29 Haziran 2014 Pazar

Bitmiyor Kelimelerim

Aslında yazmak istediğim çok şey var. Böyle sabahlara kadar yazasım var. Ya da konuşasım mı var? Yok, yazasım var, evet. En azından yazınca daha çok rahatlıyorum. Karşımda bön bön bakıp anlamadığı halde kendi doğrularına göre baştan savma çözüm yolları sunan ya da günümüzün Msn'i olan WhatsApp'ten adeta yardırarak yazışıp bana yoldaşmış gibi görünen biriyle muhatap olmaktansa her zaman yazmayı tercih etmişimdir Blog. Ve kimse de kusura bakmasın biraz açık söylediğim için. Ne yazık ki durum böyle. Oturduğumuz yerden bir çok şeye tepki gösteriyoruz. İşte, mesela hiçbir zaman ulaşmayacak internet tabanlı imza kampanyaları, 10 binde 1 belki bir ihtimal dikkate alınma ihtimali olan Twitter etiketleri, beğenmediğimiz siyasetçilere karşı sürekli bir tepki hali... Çok yordunuz be. Yemin ederim hepiniz çok yordunuz. Çoğunuzun altına giyecek "donu" bile yokken ısrarla çevresine mükemmel görünmeye çalışan insanlar olmanız, artık boğazıma kadar geldi. Israrla spor salonlarından çıkmayan, aynanın karşısında 15-20 dakika duran ve sonra utanmadan çevresindekilere "ben kendim için spor yapıyorum, kaslarımı geliştiriyorum" diyen tiplerden bu.nal.dım! Hele bir de Instagram tipleri yok mu, Allah'ım sizi neden yarattı hala anlamış değilim. Ben mi çok doğallıktan yanayım, bunu da anlamış değilim. Ama çok yapmacık hepsi. Bir yere kadar "kendine özen gösterme" durumunu anlıyorum tabii ki; ama artık devir öyle bir hal aldı ki insanların gerçekten nasıl olduklarını anlayamaz oldum. Aşırı bir gösteriş, aşırı bir "benim geri kalmamam lazım" düşüncesi... Merak ediyorum acaba nasıl bir enerjileri var? Kafamı nereye çevirsem o tip insanlarla dolu her yer. Instagram'deki poz verme şekillerinden artık karakter tahlili yapar oldum. Ve lanet olsun ki yanılmıyorum. Ve hayır, bu hiç de iyi bir şey değil. Süzme salak olmayı yeğlerdim.

Numaramı değiştirdiğimden beri kimseye vermiyorum Blog. Ailem dışında tabii. 1-2 kişiye vermek mecburiyetinde kaldım çok acil nedenlerden dolayı; ama onun dışında kimseye vermiş değilim hala. Ve ne tuhaftır, hiçbir fark hissetmiyorum. Sağ olsun, ısrarla numaranı ver diyen insanların da Facebook gibi yerlerde benimle iletişime geçebilme durumları varken, hiçbir şekilde oralı olmamaları da çok daha ilginç bir durum. Bu konuyu salladığımdan değil de daha çok bu mevzuyu ilgililerin yüzlerine söyleyemediğim için içimde bir rahatsızlık oluşuyor. Ondan yazıyorum. Yoksa beni sallamayanı ben ne yapayım Blog. Ama isterdim ki şöyle yüzlerine "Ya ne ayaksın arkadaş? Nerede kaldı o imalı/özlü sözlerin?" diyebileyim. Olmuyor, kırmak istemiyorum yine de; ama gördüğün üzere susan üzülüyor bir tek.

He evet, ben de filofobik olmuşum meğersem. Geçenlerde biri Twitter'ına yazdığında fark ettim. Suçlu olan da benim. Kimse değil. Salağım çünkü. Dini inançlarım ve sevgiye olan sonsuz saygım ile diğerleri arasında kalınca bocalamanın alasını yaşadım bugüne kadar. Oysa ben de diğerleri gibi sallasaydım, ne bileyim inançlarım kimliğimde yazmaktan ibaret kalsaydı, sevgi gibi bir duygu türüne inancım olmasaydı, 5 dakikalık ihtiyaçlar için ölüp bitseydim; ben de mutlu olurdum. Niye olmayayım? Bugüne kadar o 5 dakika için öldürmediniz mi her şeyi?

He evet, haftaya Cumartesi sınav var, biliyorum.

40 derece sıcaklıkta hiçbir şey çekilmiyor biliyor musun Blog? Ve galiba bu şehirden ayrılmadan 45 ve 50'yi bile görme ihtimalim var. Yok vallahi, çok ciddiyim. Görürüm yanı. Gün içinde klima ile ciddi anlamda bir yakınlaşmam var. Öyle böyle değil.

Şu anda, keşke geçen gün geçirdiğim ufak çaplı krizle ölseydim diyesim geliyor, ama susuyorum, sen beni anla Blog.

O değil de ölmek en kolay ama bir o kadar da en ağır olan bir sonuç. Cesaret mi istiyor, salaklık mı istiyor anlamış değilim.

Twitter, Instagram ve Facebook kullanmak istemeyip neden tuttuğuma dair kesin bir sonuca vardım. kesinlikle adıma göre olduklarından dolayı kaybetmek istemeyişimden kaynaklanıyor. Birkaçını dondurunca hesap gidiyor, dondurmasam olmuyor. O yüzden komple çıkış yaptım telefonumdaki uygulamalardan. Zaten bilgisayardan da bakmıyorum pek. Sınavdan sonra koyacağım asıl postayı ben. Şimdilik susuyorum, başkalarının sessizliğine de susuyorum.

Anlaşılan Ramazan'ın en az yarısını bu sıcak şehirde geçireceğim. Hoş, İstanbul'daki nemli havayla geçirmekten iyidir yine de. Ankara'ya da dönmeyi hiç istemiyorum. Yeteri kadar üzgünüm çünkü.

20 Haziran 2014 Cuma

Epilepsi Krizi

Geçtiğimiz Salı gününün sabahı oldu. Ben, eniştem ve ablamın anlattığı üzerine, epilepsi kriziyle uyandırmışım onları. Eniştem müdahale etmeye çalışmış. Ağzıma kalem falan koymuş, dilimi daha kötü ısırmayayım diye. O arada onun parmağını da ısırmışım. Dilimden bahsetmiyorum bile, zira hala doğru düzgün yemek yiyemiyorum. Kriz geçirmişim Blog.

O sabahtan önceki geceyi hatırlıyorum az çok. Duygusal anlamda yoğun geçirdiğim bir günün gecesiydi. Hatta, bunu söylediğim için utanıyorum şu anda ama, o gece Allah'tan ümidimi kesmiştim birçok konuda. Malum havalar aşırı sıcak, benim hiperhidrozisim her yazdan daha da rahatsız eder oldu beni. Sınav stresi bir yandan, hayatımdakilerin çıkıp gidişleri diğer bir yandan... Bir de o gece, akıllı ben, uzun zamandır bıraktığım bir ilacı tekrar içmiştim, psikolojik olarak biraz toparlanayım diye. İşte, hepsi birleşti ve o gecenin sabahında ben kriz geçirdim, geçirmişim daha doğrusu. Hatırlamıyorum. Tek hatırladığım, birinin parmağımı bir ara çektiği idi. Çeken kişi de, ablamgilin 112 Acil'i aramasıyla gelen hemşireymiş. Gelip 1-2 tetkikte bulunmuşlar, ben normale dönünce gitmişler. Bir de en az 2 saat yatağımda bir o yana bir bu yana döndüğümü ve her yerimin ağrıdığını hatırlıyorum Blog. Zaten kendime gelince ablam ve eniştemle doktorları gezdik o gün. Özel hastanede birçok tetkik, sonrasında ise muayene ücreti 100 lira olan üniversitedeki bir profesöre muayene oldum en son. Dedikleri aynen şu: "Bu epilepsi krizi kesin. Bence ilaca başlayalım. Ama diğer yandan geçici de olabilir. Sonuçta bu hayatta herkesin böyle bir krizi bir kere geçirme hakkı var" Çok verimli değildi yani benim açımdan. Zaten ilaca falan da başlama niyetinde değildim. Hele ki şu dönemde... Ben aksine kullanmakta olduğum ilacın dozunu yarıya düşürdüm o gün. Sonra daha sonraya bırakmak üzere ayrıldık oradan. Sabah 9-10 gibi başlayan koşuşturma, sanırım saat akşam 7-8 gibiydi, bitmişti. Benim başım hafif de olsa hala ağrıyordu. Sabahki baş ağrım kadar olmasa da...

Ben hala olayın ciddiyetinde değilim sanırım Blog. Ablamgil epey korkmuşlar, belli etmeseler de fazla. Annemgile söylemedik bir şey. Ve benim kendi görüşüm şu yönde, ben salak gibi epeydir bırakmış olduğum o ilacı, ki o ilaç normalde ağır bir ilaç, içmeseydim, böyle bir şey olmayacaktı. Tetikleyen en büyük etken o ilaç. Onun dışında psikolojik anlamda hiç iyi değildim. Tek tutuntuğum dini inançlarımı bile kenara bırakıvermişim, daha ne olsun ki...

Şimdi kendime dönmeye çalışıyorum. Kendi kendime çıkardığım 2-3 tane büyük ve anlamlı dersler var. Yani bana epey iyi bir ders oldu bu kriz muhabbeti.

Bunun dışındaki her şeyin de canı cehenneme Blog.

16 Haziran 2014 Pazartesi

Sahipsiz-lik

Bu günlerimi unutmuyorum Blog. Özellikle bu günlerimi unutmuyorum. Yani kimsenin desteğini görmediğim/hissetmediğim, sahipsiz olduğum ya da sahipsiz bırakıldığım günleri... Bir arkadaşım bana "kin tutuyorsun" demişti. Keşke beni tanıyabilen bir arkadaşım olarak tanımlayabilseydim onu; çünkü ben kin tutmuyorum. Kin tutmak için duygusuz olmak lazım, kalpsiz belki biraz da. Benim en başta yapım böyle bir şeye izin vermiyor. Yoksa, inan Blog, ben de geçmişimi hemen unutabilen biri olmak isterdim.

Yakın zamanda, sayılır yani, bir ilişkinin daha sonuna gelmiştim. Sonra da o da diğerleri gibi; bendeki tüm inancı, tüm umudu ve hayalleri alıp geçmişte yerini edinmiş oldu. Şu anki halimi düşünüyorum. Özellikle son 2 yıldır hayatımın en fazla manevi desteği görme ihtiyacını yaşarken ben, birilerinin değişik yollarla hayatımdan çıkması hiç de yardımcı olmuyor. O yüzden unutmuyorum Blog, bu günlerimi unutamıyorum; unutmayacağım da.

Bazen bir sahip arama duygusuyla hareket ediyor insan. Bazen de sahip olma duygusuyla... Hangisi daha masum sence Blog?

İşte bunlar yüzünden unutmuyorum. Herkesin bana yaptığı en küçük iyilikten en önemsiz kötülüğe kadar her şeyi aklımda tutuyorum. Bazen geçmişimin kayıtlarındaki derinlik beni bile şaşırtıyor, ama keyfimden değil bu durum Blog. Elimde değil. Birinin yüzüne bakınca önce kötülükleri geliyor aklıma, eğer ılımlı konuşmaya başlarsa yavaş yavaş iyilikleri çıkıyor ortaya geçmişte yaptığı. Ama artık bunu da yapmak istemiyorum. Madem silemiyorum insanların bende bıraktıkları iyi-kötü şeyleri, o zaman en acı vermeyeni, o kişilerin hep kötülüklerini hatırlamalıyım diyorum.

Yine de içimde büyük bir eksiklik var Blog. Geçici şeylerle dolduramadığım bir eksiklik. Ve son zamanlarımda sahipsiz durumum daha da koyuyor bana. Bu yüzden unutmuyorum. Böyle bırakıldığım için...

11 Haziran 2014 Çarşamba

Biraz Daha Belki

O "geriye dönüp baktığınızda olanları pişmanlık olarak görmeyin" sözlerini insanlar bazen yemeli. Evet, yemeliler; çünkü insanların pişman olduğu şeyler, bazen ciddi anlamda keşkeli cümleleri kurdurtabiliyor insana. Yaşamadan bilinmeyecek birçok şeyin olduğu bu dünyada, bu ihtimali de hesaba katmalı herkes. Egoist olsanız bile...

Lana Del Rey'in yeni albümü nete düştü bu akşam. Şimdi dinliyorum mesela, 2 gün sonra da Itunes Almanya Store'unda satışa çıkacak. Yani resmi yayın tarihi en erken olan yer orası. Amerika'daki açık pazarları saymazsak tabi. Fena değil işte. Klasik Lana Del Rey. Dinleniyor uzun uzun yani.

Havalar ısındı Blog. Bildiğin artık ölüm günlerim başladı. Hiperhidrozis olmak zor iş, sosyal anlamda, fiziksel anlamda... birçok anlamda zor iş. Hayatımdaki yaşadığım "çeken bilir" durumunun ana kahramanı. Yine de kişiliğimi ya da olgunluğumu(!) geliştiren bir şey. Her ne kadar baş belası diye tanımlasam da, Allah'tan geldiği için olumlu karşılıyorum. Hani kollarımı açıp "hoş geldin" demiyorum da, yanımdaki boş sandalyeye oturtuyorum Bay Hiperhidrozis yanımı. Artık ona bir kişilik tanımlamayı deniyorum Blog. Belki zıtlıklardan doğan bir ilişki olur hiperhirozis rahatsızlığımla. Aşık oluruz belki, mecburiyetten. Belki çok severim onu. Nasılsa hep benimle, nasılsa ölene kadar yanımda olacak, hatta birlikte vereceğiz son nefeslerimizi. Beni her halimle kabul edecek. Ben ondan nefret etsem de onu söküp atamayacağım kendimden. En önemlisi de, benim her duyguma o da tepki verecek. Ne zaman sinirlensem, ne zaman acı şeyler yesem, ne zaman utansam ya da gerilsem, ne zaman sıcak havaları yaşasam... o da benimle olacak.  Belki bu sayede gerçek hayattaki yalnızlığımı düşünmemiş olurum. Zaten herkes biriyle olmak zorunda değil, değil mi? Dışarıda bir sürü yalnız var. Ben de alışkınım, böyle ölene kadar devam ederim, ne olmuş yani. Fakir avuntusu.

Blog, senin için bir Facebook sayfası oluşturdum; ama benim dışımda kimse beğenmedi. Paylaşmadım sayfayı gerçi; ama bir şekilde ulaşan da olmadı O, Ben ve Diğerleri sayfasına. Belki sonradan duyulur çığlıklarım. Kim bilir?

Sınava çok az kaldı. Benim halim duman. Ne yaparız acaba Blog?

O kadar çok; ne istediğini bilmeyen ya da bildiğini sanan, yürüdüğü yolu doğru sanan, dediklerinin doğru olduğunu düşünen insanlarla muhatap oldum ki, artık kendi çizgilerimi kaybetmeye başladım. Kime kızsam, kime bağırıp çağırsam Blog?

Yoruldum deyince anlayan biri lazım bana Blog. Hatta ben demeden "sen iyi değilsin, neyin var, nedir sana ağır gelen" diye soran biri lazım. İster adını ihtiyaç koy, ister yalnızlığı bozma koy... biri lazım Blog. Sen getirsene bu sefer bana? Senelerdir her şeyimi yazıyorum neredeyse. Bir sefer de sen getir, bir kere de senin getirdiğinle üzüleyim. Alıştım nasıl olsa...

3 Haziran 2014 Salı

Film Yorumlamaca: #Her

Muhtemelen gelecekte gerçekleşecek olan ilişki şeklini yaşayan, aşktan hep dert yanmış bir adamın öyküsünü konu almış Her.

Hep izlerim diye kenarda beklettiğim ama 2 saat öncesine kadar izleyemediğim bir filme ortak oldum. Bence aldığı ödülü de hak etmiş yeteri kadar. Ben daha çok bende bıraktığı duyguların esiriyim şu anda. Dijital ilişkiler için geleceğin buluşu olarak bekliyoruz belki de ama bir kısmımızın, en azından benim, yaşadığım birkaç ilişkinin, filmi konu edinen "dijital aşklar"dan geri kalır yanı yok. Benimkiler bilgisayar değil de daha çok cep telefonu ağırlıklı-ydı.

Filmi izlerken tekrar tekrar fark ettiğim bir diğer konu da insanların bir ilişkide ne beklediklerini bilmeyişleri. Her ilişkiye "mutlu olmak istiyorum; yalnız olmamak, sevmek ve sevilmek istiyorum" düşüncesiyle başlıyor herkes. Ve ilahi bir gücün mutluluğu getirip önlerine koymasını bekliyor aynı zamanda.

Şükürsüzüz insanlar olarak bence. Mutlu olmaktan korkuyoruz belki de, emin değilim. Benim de bocaladığım zamanlarım oldu tabii ki. Yine de bir ışık görmek için kolay kolay pes etmedim karşımdakinden. Yıprandım, belki de yıprattım birçok kez, ama her hareketim o ışığı görmek içindi: Gerçekten sevildiğimi görmek.

Artık şuna inanıyorum: Bu aşk ve sevgi meselelerini yaşadığım ikili ilişkilerde yaptığım tamamen kendimi kandırmaktan ibaret. Evet, çok güzel kandırıyorum kendimi. Mutlu olduğuma inanıyorum, verdiğim kadar aldığıma inanıyorum; inandırıyorum kendimi daha doğrusu. Sonuç? Yalnızım.

Bir de en çok insanların cinsel açlığıyla savaşıyorum. 1 dakikalık, bilemedin 2 dakikalık bir mutluluk için insanların tüm paylaşılmışlıkları, yani tüm duyguları harcamasından muzdaribim. Bunun dışında ne istediğini bilemeyen ya da karşısındakini olması gereken yere yerleştiremeyen insanlarla anlaşmak için zorladım kalbimi.

Her son'da "bir daha asla" dememe rağmen tekrar başa dönüşlerimden de rahatsızım mesela Blog. İrade eksikliği mi, aşırı duygusal olma mı yoksa bir şeylere karşı aşırı hassas olma mı... bilmiyorum nedenini; ama başa dönüyorum, ya aynı yüzle ya da başka yüzle. İçerik, daha doğrusu niyet ağırlıklı olarak aynı çünkü. Yüzler değişiyor sadece.

Sözün kısası, "dijital yardımcı" olarak hayatıma bir işletim sistemi girecekse buna yok demezdim galiba. En azından insanlar kadar yormayabilir.