Sevgi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sevgi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Nisan 2023 Perşembe

Bahar Ne Zaman Gelecek?

Baharı bekliyorum Blog. Sadece mevsim olanı değil; gerçek baharı bekliyorum. İçime, ruhuma, hayatıma, elime, gözlerime, sağlığıma... bütün dünyama gelmesini umduğum baharı bekliyorum. 3 ay sonra 35 yaşıma gireceğim. Ben yolun yarısını çoktan geçtim de, böyle bir sayı bazında da yolun yarısına varmış olacağım. Ve hala daha bekliyorum.

Başka ne bekliyorum? Akıllanmayı bekliyorum Blog. Hala daha akıllanmadığım konular var. Tekrar tekrar aynı hataları yapmamayı öğrenmeyi bekliyorum. Mesela hiçbir zaman, hiçbir kimse için "herkes gider hayatımda; ama O kalır" gibi bir düşünceye, sevgiye, duyguya ve daha da önemlisi güvene yer vermemeliyim. Ne olduğunu anlatmaya duygularımın gücü yok. Sanırım çıkarmam gereken en büyük ders ve seninle paylaşmam gereken en önemli durum bu olmalı, biten ilişkimle ilgili. Tek iyi yanı var, oraya odaklanmaya çalışıyorum: Bundan 2 yıl öncesine kadar "ya içimde azıcık umut var gerçek bir ilişki için. Onu da son bir kişiye vermek istiyorum ölene kadar" diyordum. Ve o umut beni o kadar hırpalıyordu ki. Yeni tanıştığım biri için ya da marmarayda/metroda bakıştığım biriyle ilgili "acaba?" diye düşündüren kişi için... Beni soktuğu bomboş hayal dünyalarından hiç bahsetmiyorum bile. Umut insanı bazı konularda paramparça ediyor. O hallerimi hatırlıyorum hala. O zaman tanıştığım insanlar için "nasıl bu kadar rahatlar" diye düşünürdüm, bana çıkıp "gerçek ilişki diye bir şey yok" dediklerinde. Haklılarmış demek istemiyorum hala. Sanırım biraz olsun içimde kırıntılar kaldı; ama kullandığım antidepresanın dozunu, haftaya kısmetse olacağım burun ameliyatından sonra artırınca, o kırıntılardan da ölene kadar kurtulacağımdan eminim. Şu anda sadece tepkisizlik, kendime özellikle duyduğum azıcık nefret ve kızgınlık... garip duygular var içimde. İşte, düşünmeye çalıştığım iyi yanı da bu, bundan sonra gerçekten sevgiymiş, aşkmış vs. birine güvenmem için kapımın önünde 7 şiddedinde deprem olması lazım bir de dönüp de korkumdan sarılmam(!) için.

Dün bir yakın arkadaşıma 2022 model 13" Macbook Pro aldık Bağdat Caddesi'ndeki Apple mağazasından. Eğitim indirimimi kullandım yine. Yani 2500₺ gibi bir indirim sağladı. Şu sıralar beni teknolojik şeyler, yemekler ve antidepresan ayakta tutuyor. Daha da önemlisi kediler. Ondan öncesindeki 3 gün boyunca yine aynı arkadaşımlaydım. Neyse ki benden sıkılmadı. Farkettiğim bir diğer kötü durum da arkadaşlarımla ilgili oldu. Yakın arkadaş da kalmamış çevremde. Hele benim gibi biri şu anda yok. Böyle çağırayım kahve içeyim. Yok yani. Ben bu yaşımdan sonra arkadaş mı edineceğim o dünyadan? O yüzden şimdi böyle başkalarının beni anlamasını bekliyorum, benim dünyamla hiç alakası olmayan insanların yani. Ben çünkü sevgilim dediğim kişiyi de en yakın arkadaşım(!) yerine koyduğum için.

Olacağım burun ameliyatından bahsedeyim. Çok şükür ablam hemşire. Onun varlığını hastanede daha iyi anlıyorum. Çünkü doktorlar da hasta olarak beni daha iyi hatırlıyorlar. Özellikle nöroloji uzmanı doktorum. Esprileşiyoruz, o derece. Küçük bir deviasyon ameliyatı geçireceğim. Artık nasıl küçük geçer bilmiyorum. Başka zaman stres modunda olabilirdim; ama şu 2-3 haftadır olup bitenler ya da olmayanlar ve bitenler yüzünden tepkisiz geçiyor her şey. İnşallah daha rahat ve sağlıklı nefes alabileceğim bir ameliyat olur.

Önceki yazımı okumuştum bu satırları yazmadan önce. Bir de demişim ki "Yalnız kalmaya çalıştığımı düşünüyordum mesela bir süredir; ama durumun aslında öyle olmadığını düşünmeye başladım. Daha çok yanımda olsun istiyormuşum sevdiklerimin meğerse. Bunu da tabi dile getiremiyorum o kişilere. 'Bana daha çok sahip çık be gözü güzel ama bana kör insan' diyemiyorum mesela.

Yok ben kimseye güvenmeyeyim Blog. Beceremiyorum sevmeyi diyeyim, suç bende olsun...



3 Temmuz 2022 Pazar

Bir Melodi, Bir Söz...

"Seni sevdiğimi anladığım günden beri

Sesler değişti, renkler değişti

Yüzümdeki çizgiler başkalaştı

Geçmişim değişti, oyunlaştı


Yeşilin ortasında gelincik gibi

İnceleşti, yabancılaştı

Siste bağıran vapur düdükleri gibi

Geliyor muyuz, gidecek miyiz

Yoksa...


Çığlık çığlığa

Çığlık çığlığa


Seni sevdiğimi anladığım günden beri

Hiçlik değişti, yokluk değişti

Karşılıksızlık dengeleşti

Günler değişti, sana dönüştü


Nasıl gördüğün düşü yeniden istersen

Nasıl bir yılgınlıktır sabah zilleri

Zamanı gelince nasıl terk eder kuşlar

Kaçıyor muyuz, kalacak mıyız

Yoksa...


Çığlık çığlığa

Çığlık çığlığa


Seni sevdiğimi anladığım günden beri

Yüzler değişti, dostlar değişti

Yorgun sokaklar bile karşı çıktılar

Adresler değişti, evler değişti


Seni sevdiğimi anladığım günden beri

Gökyüzü değişti, geceler değişti

Çocuklar bile bana çiçek diye baktılar

Yaşıyor muyuz, unutacak mıyız

Yoksa...


Çığlık çığlığa

Çığlık çığlığa..."


3 Ekim 2021 Pazar

Başa Dönüş...

Evet Blog, yine depresyondayım. Yoksa başka nasıl çıkayım karşına aylar sonra?.. Bu hallerimi normal karşılayan tek şey sensin. Hani diyorum bazen, sen olmasan ne yapardım? Kime anlatabilirdim kendimi yargılanmadan, eleştirilmeden, sözüm kesilmeden, kırmadan, kırılmadan... Çünkü insanlar meyilli bu saydıklarıma. Birinin artısı, diğerinin eksisi... öyle dinliyorlar dertleşirken. Kendi süzgeçlerinden geçiriyorlar. Çünkü insanlar...

En son 33 yaşıma girmişim seninle. Ne de güzel umutlar beslemişim hayata karşı birlikte. Bak sana yazmışım ya "gidip alacağım o iPhone 13 Pro'yu. Sonra da yine almış olacağım Picopresso'mda latte yapacağım." diye... aldım ikisini de. Biri henüz ulaşmadı; ama buruk bir şekilde sevinmeye çalışıyorum 3 gündür telefonuma. Zorluyorum kendimi. Çünkü onun bile sevinci biraz kursağımda kaldı. Çünkü insanlar...

Çok eskiden ağlardım sana gelip "neden yalnızım" diye. Sanırım boşa ağlıyormuşum. Hayatta ağlamam gereken öyle şeyler varmış ki. Mesela "neden o şanslı(!) kişi ben olmuşum dünyaya gelerek." Seçim şansımın olmadığı şeylerle öyle yargılanıyorum ki anlatamam. İşim gücüm, hayatım, kalbim... Ne yaptığım konusunda artık hiçbir fikrim yok. Tam "her şey düzene girdi" diyorum, bir yerden başka bir şey patlak veriyor. Peki ne oluyor bunun sonucunda Blog? 2 gündür olan şeyler oluyor. Evde yalnızım, İyi ki yalnızım. Bütün sessizliğimi yaşıyorum kendimi dinleyebilmek için. İki gündür kaç saat uyudum hiçbir fikrim yok. Zaten uyuyorum, uyanıyorum, kalkıp dışarıdan belki modumu yükseltir umuduyla sanki yakın zamanda az yemişim gibi hamburger söyleyip yiyorum. Muhtemelen 2 gün daha böyle gidecek. Sonra neyse ki dönüyor bizimkiler. Daha önce bunun benzerini Amerika'dan döndüğümde yaşamıştım. Şimdi daha iyiyim. Mecburen iyiyim. Çünkü beni komaya sokabilecek bir hastalığım var...

Ben bu hayatı yaşamayı beceremiyorum Blog. İte kaka 33 yaşıma geldim. Yalnızlık ruhuma öyle bir yapışmış durumda ki kendim bile savaşamıyorum bununla. O yüzden bu sefer zorlamıyorum ne kendimi ne ruhumu ne karşımdaki insanı...

Makinede yıkanan çamaşırlar var. O arada sana yazayım dedim belki biraz rahat uyurum umuduyla. Yarın yine zoraki de olsa yeni bir gün olacak. Ne mutlu değil mi?..





1 Ocak 2019 Salı

2019: Blogumla Benim Birlikte 11. Senemiz

Aslında 2009'dan önce de yazıyordum; ama tabi bir hışımla sildiğimden her sene başı kutlayışımda pişmanlığını yaşıyorum. Yine de 11. senemize girdik sevgili Blog. Son 2 aydır yazamadım doğru düzgün. Bir takım değişikliklere zorluyordum kendimi o dönem içerisinde. Taşınmış olmamızın tam olarak oturmasını bekliyordum biraz da. O dönemde annemin, anneanneme geçmesi, benim o çok istediğim kitapları Instagram'daki çekilişlerden kazanmış olmam, yeni insanlarla tanışmış ve arkadaşlığımı bir kahve muhabbetine çıkarmış olmam, iki hafta süren tuhaf bir grip yaşamış olmam... gibi şu anda aklıma gelmeyen başka şeyler oldu. Özetle 2018'in sonları benim ve ailem için daha çok, kısmen büyük değişiklikleri getirdi beraberinde. Ruhsal sağlığım için aldığım doğru kararım, bence en önemlisiydi 2018 için. Çünkü geri kalan şeyleri hep gölgeli görüyorum.

2019'dan bu sefer "şunlar bunlar" diye bir gazla hedefler belirlemeyeceğim. Aklımda olan şeyler var tek tük tabi ki; geri kalan şeyleri tamamen akışına bırakarak "cool" takılmayı düşünüyorum. Becerebilirsem.

Sağlık çok önemli Blog. 2018'de bir anda bütün hayat enerjisini kaybeden insanlar gördüm. Çok sevdikleri yakınlarını kaybedenlerle tanıştım. Yani hayatın "her an ne olacağını bilemeyeceğimiz" gerçek yüzlerine şahit oldum. Ders çıkartabildim mi, emin değilim; ama biliçaltımda yer edindi hepsi. Hazır daha çok imkanımın olduğu bir şehre taşınmışken, aklımdaki "gurme burger" yapan mekanları gezme planımı gerçeğe döktüm mesela. Olabildiğince farklı yerlerde hamburger tadımlarına gidiyorum. Ya da farklı bir kafenin, kahvrulmuş kahve kokusunu çekiyorum ciğerlerime saatlerce.

Yalnız geçirdiğim bir sene oldu. Zaten aksi konusunda da bir umudum yok, biliyorsun. Bundan sonrası için de yine o cool modumu tercih ediyorum. Mecburen.

Ve kediler... 2018 benim için kedi yılıydı bence. Kedilere olan sevgimin ve ilgimin aşırı arttığı bir yol oldu. Nerede bir görsem böyle gidip sevesim geliyor saatlerce. Keşke bir kedi besleyebilseydim diyorum kedisi olan arkadaşlarıma bakıp...

Internet bağlantısına da kavuştum bu arada. Evimizde bir adet Vodafone fiber internet bağlantısı var. Şimdilik iyi. Ama bir harddiske ihtiyacım var. Aklımda hep SSD almak vardı, ama yıllardır fiyatlarının düşmesini bekledim. Fiyatları aslında düşse de bu sefer de döviz kurlarıyla savaş vermek zorunda kalıyorum. O yüzden biraz eski usül harddisklere bakınıyorum şu sıralar. Bir de diyorum aman boş ver.

2018'i olabildiğince derinlere inmeden anlattım. Bakalım bu sene Arif'i neler bekliyor sevgili Blog.

Sevgiyle ve benimle kalman dileğiyle...

21 Kasım 2018 Çarşamba

Nereden Nereye

Nereden başlasam bilemiyorum. Yazma aralıklarım seyrekleştikçe bazen yaşadıklarım çok birikiyor ve "acaba şunu mu önce desem, bunu demesem mi" ikilemlerinde kalabiliyorum. Bir de korkuyorum nazar değer diye. Nazara inanıyoruz ya hani. 😁

Geçtiğimiz zaman içerisinde güzel şeyler oldu. O yüzden uzun zamandır yapmadığım bir şeyi yapıp bu yazımda sadece hayatımda olan güzel şeyleri yazacağım. Öncelikle ben kitap çekilişlerine daha da yoğunlaşır oldum. Çünkü bir hediye almak, kitap olan bir hediye almak çok mutlu ediyor. Bağımlılık gibi düşünebiliriz, evet. Haliyle benim tuhaf şansımla güzel kitaplar edindim; ama kitaplardan daha ötesi de oldu: O kitap okuyan, bookstagram olarak bildiğimiz Instagram güzelleriyle harika bir buluşma gerçekleştirdik. Geçtiğimiz cumartesini Kadıköy'de onlarla birlikte geçirdim. Tabi birbirimizi sadece Instagram üzerinde tanıdığımızdan çekinmeler olmuş olabilir, her ne kadar ben epey alışkın ve rahat olsam da, belki diğer arkadaşlar yaşamış olabilirler. Gözlemlerime göre insanların sempatisini de kazanmış olabilirim, sevgisini de. 😳 Aslında o kadar çok şey demek istiyorum ki o güne dair; ama kelimelerim yetmiyor. Çok mutlu olarak geçirdiğim bir gün oldu. Zira ciddi anlamda uzun bir zaman olmuştu bu şekilde sosyalleşmem. Kısmen zorunlu asosyal olduğumdan... neyse.

Öte yandan yine çekilişle kazandığım harika bir el emeği oyuncağa sahip oldum. O kadar mutlu oldum ki anlatamam. Çünkü baştan sona el emeği, maddi açıdan da değerli bir oyuncak; ama manevi açıdan çok daha değerli. Ben adını Şahika koydum. Masamın üzerinde sabahları kalkarken ve geceleri yatarken bakışıyoruz. 😁 İşin daha da ilginç yanı, benim dayanamayıp bu harika bebekleri yapan kişinin workshop programına katılacak olmam Blog. 5 dakika içinde karar alıp "aman n'olacak ya, kırk yılda bir böyle harika bir etkinliğe katılacağım, değer parasına da" deyip kaydoldum. Önümüzdeki pazar bi aksilik olmazsa ben yine Kadıköy yollarında, bir atolyede diğer 7-8 kişiyle yılbaşı temalı bir oyuncak figür yapacağım. Kendisi bana programı anlattı, çok heyecanlıyım. İnşallah süper bir gün olarak geçer hayatımda. Şahika'mın fotoğrafını da paylaşıyorum, kendisi bir metalci. Yani müzik zevklerimiz uymuyor arkadaşımla Blog. 😁


Bir diğer güzel haberimi de verip hayatımdaki şu son 1 ayda olan üst mutluluk anlarımı paylaşmış olayım. Gebze'de geçen sene güzel bir gurme burger yeri vardı. Daha sonra o kapanmış, daha doğrusu yerini değiştirmiş hatta ismini de değiştirmiş. Oraya gitmeyi planlarken karşıma çok daha başka ve yaklaşık 3 ay önce açılmış bir gurme burger sayfasının çekilişi çıktı. Evet Instagram'da. 😂 Ama tabi kazanamadım. Sonuçlar açıklanınca üzgün emoji yollamıştım sayfaya, sağ olsunlar mı diyeyim, ne diyeyim bilemedim, sayfa yöneticisi ki sanırım sahibi oluyor, beni davet etti. Ben de bugün gittim, kendisi yoktu; ama oradakilere bilgi vermiş ücretsiz servis yapacaklarına dair. Tek kelimeyle: BA-YIL-DIM! Yani öylesine demiyorum bunu. Cidden hoşuma gitti, hem mekan hem hizmet hem de daha önemlisi hamburger olarak... İsmi Shelby Burger House. Mekan çok güzel bir konumunda Gebze'nin, hamburgerleri lezzetli ki bunu birçok gurme yerde yemiş biri olarak söyleyebilirim. Fiyatları da gayet ideal. İstanbul'da yediğim gurme yerdekilerden çok daha iyi diyebilirim. Muhakkak tekrar gideceğim. Yazıma muhtemelen ulaşamayacaklar; ama memnun bir burger delisi var şu anda sana yazan Blogcum. 🍔🍟

Sanırım şimdilik bu kadar. Bir sonraki yazımı daha erken yazacağım, umarım. 😜

1 Ocak 2018 Pazartesi

Birlikte Nice 10 Senelere

 
Evet! 🎉 Her ne kadar 2009'dan önce de uzun yıllar blog yazmış ama ne yazık ki silmiş olsam da, şu anki blogumla 10. yılımı kutluyorum! 🎊 2018'e girmekle bu günleri de görmüş oldum. 2009 yılının bir ocak ayında başladığım, O, Ben ve Diğerleri isimli bloguma, geçmişimdeki defalarca söylediğim "artık yazmayacağım" şeklindeki isyanlarımı geride bırakıp yazmaya devam edeceğim.🎈

Bir yandan 2018 yılı için aklımdaki hayaller ve hedefleri düşünüp diğer yandan da geçmişimi "geçmişte" bırakmanın bir yolunu aradığım 2017 Aralık'ında, artık dur deyip blogumdaki son yazdığım birkaç üzücü yazıyı taslağa çevirmiş ve 2018 yılının açılışını bu yazımla yapma kararı aldım.

Hayatımızdaki en monoton geçen yıl olan 2017 yılını artık geride bıraktık Blog. Bunu sana yazdığım yazılarda da anlayabilirsin zaten. En az yazı yazdığım ikinci senem oldu 2017. Aslında 2015'i askerlikle geçirdiğim için saymamalıyım. Haliyle aşırı vasat bir yıl geçirdik. Keşke'ler her ne kadar çok fazla da olsa, yine bol bol şükrettiğim bir seneydi.

2017, hayatımda en fazla sinemaya gidip film izlediğim sene oldu. Aynı zamanda hayatımdaki en yalnız geçirdiğim, en kalbimi bomboş hissettiğim, en az yazı yazdığım, en az geleceğimi düşündüğüm, en az faydalı işler yaptığım vb. birçok konuda negatif bir yıl oldu benim için. AMA artık BİTTİ! 😀

2018 birçok açıdan artık kendime dur diyeceğim, taze bir başlangıç yapacağım, yeni bir hayata başlayacağım, yeni insanlarla tanışacağım, duygusal yalnızlığımı daha da çok seveceğim bir yıl olacak benim için. Hepsinden ötesinde, artık an itibariyle geçmişimdeki her hatayı tecrübeler rafına almış ve daha fazla keşke dememek için savaşıyorum.

2017 için galiba en önemli aldığım karar, geriye dönüp baktığımda, bana bir şekilde az ya da çok zarar vermiş herkesi affediyor olmam... İnsanlar tarafından kin tutmak gibi algılansa da bazen, ben genelde geçmişimdeki olayları unutamıyorum. Hele ki biri benim canımı acıttıysa bir şekilde... Ama artık geçmişimdekileri de bundan sonrakileri de tamamen affediyorum ve kendi benliğimden çıkartıp daha yüce makamlara yolluyorum. 🎭

Hayat belli ki çok zor. Ve ben daha doğru düzgün yolun başına bile geçememişken, böylesine geçmişe takılıp en dolu yaşamam gereken saniyeleri israf etmemeliyim. O yüzden bu sene başlangıcında aldığım en doğru karar olarak görüyorum bu durumu...

2018 için yapacaklarım çok belli. 22 Temmuz'u bekliyorum en basitinden. Çünkü 30 olacağım. 😀 Söylerken garipsedim bir an. Hazır 2017 en çok sinemaya gittiğim sene olmuşken, diyorum ki 2018 de en çok kitap okuduğum sene olsun. En uzun süre ideal kilomda kaldığım sene olsun. En pozitif düşündüğüm ve en iyimser olduğum sene olsun. Aklımda başka şeyler de var şu anda hepsini yazamasam da. Zira 2017'nin son 20 gününden beri düşünüyorum 2018'i.

Yine de her şeyden önce Allah bana ve aileme sağlık sıhhat versin. Devletime zeval vermesin; milletimi ve değerlerimizi yüceltsin.

Bir de 2018 en çok sana yazdığım sene olsun Blog.
💝

27 Temmuz 2017 Perşembe

Ben (kalp) Salatalık

Nasıl desem, böyle 29 olunca hiçbir değişiklik olmuyor insanın hayatında. Geçen gün Facebook ve Instagram profillerimi geri açmak zorunda kaldım. Liseden, belki de en son evlenecek olan bir arkadaşım, düğün fotoğrafı paylaşmış. Ben ŞOK. Gençler evleniyor yahu. Ben de yaşlandım ya sanki.

Hesaplarımı geri kapatacaktım sonra yine vazgeçtim. Sanırım böyle kısır bir döngü bendeki bu durum. En son Facebook bana "yeter Arif." diyecek. Der mi sence Blog?

Demez... 

Gördüğün üzere Blog, artık sayfalarda reklam var. Normalde sana reklamları bulaştırmak istemiyordum; velhasıl, mecbur kaldım sanırım. Durumu fazla dramatize etmek istemesem de, biraz öyle. Google Adsense geçmişimizi biliyorsun. Uzun yıllar önce onay alınıp iptal olmuştu, sonra onay alamamıştım kaç kere, sonra vazgeçmiştik ki son başvurumda onay alabildim. Eh Google da mecburen, tarayıcılardaki reklam engelleyicilerle zor savaşıyordur herhalde ki, onay verdi. bir de Admatic var. Ama bu iki reklam da seni okumaya gelenleri rahatsız etmeyecek şekilde duruyorlar. Ne seni ne de okumaya gelecekleri... Kimse gelmiyor da işte. Neyse...

Yazıda paylaştığım saygıdeğer salatalık fotoğrafı, geçen akşam dikkatimi çekmişti. Malum şu sıralar mevsimi, böyle bol bol salatalık yiyoruz Blog. Önce dedim ki "bu tıpkı virgüle benziyor" sonra baktım "bence benimki gibi yarım kalmış bir kalbi tamamlamak için yaratılmış" Ben de hemen tamamladım. Çünkü benim tamamlayabildiğim sadece böyle şeyler... Velhasıl, Instagram profilimde paylaştım. Hazır epeydir yoktum, bunu paylaşayım dedim. Eh, tabii benim öyle "ay benim hayatım süper! Bak ne güzel her gün her gece farklı yerlerde farklı insanlarlayım" durumum yok. Olmasına da gerek yok. Şey gibi geliyor bana, insanlar hayatlarının bu şekilde olduğunu göstermeye "ısrarla" çalıştıkça, sırf o fotoğrafları paylaşabilmek adına yaşıyorlarmış gibi geliyor. Suçlu kim biliyor musun? O masum, güzel ve profesyonel fotoğraf makineleriyle aldığı zevki paylaşmaya çalışanlarda. Haliyle diğerleri de "benim de vardır muhakkak hayatta paylaşacağım bir şeyler" diyerek her bir haltı paylaşabiliyorlar.

Bu arada doğum günümdeki kuzenim kına gecesi ve erkeklerle olan akşam oturması pek eğlenceliydi. Tek hatırladığım, bir ara acıktığım ve midemi düşünürken, insanlara tabak hazırladığım sırada gözlerimin doymuş olmasıydı. Öyle ki kendime hazırladığım özel tabakla uzun süre bakıştım. Sarmalar, kete dilimleri, tatlılar ve çayımla sessiz bir seans geçirdik. Bu arada malum kimsem yok paylaşacağım, buradan sana söyleyeyim Blog. O gün biri dikkatimi çok çekti. Sonra kendime "boş ver Arif. Sen vazgeçeli çok oldu" dedim. Ve günü öylece bitirdim...

Çok sıcak be Blog. Neyse.

24 Kasım 2015 Salı

Son Haberler!

Sevgili Blog,

Bu haftanın konuları arasında en önemlisi olan diyet ve spor mevzusunda seviye atlamış olduğumu söylemekten büyük bir mutluluk duyuyorum. Zira sağlıklı beslenen ve her şeyden uzak Arif moduma geçebildiğim için aşırı aşırısı mutluyum. Hedefim, önümdeki iki ay içerisinde 6-7 kg vermek. 10 kg vermek istiyorum en az da çaktırma. Spor konusunda bana yardımcı olan, ama buradan sesimi duyuramayacağım Leslie Sansone ve Jessica Smith ablalarıma sevgilerimi ve fazla kilolarımı gönderiyorum.

Bir diğer önemli olan konu'm ise vefa. Bu konuda da mutluyum. Çünkü şu anda bu durumdayken yanımda olan insanlar bana kendilerini hissettiriyorlarsa bu demektir ki hala daha umut var.

Duygusal anlamdaki halime gelirsek eğer, yani şu yeni halimi sevmeye başladım. Kullandığım ilacın amacı başka da olsa, bir yandan bana verdiği his yüzünden bile kullanmaya devam edebilirim. Zira verdiğim kararlar daha mantıklı, daha kararlı ve daha bana dönük oluyor. Belki de güzel Allah'ım yanımdadır. İnşallah.

Bir de ceviz yemeye sardım şu sıralar. ÇÜNKÜ IVIR ZIVIR YEMEMEM LAZIM. Ve kahvem ya da yeşil çayımın yanına 2-3 bilemedin 4-5 tane ceviz eşlik ediyor. Tuhaftır cevizi bir böyle sade seviyorum bir de ballı cevizli pastada seviyorum. Bak gece gece yine konu yemeye geçti. Neyse.

Ha bu arada yalnızım, bekarım, kimsesizim, sevgilisizim vs. bütün -sız'lar/-siz'ler bende. Haber salıyorum herkese, uygun kişiler beni bulsun. O kişiler kendini bilir.

O değil de, benim Blog arkadaşı edinmem gerektiğini hissettirdi bana Blogcuğuma aldığım son yorumlar. Hani beni okuyan olsun, bol bol takip edileyim gibi düşüncelerim olmadı Blog, biliyorsun. Senle ben senelerdir yazışıyoruz gördüğün üzere. Hoş, daha çok ben yazıyorum, sen sunuyorsun onu dünyaya, insanlara, yolunu şaşırmışlara... Bilemedim.

Ben askerdeyken şubat ayında, takip ettiğim İtalyan bir sanatçı albüm yayınlamış. Ve ben onu müzik arşivimi düzenlerken fark ettim. Kapanışı o albümünden bir video kliple yapalım Blog.

Dipnot: Blogumda güncelleme yaptım minik çaplı. Başlıkların ve tarihlerin yazı tipini, metin yazı tipim ve en sevdiğim yazı tipi olan Calibri yaptım. Zira bir öncekinde Türkçe karakterleri çıkartmadığı için gözüme çarpıp duruyordur son yıllarda. Son yıllarda dedim resmen! Yaşlanıyoruz Blog!


6 Kasım 2015 Cuma

Oh Cuma!

Bugün cuma. Evet, cuma günü ve ben uzun bir süredir geride bıraktığım cumalarda hissedemediğim huzuru hissettim biraz da olsa. Son yaşadıklarımdan sonra, konuyla ilgili yazımı kaldırdım yazdıktan 1-2 saat sonra, daha farklı bir pencereden bakmaya çalışıyorum hayata. Biraz daha soft renklere bürünüyorum. Ya da öyle hissetmeye çalışıyorum, emin değilim. Güzel yine de.

Dün akşam Facebook profilimde paylaştığım şu duamdan sonra:

Allah kimseyi zor gününde; sağlık, vefa, vicdan, sevgi ve saygı konularında sınamasın ve geçmişini unutturmasın. Amin.

Ve arkadaşlarımın çoğunun genel anlamda daha öncesinden beri bana karşı olan ilgisini görünce, bazı şeylere ne kadar yönelmem gerektiğini anladım biraz da. Tabii bir de bugünkü Cuma Namazı'nda ettiğim dua sonrası bir yerde gördüğüm Şems-i Tebrizi'nin şu cümlesiyle daha da sanki böyle "doğru yoldayım galiba" der oldum:
Bir kişi, Allah'tan başka kimseye ihtiyacı olmadığına inanırsa; Allah da onu başkasına muhtaç etmez.
Sonra yüzümde bir gülümsemeyle evde geçirdim vaktimi. Şimdi de seninle paylaşıyorum bunu Blog'um.

Dün Ellie Goulding'in epeydir beklediğim albümü yayınlandı. Adele'in albümü çıkana kadar onunla takılacağımdan hiç şüphen olmasın Blog. Ama Adele başka tabii. Neyse, beğendiğim şarkıları oldu, ama şunu paylaşmak istiyorum burada:


"Is there anybody out there waiting for me on my way?
If that somebody is you, then baby, I just wanna say,
Tonight, nothing will bring us down,
Tonight, we're at the lost and found."

Beni gerçekten tanıyan bilir. Kimseden beklemem öyle küçük dağları benim için yaratmalarını. En kötü, ne verdiysem onu beklerim, ama çok yakın arkadaşım dediğim bazı arkadaşlarımı, onların tavırlarından anladığım kadarıyla, ben zorlamışım arkadaşlığa ki şu geçirdiğim zor/ağır zamanlarımda basit bir WhatsApp mesajını bile çok görür oldular. Ve lanet olsun ki yengeç burcu olup da geçmişini unutmayan kişi BENİM, onlar DEĞİL! Yarın bir gün hiçbir şey olmamış gibi Facebook'dan vesaire yazmazlar umarım bana. Zira ben üstünden zaman geçtikçe unutmuyorum. Daha da yerleşiyor.

Velhasıl, bir de diyete ve spora, yarından itibaren daha şiddetli şekilde başlıyorum Blog. Son geçirdiğim rahatsızlığımdaki kan tahlillerimdeki iki seferde de açlık anı şeker seviyemin yüksek çıkması bana "oh my God! Are you made of candy or you're really getting a fat *ss?!" çanları çaldırdı, ama ikimiz de çok tatlı olduğumu ve artık kan değerlerimin de bunu kabul ettiğini biliyoruz Blog. Yine de göbeğimden kurtulmamız lazım. HEMEN! 

Ah bu arada şunu söylemem gerekiyor. Sevgili Doğalsan, buradan sana teşekkürlerimi sunuyorum. Zira, ben bütün Dukan Diyeti'm boyunca Doğalsan'ın yulaf kepeklerini kullanmış biri olarak, geçen aylarda aldığım ve çok kısa sürede ağzı kapalı olmasına rağmen bozulan bir üründen dolayı, benimle epey ilgilendiler. Ben bozulan ürünü görünce epey şiddetli bir çıkış yapmış olabilirim ki genelde bu tip durumlarda ilgili ürünleri fotoğraflayıp firmaya mailliyorum, aynısını da yulaf kepeğim için yapmıştım. Doğalsan da gayet ilgilendi ve bugün telafi amaçlı yulaf kepeği gönderdiler bana.

Firmalar bu şekilde ilgili olunca müşterileriyle, eminim daha çok kazanıyorlardır. Yani inşallah kazanıyorlardır, diyeyim.

Dipnot: Bugün ettiğim duada Allah'dan ufak bir şey rica ettim. Ya içimdeki sevgi için doğru kişiye beni emanet etmesi ya da içimdeki bu savaşı sonlandırması yönünde. Çünkü ben kendimi hırpalamaktan çok yoruldum. Ve belli ki diğerlerinin yaptığını yapıp "amaan boş ver! Sıradaki???" diyemiyorum, diyemeyeceğim de.

5 Eylül 2014 Cuma

Bodrum Beni Mi Bekliyorsun?

Şu iki hafta değişik geçti Blog. Hani iyi ve kötü, tarif edemediğim şeylerle doluydu. Bir ucundan tutsaydım yaşadıklarımın, ya dibe batardım ya da göklere çıkardım. Biraz abarttım bu tabirle, ama asıl demek istediğim şey, benim korkuyor olmamdı. Mutlu olmaktan da mutsuz olmaktan da korkuyorum. "Böyle bir şey olabilir mi Allah aşkına?!" dediğini duyar gibiyim, ama oluyor. Böyle bir hale büründü her şey. Korkularla dolu bir hayal dünyasındayım.
Hiç mi güzel bir şey olmayacak ya da her şey mi kötü?
Değil...

Aslında iyi olan birçok şey var, ama ben kötü olanların üstünü kapatmaktan çok yoruldum. Sanırım ondan batıyor hayat bana.

Çok az kaldı Blog. Bak ağustos bile hemencecik geçti. Geriye kaldı yarım bir eylül ve son rötuşları yapacağım ekim. Sonra mutlu son TSK'nin beni sahiplenmesiyle gerçekleşecek. Happy Ending misali.

En azından ekimin başına kadar yapacaklarımın az çok belli olması biraz zamanı daha farklı geçirtiyor. Yine de ekim ayı biraz zorlu geçeceğe benziyor.

Peki ben hazır mıyım? HAYIR!
Yine de geçtiğim hafta çok yoğun bir duygusal dalga etkisindeydim. Güzeldi. Bol bol ağladım, bol bol hissettim. Güldüm, mutlu oldum. Sevdim, sevildim. Hayatı yaşadım yani.

Şimdiyse önümde, ablamların beni de yanlarına aldıkları kısa bir Bodrum tatili var. Ona odaklandım kısmen. Tek istediğim sabah güneş doğmak üzereyken uyanıp otelin sahiline gidip güneşin doğuşunu izlemek. Üşürüm belki. Üstüme ince bir şey alırım. Ya da hiç almam, şort ve tshirt ile içime kadar işletirim havayı, güneşin selamlamasını... 10 gün sonra Bodrum'u da görmüş olacağım. Kısmetse.

İçim nasıl diye sorarsan eğer, her zamankinden daha karışık olduğunu söyleyebilirim. Çünkü çok korkuyorum Blog. Senelerce kaçtığım şeylerle yüzleştiğim bir yaş'ı geçiriyorum. Ağır geliyor biraz. Gururuma dokunuyor, hatta yumrukluyor. Bilmiyorum.

Bir de aylardır bekledim albüm sonunda yayınlandı. Şimdiden birçok kez dinledim albümün tamamını. Keşke canlı da dinleyebilsem onları. İngiltere'deki konserleri çok uygun fiyatlı ve yoğun değil. Belki olur bir gün.

Kim bilir?..

Dipnot: 15-20 Eylül arasında Sundance'dayım.

14 Ağustos 2014 Perşembe

Yepyeni Ben

Dün sıfırladığım belleğime bugün cila çektim diyebilirim. Sürekli takip ettiğim bir astroloji blogunda okuduklarımdan sonra da yaptığım cilalama işleminin doğru yolda olduğu kanısındayım.

Dün durup düşünmeye karar verdim bir süreliğine. Normalde duygularımın bende yoğunlaşıp düşünce sistemimi tıkaması dolayısıyla yapamadığımdan, dün biraz zaman ayırdım. Hala daha da düşünüyorum. Demek ki zaman ayırmak lazım-mış.

Neden bu kadar korkuyorum kaybetmekten? Neden bir işe başlarken kötü sonuçla biteceği ihtimalini düşünüp, hatta yapacağım onca emeğin boşa çıkacağını düşünüp kendime geri adımlar attırıyorum her sefer? Ve neden sürekli aynı hataları yapıyorum birini sevmek konusunda?

Bilmediğim çok şey var yine sevgili Blog; ama artık öğrenmek için çabalıyorum. Çoğunu nasıl yapabileceğimi bilmesem de deniyorum.

2-3 gündür dengeli beslenme konusunda büyük adımlar attım. Bugün yaptığım spor çok idealdi. Sabah-akşam böyle devam edersem hem fit hem de zayıf bir Arif olacak ki benim de istediğim 1-2 sene önceki halimden daha iyisini yakalamak.

Bugün güzel başladı ve güzel de bitmek üzere. Akşam üzeri annemgile "haydi ormana çay içmeye gidelim" dememle dünden hazır olduklarını anladım. Doğal su kaynağının yanında oturup kitap okumanın bana verdiği huzur da ayrıca güzel oldu.

Sakinim. Hatta sakinim demek bile istemiyorum. Bu benim normal halim olsun dileğindeyim hep. Öyle de olacağına inanıyorum. Bu sefer başaracağım Blog. Biliyorum bazen sadece üzülmekten ibaret tüm çabam; ama artık bunun önüne kocaman bir set çekip istediğim ya da olmasını hayal ettiğim şeyler için kendimi zorlayacağım. Mesela İrlanda... Allah'ım, ne güzel bir ülke! Her zaman hayallerimde orada yaşamak var. Gördüğüm ülkeler de güzel, ama İrlanda deyince aklıma her yeri yemyeşil, insanları hep eğlenceli, mutlu ve huzurlu bir yaşam geliyor. Belki yanılıyorumdur, bilmiyorum; ama çok istiyorum. Bu mesela hayallerimden bir tanesi...

Şu anda gördüğün üzere, ruhsal ve fiziksel sağlığımı dört dörtlük yapmaya çalışıyorum. Önümde ciddi anlamda beni zorlayacak şeyler var. Aslında "var" da demek istemiyorum. Çünkü artık her birine ayrı bir tecrübe ya da önümdeki minik bir engel gözüyle bakıyorum kısmen.

Bugün böyle yani Blog. Birçok konuda dersimi almış ve derin nefesleri yaşayan bir bünyeyle yazıyorum şu anda. Çünkü artık arkadaşlarımdan, eski sevgililerimden, kısaca hayatımdaki her bir insandan ayrı ayrı edindiğim tecrübeler, anılar, tokatlar, kapanan kapılar... çoktan boğazıma kadar gelmiş ve taşmıştı. Her birine dur diyebiliyor olmalıydım, yine de keşkeli cümleler kurmamak adına, bundan sonra güncellenmiş Arif'le devam edeceğim hayatıma.

Ve beni her zaman ters köşe yapan duygularım... Bugüne kadar verdiğimin yarısını bile alamadım Blog. Çünkü her "tamam bu sefer oluyor galiba" derken başka başka yüzlerini gördüm hayatıma girenlerin. Kötülemiyorum. Sonuçta kandırılmış durumum olmadı. Onlar hep öyleydi. Bense sadece inanmak istediklerime inandım. Duymak istemediklerim için kulaklarımı tıkadım. Bundan sonra kimle ne kadar ileri gidebilirim bilmiyorum, ama bildiğim bir şey var ki o da gördüğüm kadar vereceğimdir.

Bir de bundan sonra giden/biten kişi/ilişkiler arkasından oturup günlerce, aylarca yas tutmayacağım. Eski Arif'e göre, bu halim duygusuzca gelirdi, ama içimdeki kızgınlığı kendi kendime yaşamak istemiyorum artık. Kendimi bir şeylerden ya da birilerinden uzak tutmak da istemiyorum. Tabii bu benim "ortalık malı" edasında dolanacağım anlamına gelmiyor.

Belki konuşmaya ihtiyacım vardır şu anda. Var ya da... bilmiyorum. Çünkü aylardır birçok arkadaşımı uzak tuttum kendimden. Israrla benimle kalanlar oldu, sağ olsunlar; ama çoğu bana düşman kesildi adeta. Son 1 haftadır hattımı Türkcell'e taşıdığımdan beri normalde haberleştiğim insanlarla numaramı paylaşmaya başladım.

Ve Blog, hani ben birilerini bunalt(-mış)tım ya, bugün fark ettim ki aslında ben de bunalmışım. Çünkü birilerine verdiğim şeyleri göremeyince sürekli hırpalayıp durmuşum kendimi de. O yüzden şimdi üstümde rahatlık var benim de. Tıpkı diğer kişilerde olduğu gibi.

Peki bundan sonra ne olacak? 
Artık iyileşme zamanı. Her alanda... her anlamda...

Şu şarkıyla ayrılıyorum bu sefer. Çünkü 2-3 hafta içinde albümleri çıkıyor en sevdiğim grubun. Bu şarkılarının sözlerinde de, yanlış anlamıyorsam şöyle diyor: "Herkesin arkadaşa ihtiyacı olur. Peki sonrasında seni kim sevecek? Sen onların güvenebileceği biri olabilecek misin?"

23 Temmuz 2014 Çarşamba

Doğum Günüm ve Rachel Corrie'yi Anma


Dün doğum günümdü Blog, 22 Temmuz. Artık "kazık kadar" adam olma özelliğimi en dipte, en derinlerimde yaşıyorum. Yine alışmam gereken bir rakam var önümde 2 ve 6'dan oluşan. Olsun. 25'e de alışmıştım bir şekilde.

Bu yaşımdaki doğum günümü ilginç bir şekilde kutladım diyemiyorum, ama ilginç geçirdim diyebilirim. Çünkü öncelikle Ramazan'dı, oruçluydum önceki iki doğum günümde olduğu gibi. Sonra Diyarbakır'daydım ki Diyarbakır şehriyle ilgili düşüncelerimi başka bir zaman yazacağım. Ve akşam İstanbul'a uçtuğumdan dolayı iftarımı uçakta yaptığım için değişik bir doğum günüydü. Kutlamadım. "Neyini kutlayacaksın Allah aşkına?!" der dediğini duyar gibiyim Blog. Haklısın belki de. Ben kutlayamadım. Küçük bir plan vardı ama telaşelerle geçmişe karıştı unutularak. Çok da sorun etmiyorum. "Benim arkadaşlarım kutlar ya!" diyordum ki gün boyunca gelen Facebook mesajlarına döndüm. Çok mu kıymetli acaba... Kıymetli olanları vardı içlerinde. Bu arada Facebook duvarımı kapalı kullanıyorum. Haliyle o klasik "doğum günün kutlu olsun" postlarını atamadığı ve zahmet edip(!) mesaj yazamadığı için birçok ilgili ve yakın (!) arkadaşım doğum günümü kutlayamadı. "Aww, how sad those bitches couldn't make it!" dediğinden eminim Blog. Haklısın. Derken toplamda 20 kişi güzel cümleleriyle yazdılar bana. Mutlu oldum. Hele 1-2'si çok içtendi. Çok daha mutlu oldum. Zaten onlar da bana yetti. Bu arada numaramı kimse bilmiyor hala. Tepki gösterenler de oldu, hatta biri aylardır arayıp sormamasına rağmen tepkiliydi. Nasıl cevap vereceğimi bilemedim kendisine Blog. Biraz kırmalı/küsmeli konuştum. Sustu. Mesaj atan arkadaşlarımdan biriyle hayatla ilgili dertleşirken şöyle bir cümle kurdum, aynen kopyalıyorum:

"Beni tutan bi Allah inancim bi de ailem. Arkadaslara baska seylere resti cektim. O yuzden uzak duruyorum."

Tabi bu cümlem her arkadaşım için geçerli değil. Yerini bilen arkadaşlarım her daim oradalar. Ve böylece doğum günüm geçmiş oldu Blog. Şu anda İstanbul'a yakın olmanın verdiği rahatlıkla belki çok önemsemiyorum, belki doğum günümü uçakta geçirdiğim için önemsemiyorum, belki önemseyecek başka şeylerim vardır o yüzden önemsemiyorumdur. Ama önemsemiyorum özetle. Ya da çok önemsiyorum.

Bu gece Kadir Gecesi. Önemli bir gece ve iyi geçirmek istiyorum. Son zamanlarımda orucumu açmadan Filistin'de ölen onlarca masum insan için dua ediyorum belki o anda daha çok kabul olur diye. Elimden geldiğince boykota da destek veriyorum. Ortalıkta "yok efendim Facebook da Yahudi malı, boykotunu da oradan yapıyorsun, komiksin" şeklinde yorumlar görüyorum insanların başkalarına verdiği tepki olarak. Ve soruyorum: Senin elinden ne geliyor? Hiçbir şey. Hiçbirimizin elinden bir şey gelmiyor ve ben bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Birileri polis orantısız güç uyguluyor diyordu. Orantısız gücün en iyi örneği Orta Doğu'da yaşanıyor şu anda. Onu geçtim, savaşanlar bir yana, çocuklar ölüyor. Belki önce anne babalarını ölürken görüyorlar, öyle bir ölüyorlar; sonra da kendileri ölüyorlar. O çocukların ellerinde güzel oyuncaklar olmasına rağmen koca koca taşlar var. Belki benim tepkim de onca şeye etkisiz kalmasına rağmen o taşlar gibi. Yine de mücadele ediyorum diyebiliyorum. Hiçbir şey yapmayıp oturmanın ne kadar acı verdiğini biliyorum ben.

Ve Rachel Corrie... Sen ne güzel bir insandın öyle. Seni yetiştiren anne babaya helal olsun. Keşke hayallerin gerçekleşse bir gün bu dünya için. Eminim Allah yerini cennet eylemiştir.

Tanımıyordum kendisini. Rastlantısal bir şekilde denk geldim haberlerine. Yaptıklarını okudum, izledim. Gözlerim doldu ölüm şeklini öğrenince. İnsanların ne kadar çeşitli olduklarını anladım. "Ben ne yapıyorum peki?" diye sordum kendime. Sustum. Çünkü diyecek hiçbir şeyim yok. Huzur içinde uyu Rachel Corrie!

Ve yine içimde başka başka konularda söylemeyi istediğim bir sürü şey var, ama yetmiyor kelimelerim Blog. Yetmiyor...

Yarın Ankara'ya geçiyoruz. Bundan sonra Ankara'nın küçük bir kasabasından devam edeceğim. Muhtemelen kitaplarımla sevişiyor olurum gün boyu. İnternetim? Muhtemelen olmayacak...

Ve bu şarkı da, 1 Eylül'de albümlerini çıkartacak olan The Pierces kızlarımın dün akşam yayınladıkları şarkısı: 

29 Haziran 2014 Pazar

Bitmiyor Kelimelerim

Aslında yazmak istediğim çok şey var. Böyle sabahlara kadar yazasım var. Ya da konuşasım mı var? Yok, yazasım var, evet. En azından yazınca daha çok rahatlıyorum. Karşımda bön bön bakıp anlamadığı halde kendi doğrularına göre baştan savma çözüm yolları sunan ya da günümüzün Msn'i olan WhatsApp'ten adeta yardırarak yazışıp bana yoldaşmış gibi görünen biriyle muhatap olmaktansa her zaman yazmayı tercih etmişimdir Blog. Ve kimse de kusura bakmasın biraz açık söylediğim için. Ne yazık ki durum böyle. Oturduğumuz yerden bir çok şeye tepki gösteriyoruz. İşte, mesela hiçbir zaman ulaşmayacak internet tabanlı imza kampanyaları, 10 binde 1 belki bir ihtimal dikkate alınma ihtimali olan Twitter etiketleri, beğenmediğimiz siyasetçilere karşı sürekli bir tepki hali... Çok yordunuz be. Yemin ederim hepiniz çok yordunuz. Çoğunuzun altına giyecek "donu" bile yokken ısrarla çevresine mükemmel görünmeye çalışan insanlar olmanız, artık boğazıma kadar geldi. Israrla spor salonlarından çıkmayan, aynanın karşısında 15-20 dakika duran ve sonra utanmadan çevresindekilere "ben kendim için spor yapıyorum, kaslarımı geliştiriyorum" diyen tiplerden bu.nal.dım! Hele bir de Instagram tipleri yok mu, Allah'ım sizi neden yarattı hala anlamış değilim. Ben mi çok doğallıktan yanayım, bunu da anlamış değilim. Ama çok yapmacık hepsi. Bir yere kadar "kendine özen gösterme" durumunu anlıyorum tabii ki; ama artık devir öyle bir hal aldı ki insanların gerçekten nasıl olduklarını anlayamaz oldum. Aşırı bir gösteriş, aşırı bir "benim geri kalmamam lazım" düşüncesi... Merak ediyorum acaba nasıl bir enerjileri var? Kafamı nereye çevirsem o tip insanlarla dolu her yer. Instagram'deki poz verme şekillerinden artık karakter tahlili yapar oldum. Ve lanet olsun ki yanılmıyorum. Ve hayır, bu hiç de iyi bir şey değil. Süzme salak olmayı yeğlerdim.

Numaramı değiştirdiğimden beri kimseye vermiyorum Blog. Ailem dışında tabii. 1-2 kişiye vermek mecburiyetinde kaldım çok acil nedenlerden dolayı; ama onun dışında kimseye vermiş değilim hala. Ve ne tuhaftır, hiçbir fark hissetmiyorum. Sağ olsun, ısrarla numaranı ver diyen insanların da Facebook gibi yerlerde benimle iletişime geçebilme durumları varken, hiçbir şekilde oralı olmamaları da çok daha ilginç bir durum. Bu konuyu salladığımdan değil de daha çok bu mevzuyu ilgililerin yüzlerine söyleyemediğim için içimde bir rahatsızlık oluşuyor. Ondan yazıyorum. Yoksa beni sallamayanı ben ne yapayım Blog. Ama isterdim ki şöyle yüzlerine "Ya ne ayaksın arkadaş? Nerede kaldı o imalı/özlü sözlerin?" diyebileyim. Olmuyor, kırmak istemiyorum yine de; ama gördüğün üzere susan üzülüyor bir tek.

He evet, ben de filofobik olmuşum meğersem. Geçenlerde biri Twitter'ına yazdığında fark ettim. Suçlu olan da benim. Kimse değil. Salağım çünkü. Dini inançlarım ve sevgiye olan sonsuz saygım ile diğerleri arasında kalınca bocalamanın alasını yaşadım bugüne kadar. Oysa ben de diğerleri gibi sallasaydım, ne bileyim inançlarım kimliğimde yazmaktan ibaret kalsaydı, sevgi gibi bir duygu türüne inancım olmasaydı, 5 dakikalık ihtiyaçlar için ölüp bitseydim; ben de mutlu olurdum. Niye olmayayım? Bugüne kadar o 5 dakika için öldürmediniz mi her şeyi?

He evet, haftaya Cumartesi sınav var, biliyorum.

40 derece sıcaklıkta hiçbir şey çekilmiyor biliyor musun Blog? Ve galiba bu şehirden ayrılmadan 45 ve 50'yi bile görme ihtimalim var. Yok vallahi, çok ciddiyim. Görürüm yanı. Gün içinde klima ile ciddi anlamda bir yakınlaşmam var. Öyle böyle değil.

Şu anda, keşke geçen gün geçirdiğim ufak çaplı krizle ölseydim diyesim geliyor, ama susuyorum, sen beni anla Blog.

O değil de ölmek en kolay ama bir o kadar da en ağır olan bir sonuç. Cesaret mi istiyor, salaklık mı istiyor anlamış değilim.

Twitter, Instagram ve Facebook kullanmak istemeyip neden tuttuğuma dair kesin bir sonuca vardım. kesinlikle adıma göre olduklarından dolayı kaybetmek istemeyişimden kaynaklanıyor. Birkaçını dondurunca hesap gidiyor, dondurmasam olmuyor. O yüzden komple çıkış yaptım telefonumdaki uygulamalardan. Zaten bilgisayardan da bakmıyorum pek. Sınavdan sonra koyacağım asıl postayı ben. Şimdilik susuyorum, başkalarının sessizliğine de susuyorum.

Anlaşılan Ramazan'ın en az yarısını bu sıcak şehirde geçireceğim. Hoş, İstanbul'daki nemli havayla geçirmekten iyidir yine de. Ankara'ya da dönmeyi hiç istemiyorum. Yeteri kadar üzgünüm çünkü.

1 Nisan 2014 Salı

Nisan'a Merhaba

Ayda 1 kere yazar oldum. Bunun nedeni birçok şey olabilir aslında. Ya da tek bir neden de olabilir: Yoruldum...

Sürekli bir şeyleri düşünürdüm bir ara. Sonraları biraz duruldum, sonra düşünmem kesildi gibi oldu. Şimdilerde ortalama seviyeye yükseldi tekrar. Rahatsız etmiyor aslında da... işte.

Ders çalışmalıyım daha fazla. Ülkenin durumunu, arkadaş ilişkilerimi, duygusal meseleleri bir kenara bırakıp tamamen ders çalışmalıyım. Soru bankalarından çözmem gereken soruları düzenledim. Epey bir soru miktarı var beni bekleyen.

Olacak, inanıyorum. İnşallah olur. Olmazsa da hayırlısı öyleymiş derim. Demek ki Allah'ın benimle ilgili başka planları varmış, derim. Bugüne kadar hep öyle dedim çünkü.

Bahar geldi diyordum ama geçen gün yağan kar ve soğuk hava düşüncemi değiştirdim. Şimdi yine güneşli bir hava var. Aldanmalı mıyım bilmiyorum. Sıcak havaları sevmiyorum zaten.

Keşke hep bahar kalsa...
Mevsimler,
Ruh hallerimiz,
Yaşamımız...

5 Mart 2014 Çarşamba

Bahaaaar! Nerelerdesin?

Özür dilerim...

Kendimi bu kadar yıprattığım için,
Duygularımı bu kadar yorduğum için,
Zamanımı gereksiz şeylerle geçirdiğim için,
Kitap okumayı 1 aydır bıraktığım için,
Çok yemek yeyip, seni sağlıksız yaptığım için,
Daha az, neredeyse hiç, dua ettiğim için,
Gerçeklerine karşı kapılarımı kapattığım için,
Sevgisini paylaşan insanlara karşı sert olduğum için...

Özür dilerim be Blog...

Eskiden moralim bozulduğunda soluğu yanında alırdım. Bazen en mutlu anlarımda seninle paylaşırdım. Son 3 aydır ne kadar da az paylaşımcı oldum seninle,
Her şeyi anlatamadığım için de...

Bilmiyorum neden o beklediğim sihirli değnek gelmiyor. Bilmiyorum, belki de beklemeli miyim daha fazla, yoksa elimdekiler için daha mı fazla çaba göstermeliyim, emin değilim.

Tek bir şeyden eminim: Hayatı, en değersiz zamanlarda ciddiye alıp en gerektiği zamanlarda görmemezlikten geliyorum. Bu huyumdan vazgeçtiğim anda sanırım daha mutlu olabilirim.

Neler geçirdim son iki ayda Blog? Bilmiyorum. O zaman hemen anlatayım. Bir ara diyete başlamaya çalışıyordum, o bir ara hiç gelmedi. Yürüyüşlerimi bıraktım, hava durumunu bahane edip. Ders çalışmalarım... eh işte. Ama çok yedim. Kilo da aldım. Herkes iyi dese de, değil Blog...

Bir ara eski sevgilim yazmıştı sanırım. Eski... Bazen merak ediyorum, hayatın hangi noktasında yanlış yaptım diye. Ya da olup bitenleri kim hak etti diye. Çok üstünde durmuyorum artık bu konunun, inanır mısın?

Bu şehre alışmaya başladım biraz. Yine de medeniyet denen şeyi aradığım zamanlar olmuyor değil.

Hafta sonu annem geldi. Ablam hamile. SÜPRİİİZ! En azından benim için renk oldu. Bir de arkadaşsız olduğum bu koca şehirde, konuştuğum insan sayısı artmış oldu. Yalnızım be Blog. Ve elim telefona daha fazla yapışır oldu.

En son da geçen gün oldu olanlar. Bir ara epey kıymet verdiklerim şimdi "eskide" kaldılar. Teorik olarak suçlu benmişim gibi gösterilse de, değil. Beni bilirsin, siyasetten nefret ederim. Hiç milliyetçi ya da Atatürkçü kimliğim görülmemiştir kimse tarafından. Sessiz sakinim. İnsanlara, insan oldukları için değer vermişimdir hep. Ülkemizde biraz etiket bazında değerlendirmeler fazla olduğu için...

Terörizm... Kim ister ülkesinde savaş olsun? Kim ister, yanyana yaşadığınız insanlarla toprak ve etiket problemleri olsun? Peki ya... kim ister senelerce ekmek yediği ülkeye ihanet edip, bir sürü savaşa sebep olup, 2014'e gelmiş bir dünyada, hala daha toprak kavgası yapmayı? Ben istemem. Ben çünkü insanları ırkları, renkleri, cinsiyetleri gibi ayrımlara sokmuyorum, sokmadım da hiç. Ama benim ülkemi bölmek isteyen, huzuru bozmak isteyen herkes teröristtir benim gözümde. Bazen insanları anlamadığım oluyor, geçenlerde bu durum maksimum seviyeye ulaştı. Benim gibi biri "Kürt düşmanı" ilan edildi. Sebebi de terörizmden yana gem vurduğum Facebook durumları idi. "Sözde" sebepleri tabii ki. Asıl sebep atıflarımın birilerinin canını sıkmasıydı. Oysaki benim bilmem kaç tane Kürt arkadaşım var çok değer verdiğim. Hiçbiri bir gün olsun gözümün içine bakarak nefretlerini göstermediler bana. Ve zannetmiyorum da onlar terörizmi desteklesin. AMA yanılabiliyormuş insan. Dost bildiğiniz insanlar, size sıcak görünüp, içlerindeki o Türk nefreti ateşini harmanlıyormuş sürekli. İkiyüzlü oluyormuşlar meğerse. Suçlandım. Sessizce arkadaşlıktan çıkartıldım. Yazılan yorumlar silindi... Anlamadığım şeyler oldu. Ben de çok uzatmadım, kestim her şeyi. Ve inanır mısın Blog, hiç pişman değilim. Benim hayatımda ikiyüzlülere yer yok.

Diyorum, anlamam hiç insanların bu toprak derdini. Güzel bir ülkede yaşıyoruz. Bu topraklarda herkesin emeği var. Peki ama nedir bu savaş? Neden?.. Neyse.

Bir haftadır hava kapalıydı ama bugün dışarı çıktım markete gitmek için. O ateşli sıcağı hissettim tenimde. Notlarımı alıp parka inmek geldi içimden. Peki n'oldu? Üşendim...

O değil de benim acilen diyete başlamam lazım. Aksi halde yazın t-shirt giymekten nefret edeceğim.

Beni affet Blogcuğuuum! Öptüm.

7 Şubat 2014 Cuma

Tatilden Sonra

Müjdeee! Tekrar diyete başladım Blog! Bundan önce anlatmam gerekenler var sana.

Geçen hafta İstanbul'daydım. Yaklaşık iki hafta boyunca o taraflarda kaldım. Ailemle ve yeğenlerimle zaman geçirdim bol bol. Biraz ders çalışır gibi oldum, evet. Dışarı da çıktım. Denizi gördüm Blog! Ama en güzeli cumartesi buluşmamdı kesinlikle. Sabahtan akşama kadar Kadıköy'deydim arkadaşlarımla. İlk önce Happy Moon's'un Kadıköy şubesinde kahvaltımızı yaptık. Yani kahvaltı adeta öğle yemeği edasındaydı. Biz dört kişiydik; ama iki kişilik kahvaltı aldık ve epey doyduk. Kahvaltı menüsünün 17.5 TL olması biraz pahalı gibi geldi o kahvaltıya göre ve konumuna göre de düşünürsek eğer... Ama doyduk. Ben daha çok gülmeye doydum. Yok böyle bir şey, adeta gülmekten ne yiyebildim ne de rahatça oturabildim. O kadar çok özlemişim ki arkadaşlarımı, bütün enerjimi orada harcadım adeta. Daha sonra Türk kahvesi içmek için bir yere gittik. Bize fotoğrafı takımımdan iki kişi daha katıldı. Ettik 6 kişi. Minicik bir bölümde kahvelerimizi içtik ve ayrıldık oradan. Sonradan katılanlar biraz aç oldukları için, Moda'ya doğru yürüdük ve Lavazza'ya çöktük.

- Az önce yanlışlıkla çayımı devirdim ve masam battı. Nazar değdirdim kendime galiba. -

Sonra birkaç ilginç dükkan gezdikten sonra en sevdiğim kahveciye(!) gittik birlikte. Tabii ki Tchibo'ya! Akşamı orada ettikten sonra arkadaşlarımın üçü ayrıldı. Geriye kalan iki kişiyle akşam yemeği olayına girdim. Ve tekrar evime döndüm.

Aşırı eğlenceli geçen İstanbul hasret giderme programımdan sonra Ankara'daki ilçemize geçtim annem ve babamla. Onlarla bir gün kaldım ve Ankara merkezdeki sevdiğim birinin yanına gittim. Onunla da çok özel, tam iki gün geçirdim ve uçağıma binip tekrar Diyarbakır sınırlarına girdim, havadan.

Hala her yerim ağrıyor. Adeta geçen iki haftanın yorgunluğunu çıkarıyormuşum gibi hissediyorum; ama hepsine değdi. Çok mutlu ayrıldım her yerden. Ankara'dan dönerken ağlayarak döndüm; ama olsun... Şimdi kaldığım yerden tam gaz devam etmeye çalışıyorum.

Geçen günlerde sipariş verdiğim hızlı okuma setime ulaştım. Kendisi şöyle ki: 21 Adımda Etkin ve Hızlı Okuma Eğitim Seti şeklinde geçen bir set. Sadece ana kitabı alsam da olurmuş. Tabii ben 76 TL vermedim. Çok daha ucuz bir şekilde geçti elime. Bugün ilk adımı uyguladım. Amacım daha hızlı ve daha çok anlayarak okumak. Zira dakikada okuduğum kelime sayısı beni şoke etti. Bu kadar düşük olmamalıydı. Çok okuyan da biriyim aslında. Bilemedim. Bakalım 1 ay sonra nasıl bir değişim geçireceğim...

Dediğim gibi diyete de başladım. Olabildiğince kırmızı et; hiçbir şekilde abur cubur ve fast-food tüketmemeye çalışıyorum. Yaza kadar ayda ikişer kilo verme niyetim var. Sebze ağırlıklı besleniyorum falan filan. Yürüyüşlerime de başlamıştım; ama tatil nedeniyle kesintiye uğradı Blog. Şu yorgunluğumu atar atmaz devam edeceğim.

Bunların dışında nasılım diye sorabilirsin Blog. İyiyim. Sakinim. Amaç edinmeye çalışıyorum hala. İplerimi elimden bırakmamaya çalışıyorum diğer bir deyişle. Sosyal ağlardan uzak duruyorum artık. Yabancı dizilerimi takip ediyorum mesela. Çıkmasını beklediğim yabancı albümler var. Kendimce geçiriyorum her şeyi. Bir de sanırım artık beni az da olsa anlayan biri var. Küstüğümde ya da canım sıkıldığında beni kendi halime bırakmayan, nedenini hemen anlayan; ailesiyle ya da birileriyle birlikteyken beni unutmayan(!) gibi...

Daha başka anlatmak istediğim şeyler var da, işte diyemiyorum her şeyi yazarak be Blog. Ama en çok sen anlıyorsun beni, biliyorum.

5 Ocak 2014 Pazar

Yine mi Yeni Yıl?

Öncelikle hoş geldin 2014. Sana gel diyen olmadı; ama galiba ben özellikle gelmeni isteyenlerdendim, 2013'ün verdiği kasvetli dünyadan kurtulmak isteyenler arasında... Geldin ve bugün 5. günün. Geriye kalan 360 gün için ne derece başarılı olabileceğimizden emin değilim. Yine de umutla bekleyebiliriz seni Blog'um ve ben.

Yazmadan önce eski yazılarımı okudum. Yani her seneye nasıl başladığıma dair yazdıklarımı okudum demeliyim.

Geçmişim biraz film şeridi gibi geçti gözümün önünden. Yeni yıla başlarken dilediklerimin ne kadarını gerçekleştirebilmişim diye düşündürdü. Şimdi yepyeni bir yıl var önümde. Yine saçma sapan dilek listesi oluşturmayı düşünmüyorum. Ve korkuyorum 2014'den Blog. Son yıllarım hayatımın şekillenmesinde çok farklı etkilere sahip oldu. Amerika maceralarım, Erasmus serüvenim, Dukan diyetiyle geçen bir yılım ve depresyona girdiğim son yılım... Ve bu sene korktuğum her şeyle yüzleşmek zorunda kalacağımı biliyorum. Hem de her şeyle... Ne kadar cesaretim var, emin değilim. Yine de ayaklarım geri gitmiyor. Adımlarım biraz daha bilinçli geleceğe dair; ama korkularım içimde saklı Blog. 2013'de bırakmak istemediğim kişi/kişiler vardı; ama şu anda gördüğün üzere yine yalnızım birçok sebepten ötürü. Hiç gelemem dediğim bir şehirde hayatımı devam ettirmem gerekiyor. 2014'ün yarısı böyle geçecek. Sonraki yarısı için Allah büyüktür diyorum. Yani benim için her şey Haziran ve Temmuz aylarından sonra başlayacak. Ne şekilde yöneleceğim, ne yapacağım, neye üzülüp neye sevineceğim... İnşallah diyorum; ama bir yandan da başım yana düşüyor.

Ne derece başarılı olabilirim acaba birçok konuda bu sene... Çok merak ediyorum ve diğer her şeyde olduğu gibi yaşayıp göreceğim. Bu seneden beklediklerimi yazmak istemiyorum. Daha sonra okuyunca kıyaslama şansım olsun istemiyorum Blog. Ne gelecekse Allah'dan, ne olursa kabulüm. Her anlamda sağlıklı ve mutlu olayım... Gerisi yine detay olur. Emeklerim boşuna gitmesin bir de. En büyük dileklerimden biri de bu. 

Duygusal anlamda bir hayale girmiyorum artık. Ne olacağım bile belli değil. Bir de inancım kalmadı artık Blog. Benim seçtiklerim mi yoksa beni seçenler mi beni bu hale getirdi, anlayamıyorum; ama galiba en büyük gerçeğin bu olduğunu öğrendim önceki yıllardan: Bana sevgi yasak...

Birlikte 6. yılımıza girdik Blog. Bir sen bir de ailem kaldı her sene yanımda. Bana yetersiniz aslında. Allah'dan belamı mı istiyorum, değil mi? Belki de.

Şu sıralar yine sessizleşip kendi dünyama çekilesim var Blog. İyi değilim çünkü. Moralim bozuk, kötüyüm... Dün gece bir film izledim, uzun zamandır izlememe direnip. About Time idi. Güzeldi, beğendim. Filmin sonunda kendime sordum: Ben neden her saniyemi en mutlu olacak şekilde geçirmeyi beceremiyorum? Denesem bile çok kısa süreli oluyor. Sonra yine üzgün, suratı asık Arif oluyorum. Belki o kısa sürede de kendimi kandırıyorum. Bazen, yine de, gerçekten mutlu olup zamanımı çok iyi geçirdiğim de olmuyor değil. Başarıyorum da galiba. Tam olarak emin olamasam da bu durum için, genel anlamda beceremediğim bir durum olduğu gerçeği de yüzüme çarpıyor Blog. Neyse, hoş geldin tekrar 2014. Bu sene epey işimiz var seninle... Dileklerimi biliyorsun!

13 Ağustos 2013 Salı

Kötüyüm...

Çok şey oldu Blog. Şu son 7 gün içinde çok şey oldu ve olmaya da devam ediyor...

Sadece telefon numaramı yenileyip, eskisini iptal ettirip, ailem dışında kimseye vermiyor oluşum; Facebook ve Twitter'ımı yenileyip, yine kimseye vermiyor oluşum; hiçbir arkadaşımla, hiçbir şekilde iletişim kurmuyor oluşum; eski sevgilimin, onlarca kez ayrılışımızdan sonraki son ayrılışımızdan sonra daha da uzaklaşıp bir şeyleri daha da yitirmemize neden oluşu ve benim güvenimi kazanmak için hiçbir şey yapmayışı... sadece bunlar değil şu son 7 günde gerçekleşen ve devam eden şeyler.

Koca bir, benim için ruhsuz, bir Ramazan ayı geçti. Ben artık daha da iyimser olmak için fazladan çaba gösterir oldum. Israrla kimsenin anlamayışını umursamayı reddettim. Neden? Ne ben ne de başkaları yorulmasın diye. Hata ettiğimi düşünmüyorum. Sonuçta geçen zaman içinde olanlar, sorunlarımı çekerken her sefer ve her zaman yalnız olacağımı, hiçbir zaman hiçbir kimsenin benim yanımda olmayacağını daha da iyi gösteriyor...

Bayram arifesinde oldu her şey. 7 Ağustos'u 8'e bağlayan gecede, sabah saat 5'e kadar, annem ve ablamgille olan diyalogumdan bahsediyorum olup bitenlerle ilgili. Bir ara ablamgille paylaşmayı düşündüğüm; ama daha sonra tamamen vazgeçtiğim, belki de en gizli sırrımı, ağlayarak söyledim onlara. Bugüne kadar çektiklerimin sadece hiperhidrozis ya da geleceğimin karamsarlığından ibaret olmadığını anlamaları dışında, başka hiçbir şey anladıklarını düşünmüyorum. Her ne kadar şu anda İstanbul'da olsam da, önümüzdeki günlerde psikologa gidecek olsam da, içlerinden geçirdiklerini, üzüntülerini anlayabiliyorum. Hiçbir şeyin güllük gülistanlık olmayacağını ben de biliyorum tabii ki; ama niyeyse, konu insanlar ve sevgi olunca, çok naif bakıyorum sanırım her şeye. Daha iyimser, daha umutlu oluyorum. Belki hata ediyorum. Emin değilim...

Annemin üzüntüsü, babamın, onunla ilgili söylediklerimden sonraki üzüntüsü, ablamların birinin kuzeye, diğerinin kuzey doğuya bakan düşünceleri, eniştemin beni anlamaya çalışmaları... Öte yandan, benim ısrarla halimden memnuniyetim ve psikologlara ödenecek seans başı 300 lira civarında olacak paralar... Öte yandan, içimdeki "belki bu şekilde artık istediğim şeyi elde etmek için kendimdeki güce daha fazla sarılırım" düşüncesi... Kafam allak bullak. Hepsinden öte, benim duygusal dünyamın maddeci hale döndüğüne dair hislerim ya da yok olacağına dair korkum...

Bilmiyorum Blog. İsyan etmiyorum, etmedim de hiç. Bazen neden ben diye sorduğum oluyor ya hani, odur belki tek isyan etiketi.

En önemlisi de nedir biliyor musun? Diğer sorunlarımda nasıl yalnızsam, şimdi de öyle yalnızım. O yüzden bundan sonra kimse beklemesin benden, duygulara karşı mantıklı bir yaklaşım.

Bu sefer ailem dışında yalnızım Blog. Emeği geçenler mi diyeyim, yanımda olduklarını hissettiremeyenlere mi diyeyim ya da gerçeği bana bu şekilde gösteren Allah'ıma mı diyeyim... bilmiyorum; ama teşekkür ederim.

2 Ağustos 2013 Cuma

Budizm ve Ben?

Öncelikle, hayır, dinimi değiştirmedim. Değişiklikten hoşlanmayan biri olarak, din gibi bir inanç bütünlüğümü bozmayı sanırım en son düşünürdüm bu hayatta; ama işin güzel yanından bakalım ve biraz Budizm hakkında bilgi sahibi olalım. Neden mi? Çünkü aydınlanmak, insanın yaşadığı şu anki hayatına daha fazla değer göstermek, tüm dünyevi uğraşıların verdiği acılardan kurtulmak ve olabildiğince benliğine sahip çıkmak... Benim Budizm inancım bu şekilde en azından. Bunları İslamiyet'de bulamaz mıydım? Tabii ki bulabilirdim. Belki daha sert dille ifade edilmiş ya da belli koşullara bağlı koyularak anlatılmış hallerini bulabilirdim/bulmuştum. Bir de bu açıdan bakmak istedim. Sonuçta Budizm'in gerçek bir inanış mı yoksa felsefe mi olduğu tartışılmakta.

Birçok kavram var aslında Budizm ile ilgili. Ben tamamen inanışlarımı Budizm'e çevirmeyeceğim için, bütün kavramların üzerinde durmadım. İhtiyacım olan bazı şeyleri seçtim ve Blog'uma not almaya karar verdim.

Her şeyden önce, Budizm bir puta tapma şeklinde bir inanış değil. Her ne kadar öyleymiş gibi görünse de, aslında kişilerin sadece birer hatırlatıcı olması niyetiyle benimsedikleri şeyler olarak tanımlanabilir, çoğusunun put sandığı şeyler.

Budizm de eski bir kavram. M.Ö 500-400. yıllara dayanıyormuş mesela. Yazım için kullandığım fotoğraf ise, ilk Buda, aydınlanmış kişi, olan Siddhartha Gautama'yı temsil ediyor. Kendisi başlatmış tüm Budizm olayını. Wikipedia'nın yalancıyım ben de.

Tabii diğer inançlardan birçok şey bulunabilir Budizm içinde. Yine de bütün Budizm türlerinin belli ilkeleri var. Mesela Budizm'deki inanılan ve dört yüce gerçek diye sıralanmış maddeler şöyle:

1. gerçek : acı hayatın ve varoluşun bir parçasıdır.
2. gerçek : acıların kaynağı arzu ve isteklerdir.
3. gerçek : istek ve arzular bırakılırsa acılar sona erdirilebilir.
4. gerçek : acıların sona erdirilmesinin yolu Sekiz Aşamalı Asil Yol'dan geçer.

Bahsedilen Sekiz Aşamalı Asil Yol ise şöyle:

• Gerçek Bilgi
• Doğru Zihniyet
• Doğru Söz
• Doğru Davranış
• Doğru Yaşam Biçimi
• Gerçek Çaba
• Gerçek Dikkat
• Gerçek Uyanıklık

Ne kadar benziyor bunlar benim dinime yahu!

Bitmedi. Bir de önemli olduğunu düşündüğüm Budist Etikler var. Onların da önemli olduğunu düşünüyorum. Aslında etiklere uymuş olarak yaşıyor olsam da 1-2 maddesinde bazen fire verebiliyorum. Bu vermeyeceğim anlamına gelmiyor; ama neden olmasın? diye sorabiliyorum kendime. Ve evet, belki de bundan sonra olabildiğince bu olgular doğrultusunda kendimi gazlayabilirim hedeflerim doğrultusunda. İşte bahsettiğim etikler:

1. Can almaktan kaçınmak (duyarlı yaşam formlarına karşı şiddetsizlik)
2. Verilmemiş olanı almaktan kaçınmak (hırsızlık yapmamak)
3. Tensel (cinsel) suistimalden kaçınmak
4. Yalandan kaçınmak (her zaman doğruyu söylemek)
5. Farkındalık kaybına yol açan sarhoş edici maddelerden (özellikle alkol ve uyuşturucular) uzak durmak
6. Yanlış saatlerde yemekten kaçınmak (yalnızca gün doğumundan öğlene kadar yemek)
7. Dans etmekten, müzik çalmaktan, mücevher takmaktan, makyaj malzemesi kullanmaktan, gösteri ve eğlencelerden kaçınmak
8. Yüksek veya lüks sandalye ve yatakları kullanmaktan kaçınmak.

Genel olarak mantıklı hepsi. Ben sanırım 5. maddeden bahsediyordum yukarıda zayıf noktam olarak. Ki 6. madde için kuşkularım var. Sonuçta ben gün doğumunda uyanmıyorum. O yüzden öğlen yediklerim, öğleden sonraya sarkabilir şu durumda, değil mi? Ki zaten şahsen akşam 7-8'den sonra herhangi bir şey yemeğe karşı biriyim genel anlamda.

İşte bu kadar. Benimseyeceğim kavramları sıralamış oldum. Ah bir de masamın üstünde bunları bana hatırlatması için küçük bir put belirledim; ama yazımın ciddiyetini bozmaması adına paylaşmamalıyım.

Aydınlığa doğru gidelim Blog. Tutun bana bebeğim!

Dipnot: Nasıl, artık çevremdeki kimseye ruh halimi, dertlerimi, özetle yaşadığım sorunları ve mutluluklarımı paylaşmadığım gibi, artık Blog'uma da aktarmayı düşünmüyorum. Buna kullandığım diğer sosyal zımbırtılar da dahil.

Ben iyiyim. Unut gitsin...

19 Temmuz 2013 Cuma

Her şey-im


Geçen günlerde tekrar anımsadım, Cuma günleri en mutlu günümdü ve özellikle Blog'uma gelip yazmaya çalışırdım. Bugün de özellikle yazıyorum. Mutlu bir günde miyim bilmiyorum; ama yazmak, rahatlamak istiyorum. Konuşabildiğim kimsem olmadığı için, sanırım.

Bugün Cuma namazına gidemedim mesela. Babam rahatsızdı. Onunla ilgilendim. Acile gittik, 2-3 saat orada ona eşlik ettim. Şimdi evdeyiz, durumu da iyi. Hastanede beklerken, sessizlik, düşünmek için epey bir itekledi beni düşüncelerim arasında. Babamla aramdaki 35 yaşın, bir yolun yarısı olarak görülmesi beni düşündürdü. Gerisi tahmin edilebilir. İletişim sorunlarından başlanarak...

Bir de bugün O'nunla konuştum Blog. Bazen seni okuyor diye tahmin ediyorum. Ya da okumuyor da olabilir artık. Sorun değil, aslında sorun; ama değil. Her neyse. Bir insan karşısındakine her şeyim diyebiliyorsa, bence çok ciddi bir şeyden bahsediyordur. Ya da ben mi öyle algılıyorum? Ben ne anlamda birine her şeyimsin diyorum sence Blog?

Gitme, kal demek ne kadar zor değil mi Blog? Ya da vazgeçmek? Ya da bu kadar mı kolay? Biz seninle tek bir şeyi beceremeyeceğiz galiba hiç Blog: Sevmeyi sanırım. En azından kendi adıma konuşmak gerekirse, ben hiçbir zaman ders almayacağım belli ki. Hiçbir zaman mantığımdan bir parça olsun ekleyemeyeceğim sevgime galiba. Bazen eski kafalı olduğumu düşünüyorum ilişkilere karşı... Oysaki ilişkiler çoktan yeni düzenine kurulmuş. Ya da ben mi kabul etmek istemiyorum ısrarla?

Sevgili, insana, mutlu zamanında mı gelmedi sadece? Gerçekten, hayatı her şeyiyle seven birine gelmeli ve kendiyle birlikte gelen kişiye de mi sevdirmeli hayatı sadece, Blog? Böyle mi olmalı gerçekten? Ben neden kabul etmek istemiyorum? O zaman birine her şeyimsin demenin ne anlamı kalıyor? Ya da insanlar çıkmaya başlamadan önce, alışveriş listesi gibi, beklentilerini mi sunmalı gerçekten?

* Konuşurum, bakışırım, öpüşürüm... Elletmem yalnızca.
* Mutlu zamanlarımda hep yanımda ol. Sana ihtiyacım olduğunda da ben istersem yanımda ol.
* Başka?

Ben böyle yapamıyorum Blog. Her şeyim demenin ne demek olduğunu biliyorum. En azından bunun ne demek olduğunu öğrendiğim birkaç ilişki yaşadım yeteri kadar. Birine git diyemem ben. Dersem gerçekten beni üzen bir şey vardır; ama git derken de, lütfen o üzen şeyi çözelim anlamında derim galiba. Kırılım, küserim... Yine de içimden gelmez. Birinden gitmek bu derece acıtırken, birine git demek nasıl bir ağırlık getirir insanı?.. Daha kolay olduğunu zannetmiyorum Blog.

Vazgeçmek ile ilgili sabahlara kadar yazarım sana Blog. Tek bir sonuca çıkar. O da vazgeçiyorsa biri gerçekten, bitmiştir demektir. Ve tek bildiğim de ben hiç kimseden vazgeçmedim bugüne kadar. O yüzden parçalarım hep eksik.

Bugün bir Cuma geçirdim Blog. Son günlerimin verdiği enerjiyi, her şeye rağmen yok edememiş bir Cuma geçirdim. Bir anda büyük bir adım atmak istemiyorum bende. Atamayacağımı da biliyorum; ama küçük küçük adımlar atarak başaracağıma inanıyorum en azından. O çemberden kendi başıma kurtulmalıyım. Tek istediğim bir eldi beni çıkarmasını beklediğim, hala daha beklediğim bir el...