11 Haziran 2009 Perşembe

Friday the 13th

Filmler ve diziler hakkında konuşursam ben eğer; emin olun diyeceğim cümlelerden biri "Türk sinemasını takip etmiyorum" olur. O yüzden o cümleyi tekrar kullanmadan şöyle bir takip ettiğim Amerikan dizilerini sayayım:

Heroes
**Supernatural
**Dexter
Fringe
Lost
*Prison Break
*Terminator: The Sarah Connor Chronicles
*The 4400

Ne yazık ki listemdeki (*)lı olanlar bitmiş durumdalar. (**)lı olanlar da en beğendiğim diziler...

Ben yurt dışında olduğum vakitler, Allah'tan hiç biri başlamıyor da kaçırmıyorum hiçbir şey. :)) Yoksa bölümleri bulmak/indirmek gibi bir eziyete maruz kalacağım.

Son 1 yıldır aşırı bir dizi izleme moduna girmiş bulunmaktayım. Haliyle ağzıma yapışan "f*ck, sh*t" ve türevi güzel sözleri(!) dilime bulaştırmış durumdayım. Tabii ingilizce kelimelere olan kulak alışkanlığı da cabası. Ne yazık ki diziler yüzünden, bir hevesle bilgisayarıma indirdiğim birbirinden güzel filmleri izlemeye vaktim olmadı. Sanırım gidene kadar da yetiştiremem hepsini.

O kadar dizi varken, sen tut yenisini indir! Ne bileyim, merak ettim, indirdim. Neyi indirdim? Şunu: Friday the 13th



Meğersem bir arkadaşım bu filmin öyle bir sürü önceki bölümü var, dedi. Aa, dedim. Hiç hatırlamıyorum ben?! Varmış ve filmdeki malum sapık seri katil, her filmde ölüyor gibi yapılıp; öldürülmüyormuş. Arkadaşım bunu deyince aklıma birden Testere dizisi geldi. Ah pardon! Testere filmi! Dizi olmaya yakın olan bir seriye dönüşen Testere filmindeki gibi sürekli bir canlanma oluyormuş filmde.

Filmi izlerken bir de kimi göreyim?! Bizim Supernatural'dan Sam! Gerçek adıyla, Jared Padalecki filmde çok iyi durmuş bence. Zaten seviyorum kendisinin oyunculuğunu. Velhasıl film güzeldi. Korktuğum ve gerildiğim sahneleri boldu. Şu sıralar akşamları iyi gider, tavsiye ederim. "Fuckat" film biraz(!) uzun sürüyor. O yüzden ben gibi yalnız izlemeyin...

Ve siz ben gibi yapmayın. Türk sinemasına sahip çıkın!

Ama onlarda komedi ve dramadan başka bir dala geçsinler artık!

9 Haziran 2009 Salı

Hak Edilmeyen


Bugüne kadar ruh halimi sözlerime, hareketlerime, bakışlarıma, özetle tüm benliğime yansıttım. Hani, acaba şu insan kötü bir şey düşünür mü hakkımda, diye hiç düşünmedim. Belki beni tanıyan insanlar, kendini beğenmiş olarak görmüştür bazı tavırlarımı, belki de övmüşlerdir, içi dışı bir, insan diye... Bilemem(1)

Hep açık olmaya, dürüst olmaya çalıştım insanlara karşı. Kimseyi kırmamaya çalıştım. Kimse üzülmesin dedim. Hakkımda kötü düşünmesinler dedim. Herkese kendine göre bir değer verdim ki sonradan sorun çıkmasın diye. Yanlışlarını söyledim çoğunun yüzlerine. Dürüst oldum özetle. Kendime karşı dürüst oldum mu acaba? Bilemem(2)

Dedim ki kötü olan ben olayım. Çirkin olan ben olayım. Yeterki karşımdaki insan içimin güzelliğine laf etmesin. Onu kötüleyip gitmesin. Ya da karşımda hep içime bakan biri olsun istedim. O zaman yaşarım gerçek mutluluğu diye düşündüm. Hata ettim(3)

Kendime güvenemedim hiç bir konuda. Güvenim olsaydı eğer en güzelini yapardım her şeyin. Elimden geldiği kadar değil de daha fazlasını yapardım. Olmadı. Hep ikinci plana attım kendimi her konuda. Hata ettim(4)

Şimdi ise geriye kalanları toplamak gibi bir hataya düşüyorum. Yapamadıklarımı yapmaya çalışıyorum. Gerçeklere alışmaya çalışıyorum. Oysaki önüme baksam, söyleneni duymaya çalışmak yerine, söyleyeni dinlesem; neler neler yaparım kim bilir...

Bugüne kadar hep yarım hissettim kendimi. Biri olsun dedim, o kişi tamamlar dedim. Hata mı ettim?(5)

Her konuda en ufak bir ihtimale bile umut bağladım. Hata mı ettim?(6)

Hep insanlara ilgi gösterdim, iyi düşündüm, kötüyü kendime yaptım. Sessiz kalmayı onlar mı hak etti?

Bilmiyorum. Hata ediyorum her sefer. Hak etmediğimi düşünüyorum şu anda...

6 Haziran 2009 Cumartesi

Gözyaşı…

(04-06-2009)

Uzun süredir böyle ağlamamıştım. Nedensiz oldu biraz. Belki de az önce izlediğim Prison Break isimli dizinin finalinden etkilendim. Bilmiyorum, sadece ağladım.

Farklıydı döktüğüm gözyaşlarım bu sefer. Biri içi ağlamadım yalnız, herhangi bir şeyim eksik diye de ağlamadım, mutluyum diye de ağlamadım, Allah için de ağlamadım… Kendim için ağladım. Halime üzüldüğüm için de değildi gözyaşlarım. Bilmiyorum. Farklı bir ağlamaydı bu seferki.

Ağlarken aklıma hiçbir şey gelmedi. Başka zaman olsa belki en kötü durumları getirirdim aklıma, daha hisli ağlayayım diye. Bu sefer sadece boş bir ekrana baktım, hiçbir şey düşünmeden, sadece kendi içimde uzaklaşarak…

Şu anda görüyorum bazı şeyleri. Çok mu sıkmış beni bu dünya? Nasıl becerdi bunu? Ne çok sıkılmışım, bezmişim bu dünyadan ben ya? Ne çok şeyi içime atmışım da böyle ağlayacak şekle gelmişim? Neyi hak etmişim acaba, söyler misiniz? Kime ne zararım olmuş da sürekli kötü durumlardan yakınacak şekilde yaşar duruma gelmişim ben?

Ne ettiysem, kendime etmişimdir… Bunu bilir; bunu söylerim ben!..

Neden ben o “kişisel gelişim” kitaplarından fırlamış insanlar kadar ‘rahat’ olamıyorum? Neden bu kadar çok şeyi düşünüyorum aynı anda? Neden herkese tutarsızca değer verip; her defa üzülen ben oluyorum? Neden artık kimseyi sev(e)miyorum, neden ‘mekanikleşiyorum’? Beni farklı kılan budur değil mi? Tabi… İstemiyorum farklı olmayı ben. Bu hayatı ben seçmedim; düzeltmek için yığınla çaba harcamama rağmen, neden tek bir adım bile ileriye gidemiyorum? Neden geri düşmemek için tüm enerjimi sarf ediyorum? Hayatımın nesi var değil mi? Nesi yok ki…

En büyük sorulardan biri de “neden çevremde ben kadar düşünen, ağlayan, zırlayan, konuşan, gülen, hisseden, soran, bakan, yiyen, nefes alan vb. türden duygusal faaliyetlere açık başka bir ‘erkek’ yok?” Neden beni anlayan hep bayanlar oluyor? Neden çevremi bazı konularda büyütmeye çalışmaktan yorulmuyorum?

Soru soran değil; cevap veren olmak istiyorum!