25 Şubat 2013 Pazartesi

Ruhum Mu Olgun?

Ne zaman kaybettim içimdeki çocuğu diye düşünüyorum şu Pazartesi sabahı... Kimdi katili diye düşünüyorum mesela. Neden insanlara güvenemiyorum diye düşünüyorum. Acaba neden eskisi gibi hayal kuramadığımı, kimseye ısınamadığımı, aynı şekilde sonuçlanacağına inandığım şeylere adım atamadığımı düşünüyorum. Neden 75 yaşındaki birinin baktığı gibi bakıyorum ilişkilere? 75 yaşındaki biri nasıl bakıyor, diye düşündürüyor bu cümlem de. 75 yaşında ve yalnız olduğunuzu, sevgi ve aşk için hiç umudunuzun kalmadığını, biriyle bir araya gelip yeni bir hayat kurma konusunda isteksiz ve geç kalmış olduğunuzu düşünseniz 1-2 saniyeliğine. Benimki de bu hesap işte. Olmuyor demek ki yapamıyorum. Bir şeyleri eksik olarak görüyorum sürekli insanlara güvenme mevzusunda. Kırılıyor artık inancım kolayca, eskisi gibi değilim, o 6-7 sene önceki Arif yok. Tanıştığı, konuştuğu insanlar ona fazlasını öğrettiler bugüne kadar. Kimseye güvenilmemesi gerektiğini öğrettiler. Oysaki yol gözleyen biriydim ben, ne kadar da saftım. Hala daha safım aslında. Bu da benim kendi kalkanım galiba, uzak tutmaya çalışıyorum kendimi bir şekilde.

Dün gece eniştemde 5-10dk'lık bir muhabbete girdik. Bana 1-2 sene içinde Avrupa'daki mühendislerin Türkiye'ye geleceğini ve haliyle de buradaki firmaların "yerli" mühendislere rağbet göstermeyeceğini söyledi. En kısa zamanda askerliğimi yapıp tecrübelenmem gerektiğini söyledi. Ona da aynı cümleleri kurdum daha önce konuştuklarıma olduğu gibi. İnsan yaşadığı ülkede mutlu olma ihtimali varken mutsuz bir vatandaş olarak yaşayabilir mi acaba? Ben de yaşamak istemiyorum zaten. Onun dışında da sorunlarım var. Bunların arasında sağlıklı düşünüp kendim için bir şeyler yapmaya çabalıyorum her gün. Epey efor sarfettiğimi kimsenin anlamayışı da bonus sıkıntı olarak geliyor dünyama. Beklemiyorum insanlardan bir şey artık. Sanırım böyle kendi alıştığım yalnızlığımla hayatımı sürdürmeye çalışmam en doğrusu herkes için...

Yeğenlerimle vakit geçirdim dün. 5 aylık yeğenimin ufacık bir gülümsemesinin verdiği huzuru hiçbir şey vermiyormuş. 1 tane dayıları var. Belki bir gün o da olmayacak. Bazen geri dönüp aileme bakınca, kendime bakınca, kısaca sahip olduğum her şeye bakınca, ne kadar şükür dolu olmam gerektiğini düşünüyorum. Genelde öyleyim de zaten; ama hayatımdaki 1-2 çıkmaz var ki çözülse her şey kolaylaşacak. Çözülmüyor ne yazık ki bir türlü...

İstanbul kapalı bugün.

19 Şubat 2013 Salı

Gelecekten Bir Hayal

Elime mikrofonu aldığımı hayal edelim. Kocaman bir sahada olduğumuzu, büyük bir sahnenin önünde en az 600 bin kişinin beni dinlediğini ve benim olabildiğince mutlu bir ruh haliyle şarkı söylediğimi hayal edelim. Öyle ki herkes mutlu ve enerji dolu olsun. 45 dakikanın sonunda ben sahneden ayrılayım ve sahneyi David Guetta'ya bırakayım.

Sonra eve gideyim; ama öncesinde küçük bir partiye katılmam gerekli. Saat 10:00'da konseri bitirip; gece yarısı olacak parti için hazırlanıp kendime gelmem lazım tabii. Sevgilim yanımda olacağı için o anda; duş alıp yemek yeme faslına da onunla geçeceğim elbette. Ne yesek diye düşünürken, onun gözümün içine bakıp "hamburger?" demesini bekleyeceğim ve aldığım cevaba muzip bir şekilde "peki" diyeceğim ve McDonald's'ın yolunu tutacağız.

Partide epeyce eğlendikten sonra ertesi güne yorgun uyanacağımızı bilsek de eve gidip mutlu bir şekilde yatacağız.

- Ya da -

İşten saat 5:30'da çıkıp eve gitmek için sabırsızlanacağım. Akşam 7'de ancak eve girebilmiş; duş almış ve yemek hazırlamak için sevgilimle mutfağa geçeceğim. Belki hazır yemek yeyip TV başında dinlenmek yerine, onunla mutfakta 2 saat boyunca yemek hazırlamak daha eğlenceli gelecektir. Çünkü onunla yorulmak bile bazen eğlenceli olacaktır. 

Yemeğimizi yedikten sonra yorgunluğumuz bir anda gelecektir muhtemelen. Biraz gün içinde olanlardan, gelecek planlarından bahsedeceğiz ve ertesi sabah çok erkenden kalkacağımızı bilsek de mutlu bir şekilde yatacağız.

Ne güzel bitirdim iki hikayemi de değil mi? Ben sadece o sonu istiyorum. Şimdi sahip değilim. Olacağına inanıyorum. Ve bir gün elde edeceğimi bilerek sabırla bekliyorum. Şimdilik tek ihtiyacım sabır ve beni teşvik edecek biri, o kadar.

O zamana kadar da buralardayım...

14 Şubat 2013 Perşembe

Valentine's Day: Yani?


Ben 24. senemi yaşıyorum bünye olarak; ama hiçbir zaman "sözde" bile olsa 14 Şubat'ı dolu geçirememiştim. Kışları nedense yalnız kaldım hep. Yazları çok ateşli geçti. Baharda koşuşturmalar oldu gönüllerde hep, herkesin... Bir türlü kışa denk gelemedik. Bir de ben zor severim; ama seversem de zor koparım. O yüzden korkarım ilişkilerden yana hep. Bilmiyorum, bu konularda fazla bahsetmemeye çalışıyorum Blog'umda. Yine de bir 14 Şubat, bir ben ve "şimdilik" "kısmen platonik" bir kişi var. Mutluyuz. Şerefe!

Blog'uma 1 şey ekledim. Sağ üst köşelerine doğru. PSY'ı destekliyorum Blog'umda. Adam o güzelim şarkıyla YouTube'u rakamlarla, dünyayı da o ilginç dansıyla yakıp geçti. Ve hala daha geçiyor. Şu anda baktım mesela, 1,316,713,705 kez izlenmiş Gangnam Style şarkısı. Bana kalırsa bir 50 yıl boyunca bu rekoru kimse kıramaz. Zira yanlışlıkla gelenleri saymasak bile, tekrar tekrar izleyenler, "aa acaba hangi video en çok izlenmiş de ödül almış" diyerek gelenleri de sayarsak, sürekli artacaktır. O yüzden Koreli sanatçımızı destekliyoruz... Bu arada o hareketli gif resmini bulup uygun hale getirene kadar uğraştım bir süre. İsteyen alıp kullanabilir.

Bilgisayarımdaki deliliğimden bahsedeyim biraz da. Google ürünlerine feci sarmaya başladım. Mesela Google'ın desteğiyle oluşmuş LG Nexus 4 diye bir telefon var. Öyle böyle değil, çok şeker. Her ne kadar Iphone sahibi olmak istesem de, o cihazı, içindeki Android ve Google büyüsüyle çevrilmiş olması, bütün düşüncelerimi alt üst ediyor. Öte yandan geçenlerde dosyalarımı web ortamında yedeklemek için Google Drive'ı kullandım. Ki hala yedeklenmeye devam eden fotoğraflarım var Skydrive hesaplarım aracılığıyla. En sağlamları ve güvenilirleri onalr diye düşündüm. Diğer depolama alanları bir gün yok olacaklarmış gibi geliyor bana. Yedekleme nedenim ise, fotoğraflarımı kaybetmekten korkuyor oluşum. Harddiskim ve bilgisayarımda yedekli haldeler; ama yine de güvenemiyorum. Web'de dursunlar. Bunun dışında Google Chrome kullanıyorum 1 yıldır yaklaşık. Son haftalarda ise, Google Chrome'un Developer sürümünü kullanır oldum. Herkesten daha önde bir versiyon kullanmış oluyorum yani. Bilgisayarımda ayrıca Canary sürümü de mevcut. Ve son 2 gündür Google Chrome OS'a merak saldım. Hayır bu Google duyguları nereden geliyor bilemiyorum; yine de hepsinden öte Google Nexus 4 diyorum.

Outlook 2013 kullanıyorum yaklaşık 1 aydır maillerim için. Eskiden Live Mssenger'ı ve Gtalk'u açık tutardım sırf mail uyarıları için. Sonra Skype ile birleşince MSN, Trillian programına yöneldim. Sonra da nefret ettim messenger yazılımlarından ve kullanmıyorum. Yazışmıyorum zaten kimseyle. Facebook Chat yeteri kadar işimi görüyor. Telefondaki Whatsapp'de aynı şekilde.

Twitter hesabımı kapattım. Facebook'da zaman geçirmiyorum eskisi gibi. Blog'uma yazıyorum arada, onun dışında müzik-film amaçlı bilgisayar başına geçiyorum. Bu halimi seviyorum ve devamının da gelmesini temenni ediyorum. TV'den uzaklaştığım gibi bilgisayardan da uzaklaşacağıma inanıyorum.

Hayat çok değişik geçiyor son 1 aydır. "Değişik" kısmı da artık bu yazıyı okuyanların hayal dünyasıyla biçimlensin...

Dipnot: It's Arif, b*tch!

Dipnot 2: Burcu Güneş'in albümü çıktı bugün. Video klibi de hemen yazımın üstünde. Bence dinleyin, dinletin, satın alın, sevgilinize sarılın sımsıkı, sabaha kadar hem de. Korkmayın ezilmez. Aferin. Öptüm. Ciao!

10 Şubat 2013 Pazar

Sorunsal Sorunlar


Aslında çok haklı birçok yazı, hatta birçok çizilmiş resim, çekilmiş fotoğraf çok haklı... Mutluluk ve huzur kavramlarının hislerden farklı olarak ifade edilemeyişi çok doğru. Ne bir yazıya bir şiire, ne de bir görüntüye aktarılabiliyor. Sadece yansıtılmış oluyorlar. Ayna gibi yani. Yetmiyor... Yazılmış şeyler, çekilmiş görüntüler yetmiyor... Dokunmak, sıcaklığını hissetmek istiyor beden. Ancak öyle anlıyor mutlu ve huzurlu olduğunu. Yansımalar avutuyor bir süre, sonra tekrar arzuluyor beden o sıcaklığı. Ya mühür vuruyorsunuz duygularınıza; ya da yaşıyorsunuz her şeyi korkusuzca. Tabii yaşayabiliyorsanız...

Çok kelimem var şu Blog'da. Öyle çok ki... Biri oturup günlerini verse sayfalarca yazdıklarımı okumaya, acaba anlayabilir miydi neler hissettiğimi, merak ediyorum. Anlaması bana yeter miydi şu saatten sonra? Yoksa öylesine; okudum, güzel yazmışsın, deyip geçmesi yeterdi "tamam, sen de okumuşsun diğerleri gibi" dememe? Bilmiyorum...

Evet, yine karışık bir zamanımdayım. Çoğu sefer olduğu gibi aslında. Çok yormayacağını düşünüyorum bu ruh halimin. Geçeceğini hepimiz biliyoruz. Çünkü biliyoruz ki çok güzel boşverebiliyorum; biliyoruz ki çok güzel erteleyebiliyorum; biliyoruz ki bir anda güzelce vazgeçebiliyorum. Biliyoruz ki korkuyorum.
Çok sevmekten korkuyorum mesela, kapılıp gitmekten korkuyorum. Yine aynı hataları yapmaktan, kullanılmış gibi hissetmekten korkuyorum. Hak etmediğim şeyleri tekrar tekrar yaşamaktan korkuyorum. Bunların bana tarifi mümkün olmayan bir acı vermesini bilmeme rağmen, üzerime çekmekten yakınıyorum. Ve vazgeçmelerimin çok kolay olmasından dem vuruyorum bir çok zaman içimde; ama yine de üstüne gidemiyorum.

Her geçen günün verdiği "ne yapacağım ben" sorusunun ağırlığıyla yaşıyorum. Su içerken, yemek yerken, birini özlerken, film izlerken, mail yazarken... günümün her bir saniyesinde derinden hissediyorum. Bazen bu kadar şey görüp yaşamış olmamın garip ağırlığında eziliyorum. Bazen isyan eder gibi oluyorum çektiğim yükten dolayı. Bazen susuyorum; hatta çoğu zaman susuyorum. En suskun halimde buraya geliyorum. Biraz kusuyorum içimdekileri, rahatlıyorum belki, sonra normal hayatıma dönüyorum.

Özlediğim duyguları yaşıyorum şu sıralar. Düşündükçe gözlerime yaşlar doluyor. Özlem duygumu kontrol edemiyorum. Etrafıma çektiğim kalın duvarları ellerimle yıkıyorum. Adeta elime bir sopa veriliyor "hadi Arif, bunu yapabilirsin kendin için, benim için, ikimiz için" der gibi. O zaman daha da ağlayacak gibi oluyorum. Sonra susuyorum. Kabuğuma çekiliyorum. Kimsenin bana dokunamamasına, ulaşamamasına neden oluyorum. Oysaki bilseler o zamanlarımda aslında daha da hassas olduğumu daha kolay ulaşılır olduğumu... Vazgeçer miydiler sence Blog? Sahi Blog, vazgeçmeyi neden diğer insanlar gibi algılayamıyorum ben? Neden vazgeçmek deyince hep karşımdaki insanların iyiliği geliyor aklıma, kırmamak üzmemek için bırakıp gidişlerim geliyor aklıma? Neden ben de kendi menfaatlerim için bırakıp gidemiyorum bir gün olsun?

Vazgeçmek istemiyorum artık Blog. Artık vazgeçmek istemiyorum... Bana yardımcı ol, olur mu?..

Çünkü çok ihtiyacım var her şeye...