Şizofreni etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Şizofreni etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Haziran 2022 Perşembe

Kafam Nerede?


        Ve yine buradayım. Açtım tipik blog yazmamın/depresif hallerimin müzik grubu olan London Grammar'ı ve seninleyim Blog. Nasılsın? Benim, tek ve en samimi, en doğal, en beni sessizce dinleyen varlığım; iyi misin? Ben hiç iyi değilim...

Yine baş başa kalmışız gibi hissediyorum. Yine yalnızmışım, yine bütün hastalıklar beni bulmuş, yine işsiz, yine hayallerin bile mutlu etmediği, yine her şeyi yeme isteğindeymişim gibi hissediyorum. Bunları tamamlayacak ya da yok edecek bir anne, baba, kardeş, sevgili, dost ya da arkadaş yokmuş gibi sanki. Çünkü bütün dertlerimi kendim biliyorum; insanlara anlatma hatasını hala daha yapabiliyorum; oysa ki "anlamayacaklar" biliyorum. İşte o "anlat rahatlarsın" durumu var ya, ondan hep...

Büyük bir depresyondayım. Bu sefer kendimi yemeğe bile vermedim. Bir önceki büyük depresyonumda 95 kg ağırlıklara çıkacak kadar yiyordum. Şimdilerde 85 kg. Ve bilmem kaç çeşit hastalık...

Neyin nazarını çektim Blog? Ya da ben gibi bir insan nasıl birilerinin ahını aldı? Ne yaptım mesela? Şu hayatta yaptığım her bir kötülüğü kendime yapmışken hele, nasıl başkalarına zararım dokunmuş olabilir de ben böylesine garip bir kader yaşıyorum.

Mutluluk ve huzur çok değişik kavramlar benim dünyamda. En kötüsünün olmayışına şükreden biriyim; ama daha iyisi için çabalayamıyorum galiba. Korkularım belki kapatıyor her şeyi. Adım bile atamıyorum çoğu zaman.

Herkese zarar veriyormuşum hissi var üzerimde Blog. O yüzden böyle uzaklaşmak istiyorum herkesten. Benden zarar görmesinler istiyorum. Ya da benden yana yakınmalarını, sıkılmalarını, "of yine mi Arif ya" demelerini... hiç istemiyorum. Bunları duymamak, hissetmemek, görmemek, yaşamamak adına bile kendimi senelerce uzak tuttum ben. En beslendiğim sevgi dediğim duygudan bile uzak tuttum. Şimdi peki? Ne yaptığım belli değil kendim için. Ve çevremdekiler benim ruh sağlığımdan ekstrem performans bekliyorlar. "İşe gir, iş ara" ya da "şu şekilde davran, ben olsaydım öyle davranırdım" ya da "bence sen böyle hissediyorsun, ben eminim".. 

Bazen kendime bile faydam yokken nasıl başkalarına eş, dost, yoldaş, kardeş, evlat olabilirim diye düşünüyorum. Bilmiyorum Blog.

En son diyabet yüzünden işten çıkarılışımdan sonra "acaba sırada ne var?" diye kendime sormaya başladım. Dizi takip etmeme bile gerek kalmıyor, baksana, hayatım ayrı bir dizi. Hem de her duyguyu sonuna kadar hissedebiliyorum birçok konuda.

Üstümde 4 parfüm sıkılı şu anda Blog. Onlardan gelen tatlı, mis gibi limon, lavanta, hafif gül ve diğer türdeki kokular... uniseks parfümler. Bu yaz mevsiminde gereksiz maskülen bir kokuyla ortalıkta duracak halim yok. Zira maskülen bir yapım yok. Sakalı bile rengarenk insanım.

Neyse gidip duş alayım. Üstümdeki parfüm çeşidini 1'e düşürsem iyi olacak. En azından kokum, kafam kadar karışık olmasın...

15 Haziran 2016 Çarşamba

Yetmez, Bilmez, Olmaz

36 derece sıcaklık vardı bugün. Evde durulmuyor yani klimasız. Şu anda 22 derece ve gece yarısı... Mesela bu sıcaklık Londra'da yok şu anda. Tamam belki nem var falan, ama olsun yok sonuçta. Kutuplar hele... O kadar uzağa gitmeyeyim, mesela ya memleketim Erzurum? Ya... Öyle serin havalar var.

Benim hayatım İstanbul-Ankara-Diyarbakır üçgeninde geçiyor şu son 4 yıldır. Araya kısa bir Kıbrıs girdi. Ondan önce de Isparta vardı mesela baş rolde. Anlayacağın elim kolum bağlı bir şekilde sıcak memleketlerde yaşadım bu terleme hastalığımla birlikte Blog. Yeter mi sence?

YETMEZ.

Daha çok sınava tabii tutulacağım yaradandan ben Blog. Bunlar ne ki! Ben ki daha neleri göğüsleyebilecek bir yapıdayım. Bunlar ne ki? Ama sorsan dışarıdakine: Ya sen temiz yüzlü, eli ayağı tutan birisin. Nedir problem?.. der. Der tabii. Bilir mi ne b*k yiyorum ben?

BİLMEZ.

Yıllardır kimseyle dertleşemiyorum doğru düzgün. Çünkü ben kendimi bile kandıramaz hale gelmişken, birilerinin bana değer vererek benimle dertlerimi paylaşmaları ve dinleyerek yardımcı olmaya çalışmaları, inan beni hiç mi hiç rahatlatmıyor da "kandırmıyor" da Blog. Ama dertleşmeden olur mu sence Blog?

OLMAZ.

Evre evre vazgeçtim bunca zaman bazı şeylerden. Mesela yeni insanlarla tanışmaya sıcak bakamıyorum artık. Sırf muhabbet etmek için arkadaş olmaya çalışmıyorum bile. Neyin muhabbetini edeceğim Blog? Dertleşemedikten sonra ne anlamı kalacak o dostluğun. Tabii buna, geçtiğimiz yılda, her şeyimi paylaştığım, dertleştiğim dostlarımı hayatımdan çıkarmamın da etkisi var. Zira ben dert dinleyen biri haline dönüşmüşüm de sonradan fark etmişim. Ona bile tahammülüm kalmadı.

Böyle yaz mevsimlerinde yaşadığım şeyleri kış mevsiminde yaşamıyor oluşum hele ki beni daha da boğuyor. Her şeyin kaynağı şu hiperhidrozis zımbırtısı. Zımbırtı mı koymalıyım adını Blog? Nasıl bir hastalık bu yahu? Benden nefret eden biri şu yazımı okusa "Allah'ından bulmuş" der. Oysa ki bilmez ben bunu en masum yaşımdan beri yaşıyorum.

Bunları sana yazmaktan da yoruldum Blog. Biliyorum, sen de dinlemekten yoruldun. Ama ne yapayım? Sen de olmasan ben belki böyle büzüşmüş düşüncelerle, sinirimi ilk tartıştığım kişiyle çıkartırdım. Ya da şu ankinden daha da agresif olurdum.

Göbeğim kocaman oldu Blog bu arada. Sebebini biliyoruz. Yine girmiyorum bu muhabbete. Bir süre de dertlerimden konuşmamayı deneyelim olmaz mı Blog? Mesela bundan sonra sana bahsetmeyeyim. Sadece sana değil, diğer arkadaşlarıma, dostlarıma, aile üyelerime...Nasılsın sorusuna, "çok iyiyim. Hatta içimde tuhaf bir enerji var, çözemedim, ama bakalım hayırlısı *gülenyüzemojisi*" şeklinde yanıt vereyim. Bu durum bizi bozar mı sence?

BOZMAZ.

Dipnot: Bu arada ben de farkındayım. Son aylarda epey yazar oldum sana Blog. Ve hep dertlerimden yakınıyorum. Gerçekten benim biraz susmam ve dertlerimi dile getirmemem lazım. Galiba dertlerimi yazmak da zor geliyor...

"Ne zaman alıştın sen yalan söylemeye
Kendini en seveninden bile gizlemeye..."

1 Ağustos 2014 Cuma

Tek Gidiyorum Bundan sonra. Sorusu Olan?


Yazmayacağım dedim, yine buradayım. Sorun tam olarak bu zaten Blog: Kendime verdiğim sözleri tutamıyorum/tutmuyorum.

Yazsam olmuyor, yazmasam içimde saklı duruyor... Kussam bir türlü. Sonra hasta mı oldun diyecekler. Ama kusasım var hep. Bazen sabahları özellikle midemin içine etmek için öksürüyorum derin derin, belki kusar da rahatlarım diye. Ama yok, olmuyor.

Neyse...

Bıktım Blog ya. Askere gitsem de elime o silahı verince önce bir kafamda denesem diye düşündüm bugün kısa bir süreliğine. Öyle bir potansiyelim var son yıllarda, biliyorsun. Ama ölüm kötü, ölüm üzücü, yıkıcı. Son bir hafta içinde halk otobüslerinin kazalarıyla ilgili okuduğum haberler epey fazlalaştı. Sonuncusundan sonra "hayatta ne olacağını bilemiyor insan" diyebiliyorum uzun uzun boş bakışlarla. Yine ölüm en büyük sondan bir önceki son bana göre. Bir şeylere son veriyor en azından. Allah rahmet eylesin...

Bugün birine söylerken fark ettim. Benim problemlerimin %75, en azından, benzerini yaşayan ve bunu atlatmış hiçbir kimse yok tanıdığım ya da bildiğim. O yüzden bana nasılsın diye sorup üstüne bir de "geçer bunlar yea" diyen insanların bende yarattığı samimiyet her geçen gün daha da eksilere düşüyor. Bakalım en son kime dayanamayıp yumruk atacağım. Bir de dönem arkadaşlarım yok mu? Daha geçen gün benden beter ağlıyorlardı halbuki, şimdi hayatları düzelmiş bir şekilde bana öğütler, tavsiyeler vs... OY! Dinleyemiyorum artık kimseyi. Çünkü BENİ HİÇBİRİ ANLAMIYOR! Tamam mı?

Şu anda saçmalamak dışında hiçbir şey yapmıyorum. Ama tam şu anda yapabileceğim en iyi şeyden bile daha iyi buraya yazmam.

Bu arada yalnız yürüyorum artık Blog. Yetti canıma. Boğazıma kadar doldum. Evet yaşım da geçiyor. Yalnızım bundan sonra. Blogumu rastgele okuyup da buna sevinip yakmak isteyen olursa, kına gönderebilirim. Mail atın adresinizi. Ne mal olduğunuzu görmüş olurum hem.

Yaşadıklarımın çok benzerini yaşayan tek bir arkadaşım var. Aklıma geldikçe ona da dua ederim hep. Çünkü ne hissettiğini biliyorum. O bayan arkadaşımın da işi zor. En azından onunla ilgili sevindiğim küçük bir ayrıntı var ki o da kadın olması. Çünkü ülkemizde bir erkek ve kadının, benim durumumdaki rahatlığı arasında çok fark var.

Ve dayanamayacağım kesiyorum yazımı burada. Son olarak da diyorum ki: Bazen sadece kusmak istersin.

Bir de, kendilerini 3-4 gündür keşfettim. Bütün depresif hallerime uygun çalıyorlar. Bütün albümlerini dinledim. Ve bugün yeni albümleri çıktı. Bu da son albümlerinden bir şarkısı. Ama en sevdiğim bu değil! Böö!

1 Nisan 2013 Pazartesi

Bahar Geldi

Çok öncelerde oldu sanırım. Ben hatırlamıyorum. Belki kimse bilmiyordur kimin beni lanetlediğini. Belki doğmadan önce olmuştur, emin değilim. Tek, gerçek olduğuna artık sonuna kadar inandığım bir şey var, o da hiçbir zaman, hiçbir mutluluğu doyasıya yaşayamayacak oluşum. Bundan eminim. O yüzden sanırım, bunun farkına vardığım zamandan beri, hiçbir şeye, beni mutluluğa götürecek olduğunu bilsem bile, bağlanamıyorum. Bağlanmak istemiyorum. Az ile yetinebilen biri olduğuma eminim; ama bu halimle bile elimdeki mutluluğu az görüyorum. Bu yüzden ertesi gün için umutlarım sadece 3-4 saatten ibaret oluyor. Sadece birkaç saatten ibaret oluyor yaşam enerjimin beni ayakta tutuşu. Sonra gerçeklerin içinde boğulduğumu ciğerlerime kadar hissediyorum. Nefretim sadece beni değil; çevremdekileri de yakıyor. Dumanı tütmeden yeni alevler çıkartıyorum her sefer... Her 3-4 saatin dışında uyanık kaldığım zaman boyunca...

Katalog gibi adeta geçmişim. Bir parça yeni insanlar, bir parça ders çalışma, bir parça sağlık sorunları, bir parça uzak ülkelere seyahat, bir parça zenginlik, bir parça sosyallik... hep birer parça. En kötüsü bu aslında. Nerede, nasıl ve ne tür bir hayatın insanı olduğunu bilememekte. Ne istemem gerektiğini şaşırdığım zamanlar o kadar fazla ki. Bazen sadece sağlıklı olmayı; bazen hayat arkadaşım olmasını, bazen çok zengin olmayı, bazen sessizce yaşamayı, bazen kalabalıktan boğulacak kadar yoğun yaşamayı istiyorum. Dışarıdan bakınca ne kadar güzel gözüküyor değil mi?

Şöyle düşünmekte fayda var sanırım. Bir miktar paranız var diyelim. Çalışma odanızı baştan sona yeniden tasarlamak istiyorsunuz. Ve elinize içinde önceden başkaları tarafından oluşturulmuş dizaynların modelleri var. Hepsi birbirinden farklı. Baktığınızda hepsi hoşunuza gidiyor; ama en beğendiğinizi seçiyorsunuz. Kurulum bittikten sonra bakıyorsunuz ki her tasarımdan bir parça var odanızda. Yatağınızın rengi farklı, perdelerinizin modeli farklı, lambanızın rengi farklı... Ben böyle bir etki yapıyorum insanlarda sanırım. Hayatlarının bir noktasına beni alınca içinde birçok şeyden olan bir odaya sahip oluyorlar. Başta eğlenceli geliyor. Belki hep durmasını istiyorlar evlerinin bir köşesinde; ama sonra fazlalık gibi geliyor. Ya da içine girince boğuluyorlar. Ve kapısı hep kapalı kalıyor...

En çok gülenler aslında en çok ağlayanlarmış derler. Öyle mi sence? Sence ben çok mu ağlıyorumdur? Çok mu dertliyimdir? Dokunsan acaba parmağın yanar mı içimdeki ateşten?

Birden fazla ben'in olduğu bir hayatı yaşıyorum işte. Sorun bende değil; küçüklüğümden beri hangisinde olduğumu bulamayışımda. Belki hiçbir mutluluğu tamamen yaşayamamak benim suçumdur. Belki kimse lanetlememiştir. Belki Allah böyle istiyordur benim için. Her şeyi gösterip; doğru olana yönelmemi istiyordur. Çok basit gibi geliyor kulağa, değil mi? Bir de bana sorun yaşadığım hayatı.

Hiçbir şeyde, yerde, mutlu olamayacağımı bilişimden sanırım hiçbir şeye tutanamayışlarım. Korkarak kaçışlarım. En çok ne zaman ağlamıştım Blog? Amerika'dan dönüşte, değil mi? Nedendi sence? O zaman tek başımaydım, paramı kazanıyordum, hayat çok güzeldi, o kadar güzeldi ki mutluluğu aramıyordum. Sanki bana koşarak geliyordu mutluluk. Döndüğümden beri ağlıyorum. Burada her şeye bir engel var çünkü. Engel olarak görmesen bile, bir şeyler gözüne soka soka hissettiriyor engelliğini.

Bakalım ne kadar daha kaçabileceğim mutluluktan, hayatımı yoluna sokmaktan ya da pes edip sistemin istediği köleliği mi yaşayacağım. En çok da bundan korkuyorum Blog. Sistemin bir parçası olmaktan korkuyorum. Yapmam dediğim şeyleri yapmaktan korkuyorum. İnsanlara bunu anlatınca anlamıyorlar. Lambanın açılıp kapanması gibi sanıyorlar kendime verdiğim sözleri çiğnemenin. Öyle ya, çok zaman oldu başkalarının beni anlamasını bekleyeli. O yüzden direniyorum Blog. Belki sonunda sağlığımdan, belki canımdan olacağım; ama direniyorum. Elimde inandığım bir avuç kadar umudum kaldı kendime dair. Onları da kaybetmek istemiyorum.

Tek başıma veriyorum bu savaşı. Kendi sorumluluğumla, kendi mücadelemle. Kaybedersem ben kaybedeyim istiyorum. Üzülmesin benim yüzümden kimse istiyorum. Geriye annem, babam ve kardeşlerim kaldı. İnsanların nefretini kazanmak çok zor değil sanırım Blog. Belki kan bağında daha zor olur; ama başarmak zorunda kalırsam onun da üstesinden gelirim herhalde. Gerekirse onların nefretini de alıp giderim buralardan. O zaman göçüp gittiğimde kimse üzülmez fazla. Doğru ya, sevginin yerini bir tek nefret doldurabilirmiş.

Yine de zamanım var. Az da olsa umudum var bir şeylerin düzeleceğine dair; ama çok zorlanıyorum be Blog. Bu kadar hassas olmamalıydım. Yaratılış kuralını bu kadar bozmamalıydım. Benim suçum değil bu kadar düzensiz yaşamış oluşum.

Gerçekten, benim suçum ne Blog?

Neyse. Nisan ayına girdik. Bahar geldi. Bahar hep yeni umutlarla gelirmiş. Belki bu bahar şansım yaver gider.  Belki diğer baharlar kadar umutsuz geçmez.

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Ne yapmaliyim?

Simdi daha sakin yuregim. Kaybettigi seyleri geri toplar gibi biraz. Yine de anlik atislari oluyor sebepsiz yere. O da sanirim onceki hizli atislardan kazandigi reflekslerden oturudur galiba...

Sevmiyorum artik blog. Sevme duygusunu her gelenle birlikte bir kenara birakiyorum adeta, bir daha bulamayacak sekilde. Bazen cok kiziyorum kendime. Nedir bu yasta bu kadar dusunce? Neden zamanimi yasayip gecmiyorum? Neden kendimi yorgun nehirlere atip bilerek, bilerek, bir de ustune kurtulmaya calisiyorum, hatta neden birinin elimden tutup beni o nehirden cikarmasini bekliyorum?.. Kiziyorum kendime bu yuzden, cok kiziyorum hem de. Insanlara bu kadar deger verdigim icin kendime cok kiziyorum blog. Cok...

Zamanin ve mekanin azizligine ugruyorum hep blog. Neden buradayim? Neden en azindan Istanbul'da degilim? Ki ben bu ulkeden baska bir yerde olmayi istiyorum... Neyi bekliyorum? Ya da beni ne bekletiyor buralarda blog? Nedir beni tutan?

Hayatin benden ne istedigini anlayamadim bir turlu... Beceremiyorum hayatla anlasmayi sanirim. O baska seyler istiyor; bense tam tersi yolda adim atiyorum adeta. Zit biri degilim ki ben. Sadece masum duygularimi adimlarimin onune aliyorum her sefer, her sefer... "En buyuk hatam" bu benim blog. Bilirsin... Kurtulmustum bundan aslinda Amerika'dan dondugumde. Sanirim ben kendimi kandirmisim yine. Bir seyden kurtuldugum yok. Yine seviyorum, yine istiyorum, yine sacma hayallere kapilip; yapmamam gereken seyleri yapiyorum ya da kendimi yoruyorum bos yere...

Zor geliyor bir sure nefes almak. Zor gelir, ceken bilir. Ustune etrafindaki insanlar sana gelip "guclu olmalisin, dayanikli olmalisin, elbet karsina guzel seyler cikar, sabretmelisin" der... Ve rahatsiz olurum ben blog. Samimi gelmez bana; ama diyeceksin ki "oturup seninle mi aglasinlar, bu mu istedigin?".. Biliyorum, haklisin. Iste gonul istiyor ki hic bu tartismalara girmesin, hic kurdugu hayaller bosa cikmasin, yasasin, mutlu olsun; zorluklar elbet olur; ama asilmayacak olanlara takilip kalmasin kimse... Nefes almayi zorlastirmasin insanlar, ne olur ki?

Resmen 2 haftada dunyamin dengesi bozuldu. Ne kitap okuyabiliyorum ne de derslerime odaklanabiliyorum. Ne normal nefes alabiliyorum ne de dengeli olarak uyuyabiliyorum. En kotusu ise, sirf mutlu olmak icin, surekli yemek ya da gereksiz seyler yiyorum. Deger miydi acaba bunlara? Deger miydi blog? Insanlarin birbirilerinin hayatina girip-cikmasi ne kadar kolay blog. Ne kadar kolay, kusura bakma, deyip; cekip gitmek... Ne kadar kolay uzmek... Cok kolaymis blog. Cok...

Bu sefer bir karar alamiyorum hayatim icin, bir programda yapmiyorum. Oncekilerin hicbir tanesi basarili olmadi. Simdi sen soyle blog, ne zamandir yaziyorum her seyi sana. Ben mi sucluyum yoksa hayat mi? Ne yapmaliyim?

Ne yapmaliyim?..

15 Nisan 2010 Perşembe

Su siralar: ben ve Italya gezisi

Oncelikle cidden blog yazma isini boyle aylik dergi kivamina getirmis durumdayim, bunu farkettim yani. Reklam felan mi alsam ne yapsam? Hulya Avsar gibi parfum felan mi cikartsam, yapmaliyim bu tarz seyleri, evet! Saka bir yana, yazmak aslinda bana faydaliyken, neden yazmaktan kopuyorum anlamis degilim. Aslinda nedenlerim var: Zamanim yok. Yani eskisi gibi yazmaya ayiracak vakit bulamiyorum. Bazen cok sacma seyler de yapsam, yazmaya ayiracak vakit bulamiyorum...

Iyice koptum kendimden. Hani kotu anlamda degil. Boyle sadece eski ben olmayi istiyorum, ustune gitmiyorum ayni zamanda bu konunun... Ama surekli bu konuyla ilgili yakiniyorum kendime... Eskiden kastim da hani boyle sessiz, sakin, daha masum, daha saf olan ben. Simdi degil misin, derseniz. Hayir degilim de diyemem. Evet, hala ayniyim da diyemiyorum...

Hayatimda hic boyle hissetmemistim. Bos dusunuyorum artik. Dusuncelerim bos degil, ama... Sadece alakasiz seyleri dusunuyorum. Ya da dusunmeye calisiyorum; ama beceremiyorum. Garip bir ruh haline burundum. Eskisi gibi yemek yemiyorum. Eskisi gibi uyanmiyorum. Eskisi gibi hissetmiyorum... Eskisi gibi nefes almiyorum. Kalp atislarim eskisi gibi degil... Bakislarimda, eskisi gibi hayat kipirtisi yok. Artik daha huzunlu bakiyorum. Sadece gormesini istedigim kisilere gosteriyorum bu bakislarimi. Sanki anlamasalar ne degisecek...

Kopuyorum kendimden. Sanki bir gun boyle iki tane ben olacak. Ama hani yapmasi gerekenleri duzenleyen bir ben, ve hayati hic umursamayan ikinci bir ben gibi. Hayir, sizofreni degilim. Belirtileri de degil bunlar. Sadece hala icimde olan ve kaybetmeyi istemedigim o "sevme duygusu" bunlara sebep oluyor. Ama hani boyle sinirdayim, kaybediyorum sanki... Bu kadar mi duygusal olmak zorundayim ben? Ya da nasil beceriyor diger insanlar bu kadar duygusuz olabilmeyi? Ikisinin ortasini yapabilme yetenegim neden yok? Unutmayi bu kadar kolay becerebilirken, ya da ustunu kapatmayi bu kadar iyi yapabilirken, neden yeni gozlerin esiri olup; binbir hayale girebilecek kadar hassas olabiliyorum?.. Anlamiyorum, anlayamiyorum...

Duzene girmeyi istiyorum artik! 7-8 ay gecti, yeter artik! Dursun su etrafimdaki her sey! En azindan 1 sn olsun dursun ve ben farkedeyim nerede, nasil, ve ne icin oldugumu...

-------------------------
5 Nisan'da Italya'ya gitmek uzere yola ciktim. Hedefim Milan, Venedik, Floransa, Pisa ve Roma olmak uzere 5 Italya sehri ve Vatikan idi. 13 Nisan'da geri dondum. Her sey harika idi. Tek sorun, Italya, yiginla cingene ile dolu. Ispanya'dan, Portekiz'den ve kendinden olmak uzere etrafta epeyce cingene mevcuttu. Diger ulkelerden gocmenler de mevcuttu orada... Bunlarin disinda, dedigim gibi her sey harikaydi. Ne kadar kismaya calissam da biraz para harcamak zorunda kaldim; cunku Italya, Litvanya'ya gore pahali bir ulke... Ben Erasmus hayatimi orada gecirseydim, epeyce masrafli olurdu her sey, eminim. En cok Milan'i begendim; cunku orada her sey duzenli ve daha az cingeneye sahip. Guzeldi. Milan'da yasamak isterdim, eger Italya'da yasamak gibi bir durumum olsaydi...

Gozlerim yine etraflardaydi tabi. Kim tutabilir ki? Ama hani Turklere benziyordu oradakiler de. Cok yabancilik cekmedim; ama bakislar daha cok boyle insanlari somurmeye yonelik bakislardi. Ne bir duygu ne de bir masum istek vardi gozlerde... O yuzden cok umutlanmadim, kalbimi Italya'da birakmak konusunda.

-------------------------

Sanki her ulkede bir seyimi birakiyorum ufak da olsa. Amerika, Litvanya, Italya, Turkiye... Yine de her bir ulke, her bir sehir, her bir bakis... bana baska bir sey katiyor, goturdugu kadar... Bunu engellemem imkansiz sanirim. Sonuc olarak daha fazla yorulmus oluyorum ben. Daha fazla yipranmis, daha umutsuz, daha duygusuz...

Bir ara su anki halime gelmeyi istiyordum, boyle duygusuz, sorumsuz ya da ne bileyim isteksiz olmayi istiyordum. Simdi istedigim sekildeyim, bu sefer de eski halime donmeyi istiyorum; ama sansimi mi kaybettim, bilmiyorum...

Benim gercekten sevilmeye ihtiyacim var...

21 Ocak 2010 Perşembe

Su siralar aklimda kalanlar...

* Birini suclamak cok kolaydir; ama haksiz ise suclanan kimse; inkar edip kacmak, suclanan kisinin yaptigi en basit is olur.

* Birinden hoslanabilirsiniz, ona "seni seviyorum" diyebilirsiniz, tanisali cok olmamis olsa bile. Bu her zaman basit ve yapmacik olmayabilir. Ciddiye alinmalidir, dusunulup; tartilmalidir, bir diyene bir de soylenen kisiye bakilmalidir.

* Yasiniz 25'in altinda olabilir. Hala daha kendi paranizi kazanmiyor olabilirsiniz. Bu, hayatinizin en onemli, en saf, en duygusal kararlarini vermenizi engellememelidir. Ya da o zamana kadar beklemeliyim dememelisiniz, ben gibi...

* Yeni bir ortama girerken, yeni bir ise baslarken ya da yeni bir seyle hayatinizda karsilastiginiz zaman; o konuyla ilgili buyuk beklentilere girmemelisiniz. Girdiginiz anda farketmeden buyuk bir hata yapma ya da kendinizi uzme durumu kacinilmaz bir son 'olabilir'.

* Hep en iyisini, en mukemmelini istemeyin hayatta. Mukemmel degilseniz; degilsinizdir. Begenmediginiz insanlar sizden 'bir sekilde' daha basarili olabilir. Ya da daha mukemmel... Bu demek degil ki siz onlardan eksiksiniz. Daha onemlisi, siz 'daha az mutlusunuz' demek degildir.

* Her insanin farkli bir yaris cizgisi mevcut. Ve kimse birbiriyle yarismiyor. Kanmayin buyuklerin sozune her zaman ya da kisisel gelisim kitaplarina dalip gitmeyin. Onlar sadece hayata sizi daha gazla baslatmak ya da devam ettirmek icin mevcut olan durumlar. Ne yapmak isterseniz yapin, mutlu oldugunuz surece...

* Birinin sizi gormesini beklemeyin. Ya da kendinizi gostermek icin cirpinip durmayin. Ne onemi var kac milyarlik dunyada, 5-10 yillik mutluluk icin 25 yillik eziyet cekmenin.

Ozel not kendime: Harikasin Arif. Kendi yolunda git, kendini zora sokmadigin surece, mutlu oldugun surece, bildigin yoldan yurumeye devam et. Yalniz ya da biriyle, zengin ya da fakir... hic farketmez. Zaman da geciyor her seyin gecip gittigi gibi. Sen sadece elindekine bak. Elindekilere sukremedikten sonra ilerisinden ziyade gerisine bakmak zorunda kalirsin...

11 Ocak 2010 Pazartesi

Bir ders daha seneye kalir...

Su an saat 9:56 ve benim final sinavlarimdan biri icin sinifta olmam gerekiyordu. Cunku sinav baslangic saati 9:45 idi. 

Uyanamadin mi?
Hayir, uyandim erken bir saatte gayet olmasi gereken sekilde.

Neden gitmedin sinava?
Gitmedim; cunku gidemedim, gitmek istemedim, cunku korktum yine yapamayacagim diye, korktum bos yere yiginla sey ezberleyecegim ve aklimda kalmayacak diye, istemedim zaman kaybi olsun.

Peki bu dersin, bu donem alttan kalacak olan 5. dersin oldugunun farkinda misin?
Evet, farkindayim. Farkinda olmasam degisen ne olabilir ki? -burada sorulari ben soruyorum dikkat ettiysen-

Seneye nasil vermeyi dusunuyorsun bu kadar dersi Arif?
Veririz yaa, seneye cok var, gibi bir cumle kurmak istemiyorum, cunku buyuk bir salaklik olur. Seneye 1. donem haddinden fazla ders calismam gerekecek anlasilan.

Aferin Arif. Alistin bos kagit vermeye sinavlari seneye birakmaya. Salaklastin iyice. Ne oldu sana boyle ya?
Evet, gercekten tam bir salak gibiyim. O aptal soruyu da bana sorup durma! Bilmiyorum cevabini.