Geçenlerde izleme fırsatım olan Me Before You filminin bitişindeki şarkı hala kulaklarımla. Epeydir yazmak için fırsat kolluyordum aslında. Çünkü böyle dayanamayıp ağlayıp rahatlayarak yazacağımı biliyordum. O yüzden evde yalnız olmayı bekledim. Kimseden saklamadan rahatça ağlayabilmek için sırf.
Aptal bir filmin sonunda filmdekilere üzüldüm diye değil şu anki halim. Yapmayı ertelediğim o kadar şey var ki hayatımda. Bazen böyle suyla dolup taşan kovalar gibi oluyor. Birine anlatmaya da gelmiyor, çünkü hepsi kişisel gelişim kitabı gibi aynı cümleleri tekrar tekrar kuruyorlar bana. Oysaki hepsini ezbere biliyorum. Onların bilmediği tek şey, benim hiçbirini uygulayamıyor oluşum.
Sonra şu habere de takıldım mesela. O çocuğun o hali, yaşadığı şeyler, benim durumum. Bazen öyle bir an geliyor ki ya tamamen şansız olmalısın ya da az da olsa şanslı olmalısın durumuna dönüşüyor halim.
Ve sustum tabii. Ne yapabilirim ki başka. Birilerine mi bağırmalıyım, isyan mı etmeyelim, sabahlara kadar içip ayyaşın teki mi olmalıyım?
Bir şeyleri yanlış yapıyorum. Ve bulamıyorum neyi yanlış yaptığımı.
Geçen de biri çıkmış bana kuantum fiziğinden falan bahsediyor. Negatif cümleleri çıkarmalıymışım hayatımdan da beklentiye girmemeliymişim de. Saçmalayıp durdu. Belki de haklı. Bana faydası yok ki ama.
İçimde bir tempo var. Hani hareketli bir şarkı dinlersin de o havada devam eden bir duygu seli olur ya içinde, benimki de öyle. Tarif edebildim mi Blog? Allah aşkına beni anlayan bir tek sen kaldın, sen de anlamamazlıktan gelme ne olur!
Yazımı yazarken bir yandan da Ankara'dan yarım kilo (!) aldığım zencefillerden kesip hazırladığım demleme yeşil çayımı yudumluyorum. Buradan da sana sesleniyorum www.memleketimdengelsin.com! SENİN, TAZE ZENCEFİLE BİR ANDA YAPTIĞIN TUHAF VE GEREKSİZ ZAMMA İHTİYACIM KALMADI. Bulunduğum ilçeyi geçtim, Ankara'daki büyük marketlerde var taze zencefil, yoksa mecburen alacaktım. İstanbul'a gitme durumum şu sıralar pek olmadığı için haliyle...
Şey bir de dayanamadım ben, epeydir heveslendiğim bir şeyin siparişini verdim dün gece Blog: Xioami Mi Band 2. Özelliklerine ve fiyatına dayanamadım. Malum benim iPhonecuğumun adımsayar özelliği yok. O bilekliğin birkaç özelliği var işime yarayacağına ve beni bazı konularda motive edeceğine inandığım. O yüzden ben de arada alışveriş yaptığım Aliexpress.com'dan siparişini verdim. Artık en kısa zamanda gelir inşallah diyorum. Oradan epey şey almışlığım var, alışkınım haliyle beklemeye. Yoksa Türkiye'deki bazı uyanık satıcılardan gidip 180 TL ve üzeri para ödeyip alacak halim yoktu. Benim en çok merak ettiğim kalp ritmi özelliği. Bileklik gece uyurken kalp ritmini ölçüp hangi saatte ve ne kadar süreyle derin uykuda kaldığını gösteriyor. Telefonla eşleşiyor, hatta telefondaki istediğin uygulamaların uyarılarını, bileğinde takılıyken titreşip sana haber veriyor. Adım sayar özelliği de istediğim bir özellikti. Eh pek saat takmayı sevmeyen ben gibi biri için saati gösteriyor olması da bonus özelliği. $33'a aldım ben. Çıkış fiyarı $23 idi. Tabii Xiaomi'nin son duyurusuyla, ürünü yetiştirmekte güçlük çektiklerini ve üretim kapasitelerini 2 katına çıkaracaklarını okudum. O haliyle bile yetişmeyeceğini yorumluyorlar. Aldım bir heves Blog. 99 TL de oraya gitmiş oldu.
Önceki yazımda, Ankara'ya gittiğimde, 3-4 AVM'yi talan edip en sonunda Antares'e geri dönüp aldığım Hush Puppies ayakkabılarımdan bahsetmedim. Onlara da şöyle bir 230 TL verdim. Huyum kurusun, yine, bir şey içime sinmeye görsün, alıyorum; ama içime sinmeyince ihtiyacım olsa bile alamıyorum, almıyorum. Ayakkabılarım öyleydi mesela. 2 yazdır spor ayakkabısı almadım. Giymiyorum, hoşuma gitmiyor, zaten evden çıkmıyorum, spor yapacağımda da eski ayakkabılarımı giyiyorum. Geçen baharda aldığım casual(!) ayakkabılarımlaydım hep. Ben o ayakkabılara bile rahat diyordum, ta ki Hush Puppies ile tanışana kadar. O ne rahat bir tabandır, ne rahat bir ayakkabıdır. Niye daha önce keşfetmemişim!
Velhasıl, şu anda terliyorum. Hava serin ve 30 dk önce terlemiyor oluşuma rağmen... Sebebi ise zencefil ve demleme yeşil çay. Kilo vermemi ve genel sağlığımı bunlara borçluyum. Ruh sağlığım Allah'a emanet.
Son günlerde şu şarkıyı dinliyorum epeyce, haydi afiyet olsun. Dipnot: Beni arada takip eden kişiler var sanırım, onlardan özel olarak rica ediyorum, bana mail atın, yorum yazın, bir şeyler yapın!
Her uzun bir asosyallik döneminden arkadaş ortamına girdiğimde olan şey oldu geçtiğimiz günlerde. Çenem durmadı. Çok konuştum; çok güldüm, çok güldürdüm... Sonra yine eve dönünce garip oluyorum. Tıpkı şimdiki gibi.
İçimdeki havayı vakumla alıyormuş gibi hayat adeta. Ya da içime çekiliyorum, daha çok kendi dünyama dönüyorum gibi oluyor. Daha da sessizleşiyorum. Ne gülmek ne de konuşmak geliyor içimden. Hele bir de Ankara'nın uzak bir köşesinden dünyaya bakmaya çalışınca daha da karamsar gözüküyor. Eh ruhsal durumumun daha farklı olması beklenemezdi bu şartlarda.
Ankara'da yaptığım tipik şeylerden bahsetmeme gerek yok galiba Blog. Zaten hepsini az çok tahmin edebilirsin. Ufak tefek değişiklikler dışında aynıydı. Aynı olmasına rağmen eğlenebiliyorum; ama hep arkamdan dürten "geri döneceksin" şeklindeki sesin bendeki etkisiyle eğlendim diyeyim.
İnsanın elinin kolunun bağlı olması kötü bir şey. Bu benim hayatımın birçok bölümünde geçerli. Aynı anda çevremdekiler için de geçerli; ailem, arkadaşlarım, benimle tanışmak isteyenler...
Şu kalbimi dinleme mevzusunu denedim bu arada. Beceremedim sanırım tam olarak. Havaların sıcaklığı beni nasıl boğuyor anlatamam Blog. Aslında birçok şekilde anlattım bugüne kadar da, acaba sen de mi diğer insanlar gibi anlamamazlıktan geldin? Neyse.
Hazır Ankara'dayken 1-2 şey de aldım. Bol bol yedim içtim Blog. Ve pişman değilim. Yine de eksiklik hep vardı. Sanırım yalnız olduğum sürece eksiklik hep olacak. Tabii şu anda tek umursamamız gereken nasıl para kazanırım sorusu olmalı, değil mi?..