İntihar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İntihar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Nisan 2019 Pazar

Ölüm, Mavi Bir Renktir Aslında

Hani yazamıyorum ya buraya, bu da aslında yorulduğumun en büyük göstergelerinden biri Blog. Yıllardır, hatta silmeseydim en az 15 senedir, en çok sığındığım şeydi bu satırlar. Çünkü umursamazdım insanların tuhaf yorumlarını, ben sorunlarımdan bahsedince. Ya da bir psikologun vakit geçirmek ya da para kazanmak uğruna ilgiliymiş gibi dinlemesine kendimi kandırmazdım. Buraya da gelemiyorum. Zaten birine anlatmayı 4-5 senedir bıraktım. Olur da birileri benden sorunlarımı dinliyor olursa, sanmasın ki Arif dertleşiyor. Sadece ağzımı açıp boş boş yüzeysel konuşuyor oluyorumdur.

En çok yorulduğum mevzu ise, hayatlarının rahat zamanlarından bunalıp başkalarının, bu ailesi olur kendi arkadaşı olur, arkadaşının arkadaşı olur, sorunlarıyla ilgileniyormuş gibi olanlardır Blog. Ah o insanlar! O komşusunun çiçeği de susuz kalmış diye onun çiçeğine de su verenlerin devri çoktan geçti. Şimdikiler böyle vicdani rahatlamaya girenler sadece. Sanıyor musunuz ki samimi geliyorsunuz? 31 yaşına gireceğim 2-3 ay sonra. Lütfen.

Niye yazdığımı biliyorsun Blog. Evet yine dibi gördüğüm bir gün oldu; ama bu seferki çok başka. Çünkü son 2-3 aydır kendime öyle güzel şeyleri rahatlıkla ifade edebiliyorum ki. Bugünkü yaşadığımdan sonra da ellerimi açıp belki de bir eşref saatine denk geldiğimi umarak "Allah'ım n'olur al canımı" diye dua ettim. Hatta üstüne "ne kendim ne geleceğim ne de ailem umrumda" şeklinde de bir cümle kurduğumu hatırlıyorum salya sümük dağılmış bir halde. Sonra uyudum. Sebeplerini tabii ki açıklayamıyorum. Bu da lanet olsun ki anonim bir blog yazarı olmayışımın verdiği en büyük kötü özellik.

Bir de galiba önümüzdeki ay domain yenilemen var. Zam gelmediyse 10$ olacak. Muhtemelen yenileyemeyeceğim seni Blog. Sana bile bütçe ayıramıyorum. Ne güzel değil mi? Zannetmiyorum; ama belki de başka biri alacak senin ismini. Neyse. Şu şarkıyı bırakayım sana.

25 Haziran 2016 Cumartesi

Naftalin Kokan Blog

Sanırım sorgulama yeteneğimi kaybettim biraz Blog. Sanki daha çok geleni ya tamamen kabul eder oldum ya da içim ufacık da olsa ısınmadığında tümden reddeder oldum. İnsanların bana olan sevgilerini de sorgulayamıyorum artık. Hatta öyle ki insanlardan nefret etmeye başladım tekrar. Geçtiğimiz günlerde hemcinslerimden nefret ediyordum mesela. Kendimi birçok konuda iyi gördüğüm için de olabilir ya da başka sebeplerden dolayı da olabilir. İnsan olmak bence birçok şeyi gerektiriyor. Keşke o sıfatı her düşünebilen iki ayaklıya vermeseydi Allah. Çünkü biz ne kadar insan gibi görmesek de dışarıda epey "insan" görünümlü "tuhaf yaratıklar" var.

Diyarbakır'dan döndüm perşembe günü. Yani oranın kuru kavurucu sıcağının aslında benim için galiba daha iyi olduğunu, Gebze'de 1 gece ve 1 gündüz geçirince daha iyi anladım. Çünkü NEMDEN NEFRET EDİYORUM. Şu anda Mudurnu civarındaki Sarot Termal Kaplıcaları'nda olan devre mülkümüze geçtik. Burası tabii ki Gebze'den daha iyi. Nemli ama yine de iyi. Hatta şu anda bizimkiler topluca dışarı çıktılar. Ben de kafamı dinliyorum. Hazır fırsat bulmuşken de sana yazayım dedim Blog.

Eski yazılarıma, eski yaşadıklarıma, eski fotoğraflarıma bakınca burnuma naftalin kokusu geliyor sanki. Gelmiyor da, işte. Cesaretimi son demlerine kadar kullandığımı görüyorum. Çünkü Diyarbakır'dan buraya gelene kadar gözlemlediğim insanlar, şehirler, hayatlar... beni duygusal anlamda yordu diyebilirim. Diyarbakır'daki insanlar ve onların yaşam şekilleri, oradayken bulunduğum semt ile Sur arasında bile epey uçurum yaşarken; uçaktan inmemle yaşadığım başka bir uçurumu da gösterdi bana. Her türden insanın olduğu İstanbul. Elini sallasan 5 türden insana çarpar her bir parmağın. Bu durum beni rahatsız etmiyor. Beni düşündüren kısmı benim nasıl bir konumda olduğum bu topluluk içinde.

Klasik dertlerime girmeyeceğim Blog. Konuşmamaya çalışıyorum çünkü. Buradan çarşamba günü ayrılacağız galiba. Ankara'nın yine kendine uzak ama buraya yakın ilçesinde kaldığım yerden devam edeceğim. Açılmayan kapıları, geciken mucizeleri, artık gerçekleşmesi gereken hayalleri bekleyeceğim. Şundan emin olmalısın ki Blog, hayatım ani bir kararla intihar etmek ile kendimi süper ötesi kandırarak yaşamaya devam etmek arasında gidip geliyor son 5 aydır.

Illustrations are belong to Fernando Cobelo.

16 Ağustos 2015 Pazar

Aman, Benden Uzakta Olsun!

Yapamıyorum yahu! Cidden olmuyor. YAPAMIYORUM! Diğer insanlar nasıl beceriyor hiçbir fikrim yok, ama ben yapamıyorum, beceremiyorum yaşamayı. YAPARIM, EDERİM, YAPACAĞIM gibi çıkışlara sahip olmakla da olmuyor o işler sevgili diğer insan(-lar). Ben beceremiyorum.

Çözümü çok basit. Basit, ama g*tüm yemiyor yapmaya. Çünkü kolay değil, geride koca bir aile var, geride Allah korkusu var. O var, bu var... saymakla bitmez. Cesaret yok yani anlayacağın Blog.

Aslında çok dolu, belli konularda çok yetenekli, iyi bir bakış açısına sahip ve daha bir sürü olumlu özelliğe sahip biriyim. Yok ama, olmuyor. Olmuyor arkadaş!

Kilo vermem lazım. Bildiğin acil bir şekilde diyete başlamam lazım. Yiyorum sürekli. Çünkü depresyondayım. Başka hiçbir şey mutlu etmiyor. Ben ne yapayım?

Bir de insanlardan iyice yaka silker oldum. Yahu arkadaş spor yapıyorsun da neden gidip bunu fotoğraflıyorsun? Protein tozlarıyla şişirdiğin vücudunu neden paylaşıyorsun orada burada? Hiç mi bilmiyoruz nasıl olduğunu o işlerin? Hiç mi gitmedik spor salonuna sence? Ya da bu dedikodu merakı nedir arkadaş? Kadınların adı çıkmış, kısmen haklı da söyleyenler, peki ya da erkekler? Hemcinsimin dedikoducu olanı kadından daha beter, Allah sizi inandırsın "a dostlar(!)" diyesim geldi. Makam-mevki için g*tünü yırtan insanlara ne demeli? Peki sizinle ilgilenip sonradan bunu rutin şekilde birçok insana yapan türdeki şıpsevdilere ne demeli? Yeminle hepinize küfredesim var ağız dolusu. Hiç yapmadım gerçi, ama kulağa rahatlatıcı geliyor.

İşimden ayrılabilirim. İşsiz, depresif ve yalnız kalabilirim. O yüzden ilgiye ihtiyacım var. Nazımı çekebilecek birine ihtiyacım var. Beni sevgiye doyuracak birine ihtiyacım var.

Benim O'na ihtiyacım var.

21 Mart 2013 Perşembe

Bozuk Ruh Hali

Dün, 20 Mart'da, uzunca bir süredir girmediğim depresyona girdim. Düzeltir umuduyla sabahtan akşama kadar ne bulursam yedim. Gece ye doğru midem biraz rahatlasın diye yeşil çay içtiğimi hatırlıyorum en son. Sabah tartıda yaklaşık 73 kg gibi bir değer görünce; artık beni mutlu eden tek şeyin bile işe yaramadığını gördüm...

Olmayacak bir hayale kapıldım yaklaşık bir senedir. Hayal de denmez aslında; ama umut diyebilirdim. En azından hayatımı 6 sene rahatlatacak bir umut. 2 gün öncesine kadar azimli şekilde ilerliyordum; ama gerçeklerin yüzüme tokattan ziyade, hakiki birer yumruk şeklinde inmesi, bütün dünyamı allak bullak etti. Aslında daha önceden bildiğim; ama ısrarla kabullenmediğim gerçekler... Şimdi  "ne için yaşıyorum" sorusu daha da önemli bir cevap arıyor kendine. Bense sessizce bekliyorum cevabın gelmesini.

Annem bazen haklı. Ya da hep haklı. Anneler hep haklıdır gerçeğine getirmek istemiyorum konuyu; ama haklı olduğu 1-2 konu oldu arkadaşlarımla ilgili. Facebook'umu bu akşam dondurmadan önce PKK ve BDP ile ilgili bir şey paylaşmıştım. Twitter'da da... Milliyetçi biri değilimdir. Hiç olmadım. Siyasete sarıyor bir süre sonra mesele. Bense ülkesinde mutlu olmayan bir vatandaş olarak hiç bulaşmıyorum o işlere. Sağcıymış solcuymuş... Futbol benim dünyamda 0 değerindeyse, siyaset de -1'e yakın bir değerdedir benim için; ama gördüm ki insanlar sevdikleri için kendi düşüncelerini açıklayamıyor hatta açıklayabilecekleri düşünceleri başkalarından duyunca, aksi düşünceleri savunuyorlar. Bunu eğitimli insanlar yapıyor. Hoş, artık herkesin "eğitim" adı altında aldığı bir şeyler var. Twitter'ımı kapatmadan önce de şöyle bir şey yazdım "insanın en büyük düşmanı kendisi, daha sonra da dostudur." Bir anda geldi aklıma çok ilginçtir. Sanırım çevremde "sevgilisi olunca sizi satabilenler" grubunun bende yarattığı etkiden dolayı oldu böyle bir düşünce.

Bugün protein günü yaptım. Ve şu anda sabahtan beri kesik suların, bendeki duş alamamış hale verdiği negatif enerji ile, blogumun başına geçtim, yanımda da Fransa'daki bir arkadaşımın, sağolsun, gönderdiği çikolataların son parçaları ve sıcak bir kahve var. Yarın Cuma. En sevdiğim gün. Sabah eğer sular gelmezse, epey bedduamı alacak ilgili kişiler. İnşallah sabah gelir sular. Zor; ama işte...

Benim kendime bir sözüm vardı Blog, hatırlar mısın bilmem; hayatımı düzene sokana kadar kimseyi hayatıma sokmama gibi bir karar almıştım son ilişkimden sonra. Harbiden ne oldu o? Hayırdır yani?

Anlaşılamıyorum Blog. Bu benim en büyük derdim sanırım. Peşinde de hayatımı düzene sokamamış oluşum ve askeri mevzular var. Bazen inançsız olsam cidden hiç beklemez gider intihar ederdim diyorum. Şimdi beni tutan tek neden o.

Mezun olduğumdan beri maddi manevi yarattığım yükün ruh halime etkisini kimse anlayamaz. İçsel dünyamda yaşadığım fırtınalı olaylar yetmiyormuş gibi üniversiteden çıkışımı aldığımdan beri eziyet gibi geliyor yaşamak. Ne yapacağımı şaşırmış durumdayım. Bu haldeyken de kimsenin omzuna başımı yaslayasım yok. Çünkü dengemi kaybediyorum ben. Fazla güveniyorum. Bu hiç doğru değil. Ben hayatımı düzene soksam da olmayacak bir şey bu sanırım.

Geriye doğru bakınca bu konuda kimsenin ahını almadığımdan adım gibi eminim. Hiçbir konuda almadığımdan eminim. İçim çok rahat; ama düşünüyorum da neden ben? 

Derken çikolatalar da bitti... Yarın da protein günü yapmayı düşünüyorum.

Aslında yazarken bir daha sana yazmamak üzere son yazımı yazacaktım Blog. Şimdi biraz rahatladığımı hissettim. Tek sen kaldın. Dilin olsa belki neler derdin; ama insanların dediklerinden diyeceksen, ömür boyu sessiz kal. Razıyım ben.

15 Ocak 2013 Salı

Peki?

Olabilir. Gerçekten çok doğal, yani olabilir. Şu anki hallerimi aslında yaşamıyor olabilirim. Belki 24 yıldır büyük bir rüya görüyor olabilirim. Nasılsa beyin hızlı çalışıyor, bazı şeyleri rüya gibi kısa ve tutkulu şekilde yaşamış olup; diğer zamanları kabus gibi geçirmemin başka bir açıklaması olamaz bence. En azından ben öyle düşünüyorum. Diğer yanım ise gerçekleri daha ızdıraplı yaşamam gerektiği için, o kısa ve tutkulu anların hayatıma sokulmuş olduğunu düşünüyor.

Önüme tabakla koyulmasını beklemiyorum yemeğin. Evet, belki biraz bekliyorum. Belki biraz öyle alıştım, belki bunu hak ettiğimi düşünüyorum her anlamda; ama boş tabak bile koyulmuyor be Blog. Merak etme, dünyanın adaletsiz olmasından bahsetmeyeceğim. Yanlış insanların yanlış yerlere kolayca gelebildiğinden, hak etmeyenlerin mutlu olduğundan vs. bahsetmeyeceğim. Bunlarla içini karartmak istemiyorum.

Son birkaç saattir yeteri kadar fazlalık gibi hissediyorum. Zahmet, masraf vs. adını sen koy. Karışık bir ruh halindeyim. Belki ben abartıyorumdur diye düşünülebilir; ama hayır. Kesinlikle alakası yok.

Kanat takıp uçmayı dilerdim. Meleklerin cinsiyeti yok nasılsa. Ya da var mı Blog? Beyaz ve tüylü oldukları için neden feminen olarak algılanıyor sence? Neyse.

Sorunumu biliyorsun Blog. İnsanlar...

Annem, babam, çevremdeki insanlar, konuştuğum insanlar, insanlar...  Şaşırmıyorum artık. Fazla yormamaya çalışıyorum düşüncelerimi; ama olmuyor. Ölümü bir seçenek gören, belki şaka da olsa, biri olarak, çok kolaya kaçtığımı ben de düşünmüyor değilim; ama hiçbir şekilde oturma ve çalışma vizesi veren bir ülke olmadığı sürece, o da kaçınılmaz bir son gibi geliyor.

Önceki yazımdan dolayı yaptığım 1-2 muhabbetten ötürü neden intihar ya da sonucu ölüme giden bir şeye başvurduğumu düşüneyim dedim de, sanırım bazı şeyleri kendime ve aileme yaşatmaktansa ölmeyi tercih etmek daha "benim" çekeceğim bir acı gibi geliyor. O şekilde de bir acı yaşanacağı kesin. Bilmiyorum. O kısmı düşününce de yapamıyorum ya zaten.

Şu şarkıya takıldım yine, dönüp duruyor şarkı listesinde tek başına:


Başarıya ulaşmak zorundayım. Bunu kendim için yapmalıyım. Yapacağım da. Ne kadar kötümser de yazsam, bir şeyleri başarmak zorundayım Blog. Bazen elimden bu kadarı geliyor. Ne yapabilirim, ben de insanım. Tıpkı anlayamadığım diğer insanlar gibi...