31 Aralık 2012 Pazartesi

2012 Sonunda Bitti!

2012'ye veda ederken, önceki senelerde nasıl bitirdiğimi hatırlamak istedim ve 2012'nin bu son günündeki yazımda yer vermek istedim.

* 2008'e nasıl veda ettiğimi bilmiyorum; 2009'a bloglamaya "tekrar" başlayarak ve bu sefer hiçbir şekilde silmemeye niyetlenerek bir giriş yapmışım. Şu şekilde: 2008'den hemen sonra. - Heyecanlı, biraz da ciddi bir giriş yapmışım bloguma. O zamanlar üniversite 2. sınıftaydım. Epey ilginç bir sene geçirdim. Amerika'yı gördüm. Çok anlamlı ve özel şeyler yaşadım o yıl. Güzeldi.

* 2009'a veda ederken çok hüzünlü olduğumu hatırlıyorum. Ve şöyle bitirmişim: 2009 - Doğru hatırlıyormuşum... 2010 yılında Erasmus ile birlikte yığınla tecrübem oldu diyebilirim. Güzeldi; önceki yılı hüzünlü bitirsem de.

* 2010'a veda ederken üzerimde fazlaca yük vardı. Fiziksel anlamda da vardı, şişmandım yahu. Şu şekilde bitirmişim: 2010 - Güzel bir karar almıştım beslenme konusunda. Ve başarıya ulaşmıştım.

* 2011'e veda ederken her şey yerli yerine oturmuştu. Ben daha da sağlıklı hale gelmiştim. Hala daha gurur duyarım kendimle. 2011 biraz boş geçmişti benim için. Hatırlamıyorum bile koca yılda ne yaptığımı. Ama Royal Team vardı o zamanlar. 3 kız ve erkek olarak benden oluşan bir grup. Epey samimi bir ortamdı. 2012'de tamamen dağıldık tabii... 2011'e de şu şekilde veda etmişim: 2011 - Yoğun yaşamışım. Aldığım kararların hangi birini gerçekleştirdim şu anda, emin değilim.

Ve 2012. Ah 2012! Bittiğin için mutluyum. Çünkü hayatımda kendim için bir çok şeyi başardığım bir yıl oldu. mezuniyet, fiziksel açıdan çok başka bir insana dönüşmem, duygusal anlamda yaşadığım olgunluk ve tam bitmesine yakın edindiğim çok güzel insanlar ki hepsi fotoğrafçılıkla ilgilenen aşırı aşırısı tatlı ve olgun insanlar... Teşekkür ederim herkese her şey için. Ve şükürler olsun her şey için.

2013, güzel gel be. N'olur? :)

27 Aralık 2012 Perşembe

2012'ye Veda Ederken


**Bu geceki bir Skype konuşmasında yazdıklarım**

[00:50:19] Arif: keşke sevgilim olsaydı böyle
[00:50:29] Arif: bi hafta sonunu tamamen onunla geçirseydim
[00:50:39] Arif: böyle cumartesi saat 10-11 gibi kalksaydık
[00:50:50] Arif: harika bir kahvaltı hazırlasaydık böyle her şeyden olsaydı
[00:50:58] Arif: patlayana kadar yeseydik birlikte
[00:51:07] Arif: o gün başka bir şey yemeseydik mesela
[00:51:16] Arif: bütün gün sarılıp uzansaydık kanepede
[00:51:25] Arif: daha güzel bir an olamaz bence

2013? Lütfen.

13 Aralık 2012 Perşembe

Ekran ve Ötesi

Şu önümdeki ekrandan bakıyorum bazen dünyaya. Bazen diyorum keşke hep bu ekrandan baksaydım, hiç ekranın ötesini görmeseydim, daha mutlu yaşardım; çünkü bilmezdim o zaman insanların ne kadar farklı olabileceğini, daha kolay inanırdım mesela iki kişinin birbirini sevebileceğine; alkolün çok zararlı olduğuna inanır ve uzak dururdum.

Umutla beklerdim eğer şu ekranın ötesindekileri bilmesem. Sıcacık bir evde, annemin yaptığı kurabiyelerden yerken, babamla klasik atışmalarımı yapardım. Tek derdim yarına yetişmesi gereken ödevler olurdu. Ya da şu anki zamanda hala daha ekranın ötesini bilmediğimden, mezun olmuş; ama gelecek için fazlaca pembe hayallerim olurdu. Sonra güzelce uyurdum. Sabah kalktığımda annemi telefonda konuşurken bulurdum; ona kızardım, çok konuşuyorsun telefonda, diye.

Bazen sessizce uzaklaşmak istiyorum her şeyden. Kimseye bir açıklama yapmadan. Kimseyi kırıp üzmeden. Bazen aileme bile yük olduğum konusunda düşünceler geliyor. O derece depresifleşebiliyorum. Sonra her şeyin aslında mükemmele yakın olduğunu görüyorum. Ve halime şükrediyorum.

Ekranın ötesindeki her şey o kadar da kötü değil bir yandan. Allah'ın insanları ne kadar çeşitli düşünce ve duyguyla yarattığını görebiliyorsunuz. Eğer bu şekilde bir inancınız yoksa, şu açıdan da değerlendirebilirsiniz, dışarıdaki insanların ne gibi bir düşünce gücüne sahip olduğunu bilerek yaşama atılmaya çalışırsınız. Daha az düşersiniz, koşarken. Düşmek kötü mü? Belki değil. Kimine göre hiç değil. Düşerek tecrübe edinileceğine inanan kimseler de var. Ya sürekli düşenler?..

Pişman değilim ekranın ötesini gördüğüm, yaşadığım, bildiğim için. Pişman olduğum bir şey de yok aslında. Üzüldüğüm şeyler var sadece. Geçmişimle ilgili üzüldüğüm şeyler...

Bu gece hepsini affediyorum ve hepsinden özür diliyorum. Geçmişimle ilgili her şeyi, herkesi affediyorum. Hatalarım varsa, sesim duyulduğu sürece özür diliyorum. Gitmekte özgür bütün hayaller, nefretler, sevgiler, aşklar...

8 Aralık 2012 Cumartesi

Kendime Yönelik

Aşk neydi?

Tanımlayamazdık aşkı. O an bilemezdik ne yaşadığımızı. Tutkumuz, dokunuşlarımız çok başkaydı. O an aslında aşıktım... Aşkı kabullenişten sonra ondan uzakta geçirdiğim her saniyeyi boşa yaşıyormuşum gibi hissediyordum. Korkuyordum zamanın bir anda akıp gitmesinden. Ağlıyordum; ama göz yaşlarım mesafeleri örtmüyordu. Adına aşk koymuştum; ama ancak ayrılışımın üstünden 2 sene geçtikten sonra... Dedim ya o anda anlayamazdık. Daha doğrusu; anlayamazdım...

Şimdi sayısız yeniliğin yaşandığı koca üç, gerçek anlamda yalnız geçirilen, senenin ardından, hala daha aynı hisleri bana yaşatmamış birinin yokluğunu çekiyorum. Aslında, çekiyordum. 4 gün öncesine kadar... Ağlıyordum içimden, neden yalnız, mutsuz, kimsesiz olduğum için.

4 gün önce, bir geceden sabaha kadar ki uyanışımdı aslında gerçek anlamda dirilişim. Kendime katı kurallar koymadım öncekiler gibi. Tek yaptığım "geçmişimdeki herkesi birer anı olarak saklamak" oldu kalbim yerine beynimde. Daha önce kalbime dokunan kimsenin ne yaptığını, ne içtiğini, kimlerle sohbet ettiğini; ne yapacaklarını, nereye gideceklerini, artık merak etmiyorum. Umursamıyorum ya da şu anda bilmiyorum doğru tanımın ne olduğunu. Sadece hissetmiyorum...

4 gün öncesine kadardı tüm umutla bekleyişlerim. Sanki eski sevgili'lerden biri çıkıp gelse, bir mesaj, bir arama, bir Facebook dürtmesi bile olsa, her şeye tekrar dönecekmiş gibiydi yüreğim. Kıyamamıştım çünkü. Sildim desem de aslında beynimdekiydi tüm temizleyişlerim. Kalbimdeki kırıntıları, çok ufak da olsa, dirilmeye yetecek kadardı her yalnızlık çektiğimde. Ta ki bir geceyi, sabaha kadar düşünmemle geçirerek karar verdim yok olmalarına.

Bazen kendime kızıyorum, her şeyi bu kadar hatırlamak zorunda mıyım, diye kendime öfkeleniyorum. Bu kadar duygusal olmak zorunda mıyım diye savaş veriyorum mantığımla. Sonra susuyorum ve beni ben yapan şeylerle savaşmaktan vazgeçiyorum. Kendimi en güzel halimle bırakıyorum; çünkü farkımı bu şekilde belli ediyorum karşımdakilere.

Şimdi 4 günün verdiği temiz bir kalple yazıyorum cümlelerimi. Başkalarının ne düşündüğünü önemsemeyen biri olarak yazıyorum. Aslında çoğu zaman önemsemiyordum; o eski sevgili'ler diye tanımladıklarım haricinde. Artık onların da ne düşündüğünü umursamıyorum.

Kendimi dinliyorum. Bedenimi dinliyorum. 8 gündür yaptığım diyetle, okuduğum kitapla, dinlediğim müziklerle, izlediğim filmlerle ödüllendiriyorum sakinliğimi. Önemsemiyorum başkasının benim hakkımdaki eleştirilerini. Ve kafamdaki yığınla insan konuşmasını tutmaya çalışıyorum. Çünkü bazen karşıma tanımadığım insanlar çıkıyor. Artık öyle ki konuşmaya başladıkları "merhaba" deme şekillerinden bile çözer oldum o kişilerin doğru insan olup olmadıklarını.

Belki dışarıdan sürekli yakınan, kötü durumda biri olarak gözüküyor olabilirim; kötümser halim yüzünden. Fakat beni benden daha iyi bilen yoktur. Yani ben de farkındayım değerimin ne boyutta olduğunun. Yine de susuşlarım kötümser hallerimin lehinedir.

Şimdi Aşk Neydi? 

Aşk, kendime olan sevgiydi. Şimdi büyük bir tutkuyla aşığım kendime.

3 Aralık 2012 Pazartesi

Gelsen Yine

Gel ne olur!
Çok özledim seninle geçen geceleri,
Bana sarılmanı, korkusuzca öpüşmelerimizi çok özledim.
Bıraktığın gibi her şey içimde,
Ne ben silebildim ne de zamanın gücü yetti silmeye.

Gel, sabrım tükenmeden; umudum yok olmadan gel!
Çok isterim geçen her günümü ilk günümüz gibi yaşamayı,
Razıyım sadece bakışmaya, sessizce konuşmaya.
Tekrar hayal kurmaya, tekrar kavga etmeye, tekrar ağlamaya hasretim seninle.
Gel artık, yetmedi mi ikimizin de çektiği çile?

Senden önceki halimdeyim yine.
Bilemezsin ne git geller yaşadı bu yorgun yüreğim.
Beklemiyorum artık anlamanı, gel sadece.
Yine sahip çık duygularıma.
Kırma ama bu sefer.
Senin yüzünden olmasın ağlamalarım,
Senin için dökeyim gözyaşlarımı bir tek.

Ya da gel de bana!
Durma öyle hiçbir şey yaşamamışız gibi uzaklarda.
Hiç mi üzülmedin ayrı düşünce, ikimize, kendine?
Sanma ki gelip geçiciydi her şey.
Bil ki gecelerim leyla olmuş
Yangınına hasret yüreğim.
Yorma artık sen de.
Bir ses ver yüreğim yumuşasın
Ya da konuş de sabahlara kadar susmayayım...

28 Kasım 2012 Çarşamba

Duvarlar

Fotoğraflardaki gibi olmalı hayat. Bir anlamı olmalı. Gülümseyecek kadar huzur vermeli. Ağlayacak kadar değerli olmalı üzüntüler. Bazen tüm kusurları harikaymış gibi sahiplendirmeli insana. Çok şey anlatmalı kimi zaman, hayat. Bazen bir durgunluğu barındırmalı... İçinde kötü insanlar olmamalı. "Kötü" diye tarif edilen neyin fotoğrafını çekebilirsiniz ki?.. Sigara içen birinin çıkardığı duman? Manavdan elma çalmaya çalışan çocuk?..

Hayat nasıl geçmeli Blog? Karşına seni mutlu edecek insanın çıktığını düşündüğünde, aynı zamanda her şeyden uzaklaşırken, hayatın ne kadar tuhaf ve çelişkiler içinde yaşadığını derinden hissederek mi geçmeli? Ya da her gelen kişi için bütün tabularını yıkarak mı geçmeli hayat? Yoksa hiçbir şeyin seni eğilirken kırmasına izin vermeden mi geçmeli?

Sessizlik nasıl mutlu ediyor beni şu sıralar, bilemezsin. Hayatıma giren insanlar, hayatıma girmesine izin verdiğim insanlar, hayatlarına girdiğim insanlar şeklinde geçiyor dünyam son aylarda. Nerelerden geldiğimize bakıp, neleri kaybettiğimizi, neleri boş yere harcadığımızı, kimlere hak etmedikleri şansı verdiğimizi düşünüyorum Blog. Hepsini alıp çöpe koyacak kadar değersiz buluyorum bazen. Almam gereken dersi aldığımı, bundan sonra ders almayı bırakmayı düşünüyorum. Sanki bu benim elimde değilmiş gibi de düşünüyorum aynı zamanda. Ne zaman bitecek acaba bu öğrencilik durumu, bir şeyleri bıkmadan tekrar keşfetme durumu...

Hayatlarına girdiğim insanlara olabildiğince mutluluk ve hüzün getirmeye çalışıyorum. Çünkü inanıyorum ki tekinde aşırıya kaçarsam ilişki denen şeye karşı bütün dengeyi bozacakmışım gibi geliyor. Hayatıma girmesine izin verdiğim insanlar, bana bir şey öğretmeli diye düşünüyorum. Benden karşılığında istediklerini alabilirler; ama öğretmek şartıyla. Hayatıma giren insanlardan ne beklediğimi şaşırmış durumdayım. Çünkü ben sevgi beklerken onlar bendeki sevgiyi tüketir olmuşlardı her defasında. Kimi içimi, kimi dışımı, kimi elimdekileri tüketti. Evet, ilişkiler tüketmeye dayalı artık; ama azalarak çoğalan bir yapım yok benim. Şimdi kalanımı korumaya alıyorum. Kendimi, kendime saklıyorum bir süredir. Ve uzun bir süre de böyle devam edeceğime inanıyorum. O yüzden Ankara'da daha fazla nefes almayı umuyorum. Cumartesi günüyle birlikte yeni bir sayfa, yeni bir dünya ile devam etmeyi umut ediyorum. Kendime karşı olan bütün saygısızlıkları, ilgisizlikleri, umursamazca kullanımları telafi etmeyi umut ediyorum.

İstanbul her gelişimden daha fazla şey aldı benden. Küçükken gözlerimin ışıltısıyla baktığım koca şehir; adeta bütün büyüsünü alıp, söndürdü hayallerimin. Ankara'da başlayan, kısmen de olsa, hayatımı, tekrar orada devam ettirmeye itiyor şimdilerde.

Sonsuz uzunluktaki bir çukurda debelenmeye benziyor biraz da durum. Çukurun duvarlarını kendimin oluşturduğunu da eklemek isterim. Hikayemin geri kalanı için umutlarım var; ama yazmak için kendimi yeteri kadar güçlü hissetmiyorum. O yüzden nokta koymakta fayda var Blog.

24 Kasım 2012 Cumartesi

Cuma Gecesi Bieeeaatch!

Cuma gecesi...

Çok farklı geçtiği konusundaki düşüncelerimin beni benden alıyor oluşu büyük bir gerçek. Çünkü ben Taksim'de gece dışarı çıkıyorsam, güzel bir şeyler olabiliyor eğlenebileceğim şekilde. "Hatırladığım" şekilde şuraya da not düşeyim:

* Arkadaşımın eski sevgili 4x4 grubunun solisti Deniz'i gördük İstiklal Caddesinde yürürken. Sanıyorum ki saat 2'ye doğru geliyordu. O kadar çok lafı geçmişti ki bir türlü tanışmak kısmet olmamıştı. Velhasıl, caddede yürürken birini Deniz'e benzettim önce. Tabii Deniz değildi o kişi; ama 1 dakika geçmedi, pat diye Deniz geldi, arkadaşıma seslendi. Konuştular, ayaküstü tanıştık, güzel oldu. Kalbim temiz-miş dediğimi hatırlıyorum.

* 3. bardan çıktık 3 kişi yürüyoruz başka bir bara gitmek üzere İstiklal Caddesi'nde. Ben tutturdum " yaaa birileriyle tanışalım lütfeeen, çok eğlenceli olur, hem birlikte gezer, içeriz" falan. Benden gaz alan arkadaşım, karşıdan birbirine sarılarak gelen, gayet kültürlü bir çiftin yanından geçerken "ya bize de sarılsalar keşke" dedi. Ben "duyacaklar be" demeye kalmadı, adamın eşi idi sanırım, dönüp gülerek bize "siz de arkadaşınıza sarılıyorsunuz" diyerek yanımızdaki bayan arkadaşı gösterdi. Ben baş parmağı onaylarcasına kaldırarak "çok şanslısınız" derken, kadının eşi, arkadaşıma sarıldı. Ben de bayan arkadaşımla yanyana dururken "ya bize de sarılııın" dedim o kafayla, sen tut adam gülerek gel. Nasıl samimi sarıldığımı çok iyi hatırlıyorum, öyle ki adam başımı öptü ve geri döndü eşi sandığımız bayanın yanına. Ben aldığım bu pozitif enerjiyle gecemin geri kalanında kendime olan güveni tavan yapmıştım.

* Bir ara elimizde içeceklerle ara sokaklardaki barların önünden geçtik. Tektekçi diye bir yerin önünde çöreklendik. O arada önümde iki kişinin yanında bir garson elinde shot tepsisiyle satış yapıyordu. Rengarenk shotları görünce fırladım direkt. Sanki içmişçesine "şu renkli olanından alın bence güzel duruyor o" dedim. Çoçuklar aldı. İçtiler; ama suratlarında tatminsizlik ifadesini görünce "hımm olmadı değil mi? İnşallah işe yarar" dedim. İşe yarar? Sarhoş eder anlamındaydı... O çocuklardan biriyle ayaküstü muhabbet ettik. Sonra ben aynı mekanda lavaboya gittim. Ellerimi tam köpükledim yıkamak üzereyim, çeşme çalışmıyor. Çalışıyor aslında; ama meğersem alttan ayağımla basılı tutmalıymışım. Yanımdaki bayan da aynı şekilde kaldı. Sonra yanındaki çocukla ne muhabbeti kurduysalar, çocuk kıza "ben ibneyim üstüme sürebilirsin bir şey olmaz dedi" Sonra gülüştük hepimiz. Bana döndü sen de mi ibnesin deyince "evet, silebilir miyim üstünde?" derken üstüme doğru geldi gayet "başka" açıdan "tutkulu" şekilde. Tam o esnada garson girmiş ve suyu kullanma şeklini gösterdi; gülerek ellerimi yıkayıp çıktım oradan.

* Sonra kafalarımız zaten güzelken, diğer iki arkadaşımla başka bir bara gittik. Orada zaten koptuk. Ona hiç girmiyorum... Saat 4:30 gibi eve döndük, Beşiktaş'a.

Yanı, anlayacağın Blog, Cuma gecesi was BOMB! Beni en çok mutlu eden kısmı, o yoldaki gayet kültürlü ve açık çiftin sarılma olayına sıcak bakmış olmaları oldu. Ve birinin bana o şekilde sarılmasının gerçekten ihtiyacım olan şeylerden biri olduğunu daha da iyi hissettim.

İstanbul turum yavaş yavaş sona eriyor. Haftaya Ankara'ya, oradan da kim bilir nereye gideceğim. İyilikler, güzellikler bizimle olur inşallah Blog. Her ne kadar 24. yaş günüme ağlayarak soksa da beni insanlar, çok güzel bir 24 yaşayacağıma inanıyorum ben. 25'imde tavan olacağına daha çok inanıyorum.

Bir de insanlarla ilgili öyle cümlelerim var ki Blog, yazıp da seni kirletmek istemiyorum. Çünkü sen de biliyorsun ne kadar vurdumduymaz, ne kadar taklitçi ve kıskanç, ne kadar tüketmeye hevesli olduklarını...

19 Kasım 2012 Pazartesi

İ.S.T.A.N.B.U.L

Artık susmuyorum yarınlar için. Avazım çıktığı kadar bağırıyorum. Önüme gelen her taşa tekme atıp; ayağımın acısına sızlanmak yerine, üstlerinden atlıyorum her birinin... 

Şimdi konuşuyorum işte. Kelimeler tane tane çıkıyor beynimden, cümle olup; dilimde renklenerek yansıyorlar karşımdakilere. Bir coşku, bir tutku ile yele karışıyorlar...

* Çok istiyorum son başvurduğum işin olmasını. Gerçekten çok istiyorum. Ne yapsam ekstra diye düşünüp duruyorum; ama çok istiyorum. Blog, ben o işe gireyim n'olur. Fazlaca bunaldım çünkü birçok konuda. Herkes rahatça oturduğu yerden bir şeyler söylüyor/düşünüyor benimle ilgili; ama sadece 2-3 çok özel insan gelip dinliyor, yardım etmeye çalışıyor.

* KPDS sınavı da geçti Blog. Bu seneki gireceğim sınavların hepsine girdim. Sınavlar bitince yapılacaklar listesindekilere yarın başlasam iyi olacak.

* Hayat bir anda parlayıp; bir anda sönüyordu bugüne kadar; ama en sonuncu sönüşünden şimdiye kadar hiçbir parlama olmadı. Şu sıralar olacakmış gibi hissediyorum.

* İstanbul'daki en uzun geçirdiğim zamanı yaşamaktayım Blog. İ.S.T.A.N.B.U.L desem sen beni anlarsın...

13 Kasım 2012 Salı

Sadece Bir Rüya


Sevgilisinin kafeden girdiğini görünce ayağa kalktı ve gözleri onunkilerle buluştu. Kış aylarından birinde olduklarından, üstlerinde montları vardı. O kıyafetlere rağmen sıkıca sarılmışlardı birbirlerine. Dudakları neredeyse birbirine değecekti.  Bir süre sessizce bakıştılar gülümseyerek. Ve sevgilisi ona sordu:

Söyle bakalım, ne yapmak istersin?

Çok uzun zamandır özlediğim şeyler var. Onları bana yaşatabilir misin bu akşam?

Bana yardımcı olursan, şu gözlerin ve gülümsemen için her şeyi yaparım.

Yanımda sesini çıkarmadan konuşabilirsin mesela. Sabaha kadar dinleyebilirim seni. Bana dünyadaki her şeyi unutturabilirsin. Beni sarhoş edebilirsin sözlerinle. İstersen sarhoş da olabilirim senin için; ama alkolle değil. Sarhoş et beni, evet. Kendinden bir şeyler vererek sarhoş et. İstersen yalanlar söyle; ama lütfen inandır beni hepsine. Razıyım sonradan üzülmeye ben. Sen o kısmını düşünme zaten, boşver. Sadece isteyerek yap hepsini. Gözlerinin içine şimdiki baktığımda gördüğüm gibi kalsın tüm samimiyetin. Çok zorlanırsan alkol de alabilirsin. Çok isterim dudakların benimkilere değdiğinde biraz şarap tadı almayı. Alkol kullanmıyorsan sorun değil. Sen beni öptüğünde zaten unuturum her şeyi ben. O anki hayal dünyama göre şekillenir her şey. Sen yine de kaybetme şu gözlerindeki ışıltıyı. Böyle sarılarak da kalsak yeter bana. Dertlerinden bahsetme mesela bu akşam bana. Eğer ben karamsar konuşmaya başlarsam sustur beni! Gerekirse dilimi kes, konuşamayayım. Bırak bu akşam dünya bizim için dönsün. En kötü ne olabilir ki? Önemli bir telefonumu kaçırırız, telefonlarımızı kapatırsak? Şimdi beni öpsen, etrafımızdakiler ne yapabilir ki en fazla? Öldürürler mi bizi sence? Aslında ölsek de olur. Yeter ki son gördüğüm gözlerin olsun. Yardımcı olabildim mi bilmiyorum; ama istersen bir daha görüşmeyebiliriz…

Sen gerçek misin ya? Nasıl böyle birini tanıyamamışım ki ben yıllar boyunca. Neredeydin bunca zamandır?

Çok özür dilerim. Yaklaşık dokuz saattir uyuyorum ve birazdan uyanmak zorundayım. Ağladığıma bakma. Bir başka gece seni rüyama tekrar çekeceğime inanıyorum ben. O zamana kadar kimseye gitme olur mu? Bütün anlattıklarımı bir tek seninle yaşayacağıma söz veriyorum. Sadece vazgeçme benden, bizden. Hoşça kal.

9 Kasım 2012 Cuma

Sevgilisiz Sonbahar

Bir süredir hareketli şarkılar için ne yapsam derken Christina'nın albümünün nette gezdiğini gördüm ve dinledim tek tek. O yüzden şu şarkıyla giriş yapmak en mantıklısı:


En sevdiğim şarkılarından biri oldu Christina Aguilera için. Sanırım bir süre şarkılarını dinleyeceğim...

Blog, sana yazmak istediğim o kadar çok şey var ki. Bazen diyorum bütün her şeyimi yazayım buraya. Sonra düşünüyorum o kadar özelimi paylaşmasam nasıl olur acaba? Neyse, yakın zamanlarda yaşadığım "date"ler için konuşmak gerekirse, tamamen birer zaman kaybılarmış. İnsanların aynı anda birkaç kişiyle flört edebiliyor olmasına ne demem gerektiğini bilmiyorum bile. Sessizce uzaklaşıyorum kendimi güvende hissetmediğim durumlarda. Son ilişkim de aynı şekilde bir zaman kaybı imiş. Bana bir şey katmamış. Aksine gördüğüm kadarıyla ben yığınla bakış açısı vermişim. Bir ilişkiden sürekli bir şeyler beklemek yanlış. Beklemiyorum da zaten; ama verdiğim şeyi almayı istiyorum ben. O dengeyi kaybettiğimiz sürece mutsuzluk hep kapıda olur. O zaman da birlikteliğin bir anlamı olmaz. Birini hayatıma alacaksam hayatımı daha fazla hüzünle doldurmamalı o kişi. Mutluluk katmalı bana, inanç katmalı, birine güvenmenin verdiği huzuru hissettirmeli. Aynı şekilde ben de dönüş yapmalıyım. Bazen fazlasını yaptığımı da düşünüyorum. Bilmiyorum. Son zamanlarda edindiğim tecrübeler bana daha da başka şeyleri düşündürdü. Değişime açık olmam gerekiyor. Değişime hazır olmalıyım artık. Korkmamalıyım. Öyle olmalıymışım yani. Düne kadar hayatıma biri alsam daha iyi olur diye düşünüyordum. Yanılmışım demek istemiyorum. Hala daha istekliyim o konuda. Hatta dün gece çok fazla duygusal bir hale büründüm. Kimseye bir kötülüğüm olmamasına rağmen, güzel şeyleri hak ettiğime inanmama rağmen, "azınlıktaki" insanlardan olduğumu bilmeme rağmen hala yalnız oluşum beni üzüyor. Sanırım daha zamanı var. Hep böyle dedim yine diyorum; sanırım daha zamanı var... Bekliyorum o yüzden.

Dün gece birinin bana dediği şeyi uyguluyorum. Buraya yazmamalıyım; herkes bilmemeli bence. Yoksa herkes yalnız kalmaya çalışır...

Bir de Gökhan var. O bana sarılmak ve öpüşmekle ilgili birkaç düşüncesini anlattı. Platonik sahneleri oluşturdu kafamda. Sanırım artık cidden kimseye ihtiyacım kalmadı. Bugün saat 3 gibi o sahneleri kafamda uygulamaya koyulacağım. Başarılı olursam eğer çok uzun bir süre idare edebilirim.

Yine de bil ki Blog, çok yoruldum insanlara değer vermeye çalışmaktan, anlamaya çalışmaktan. Birazcık homo sapiens edalarını koruyabilseler keşke karşıma çıkanlar, ben de üzülerek ayrılmasam sahnelerden her defasında...

4 Kasım 2012 Pazar

Kasım'da A*K?

* Ne oldu? Ne değişti yani? İstediğin bu muydu? Böyle bir şey miydi?

* Vazgeçmeyeceksin değil mi hiç? Hiç ama? Bir sefer olsun tamamen uzak kalamayacaksın, değil mi? İlla olacak bir şekilde, değil mi?

* Ne zamana kadar peki? Nereye kadar yani?

* Hep en çok sen düşüneceksin, değil mi?

Vazgeçmeliyim bence. Gerçekten. Artık gerçekten vazgeçmeliyim. Bırakmalıyım hepsini kenara, hayata gönderiliş amacım neyse onu bulup o şekilde devam etmeliyim yoluma. Belli ki olmuyor, belli ki beceremiyorum. Belli ki kendimi en güzel kandırdığım şey. Belli ki bir ben takıyorum kafaya bu mevzuyu. Belli ki bir ben kabulleniyorum aslında hepimizin aynı olduğunu. Aksi halde şu anda bu kelimeleri kullanan biri olmazdı burada. Yakınmazdı, belki en az bin kere yakındığı mevzudan.

Vazgeçmeliyim. Olmuyor. Bir yerde bozukluk çıkıyor. Yanlış rollerin içinde debeleniyorum sanırım. Sanırım 20 sene sonrasından gidiyorum bazı konularda. O yüzden oluşuyor bu tip şeyler. 24+20=44 e ölmüşüm ben. Bu saatten sonra sevmeyeyim en iyisi. Zaten hepsinin sonucu aynı. Değiştirmeye çalışsam da çalışmasam da aynı. Vazgeçelim biz Blog. Vazgeçelim sevmekten...

Yığınla derdim var. Var da yazamıyorum şuraya. Anlatıyorum, dinleyenlerim var çok şükür; ama ne fayda?.. Artık anlattıkça rahatlamıyorum. Daha da üzülüyorum, daha da fazla geliyor her şey. Daha çok bunalıyorum. İyimserlik konusunda aslında herkesten daha yüksek seviyelerdeyim; ama bu halim bile fayda vermiyor artık.

Eksik olan şey sevgi diye düşünüyorum bir süredir. Ondan tüm çabalamalarım. Sanırım yağlı bir zeminin üstünde bisiklet kullanıyorum. Boş yere pedalları çeviriyorum. Belki de bisikleti bırakıp biraz dinlenip; sonra da yürümeye çalışmam lazım.

Neyse Blog. Beni bu düşüncelerin hepsinden alıkoyan bir sevgi lazım bana. Beni yığınla düşüncelere iten bir sevgi değil.

dipnot: Bu yazımın fotoğrafı bana ait. Sanırım çektiğim fotoğraflardan yazıma eklediğim ilk fotoğraf.

22 Ekim 2012 Pazartesi

Pazartesi, Oh Pazartesi!

Yalan Dünya'daki Nurhayat gibi "Aellaaahııııaaammm!" şeklinde bir 3-4 gün geçirmekteyim. Merak edilmesin hepsi, her dakikası hatta her saniyesi çok iyimser, çok pozitif, çok renkli ve çok tutkulu(!) olan bir zamanlar silsilesi bahsettiğim.

Mojito içtim. 20-10-2012 Allah sizi inandırsın, içerken fark etmedim de içtikten sonra yine saçma salak bir gülümsemeler, aptal aptal flört edasında konuşmalar dalgasına girince anladım ne kadar etki ettiğini. Zaten şekerli ve buzlu şekilde içilen alkollü içeceklerin etkileri böyle oluyormuş genelde. Güzeldi yani. İlginç bir hafta sonu idi, eğlendim bolca. Fark ettiğim şeyler oldu yine.

Ablamın doğumu var bu haftaki konularım arasında. Henüz ikinci kez dayı olmadım; ama muhtemelen yarın doğurması planlandığı için. Bir adet kız yeğenim daha olacak diye düşünmekteyim. Yani bu hafta dayı olma haftası. *alkış*

19 Ekim'den beri iyimserliğim hakim. Pozitif bir şekilde dolanıyorum; ama Pollyanna modunda değilim bu sefer. Çünkü o hallerim çok "kısa" sürüyor. Ve tamamen geçici/sahte tavırlar içinde. Şimdi iyiyim. Neden böyleyim diye sormuyorum. Çünkü sorasım yok, daha doğrusu sormakla zaman kaybetmek bile istemiyorum. Beklentiye girmiyorum o tarihten beri hiçbir şey için. Hiçbir şey: Beni özel hissettirmeyen, zamanımı çalan, değer verdiğini düşünmediğim, bana bir şey katmayan şeklinde tanımlanabilir. Aksi halde bir büyük hayalim var şu anda. Onu gerçekleştirmeyi hedefliyorum önümüzdeki zaman içerisinde. Bir yandan da rutin planlarım için çalışıyorum. Ha bir işe girip çalışsam daha iyiydi; ama eskisi gibi onun da etkisi altında ezilmiyorum. Yani zorlamıyorum, olursa çalışırım gayet güzel bir şekilde. Askerliğimi tecil ettirdiğim için rahatım bir anlamda. Öyle de denebilir. Bu yazımdan sonra da, 19 Ekim'den de sonra olduğu şekilde, hiçbir zaman, hiçbir şekilde hiçbir türdeki sorunumu birileriyle paylaşmama kararı aldım. Sebepleri ve sonuçları tamamen bende saklı.

Bir de geçenlerde bir mesaj aldım Facebook üzerinden. Bloguma ulaşmış biri, yazdıklarımı okumuş, beğenmiş. Sonra uzunca bir mesaj atmış Facebook profilime ulaşıp. Çok teşekkür ederim kendisine. Mutlu oluyorum ben bu şekilde aldığım mesajlardan dolayı. Çünkü bir yerlerde ben gibi düşünen birilerinin olduğuna inanıyorum; ama böyle seslerini duyduğum zaman inancım daha da pekişiyor.

Pazartesileri bir başlangıçtır. Psikolojik olarak hep bununla uyandık Pazartesi sabahlarına. Hani Pazartesi gününden nefret eden yığınla insan var. Haklılar da; ama bence pozitif başlarsak o şekilde devam edebiliriz. Ne olmuş paranız yoksa? Ne olmuş işiniz boka sardıysa? Ne olmuş lanet olası bir sevgiliniz yoksa? Ne olmuş sınavlarınız kötü geçiyorsa? Ne olmuş arabanızın ciddi bir hasarı var ve size yığınla fatura çıkardıysa? Ne olmuş bir yakınınızı kaybettiyseniz? Ne yapacaksınız? Oturup günlerce yas mı tutacaksınız? Ağlayıp sızlayıp; bir yerlerde kör olana kadar alkol mü içeceksiniz? Kendinizi, o kıymetli yüreğinizi uzak mı tutacaksınız dünyadan? Değer mi geçmişte olup bitmişler için şu anı ısrarla kötü geçirmeye? Değmez. Değmesin.

İyi haftalar bana, sevgili Bloguma ve bana ulaşan herkese!

18 Ekim 2012 Perşembe

Neden Ben'lerde Son Durum


Sabahlara kadar yazma isteği var içimde. Dışarıda yaşayamadığım her şeyi yazma arzusu var içimde. Gözlerim bozulana kadar, parmaklarım kopana kadar yazmak istiyorum. Litrelerce kahve tüketip; her türden müzikle beynimin hiçbir şeyi algılayamayacak duruma gelmesine kadar yazmak istiyorum. Beni anlayan bir kişi çıkana kadar yazmak istiyorum. Böyle deyince sonsuza kadar yazacakmışım gibi hissediyor oluşum da beni benden alıyor sevgili Blog.

Hedeflerim sürekli değişmiyor aslında. Ben mi sürekli değişiyorum? Hımm bence çevremdekiler sürekli değişiyor. Ya da dur, öyle değil. Ben daha iyi görüyorum çevremdekileri. Sahip olduğum tüm elektronik cihazların yeni özelliklerini keşfediyorum. Arkadaşlarımın normalde görmek istemediğim yanlarını görüyorum. Üzüntü ve sevinç arasında gidip geliyorum. Sessizce izlediğim durumlar da oluyor. Sinirlendiğimdeki ses tonumu kontrol ettiğim durumlar da oluyor. Gülüp geçtiğim durumların olmayışına kızıyorum biraz şu sıralar. “S*ktir et ya” diyemeyişlerim bazen beni de üzmüyor değil.

Önümde 1000’er sayfalık 2 adet kitap var. Ve 24 gün var. Başarı oranımın nasıl olduğu konusunda belki de kendimi sınayabileceğim en güzel 24 gün belki de bu. Hiçbir şey olmamışçasına böyle duruşlarım beni bile şaşırtmıyor değil.

2. iş görüşmemi de geçirdim Blog. Aslında ikinci iş görüşmemdeki iş için çok verimli olabildiğime inanıyordum; ama velhasıl “hayatta ne yapmaktan çok hoşlanırsın?” gibi bir soru yerine “metin yazarlığı konusundaki isteklerini bana hissettirebilir misin?” gibi bir soru sorulsaydı; daha anlaşılabilir bir “iş görüşmesi” geçirebilirdim. Zira kimseye “senin büyük bir acı yaşadığını görüyorum ben” gibi bir şey söylemek yerine başka türlü yaklaşabilirdi insanlar. Kelimeleri or*spu yapmaktansa onlara 13 yaşında olan ve kraliçelik tahtına hazırlanmakta olan bir leydi olarak yaklaşma taraftarı olmuşumdur hep. En değerli kavramlarımdan biri olarak gördüğüm şu kelimelere daha fazla değer veriyorum binlerce insandan. Yine de “boşver” diyebilecek kadar takmadığımı düşünüyorum.

Eski sevgiliye mesaj atma konusunda üstüme yoktur Blog. Eski sevgili verilen mesajı anlamadığı sürece yine yapacak bir şeyimin olmadığını görmekte de üstüme yoktur Blog. Zira cidden artık yapabileceğim her şeyi yaptığımı düşünerek sahneden ayrılıyorum.

İsveç ya. Sen ne güzel ülkesin öyle. Deniz kenarında soğuk bir hava. Yazları boğmayan bir nem. Sen ey güzel ülke, beni de alsana içine? Beni burada kimse anlamıyor. Ne ailem ne de iş görüşmesi sonucu bana iyi ve kötü gerçek hallerini gösteren arkadaşlarım.  “Çeken bilir” türünden birkaç derdim var. O dertlerime derman olur musun? Hadi bana bir güzellik yap. Lütfen.

Kahvem bitmiş Blog. Yenisini yapmak istemiyorum. Ya da yapabilirim bilmiyorum; ama yazımı sonlandırmak istiyorum. Üzgünüm. Ve üzgünüm kanserli birinin hikayesini paylaştığım için üzgünüm. Bütün derdimi dinlediğin için üzgünüm. Beni sorgusuz/sualsiz sevdiğin için üzgünüm… 

Buyrun hikayemize:


~~~~~*~~~~~~*~~~~~~*~~~~~~*~~~~~~*~~~~~~~

Kimsenin, kanser olduğunu bilmesini istemediği, birinin hikâyesini anlatacağım. Aslında o da bilmek istemezdi… Kim derdi ki bir kan tahlilinin o safhaya getireceğini işleri? Sessizce doktorun gözlerinin içine bakıyordu anlamsızca ve çaresizce. Kanser olduğunu öğrendiğinde öyle filmlerdeki gibi hayatı bir film şeridi gibi geçmemişti önünden. Sadece büyük bir boşluk vardı kafasının içinde. O sürekli dert yandığı kalbinde büyük bir sessizlik vardı. Sadece ağzını açabildi bir iki kelime söyleyebilmek umuduyla. Gözlerini bile kırpmıyordu. Doktorun “iyi misiniz beyefendi?” diye sorduğunu duyar gibiydi. Sonrasını hatırlamıyordu bile… Aynı kutup sessizliğinde hastaneden ayrılmış; cebinde ne kadar parası olduğunu bilmeden ilk bekleyen taksiyle eve gitmişti. Kapıyı çaldığında, annesi vardı karşısında. Ablasında geçirdiği zamanları anımsadı bir anda. Saçma sapan oradan oraya koşuşturmalarını hatırladı. Eve girdiğinde duş alma bahanesiyle banyoya gitmişti. Suyun altında ne kadar süre boyunca ellerine anlamsızca baktığını hatırlamıyordu bile.  “Yok olup gidiyorum “ diye düşünüyordu belki de. Kim derdi ki bir gün onca yaşanan şeyden sonra sonucun basit bir kanserli hücreyle kapısını çalacağını o fotoğraflarda gülümseyen kişinin…

Bir süre kendine acıdı. Üzüldü, ağladı. Sonra sustu. Belki de bundan sonraki rolü sessiz kalmak olacaktı hayatına devam ederken. Pislik bir dünyanın içinde minicik bir sevgi umuduna bile sahip çıkabilen bir kişi nasıl bir anda nefes almanın bile değersiz hale geldiğini hissedebilirdi ki derinden. Nasıl yatabilirdi geceleri artık? Yine eski sevgilisiyle bir yerde tekrar bir araya gelme hayallerini kurabilir miydi? Sabahları kalktığında tekrar diyete başlayıp; akşamları bulduğu tüm abur cubur şeyleri yiyebilir miydi? Aynı heyecanla bekleyebilir miydi her hafta etkileyici bir finalle biten Amerikan dizilerini? Şimdi ne yapacaktı?

Cevap veremiyordu artık hiçbir soruya; ama çok iyi bir yanını keşfetmişti: Çok iyi rol yapıyordu. Hiçbir şey olmamışçasına gülücükler atıyordu etrafına. Arkadaşlarıyla buluşuyor, aşkın bulunması zor bir şey olduğuna inandığını düşündürüyordu arkadaşlarına. Hayatla boğuşmaya çalışıyormuş gibi gösteriyordu kendini. Para kazanmak için oraya buraya iş görüşmesi diye koşuşturuyordu.  Kimse bilmiyordu kanser olduğunu. Kimsenin aklının ucundan bile geçmiyordu. Bir derdi vardı; ama anlayamıyordu kimse. Kendi yazdığı senaryoyu oynuyordu. Her şeyini anlayabilecek tek kişi olan annesi bile fark etmiyordu içinde olup bitenleri.
Henüz ileri seviyelere geçmemişti hastalığı. Doktor ona başka bir doktora da görüşmesini söylemişti; ama belki yeni bir tedavi yöntemi vardır ümidiyle. Çünkü çoktan tanısı koyulmuştu kanser olduğunun. O sadece ailesine ve çevresine daha fazla rahatsızlık vermemek için sessiz kalmaya çalışıyordu. Her şeyin gelip geçici olduğunu söyleyen kişilerin sesleri yankılanıyordu beyninde. “Ne kadar da haklıymışlar, keşke hiçbir şeye üzülmeseymişim; keşke şimdiki gibi rol yapsaymışım; keşke geçen onca yılımı daha dolu yaşasaymışım” diye düşünürdü geceleri yatağına yatmadan önce.

Geçmişteki anıları onu şimdi de yalnız bırakmıyordu. En büyük destekçisiydi belli ki. Yaşadığı ilişkiler, hayatına girmiş insanlar, kurduğu diyaloglar, gezip gördüğü yerler… hepsi ölüm korkusunu bastırmak istermişçesine aklının bir köşesinde, düşüncelerini rahatlatmak için uygun anı kolluyordu. Yine de ağlayamıyordu. Hiçbir şey onu ağlatmıyordu artık. Öğrendiği zamandan iki ay geçmesine rağmen bir kez olsun oturup saatlerce ağlamamıştı. Oysaki bir filmde aynı rolü yaşayan birini izlese yapacağı ilk şey ağlamak olurdu; ama kendi için bunu yapamıyordu. Sadece sessizce bekliyordu. Zamanı kolluyordu. Acaba ne zaman hastalığı onu yatağa düşürecek diye bekliyordu. O zaman anlaşılırdı her şey. Bir anda herkesin etrafında olduğu, herkesin yardım etmeye çalıştığı, üzüldüğü, ağladığı, sabahlara kadar dua ettiği zamanlar başlardı. O bunu istemiyordu. Kimsenin kendisi için daha fazla zarara girmesini istemiyordu. Bugüne kadar zaten insanları yorduğunu düşünüyordu. Bundan sonrası için sadece huzur istiyordu kendisi ve çevresindekiler için… Ettiği tek dua, olabildiğince ölüme yakın bir zamanda anlaşılmasıydı kanser olduğunun. Tedavinin sadece ömrünü 1-2 sene uzatacağını öğrenmesinden itibaren dilediği tek şey bu olmuştu…

Zaman onun için daha hızlı geçiyordu artık. Hiçbir şey onun içinde sönen ışığı tekrar aydınlatamıyordu. O da farkındaydı artık bir sona yaklaştığının. Şimdilerde yine aynı sessizlikle Azrail’in gelmesini bekliyordu. Hiçbir kimseye, hiçbir umuda tutunamıyordu. Kimseyle paylaşamıyordu hastalığını. O da biliyordu sihirli bir değneğe kimsenin sahip olmadığını. Bekliyordu. Neden seçilmiş kişinin o olduğunu anlamaya çalışıyordu. Bir gün ondan da vazgeçene kadar…

~~~~~*~~~~~~*~~~~~~*~~~~~~*~~~~~~*~~~~~~~

9 Ekim 2012 Salı

Sonbahar Geldi Değil Mi?

3 gündür farklı geçiyor hayatım. Tekrar kalabalık İstanbul'a doğru gelişim, nasıl bir hedefle girdiğimi düzgünce anlamadığım ÜDS, hayatımdaki tecrübe edindiğim ilk iş görüşmesi... Şimdi her şeyi yaşamış bir insanın sessizliği var içimde. Çok sessiz her şey. Korkuyorum bu sessizlikten. Acaba ölecek miyim? Yoksa gerçekten o zaman geldi mi? Hazır mıyım?.. Aslında dünden razıyım ölüm gibi bir sonuca. Hayattan beklentim yok değil; aksine çok şey bekliyorum. Öyle hedeflerim, planlarım, ideallerim var ki tek tek yazsam bitiremem.   Çok oldukları için seçemiyorum sanırım birine yönelmeyi. Bahanem de hazır.

Severken gurur olmaz, bence. Severken yalan olmaz. Severken ben-sen olmaz, bence; biz olur... Şimdi korkularım daha da artıyor. Biz diyemiyorum artık kimselere. Biz diyenlere güvenemiyorum. Biz deyip şimdi sen bile demeyen kimselerin uzaktan etkisini yaşıyorum. Birileri için "O" olmak zoruma gitmiyor da kendimi bu yere koydurduğum için üzülüyorum. El değmemiş, bozulmamış bir avuç sevgimi harcadığım için üzülüyorum. Anlaşılamadığım, unutulduğum, harcandığım için üzülüyorum. Yine de en büyük korkum bir daha birine seni seviyorum diyemeyecek oluşumdan yana. Duymasına duyarım. Çünkü bugüne kadar herkes öylesine savurdu bana sevgilerini. Ya da yanlış anladılar sevme ifadesini onlar. Ben birine seni seviyorum deyip de uzaklara düştüğümde dünyamın dengesi bozulmuştu. Kolay kolay vazgeçen biri değilim ben. Şimdi kendi yalnızlığımdaysam vazgeçilmiş olduğumdandır.

Sıla'nın yeni albümü çıktı bugün. Şimdiye kadar uzun bir süre Sóley dinleyerek geçti zamanım. Bugün şu şarkıyla bağladım duygusallığa yeniden:
"Niye gidemiyorum biliyor musun
Çünkü emek verdiysen zor
Meydan okuma öyle hemen
Dur neden diye sor
Niye susuyorum anlıyor musun
Çünkü anlattıkça zor
Bükme dudağını hemen otur
O zaman hesabını sor
Çok sevdiğimden değil zor sevdiğimden
İyi günde burdasın dar günde yoksun neden
Güler ömür ağlar ömür
Farkında olmayız geçer ömür
Güler ömür ağlar ömür
Farkında olmayız geçer ömür
Çok sevdiğimden değil zor sevdiğimden
İyi günde burdasın dar günde yoksun neden"



Ne güzel sözleri var. Yaşadıklarımın en güzel ifade edilmiş hallerinden biri bu şarkı. Sözleri çok genel aslında; ama en önemli kısımları almış gibi adeta.

Yarım kalınca üzülüyorum ben. Yarım bırakılınca daha da üzülüyorum. Çaba harcamadığımdan değil; istenmediğim yerde duramıyorum. Neden durayım ki? Yarım kalmış bir halde neden kalayım ki? Emek verince bir şeylere, neden çekip gideyim ki diye düşünüyor insan. Şarkıda da onu diyor...

3 gündür moralim bozuk. Üzgünüm. Suratımda bir saçma salak sonradan yapıştırılmış bir gülümseme, ses tonumda arşivlerden çıkardığım bir normal hal sesi, gözlerimde çöl taklidi var; ama içimde büyük bir sessizlik, korku ve hüzün var. Üzgünüm sadece.

28 Eylül 2012 Cuma

Ne Var Ne Yok?

Mezuniyetimden sonraki hallerim tadımdan yenmez o derece. Ağızda acı ve ekşi bir tat bırakabilir aynı zamanda. Yine de sakin kalmaya ve gülümsemeye çalışıyorum. Bir süredir yazamayışımın nedenleri arasında yazmak istemeyişim, İstanbul'daki buluşmalarım, sınava hazırlanışım gibi nedenler var. Sakin ve sessiz bir şekilde, çok düşünmemeye çalışıyorum şu sıralar. Ne kadar başarılı olduğum tartışılır... Bu duruma ek olarak 1-2 ay öncesinde yaşadıklarımın artık beni hiçbir anlamda etkilemiyor oluşu "acaba duygusuzlaşmaya mı başlıyorum artık?" diye düşündürmüyor değil. Ya da şu sıralar birçok kişiye dediğim gibi, kafam o kadar gelecek planlarıyla meşgul ki duygusal hiçbir şeye karşı reaksiyon gösteremiyorum... Rahatsız değilim bu konudan aslında; aksine mutluyum. Çünkü genelde yalnızlığımdan yakınır durumlardayım. Anlaşılamamaktan vs. bildiğin gibi Blog.

Blog demişken, dün bütün gün blogumun tasarımıyla uğraştım. Sitelerde gezerken çok şeker bir bloga denk geldim; benimkini de ona benzettim ve ortaya bu harika sade ve güzel blog çıktı. Üst taraftaki banner işini en sona bırakmıştım. Çünkü uygun bir şey bulamamaktan korkuyordum ki yine sitelerde gezinirken bir grafikerin  çizimlerine denk geldim ve iki çizimini kullanarak blogumun en tepesindeki banner resmini ayarladım. Çok da güzel oldu. Dünden beri bakıp bakıp "ooy ne de güzel oldu blogum" diyorum. Hani gelen giden yok bloguma ya da var ben bilmiyorum; ama 4-5 senedir aktif olarak yazıyorum ve bir gün "ya keşke ziyaretçilerim çok olsaydı" derdine girmedim hiç. Zira bana en büyük kazanç gelip buraya yazıyor oluşum. O da mesut bahtiyar ediyor yeteri kadar. Ha gelenlere de yok demem tabii ki.

İstanbul turumu tamamladıktan sonra, annem ve babamla şuradaki devremülkümüze geldim. Pazartesiden beri tatil modundayım. Ne zaman çıktım ki zaten tatil modundan... Kafamı tamamen boşaltmaya çalışıyorum burada. Başarılı olacağım bu sefer. Umarım.

Şu sıralar fazla bir ilgi var bana karşı. Neden bilmiyorum; ama korkutucu boyuta gelmeye başladı, onu biliyorum. Yine de insanlardan yana fazla beklentiye girmemeye çalışıyorum. Bu şekilde daha az üzülürüm belki. Bir de fark ettim ki daha ağır ve emin adımlarla yaklaşıyorum insanlara. İlgisizliğe düşecek her durumda uzaklaşıyorum oradan hemen. Çünkü 5-6 aylık bir şey için bile hayatını boş yere geçirmek istemeyen biriyim ben.

Ah bir de şuna değinsem aklıma gelmişken iyi olur. İki gündür Sóley isimli bir sanatçıyı keşfettim ve feci halde dinliyorum. Örnek bir şarkısı da şu şekilde mesela:

13 Eylül 2012 Perşembe

Daha Fazla Umut

Geçmişim beni üzmüyor; ama geleceğime doğru tuttuğu ışık beni korkutuyor çoğu zaman. Ümitsizliğe sürüklüyor. Umutsuz bir ben yaratıyor bazen. Şu sıralar öğlenleri evrendeki tüm renkleri alıyorum üstüme; geceleri siyah-beyaz oluyorum. Yatmaya yakın kapkaranlık oluyor dünyam. Hissediyorum her şeyi derinden. Hatta o kadar derinden hissediyorum ki nefes almadığımı fark ediyorum ara ara. Odaklandığım şeyler bir fotoğraf karesi, birkaç kelimeden oluşan metinler ve bana mutluluk vermesi için elimde duran bir kutu şeker...

Defalarca yazıp sildiğim yazılar geliyor bazen aklıma. Daha da çok susuyorum. Sessizliğim korkutuyor bu sefer de beni. Kendimden uzaklaşıyorum. Kendime yabancı geliyorum. Bırakıp kaçasım geliyor o anlar her şeyi. Yapamıyorum. Kıyamıyorum kendime, hala ümitle bekleyen duygularıma, avucumun içindeki bir kelebek gibi çırpınan hayallerime...

Zaman, şu sıralar özellikle, çok vurdumduymaz çocuk misali geçiyor. Dur desem anlamayacak, kapılıp ona gitsem sorumsuzca davranacağım. Sözümü geçiremediğim bir şey oldu hep benim için. Zaten zamana kafa tutmak gibi bir niyetim olmadı. Benim aleyhime işlemese yeter bana.

Umudum birçok şeyde azalarak çoğalıyor artık. Ben bile anlayamıyorum neler olup bittiğini; ama içimdeki ve elimdeki düzenlilik gün geçtikçe daha da iyi hale geliyor. Hedeflerime daha çok bağlanıyorum. Her anlamda ne istediğimi daha çok biliyorum. Acı çekmemek için önümdeki kayaları tekmelemiyorum artık. Elimle kaldırıp kenara koyuyorum. Giderken yolumu açtığım gibi, arkamda da temiz bir yol bırakıyorum. Takip edilmek istediğimden değil; daha çok geçmişe baktığımda her şeyin daha düzgün olabildiğini görmek için.

Ne kadar istesem de geçmişimle bağımı koparamıyorum. Bitirişler, yanlış başlangıçlar; kullanılan kelimeler, tutulamayan sözler; bırakıp gidemediğim insanlar, bir saniyesine bile tahammül edemediğim kişiler; kurmadığım hayaller, elimden kaçan fırsatlar... hepsi hafızamda, hepsi bir şekilde benimle bir bütün. Ve ben hepsinden mutluyum. Hepsine sahip olabildiğim için mutluyum. Çünkü şu anda attığım adımlar daha sağlam. Daha istekli, daha kendinden emin, daha umursamazca dünyayı.

Çünkü ben böyleyim; çünkü ben en güzel şeyleri hak ediyorum; çünkü iyi ve kötü benim için var çevremde.

4 Eylül 2012 Salı

Kendime çekiliyorum

Bir süredir İstanbul'dayım. Arkadaşlarımla buluşmak bana tekrar normale dönme gücü verdi. Bu taraflara doğru gelip biraz daha rahat düşünmeyi umut ediyordum. Geldim, düşünebiliyorum; ama rahat mıyım emin değilim. Hala içimde üzüntüsünü yaşıyorum bazı şeylerin. En başta kendime kızıyorum. Sonunu bildiğin şeylere neden adım atıyorsun, diyorum. Sonra başkalarına kızıyorum, neden beni sevdikleri ve ümitlendirdikleri için. Geçenlerde 24 yaşıma girdim. Düşünce yaşımın duygusal yaşımla birlikte çok daha ilerilerde olduğunu düşünüyorum şu anda. Sevgiyle yapılabileceklerin neler olabileceğini düşünüyorum. Şu sıralar tekrar umutla dolmak istiyorum. Hayallerimi daha güzel bir şekilde kurmak gibi bir niyetim var. Birilerini hayatıma almak istiyorum; ama kendi düzensizliğimle başkalarını da üzmek istemiyorum. Onun yerine  kendim üzülüyorum. Tekrar aynı şeyleri yaşamak istemiyorum. Tekrar üzülmek istemiyorum. Yoğun bir sevgi görüp sonra anlamsızca arkadaş sevgisine muhtaç kalmak istemiyorum. Bunu kimseye yaşatmadım çünkü ben. Çünkü, ben, vedalardan nefret eden, verilen emeklere kıyamayan, saçma sapan şeylerden dolayı soğumayan biriyim. Ben kendimden eminken başlıyorum bir ilişkiye. Acaba onunla olur mu diye başlamıyorum mesela. Ne istediğimi ve istemediğimi biliyorum. Ne verebileceğimi de biliyorum ve içimde de tutmuyorum bunu. Belki de tutmadığım için kaybediyorum. Şu sıralar 1-2 arkadaşım çoktan ümitsizlik yolunda pes etmiş durumdalar. Anlık heveslerle hayatlarına devam etmeyi düşünüyorlar. Ben neden başaramıyorum? Benim neden içimde böyle bir istek yok? Nedir ki beklediğim acaba?

Sevgide gurur olmaz diye öğrettiler bana. Gurur yapmadım hiç. "Ben ona söylemeyeyim, bilmesin, o koşsun hep, ben yorulmayayım" demedim hiç. Demiş olsaydım belki farklı olurdu. Sanırım her ilişkide bir şey öğreniyorum. Kimin için acaba bütün bu hazırlıklar?

Birinde iradeyi öğrendim, birinde ne istediğimi öğrendim, birinde aşık olmayı öğrendim... sonuncusunda gurur yapmamayı öğrendim. Ben öğrendim öğrenmesine de, onlar ne oldu acaba? Ben üzüldüm üzülmesine de onlar ne oldu acaba?

Çok açık ki bir ilişki sonunda iki taraf da üzülmüyor. Bir kişi üzülüyor. Hepsinde üzülen ben oldum. Üzülen ben olmasaydım şu anda en azından bir tanesi devam ederdi. Ben kıyamadıkça biz diye tanımladığım şeylere, başkaları kıydılar gurursuzca, iradesizce, aşksızca.

Şimdi birine daha çok güvenmek istiyorum ya aslında beceremeyeceğimden korkuyorum. Çünkü her gelen bir şeyler alıp gitti benden. Tükendim, derler ya, o hesap benimkisi de. Tükendim. Çok bir şey varmış gibi duruyor elimde sanırım. Oysaki her birine kendimi gösterdim en açık şekliyle. Ben tamamlanacağım günü bekliyorum şimdi. O zamana kadar da kapatıyorum kapılarımı. Yine. Son zamanlarda çok ihtiyacım olduğunu hissettiğim şeyin aslında var olmadığını görünce tekrar, vazgeçişlerime bürünmeye karar verdim. Geçen seneki Ekim ayına gidiyorum tekrar. Sanırım Sonbahar benim için solmak demek. Ondan bu kapanışlarım.

Daha ne kadar küsebilirim, bilmiyorum. Bir daha ne zaman inanırım sevginin gücüne, bilmiyorum. İnandığım şeylerin boşa çıkıyor oluşu beni paramparça ediyor. Seven, gerçekten seven, insanın yapabileceklerini çok iyi biliyorum. Pes edip, kolayca vazgeçmeyi seçenlere bu lafım. Ben hiç birinde vazgeçmedim. Hepsinde uğraştım kaybolmamak için, kaybetmemek için. Ben hepsinde koştum, hepsinde üstüne gittim herkesin, hepsi ayrı ayrı görmüştür gözyaşlarımı. Ben ağlıyorsam biri için, onu çok sevdiğimden ağlıyorumdur. Beni üzdüğü için değil. Her şey kelimeleri ağızdan çıkarmak demek değildir. Ben uğraştım kaybetmemek için, onlar ne kadar uğraştı diye düşünüyorum? Kim yorgundu, kim kolay vazgeçti, kim yitirdi o sevgisini?.. Sevginin yok olduğu bir yerde duramadım hiç ben. Giden oldum; ama kimse sormadı neden gidiyorsun diye, kimse dur gitme demedi. Çünkü gitmem istenendi zaten. Kalmamı isteseydiler, bunu söylerdiler en azından. "Sen fırsat vermedin ki" deyip bir bahane yaratmazdılar. Hep yorulan taraf oluyorum. Nedir acaba benim görevim bir ilişkide? Görevsiz bir şekilde kalacağım bir ilişki olmayacak sanırım.

Teşekkür ederim. Dördüncü kez beni hayata küstürdüğünüz için teşekkür ederim. Beni sevdiğinizi söyleyip sonradan bunu sadece kelimelerde bıraktığınız için teşekkür ederim. Hayallerimi, umutlarımı, inançlarımı yarıda bıraktığınız için teşekkür ederim. Yine çekiliyorum kendi hayatıma. Yine uzaklaşıyorum her şeyden...

28 Ağustos 2012 Salı

Bekliyorum

1-2 aydır sürekli bir sakinlik yakalayıp Amélie'yi izlemek istiyordum. Dün geceye kadar her şey güzeldi; ama sanki bir anda elektriklerim kesilmiş gibi bütün ruh halim çöküşlere geçti. Sebebini hala daha bilmiyorum. Belki içime attığım şeyler patlak vermiştir. Bilemedim Blog...

Son yazdığım yazıların çoğunu sildim sende. Özür dilerim. Silmemeliydim belki de; ama durmalarını istemedim. Bazen sana dönüp yaşadıklarımı okuyorum, tekrar yaşarmışçasına. Canımı daha fazla yakmasın diye sildim belki de. Bilmiyorum.

Sildiğim şeylerde hep hüzün vardı, hep paylaşım, sevgi, nefret vardı. Biliyorsun Blog. Uzun bir süre kendimi uzak tuttum insanlardan, yalanlarından, yarım kalan sevgilerinden. Hatta umudum neredeyse tükenmişti. Çünkü beklemiyordum. Ve o şekilde de devam ederdim uzunca bir süre. Sonrasını biliyorsun, birileri geldi hayatıma. Eh hoş da geldiler. Başlarda benim de kararsızlıklarım oldu; ama zamanla bağlandım, hayallerime, söylediklerine, paylaştıklarıma güvendim. Adım attım. Bir süre sonra koştuğumu fark ettim. Meğer ben koşarken bitmiş her şey.

Her şey iyiydi, güzeldi, açıktı... En azından ben hep gerçekçi olmaya çalıştım. Tüm olabilecekleri söyledim. Sanırım hatam buydu. Yanlış anlaşıldım. Geçici bir şey arıyormuşum gibi gözüktüm. Bir dostum öyle söyledi. Haklı sanırım. Zaten hep bu açıksözlülüğüm ya da dürüstlüğüm ya da aklımdaki her şeyi söylediğim için çekiyorum. Tutamıyorum içimde ne yapabilirim ki. Tek hatalı ben değildim Blog. İki taraf da az ya da çok hatalıydı. Bitmesini istemediğimi sen de biliyorsun. Tek üzüldüğüm hala kaldıramıyor oluşum Blog. Karşımdaki bitirseydi aramızdaki şeyi; en kötü hayata küserdim, üzülürdüm fazlaca, sonra durulurdum; ama hiç kimse bir şey bitirmedi. Yaşanan git-geller, bir anda anlamsız soğumalar, sonra bana söylenen "ben seni sevgilim olarak değil; arkadaşım olarak seviyorum, öyle kal" sözleri... Bunlar ağır şeyler, daha önce yaşamadığım şeyler. Olmaması gereken şeyler. Hani ben böyle düşünseydim; yine karşımdaki insanı düşünürdüm. Hani madem sevmiyorsun kalbinle, o zaman de ki biz ayrılalım. Ben de eyvallah der giderdim. Zaten bitmiş bir şeyin peşinde koşamam ki ben. Ama böyle olmadı ve ben şu anda hala bunu kaldıramıyorum. Evet, bitirip, silip, giden ben oldum. Kötü söz söylemediğim halde yığınla hakareti ben duydum. Yine de içimden atamadım bu olup bitenleri.

İşin bir de başka boyutu var Blog. Az biraz umudum vardı insanlara karşı. Hani kendimi uzak tutarken bir nebze de bu azalan umudumu korumaktı niyetim. Şimdi paramparça her şey. Birileri geçiyor hayatımdan, birileri ilgi duyuyor; ama bırakamıyorum kendimi kimsenin duygularına. Çünkü olan umudumu da harcamış oldum son yaşadıklarımla. Bu saatten sonra onca lafı kaldıramayan bir bünyeyle nasıl hareket edebilirim bilmiyorum. Yine de susuyorum. Ve bekliyorum.

Eskisinden de yorgun bir şekilde...

12 Mayıs 2012 Cumartesi

Yağmurumsu Düşler

Yağmur yağdıkça daha da çok depresifleşiyorum sanırım. Böyle günlerim çamur gibi geçiyor sanki. Çözmeye çalıştığım gelecek planlarım için daha da kötümser hala geliyorum. Bu da etrafımdakilere yansıyor. Haliyle geleceğimdeki kimseler için pek farklı bir ışık gibi gözükmeyebiliyorum. Yine de içimde bir umut var. Zaten bitmeyen birkaç olgudan birisi bu "umut" diye tanımladığım şey...

Canım hiçbir şey yapmak istemiyor. Alışveriş yapmalıyım mesela, birkaç tane t-shirt alsam iyi olur diye düşünüyorum. Yalnız, ne zaman mağazalara girsem, tüm isteğim kaçıyor, hiçbir şeyi beğenemiyorum ve bir şey almadan çıkıyorum. Kitap okumayı istiyorum mesela. Elime alıyorum kitabımı, bir iki sayfa okuyorum sonra sıkılıp, geri bırakıyorum kitabı.

Sürekli dışarıda yemek yemek istiyorum. Fastfood tüketmek istiyorum deli gibi. Çünkü -kısa süreli de olsa- yemek yemek beni çok mutlu ediyor. Spor yapmak da gelmiyor içimden. Büyük bir isteksizlik var. Boşvermişlik değil; ama garip bir isteksizlik var. Zamanla geçeceğini düşünüp, üstüne gitmemeye çalışıyorum bu ruh halimin.

Ben mutlu olur muyum sence Blog? Hani gidişatımı biliyorsun son dört yıldır, beni anlasan anlasan bir sen anlarsın. Sence böyle kalıcı bir mutluluk görebiliyor musun geleceğimde? Hak ettiğimi biliyorum; ama hani tamamen mutlu olabilir miyim dersin? Ben pek emin değilim de artık.

Beni sevdiğini kulağıma fısıldayabilir misin,
Beni istediğini, bensiz yapamayacağını?..
Kendimi sana emanet etsem, sahip çıkabilir misin?
Eksik parçasını bulabilir misin senelerdir eksik kalmış kalbimin?
"Ben" olabilir misin çok istesem?
Peki beni benden çok sevebilir misin?..

28 Nisan 2012 Cumartesi

Bahar Geldi


 Derinlere kadar hissedilen sıcak havalara sahibiz artık. Şimdi bahar geldi diyebiliriz. Hatta içten geçen onca duyguya, düşünceye ve beklentilere rağmen daha da mutlu olabiliriz. Yalnızlık duygusu, ümitsiz beklentiler, yarım kalmış umutlar; maddi sıkıntılar, arkadaş-dost sorunları, kilo sorunları... daha bir çok şey eksik diye tanımlanabilecek şeylere rağmen mutlu olabiliriz. Çünkü, evet, nefes alıyoruz. Çünkü, evet, uzaklarda da olsa birilerinin ve bir şeylerin olduğunu biliyoruz. Çünkü, evet, inancımız var...

Şimdi bütün keşkeleri geride bırakıp, zamanın en verimli olması için elimizden geleni yapalım. Sevdiklerimize olan güzel düşüncelerimizi söyleyelim. "Hiçbir şey" için geç kalmayalım. İçimizdeki çocuğu öldürmeyelim. Baharın gelişini hissedelim gerçek anlamda. Olmuş ve ölmüşlere çare aramayalım. Mutlu olmaya çalışmayalım, MUTLU OLALIM.

27 Nisan 2012 Cuma

Ben ne mi istiyorum?

Ellerim üşüyor sanki. Hani böyle epey üşüyor. Ayaklarım da öyle... Gelecekten beklentilerim de üşüyor. Mezuniyet olayı, yapılması gerekenler, yaptıklarım, olmuşlar ve olacaklar... adeta tüm hayatım üşüyor gibi hissediyorum. Yeni kurallar almak istiyorum. Kaldığım yerden devam etmek istiyorum hayatıma. Şu anki yaşadığım saniyelerin kıymetini daha çok bilmek istiyorum. Gözümün önündeki perdenin kalkmasını istiyorum. Hayatımın şu anki renklerinin farklı tonlarını da görmek istiyorum. Kendimi istiyorum sonuna kadar. Tamamen benim olan bir ben istiyorum.

Tekrar diyete başlamak istiyorum. Umursamazca hayatın hızlı bir şekilde akıp gitmesini istiyorum. Yaptığım sporun ve iyileşen fiziğimin mutluluğunu tek başıma yaşamak istiyorum. Olduğumdan daha fazla dürüst olmak istiyorum. "Ben de buradayım!" demek istiyorum kendime. Boşa geçmesin istiyorum zamanım. Kitap okumak istiyorum deliler gibi, hatta gözlerim bir numara daha büyüyeceğini bilecek kadar çok kitap okumak istiyorum.

Ağlamak istiyorum. Sadece ağlamak... Dünyanın tüm derdi üstümdeymiş gibi ağlamak istiyorum. İçimdeki boşalan yerlerin dolmasını istiyorum. Hatta dolup taşmasını istiyorum. Sonra tekrar ağlamak istiyorum. Bu şekilde rahatlamak istiyorum çünkü... Beni sakinleştirebilecek iki kol istiyorum. Benimkilerden daha uzun olan iki kol... Sonra o kolların sahibiyle sevişmek istiyorum. Terlemekten su gibi olana kadar sevişmek istiyorum. Günlerce uykusuz kalacak kadar... Dünyadaki hiçbir şeyi düşünmeden sevişmek istiyorum...

Aç kalmak istiyorum. Çok yemek yiyorum sanırım günlerdir. O yüzden aç kalmalıyım ki yemeklere duyduğum özlemim artsın.

Özlemek istiyorum. Şu ankinden daha fazla özlem duymak istiyorum her şeye. Daha tutkulu olmak istiyorum. Gözlerime bakanların aslında benden ötesinde çok şeyin olduğunu görmelerini istiyorum. Bir anda sarılmalarını istiyorum karşımdakilerin bana. Beni güzel şeylerle şaşırtmalarını istiyorum. Özel olduğumu, en az tüm insanlar kadar özel olduğumu, hissetmek istiyorum.

Ve tekrar ağlamak istiyorum. Sahip olduklarımı görüp mutluluktan ağlamak istiyorum. Gözümden düşen her bir damlanın yüzümden akışını hissetmek istiyorum. Ağzımın gülmekten yorulmasını, gözlerimin ağlamaktan şişmesini, kulaklarımın dünyanın en güzel sözlerini duymasını, tenimin en özeli yaşamasını, burnumun en hoş kokuları koklamasını istiyorum.

İnsanların birbirine değer verdiği, gelip geçici heveslerin olmadığı, yalanların söylenmediği, kimsenin üzülmediği, her şeyin toz pembe olduğu bir dünya istiyorum.

Çok mu şey istiyorum sizce?..

21 Nisan 2012 Cumartesi

Sor bana pişman mıyım?..

Uzun bir süredir yazmak istemedim Blog. Kendimi konuşarak anlatmak istedim dünyaya. Dedim ki kelimeleri kullanmamalıyım bir süre. Olmadı... Yapamadım ve tekrar yazıyorum sana. Ne çok özlemişim, seni ve böyle içimdeki büyük; dışımdaki küçük dünyamdan sıyrılıp sana kelimelerimle sarılmayı... Nasılsın görüşmeyeli? Sen de beni özledin mi peki?

Nasılım diye sormamalısın aslında. Sen de hissediyorsun nasıl olduğumu eminim. Diyorsundur "bu çocuk ya aşık oldu, ya dostunu kaybetti, ya da çok bunalıma girdi; o yüzden şimdi bana döndü".. Hımm belki haklı olabilirsin bir nebze. Yine üzgünüm haksızsın, diyebilecek kadar net tahminler değil.

Bir süre yalnız kalmak istedim blog. Yalnız, kendimce... Sonra gördüm ki hayatımda hep geleceğimi dert ederek geçiriyormuşum günlerimi. Geçmişimi eşeleyerek zedeliyormuşum hep yaşadığım günleri. Ve farkettim, ben aslında günlerimi dolu dolu geçirdiğimde ertesi günün sabahına çok huzurlu uyanıyorum...

Şu günlerde kalbim, ruhum ve beynim çok farklı yerdeler. Nasıl hareket etmeliyim bilemiyorum. Aslında umut denen kavramı iliklerime kadar hissediyorum son günlerde; ama yorgunluğum izin vermiyor hissetmeme. Yine de bahar geliyor, artık gözlerimi daha az açıyorum, güneş vuruyor gülümsediğimde ufak tefek de olsa yanaklarımdaki gamzelerime. Bunlar hayat umutlarım işte...

Geçen Pazartesi vize haftasına giriş yaptık. Benim 2 dersimin sınavı da aynı gündü. Hemencecik bitti benim için sınavlar ve ben yine çalışamadım istediğim gibi. Nedir bu odaklanamama sorunum anlamış değilim. Yapmam gereken şeyler var; ama kendimi o şeylere başlamak için hazır hissetmiyorum. Sanırım yarın farklı bir Cumartesi olacak. Ve ben Pazar'ımı güzel geçirmek istiyorum...

Son 3 gündür arkadaş-dost adı altında tamamen yanlış tanımaya yönelik problemler yaşadım. Dünkü bitirişlerim ve bugüne çoktan unutmuş oluşum kadar güçlü müyüm acaba diğer konularda diye düşündüm durdum. Ve dedim ki ben kalbimde bitirince beynim buna uymak zorunda kalıyor. Eğer kalbimde bitiremiyorsam, yine beynimin kontrolünde olmuyor hayatım. O yüzden bilinçaltımda hep bir kalbimi davranışlarımın yönlendirmesinde bastırılmış olmaya zorlamak var. O yüzden bitirişlerimde ilk önce kalbimde bitirmeye çalışıyorum. Tıpkı geçtiğimiz günlerde eski dost-arkadaş adı altındaki insanlarla bitirdiğim gibi. Bu konuda pek bir şey yazmak istemiyorum. Çünkü o kadar kırgın ve üzgünüm gibi, benim öyle arkadaşlarım yok, diyebiliyorum...

Böyle işte Blog. Bahar gelemedi gitti bir türlü. Güneş var; ama ısıtmıyor. Benim içimde renk var; ama...

12 Mart 2012 Pazartesi

Buyrun, Yalnızlık?

Hatırlıyor musun en son önemsendiğin, sevildiğin, o başka türden heyecanlandığın zamanı? Hatırlıyor musun en son ne zaman o "kelebekleri" hissettiğini? Ne zaman birini kendinden çok düşündüğünü ya da "o da beni düşünüyor mudur" diye heyecanlara kapıldığını?.. Sen neyi hatırlıyorsun peki bununla ilgili?


~~~~~~~~~~~~~~


Bahar mı geldi duygularına? Nedir bu içindeki çocuksu heyecan? Güneş daha mı erken doğuyor gamzelerine? Yoksa yine mi yangınlar var dünyaların derdini yaşayan, o küçük kalbinde?

~~~~~~~~~~~~~~

Kimse bilemez, anlayamaz ya da duyamaz hissettiklerimi. Ben ki dışımda bir güneş, içimde bir bulut... Ben ki yenik düşmüş çığlara gebe, bilinmez diyarlara yolcu. 

Yine bahar geliyor be Blog. Yine bir kışı daha geride bıraktık senin. Yine saçmalıkların yaşandığı bir yol kaldı geride. Ama yine de güzeldi. Cana gelmeyeceğine, duygulara gelsin, dedik seninle. Ve sustuk birlikte çoğu zaman. Ben konuşmaya çalıştıkça sen de konuştun, farkındasın değil mi?

Haklısın, ben kendimle daha huzurluyum. Ben, hala biri tarafından hakedilmemiş duygulara sahibim içimde. Bekliyoruz işte, yazılıyorsun. İnan çoğu kelimeyi hangi duyguyla yazdığımı ben bile bilmiyorum. O kadar fazla ki hissettiklerim, o kadar çok, yoğun ve anlamlı ki. Şu yaşımda fazlaca yaşadığımı düşünüyorum.

Her 4 ayda bir kendime bir söz veriyorum, yeni bir başlangıç yapıyorum çoğu şeyde, yeni bir ben oluşturmaya çalışıyorum. Ve yine o dört aydan birine denk geldim... Bu sefer ne kadar dayanabilirim bilmiyorum; ama bu sefer sanırım daha farklı olacak. Çünkü çok yorulmuş bir başlangıç var içimde. Çok farklı bir başlangıç var.

Yine saçma sapan şeylerin temizliğini yaptım. Bu sefer, hayatımı düzene sokana kadar uzak kalacağım, sözüne gerçek güvenimi vereceğime inanıyorum. Bu sefer izin vermiyorum hiçbir kalbe, düşünceye, duyguya. Hakedilmediği sürece sessizliğimle konuşmaya çalışıyorum herkesle. Gerçek bencilliği oynamaya çalışacağım bu sefer. Elimden geldiğince nefret edeceğim. Sevgi kelimesi sadece içimdeki huzuru sağlamak adına olacak. Ve hakettiğim zamandaki halime bakıp anlayacağım doğru yer/doğru zaman/doğru kişi olduğunu.

Şimdi o sessizliğe merhaba diyelim Blog, ne dersin?

7 Mart 2012 Çarşamba

Zaman Geçiyor!

Zaman kaybediyorum. Sadece zaman... İçine ne kadar süreklenirsem o kadar çok düşünmeye başlıyorum. Düşünmek yoruyor, zaman kaybettiriyor.

Bir süredir İstanbul'dayım. 4-5 gündür de gezmekteyim diyebilirim. Bu günler içinde buluşmam gereken yığınla kişiden sadece bir kısmıyla buluşabildim. Bugün hariç önceki 4 gün boyunca sabah çıkıp akşam eve girmem, otobüsle 2 saat yol gitmem, gördüğüm kişiler ve yaşadığım dolu dolu zamanlar, bana epey fazla duygu yoğunluğu yaşattı. O yüzden artık çıkasım gelmiyor. Ben gibi evcimen birinin bu kadar kısa süre içinde çok fazla "action" yaşamış oluşu fazlaca zorlamakta maddi-manevi beni... Daha buluşmayı düşündüğüm arkadaşlarım var; ama zaman-mekan-güç üçleminde gidip geldiğimden ötürü ve başka konulardaki yoğunluğumdan ötürü bilemiyorum ne kadar etkili olabilir hislerim bir adım öteye gitmeye...

22 gün gibi bir süre kaldı diyetimin hesapladığım süresinin bitmesine; ama bir süredir gayet normal ve "fazla" beslendiğimden ötürü korkulara giriyorum. Sanırım haftaya okuluma döner dönmez yapacaklarım arasındaki ilk sıralara yerleşecek spor işi.

Okul demişken, feci halde eski düzenimi özledim. Kendi bilgisayarımı özledim. Okul arkadaşlarımı özledim. Özledim tanımına uyacak çoğu şeyi özledim.

Özlemek demişken, bazı şeyleri gerçekten çok özledim; ama özlemekle beklemek, kaderle kısmet, bir de hayal etmekle yaşamak arasındaki ince çizgiye tav olmakla meşgulüm uzunca bir süredir. Boşver'leri kalbime mesken tutmuşum aslında. O kadar hassaslaştım ki son aylarda, beklentilerimin yüksekliği ya da hayallerimin çıtanın altına düşüşü, benim çok rahat hareket etmeme neden oluyor. Öyle ki geleni geri çevirmeyecek haldeyim; adeta tüm sevgimi verecek haldeyim. Ne kadar frenlesem de başaramayacağım gibi geliyor. İçimdeki iyi niyete güvenip karşıma çıkan iyi insanları aramaya başlıyor gözüm de.

Zaman çok kıymetli benim için. Geçmişim çok kıymetli aslında. Ve ben geleceğimi, geçmişimden iyi bir şekilde söz etmek için, daha değerli kılarak yaşamaya çalışıyorum. Daha anlamlı, daha masum, daha doğal...

1 Mart 2012 Perşembe

Kusarım bazen ben!

Ah, eski yazılarıma baktığım bir geceden yazıyorum şu anda bu yazımı. Eskiden sürekli program yapmaya çalışırdım şu anda yapmaya çalıştığım gibi. Bir türlü de başaramazdım. Çünkü ya evdeki hesaba uygun çarşı alışverişi yapmazdım ya da benzeri bir nedenden dolayı yarım kalırdı planlarım.

Şu yazımı okudum az önce. Çok iyi hatırlıyorum bir süre Proje adı altında bazı iyileştirme çalışmaları yapıyordum ruhsal ve beden disiplinim için. Şu anda iki anlamda da kendimi iyi noktalara getirdiğimi düşünmekteyim; ama görüyorum ki aldığım planlar hep uzun vadede sonuçlanıyor. O yüzden dikkat etmeye çalışacağım yeni bir konu olacak şu andan itibaren: Kısa vadede gerçekleşebilen hedefleri belirmek.

Hayat İstanbul taraflarında daha bir farklı geçiyor kesinlikle. Günler dolu ve daha hızlı geçiyor benim için. Buluşmayı bekleyen bir arkadaş listem, ailem ve ben varız. Hangilerine sıra getirebileceğim konusunda kararsız bir haldeyim; ama hepsiyle buluşup öyle okuluma dönmeyi istiyorum. Cuma günü başlıyorum galiba bu işleme. Bakalım İstiklal Caddesi bıraktığım gibi mi. Umarım beni tanır, zira 11 kg verdim.

Son 1 saattir şu şarkı aklımda ve playlistimde olsa da sevgilimin olmayışı beni derinden etkilemekte:

23 Şubat 2012 Perşembe

Negzel!


Düşünmekten öteye gidemediğim durumlarda çok sinirleniyorum kendime. Çünkü elimden bu kadarı geliyor sanki diye kızıyorum. Oysaki bazı şeylerin çözümün zaman kavramında yoğrulup bana ulaşmasının mümkün olduğunu unutuyorum her sefer. Sonra yine dikkatimi başka şeylere yöneltip, sessizliğime devam ediyorum.

Uzun bir süredir ailemle tatildeyim. Sağ elimde cep telefonum, bir yandan mesaj yazıyor, bir yandan tweet atıyor, bir yandan Whatsapp isimli bir mobil telefon yazılımıyla; bazen kitap okuyarak, bazen çay saatlerine katılarak kendi halimce zaman geçirmekteyim. Sıkıcı olduğunun farkındayım aslında durumun. Ve bu monotonluğun sonuna yaklaştığımı belirtmek isterim.

2-3 güne İstanbul'a geçiyorum. Çok bir beklentim yok İstanbul'dan çünkü işimi bitirince okuluma dönmek istiyorum. Yapmam gerekenler şeyler var. Hepsinden ötesi, spor yapamadan tam 23 gün geçti ve geçmeye de devam ediyor. Muhtemelen 1.5 aylık bir sürecim bu şekilde geçmiş olacak. İşin bir diğer kötü tarafı, yeme düzenim diyetimde belirlediğim şekilde olmadığı için geriye kilo almaktan korkuyorum. Çünkü 4 gündür tartılamamaktayım. Tartının pilini değiştiremiyorum çünkü.

İstanbul'da bol bol eğlenmeyi, gezmeyi planlıyorum. Buluşmayı çok istediğim arkadaşlarımı görmeyi istiyorum ve ne olursa olsun, kötü düşünmemeyi, pozitif olmayı istiyorum şu saniyeden itibaren.

Bloguma ufak bir eklenti gibi bir şey yapıyorum ki o da Ocak 2012'den itibaren okuduğum kitapları şöyle bir köşeye not düşmek olacaktır.

Şimdilik kısa bir notla sahneyi yine siz değerleri internet kullanıcılarına bırakıyorum...

Sevgiler,

O, Ben ve Diğerleri Yazarı

dipnot: negzel = ne güzel

17 Şubat 2012 Cuma

Master? Mister? WTF?

James Morrison'daki İngilizce'nin aksanından mıdır bilmem; ama şarkıları çok ayrıdır hep benim için. Özellikle paylaştığım bu şarkıyı her dinlediğimde başka başka dünyalara götürür beni. Mutluluk, huzur ve hüzün karışımı bir hissiyatla şarkıyı 3-4 kere dinlerim. Sonra zaten dikkatimi dağıtan bir şey olur mutlaka. Hep öyle olmuyor mu zaten?..

Geçtiğimiz 15 Şubat'da ben yine babamdan harçlığımı aldım ve ev kirası vs. özellikle kredi kartı borçları derken. Yine dağıttım güzelce. Bir ara, ne yazık ki, kredi kartıyla alışveriş yapmaktaydım ve diyetimden dolayı verdiğim 10 kg nedeniyle bütün kıyafetlerimi değiştirmek zorunda kaldığım için, epey bir birikme durumu olmuştu. Tabi aldığım bazı şeyler ve kitaplar vs. derken dağ gibi kredi kartı borç-larım olmuştu. Sonraki aylarda durum daha da kötüleşmeye başlamıştı ki ara tatil nedeniyle eve geldiğimde elimi kredi kartına sürmemeye yeminlendim. Eh şimdi durum biraz daha iyi. En azından mevcut borçlarıma yenilerini eklemediğim için mutluyum. Bunlarla birlikte ödemek için ek gelir geleceğini düşündüğüm bir evrede olduğuma inanıyorum. Elimdeki fazla paraları sürekli kredi kartıma yatırmak niyetindeyim. Sanırım önümdeki ilk harcamalarım İstanbul'da gezerken olacaktır. Daha sonrasında zaten okuluma dönüp, kaldığım idareli-iradeli yaşam moduma geçtiğimde en kötü 2-3 ay içinde kredi kartlarımı kapatmayı planlıyorum. Hani HSBC bankasındaki kredi kartımı kapatacağım kesin de, diğer kredi kartlarım için emin değilim. Zira mutluyum diğerlerinden. Zaten HSBC'deki dağ gibi borcum olan...

Şu sıralar bünyemde aldığım düzenlerime sürekli yenileri ekleniyor. Gelecek planlaması olarak gördüğüm ÖYP konusunda başka planlarımı da eklemeye karar verdim dün akşam itibariyle. Gördüğüm ve derinden hissettiğim bazı mevzularda sürekli zorluk çıkmasından ötürü, geleceğimdeki bazı açıların yanlış çizilmesini önlemek için derin bir şekilde yurtdışı olayına girmeyi düşünüyorum. Belki şimdilik tek not olarak diyebileceğim şey bu olabilir. Nasıl, ne şekilde... gibi sorulara cevap vermek için daha epey uzun zamanım ve araştırılması gereken durumlarım var. Yardımcı olabilecek en ufak bilgiye feci şekilde açığım...

Bazen böyle çok eskide kalmış kişiler geliyor aklıma. Öyle ki flashback tanımını alan tarzda olanlar da olabiliyor. Sessizce geldikleri gibi gidiyorlar. Sanırım normalde de öyle bir şekilde hayatımdaydılar; ama ben fazla anlam yüklediğim için birileri/bir şeyler olarak hayatımda kaldı izleri. Eh yengeç burçlu olmaktan çoğu zaman mutluluk duysam da, bu fil hafızalı oluşum gerçeğini bastırmamakta. Kötü yanlarından biri bu benim için mesela...

Son 6 gündür 3. paragrafımda belirttiğim mevzuya kafayı takmış haldeyim. Sanırım bir 6 ay bunun düşüncesiyle pekişir ruh halim.

ps. Halil Sezai.

13 Şubat 2012 Pazartesi

Umut Deposu'dan

Umut kelimesine neden vurgu yapıyorum, acaba diye düşünülebilir. Malum yarın 14 Şubat, yani hemen hemen herkesin de bildiği üzere, Sevgililer Günü. Bugün de Yılbaşı daha açık şekliyle Christmas gibi birilerinin dinsel düşüncelerinden dolayı icat edilmiş denebilir. Yaptığım, doğru ya da yanlış, kısa araştırma sonucunda bir klise din adamını anmak için seçilmiş, daha sonraları üzerine "sevgi, bolluk, bereket" gibi anlamlar yüklenmiştir 14 Şubat için. Tabii bizim güzel kültürümüzün güzel insanları da Christmas'ın noel babasını ve çam ağacını aldığı gibi, bugünün de "Sevgili" kısmını almıştır. Oysaki biraz objektif, daha genel, daha yukarıdan bakarsak, 14 Şubat, sevdiğiniz insanlara ilginizi gösterip, mutluluğunuzun daha da artması dileğine ve Aziz Valentin'i anma gününe sahip olmanızı bekler sizden. Tabii dediğim gibi biz direkt olarak sevgilisi olan çiftlerin kendi aralarındaki kutlama olarak almışız bünyelerimize. Değiştirmek ne mümkün. Bana kalırsa sevgili çiftler, eğer cidden özel bir gün kutlamak istiyorlarsa, tanışma yıldönümlerini kutlayabilirler. Daha anlamlı ve daha özel olur.


Blogumla geçirdiğim önceki senelere bakıp, özellikle Şubat ayının bu zamanlarında neler yaptığıma bakıp, biraz hüzünlensem de yine de mutluluğu ve umudu hala içimde yaşatabildiğimi gördüğüm için mutluyum. Özellikle 2009 yılının yine 13 Şubat'ında yazdığım şu yazıyı okuyunca, içimden şunları dedim: "o zamanlar da aynı Arif varmış baksana. Yine bekliyor, yine umutlu, yine kendi halinde, yine hayata karşı belli konularda korkuları var, yine hayattaki maddi ve manevi şeylere kafayı takmış durumda, yine kendiyle..." Şimdiki halimle o zamanı kıyaslamam mümkün değil her anlamda. Çünkü o zamanlar üniversite 2. sınıfta idim ve şimdi görmüş ve yaşamış olduğum bir çok şeyi yaşamamıştım o zamanlar. Gidip bir kafede oturmaya bile çekinen bir haldeydim. Şimdi ipimi koparmış haldeyim demiyorum; ama o zamankinden iyi anlamda daha çok gelişmiş olduğumu düşünüyorum. O yüzden içimde biraz şükür, biraz umut ve biraz sevgi var o zamana ilişkin.


Evet, ne diyorduuuuk, Sevgililer Günü! Ben 2009 senesini epey boş geçirdim. 2010 senesinde yas tutuyordum, 2011 senesinde yaptığım yolculuklara karışmış hatırladığım kadarıyla; ama 2012 senesi biraz farklı geçecek diyebilirim. Çünkü bu sefer 2009 senesindeki yalnızlığım, 2010'daki gibi yasa bulanmamış durumda ya da 2011 gibi yollarda geçmiyor. Tek bir fark var o da geçen günlerde elime ulaşan Sevgiler Günü kartım. Tabi hemen açıklık getireyim, bunu bana eski sevgilim ya da benimle ilgilenen biri göndermedi tabiki. Nerede öyle eski sevgililer? Nerede öyle ilgilenen insanlar? Karti bana Amerika deyince aklıma gelen ilk isimlerden bir arkadaşım gönderdi. Kendisi benimle Amerika'dayken çok ilgilenmişti. Beni gezdirdiği zamanlar, benim için yaptıkları aklımdan çıkmıyor. Bana her zaman bir abi, bir baba gibi olmuştu ben oradayken. Kendisi de yalnız bildiğim kadarıyla; ama beni sever, değer verir ki ben de ona karşı öyleyim. O yüzden bana kart göndermiş. O da şu oluyor:


Mutluyum o yüzden. Yalnız geçmedi, diyemiyorum; ama mutluyum çünkü bu tip şeyler beni ayakta tutan şeyler. Önemsiz birinin hayatımda zaten yeri yok. Olanların kendini belli etmesi sanırım gerçekten mutlu olmam gereken durum. O yüzden benim 14 Şubat'ım bu şekilde geçiyor, bu kartımla, annem ve babamla. Daha ne olsun?


Bundan sonraki 14 Şubat'lar için umutluyum, demiyorum. Çünkü 14 Şubat benim için ortalama bir günden daha fazla önemli değil. Ben dediğim gibi, tanışma ya da çıkmaya başlama yıldönümlerinin daha anlamlı olduğunu düşünüyorum.


Bugünlerde nedense farklıyım. Ne zaman eve gelsem böyle oluyorum. Daha geniş, daha rahat düşünebiliyorum. Daha umut dolu olabiliyorum. Bazen daha karamsar oluyorum, daha çok sorunlar, problemler gözüme batıyor; ama yine de içim rahat oluyor evdeyken. 13 gündür bu ruh halindeyim. Önümde yapmam gereken yığınla şey var; ama bende onların stresi kısmen var, kısmen aklıma geliyorlar yapmam gerekenler. Yine de olumlu yanlarını düşünmeye çalışıyorum meşgul olduğum şeylerin.


Şu yazıma da denk geldim eskileri didiklerken. Şimdi o halimden daha da umut doluyum. Daha çok açığım gelecek her güzel şeye. Bütün güzellerin inancım doğrultusunda benim ve ailemin çevresinde olduğunu biliyorum. Yapabileceklerimi çok iyi biliyorum. Tek sorun adım atmak ve istikrarımı korumaya devam etmek. Şu son 4 yılda yaptıklarımı düşündükçe üstümde büyük bir yorgunluk var; ama tatlı bir yorgunluk. Bu şekilde de devam edeceğini düşünüyorum. Yeterki Allah o ışığı benim ve ailemin üzerinden bir an olsun bile ayırmasın. Bazı şeylerin gelişmesi zaman alıyor evet. Bunun çok iyi farkında olmama rağmen, yine de takılıyorum böyle ara ara. O yüzden şu önümdeki zaman dilimi için daha fazla ışığa ihtiyacım var. Ve ben hazırım gelecek tüm güzellikler için...


Gündemim bir çok kez değişiyor şu 13 gündür; ama baş gündemimde yalnızlık, babamın tayin meselesi ve benim gelecek kararlarım var. Bunları kenara itersek az biraz, görebileceğim daha güzel bir şey var. O da son 46 günüm kalmış olması. Yani şu anki kilomu korumama yardımcı olan günlerin yavaş yavaş bitmesi ve benim kilomu bundan sonra sabitleyecek oluşum. Dukan için bilmiyorum kaç kişi dua ediyor; ama ben çok minnettarım ve şükür doluyum ona karşı. Çünkü onun sayesinde istediğim kiloya inmek bir yana, 137 + 46 - toplamda 183 gün olacak, günlük bir evreyi tamamen kendi iradem ve istikrarım ve en önemli faktör inancımla geçtiğimi gördüm. Ve bu benim hayatımda çok anlamlı ve kendi yaşadığım bir örnek oluyor. Başkalarının zaferleri hep size adım attırmaya yarar; ama kendi zaferleriniz, diğer zaferlerinize de yol gösterir. O yüzden 23 yıllık kendimi şu anda daha da iradeli ve güçlü hissediyorum. Bu günden sonra da bu şekilde devam edeceğim.


dipnot: Sevdiğiniz insanları üzmeyin. Onlar olduğu sürece siz varsınız.