27 Ocak 2020 Pazartesi

Az Daha Uzak

Beğenilmek güzel bir şey. Güzel şeyler duymak, biri tarafından istenilmek, biri için üzülmek... o kişiyi önemsemek. Bunları yaşayabildiğiniz kişiyi bulmak daha da güzel bir şey. Güzel olmayan şey ise, bunları yaşayacak birini bulamamak ya da siz yaşarken karşınızdakinin çok başka dünyada olması.

Herkesin o meşhur "arayışı" farklı işte. Çoğunluğa ayak uyduramayan biri olduğum için ve kendimi üzmeye meyilli olduğum için, kötü sonu yaşayan da ben oluyorum genele bakınca. Geçtiğimiz dönemden edindiğim tecrübelerden sonra artık sıra duygusal arayışlardan da tamamen uzaklaştığım zamana dönmekte sanırım. Nasılsa kendi takılan bir Arif oluşturdum 2020 yılı için. Tıpkı 2011-2012 dönemindeki gibi uzaklaşma zamanı da geldi tamamen bazı şeylerden. Hem belli mi olur, bu sefer de şanslı çıkarım, başka birisi çalar kapımı yine. Gerçi kimi kandırıyorum, hepiniz, hepimiz, aynı şeyin farklı tonlarındaki lacivertleriyiz. Kıymet bilmek, değer vermek, güzel 1 şeyi 5 yapmak gibi şeyler yok bizde. Hep eksik arama, daha iyisini bulurum nasılsa beklentisi...

Beni üzen şeyleri hayatımdan uzaklaştırmaya çalışıyorum Blog. Belki severek çok mutlu olacak birini binde 1 bulma ihtimalim var; ama onun için de yoruldum. Hem eskisi gibi beğenilmiyorum, hem de beğendiğim ki ben dış görünüşe de takılan biri değilim, kişiler benden uzaklaşıyor ya da benim uzaklaşmamı(!) istiyorlar.

Neyse siz mutlu olun. Benim mutlu olacağım asıl şey başka demek ki. 😊

Bu arada aldığım laptoptan bir kez daha memnun kaldım. Zira ablamgil gelmişlerdi uzaklardan. Lenovo marka bir laptop almıştı önceden, sisteminde sorun olmuş ve gelirken getirmiş. Format at vs derken iki günüm gitti. Ve ekrana bakınca, kendi laptopımı özlüyordum. Maşallah laptopıma benim. Elindekilere hep şükreden biriyim; ama anlayamıyorum neden insanlar konusunda şanssızım. Sanırım sorun sadece bende...

19 Ocak 2020 Pazar

Acaba Neler Oluyor?

Eskisinden daha açık sözlü oldum Blog. Nasıl ve neden oldu, anlamış değilim; ama eskisinden daha da emin bir şekilde -o nasıl oluyorsa artık- açık sözlü oldum. İnsanlara karşı, kısmen kendime karşı, hayata karşı... Pat pat söylüyorum içimdekileri. Kaybedecek bir şeylerim yokmuşçasına adeta. Yine de konuşacak kimse tutmadığım için etrafımda, geriye sadece kendim kalıyorum açık sözlü olmak için.

Pazartesi sözümde durdum ve Kadıköy'e gittim. Marmaray'ın o saatlerdeki saçma kalabalığı yerini Kadıköy'ün kendine has, her telden çalan kalabalığına bıraktı. Bir yerlerde hamburger yedim. Sonra dedim ki "Arif, bence vapura binmelisin. Çünkü 'Keşke Kadıköy'de olsam da vapurla karşıya geçsem' diyen birçok insan vardır şu an" ve Karaköy'e geçtim. Kahvemi de Karaköy'de bir kafede içtim Blog. Ve bunları zorla tek başına takılmaya ittiğim kendimle yaptım. Pazartesinin o yüzden bir anlamı vardı bende: Tek başına gezen Arif'i tekrar geri getirmek. Kaçıyordum bu durumdan malum. Ben yalnız olmaya mahkumum. Ne zaman biri için "heh bu sefer yanımda olacak galiba" desem, uçup gidiyor kendi dünyasına ve ben bir parçası eksilmiş gibi geride kalıyorum. Bunlara kendi bırakıp gittiklerim de dahil. Çünkü o sefer de ben yerleştirmeye çalışıyorum o kişiyi bir yere. Sonra dönüp kendi halime acıyorum, üzülüyorum, hatta sinirleniyorum bile; neden beni bu hale soktu diye... Hepsinin sonunda geriye özlem kalıyor. Onunla 1 gün de geçirsem, 10 gün de geçirsem, 1 ay da geçirsem. Bazı yerler hala çok saf ve temiz içimde, o yüzden birilerini o konumlara yerleştirirken aynı saflığı koruyorum ister istemez. Sonra çıkartırkenki üzüntüm dışardan bakılınca "Arif çok abartıyorsun bence" oluyor.

Abartıyorum diyelim Blog. En güzeli kimseyi yerleştirmemek. Şimdilik öylesine bir yerlerde profil tutuyorum. Zaten bana hep ilişkisi olan ve arkadaş olmak isteyenler yazdığı için problem de olmuyor.

Az önce yine saçlarımı kestim. Kısmen onun yenilenmiş hissi ile yazdım sana. Galiba 2020 yılı, sana en çok yazdığım yıllardan biri olacak. Neyse, bunlar hep yalnızlıktan...

11 Ocak 2020 Cumartesi

Ve İki Bin Yirmi...

Bence 2020 en iyi senin için geçiyor aramızda, sevgili Blog. Bak ikinci haftası oldu. Dünyam tepe taklak bir halde. Havanın yağmurlu hali, insanların umursamaz ve anlık zevkler derdine düşen hali, sağlığımın artık daha da önemsemediğim hali... Her şeyi boş vermiş gibi duruyorum oradan değil mi? Yine de hayır, beklettiğim dizilerimi izliyorum bol bol. Tek düzenli giden bu. Vallahi bak.

Yazmak istediğim insan-lar(?) var; ama yine beklentilere düşüp üzüleceğimi bildiğim için yazmıyorum. Hatta artık silsem iyi olacak. Birilerine ciddi gözle de bakamıyorum. Bakasım da gelmiyor, midemi bulandırıyor herkes. Duygusal bir boşluğum da var anlayacağın.

Sana yazayım dedim. Henüz şizofreni boyutuna ulaşmadan senle konuşuyorum sadece. Bu arada epeydir Kadıköy'e gitmedim biliyor musun? Şeker hastalığım çıkınca bir kere sanırım bir arkadaşımla buluşmuştum. En son o da kendi dertlerine dönünce tamamen, ona da yazmaz oldum. Pazartesi gitmek istiyorum. Hatta gideceğim. Güzel bir hamburger yerim. Sonra gider bir kahve içerim. Biraz sahilde gezer, insanları izler, dönerim evime. Kulağa çok zevkli geliyor; sanki epeydir yapmamışım gibi... Yağmur yağmaz inşallah o gün, bugünkü gibi güneşli olur hatta umarım. Şemsiyem yok çünkü.

Beni koruyan bir şemsiyem bile yok Blog.