardan biriyle ayaküstü muhabbet ettik. Sonra ben aynı mekanda lavaboya gittim. Ellerimi tam köpükledim yıkamak üzereyim, çeşme çalışmıyor. Çalışıyor aslında; ama meğersem alttan ayağımla basılı tutmalıymışım. Yanımdaki bayan da aynı şekilde kaldı. Sonra yanındaki çocukla ne muhabbeti kurduysalar, çocuk kıza "ben ibneyim üstüme sürebilirsin bir şey olmaz dedi" Sonra gülüştük hepimiz. Bana döndü sen de mi ibnesin deyince "evet, silebilir miyim üstünde?" derken üstüme doğru geldi gayet "başka" açıdan "tutkulu" şekilde. Tam o esnada garson girmiş ve suyu kullanma şeklini gösterdi; gülerek ellerimi yıkayıp çıktım oradan.

* Sonra kafalarımız zaten güzelken, diğer iki arkadaşımla başka bir bara gittik. Orada zaten koptuk. Ona hiç girmiyorum... Saat 4:30 gibi eve döndük, Beşiktaş'a.

Yanı, anlayacağın Blog, Cuma gecesi was BOMB! Beni en çok mutlu eden kısmı, o yoldaki gayet kültürlü ve açık çiftin sarılma olayına sıcak bakmış olmaları oldu. Ve birinin bana o şekilde sarılmasının gerçekten ihtiyacım olan şeylerden biri olduğunu daha da iyi hissettim.

İstanbul turum yavaş yavaş sona eriyor. Haftaya Ankara'ya, oradan da kim bilir nereye gideceğim. İyilikler, güzellikler bizimle olur inşallah Blog. Her ne kadar 24. yaş günüme ağlayarak soksa da beni insanlar, çok güzel bir 24 yaşayacağıma inanıyorum ben. 25'imde tavan olacağına daha çok inanıyorum.

Bir de insanlarla ilgili öyle cümlelerim var ki Blog, yazıp da seni kirletmek istemiyorum. Çünkü sen de biliyorsun ne kadar vurdumduymaz, ne kadar taklitçi ve kıskanç, ne kadar tüketmeye hevesli olduklarını...