28 Şubat 2009 Cumartesi

Son gece

Bu eve alışmıştım be blog! Bu evde başlamıştı, duygularımı senin aracılığın ile sonsuz sanal hayata aktarmam... Bu evde başlamıştı yalnız kalışlarımın en vurgun anlarını çözmeyi öğrenmem... Bu evdi bana yazma'nın düşündüğümden de değerli olduğunu gösteren... Bu evi çok özleyeceğiz, değil mi blog?

Ya da şöyle yapalım geri saralım...

3-2-1! Ekşın!


?glob im liğed ,ziğeceyelzö...

Yahu alt tarafı 3-4 sokak uzakta bir yere gidiyorsun! Abartma istersen, istersem. İsterim! Abartmamayı istiyorum artık. A-a?! İstiyorum ne olmuş? Peki.

~~~~~~~~~~~~~~~~

İnternetsiz kalmak kötü bir şey, gibi gözükse de sevinmeliyim bu duruma bence. Çünkü daha çok kitaplara gömülebileceğim. Spor salonu ve gitar ile geçen hayatıma artık kitaplar da eklenince, daha hızlı bir yaşama, daha soyutlaşmış bir bünyeye sahip olacağım. Bu da beni dış dünyamın tüm kötülüklerinden, çirkin düşüncelerinden, kötü insanlarından, saçmalıklardan, bazı iyi görünümlü kötülüklerden, uzak tutacaktır. Oooh! Mis! Daha ne olsun?

İstediğim zaman yazamayacağım zamanlarım olacak büyük bir ihtimal; ama ben o günleri tutarım bilgisayarımda, daha sonra bloguma aktarırım. Ne olmuş?

Bugün bir arkadaşım beni kimse sevmiyor tarzı konuşmalara girdi. Düşündüm de, beni kim seviyor? Böyle aşkımsı tarzı bir sevgiden bahsediyorum. Geriye bakınca beni seven insanlar neden beni 'ben' olduğum için sevmediler/sevemediler/sever gibi yaptılar?

?

Bu soru işaretinin mevcut beni sinir eden insanlara kaçmasını diliyorum.

Kalın sağlıcakla!

~ Hah sanki temelli gidiyorum ha! Abartma istersen!? İsterim ben de tabii; ama ne yapayım huyum kurusun, abartıyorum her şeyi... :( ~

Not: Cidden şizofren oldum ben! :| Boovv! Dıkhandım Ha!

26 Şubat 2009 Perşembe

Bugünlerde...

Anlayamıyorum insanları. Demek ki karşılıklı bir şeyler var. Ne kimse beni anlayabiliyor ne de ben birilerini anlayabiliyorum. Siz bir insana dostum, arkadaşım hatta yüzüne 'kardeşim' dersiniz, başınızın üstüne koyarsınız; daha sonra o insan gittikçe böyle soğuk ve çekilmez davranır size ve siz de onu çözmeye çalışırsınız. Hayatımda bunun kadar zor bir problemle karşılaşmadım ben. Son zamanlarda her ne kadar insanları artık umursamama kararı alsam da, birkaç kişiyi bu düşüncemle kolay bir şekilde silip atamıyorum. Bakmayın rahat konuştuğuma. Benim için zor bir karar; ama çoğu kişi üzerinde başardım bu durumu ben. Olmayanlarda böyle çok değer verdiğim arkadaşlarım oldular...

Şimdi o kadar düşünceden sonra kafamda bazı nedenler oluşturdum, neden bana böyle davrandığı/davrandıkları konusunda. Biri, beni kıskanıyor olabilecekleriyle alakalı. Yani 'ben' diyorum üstelik; kıskanılacak, öyle benimle kendisi arasında bu tarz bir mesafe koyacak bir kıskançlık durumu yoktur bende. Yani neyimi kıskanıyor bu insanlar? Ya da tamam kıskanıyor olabilirsiniz; ama tebrik edip övüneceğiniz durumlarıma neden kıskançlığınızı sokup, güzelim ilişkilerimizi mahvediyorsunuz? Bu düşüncelerimi mevcut insanlara 40 (kırk) kez söylemişimdir, yüzlerine. Yok; ama değişen hiçbir şey olmamıştır. Ne diyeyim, hakketmiyormuşlar verdiğim değeri demek ki. Ve şöyle bir şey var, ben bu kadar ciddiye alıyorsam, abartıyorsam her durumu, gerçekten çok değer vermişimdir o insanlara! Artık bitmiştir, peki, deyip kestirip atarım ben de o zaman!

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

Son günlerde neler olduğuna gelince. Efendim, geçen sene de girmiş, ve İspanya'yı kazanıp; bazı nedenlerden dolayı gidemediğim 'Erasmus' programını bu sene de alnımım akıyla başarmışımdır. Yani sınava son 2 dk kala, nefes nefese girsem de, burnum sürekli aktığı halde mendilim olmasa da yanımda, 100 üzerinden 65 alarak 50 olan barajı geçip; sınıfta en yüksek notu; bölümümde 8. en yüksek notu almışımdır. Maşallah bana! :D Öhöm. aslında geçen sene bölümde 3. idim. Keşke gitseydim geçen sene demiyorum; çünkü sağlığımla ilgili bazı sorunlarda ötürü gidemedim. Bakalım seneye ya Almanya ya da Litvanya yolcusu olacağım. Ha-yır-lı-sı!

Spor salonu beni yoruyor; ama vücudumun şekle girdiğini görmek/hissetmek tüm yorgunluğumu atıyor üstümden.

Bir de evimin taşınması durumu var. Ne yazık ki taşınıyorum. Taşındığım yer şu anki bulunduğum yere 5dk felan uzaklıkta. Spor salonuma da aynı şekilde... Ben bu evde rahattım, iyiydim, mutluydum. İşin kötü tarafı taşındığım yerde internet bağlantım olmayacak. Bu %60 iyi bir durum benim için; çünkü internette çok vakit kaybediyorum. Bir yandan da kötü bir durum; artık şimdiki gibi rahat yazamayacağım, istediğim şarkıları hemen indiremeyeceğim, maillerime Allah bilir ne zaman cevap vereceğim, sonracıma Work And Travel programım ile ilgili haberleri rahat bir şekilde takip edemeyeceğim, internetteki ve uzaktaki arkadaşlarımla yazışamayacağım...Yeni evim umarım benim için hayırlı olur her konuda. Ne diyoruz: ha-yır-lı-sı!

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

Bugünlerde çok düşünüyorum, neyi düşündüğümü farketmeden. Bunun iki yolu var: Biri, çok şeyi bir anda düşününce, ne düşündüğümü kavrayamıyor olmam; diğeri de önemsiz bir şeyde takılmış durumda olmam... Farketmeden yoruyorum hem beynimi hem de kalbimi. Sürekli uyusam olmaz, ders çalışsam olmaz, gitar çalsam olmaz, nette takılsam hiç olmaz, müzik dinlesem, hımm, yok yok olmaz... Ne yapsam ben ya?

Blooog!


22 Şubat 2009 Pazar

Yorucu Hayat 2

5 gün olmuş yazmayalı. Yazmadım, yazamadım. Bu 5 gün içinde ne mi oldu? Aslında dünyaya göre koca bir 'hiç' bana göre... (?) Bilmiyorum.

Mutluyum biraz. Hani öyle kalpten bir mutluluk yok içimde. Daha çok mantıken mutluyum. Spor salonun verdiği zindelik, gitar kursunun verdiği ruh gıdası ve kendime göre aldığım yeni kararlar ile birlikte; daha düzenli ve daha mutlu-rahat hissediyorum kendimi.

1- Spor salonu;

Keşke geçen seneden itibaren gitseydim. Neden geciktirdiğimi çok iyi biliyorum; ama kendime bile açıklayamıyorum halimi... İyi oldu spor salonuna başlamam. Hem daha sağlıklı oluyorum; hem de vücudum bir düzene girdi yahu. Zayıflıyorum da! Bunun dışında spor salonu uyku düzenimi de sağladı. Artık gece 11-12 olunca uykum geliyor ve yatıyorum. Tabi okulun yorucu tarafının da etkisi var bu duruma.

2- Gitar kursu;

Geçen sene başlamayı çok istedim; ama ellerim çok terlediği için gitarı tutmak bana bir ölüm gibi geliyordu. Şimdi o sorunum ortadan kalktı ve uzun zamandır istediğim şeyi, gitar çalmayı, başarmış bulunuyorum. Haftasonlarıma bir neşe, mutluluk kaynağı; bir eğlence oluyor. Güzel de oluyor... (Birkaç akoru basamasam da, çalışasım gelmiyor onlara ama ne yapayım...)

3- Yeni kararlar;

Evet bu 5 gün içinde yeni kararlar aldım hayata dair. Nedense eskiden aldığım kararları bir süre sonra yoklarmış gibi sayar; bozardım. Ama geçen dönemin yoğun etkisinden sonra, daha kararlı ve iradeli hala geldim. Aldığım kararların kalıcığını anlasanız; aklınız hayaliniz durur... Ne bu kararlar açıklayayım blog. Öncelikle arkadaş, dost, kanka(!) ilişkilerime şöyle bir baktım da; düşündüm benim meğer dostum yokmuş hiç. Üzüldüm ilk farkettiğimde. Sadece iyi arkadaşlarım varmış demek ki dedim. Daha sonra da aslında onların da olmadığını farkettim. Bu sefer üzülmedim. Dostlukta olduğu gibi bir etkisi olmadı. Yokmuş blog meğersem. Bugün kafenin birinde oturmuş; 1 aylık nargile hakkımı kullanırken (ayda 1 kere içmeye çalışıyorum da) arkadaşıma bu durumu anlattım. Dedim ki ona, artık hiç kimse umrumda değil, benim meğer öyle süper dostum ya da arkadaşım yokmuş, gördüğün üzere senle konuşur gibi konuşuyorum herkesle, dedim... O da, ben senin gibi herkesi silip atamam, insanları bazı çıkarlarıma göre kullanmam lazım, yalnız kalmamalıyım vs. tarzında cümleler kurdu. Buyrun burdan yakın. Sohbet ettiğim arkadaşım nasıl düşünüyor. Ben neden böyle düşünmeyeyim ki? Yapabileceğim bir şey yok bu konuda. Yalnızlığın doyumsuz lezzeti mi deyim, yoksa yalnızlığı seviyorum da mı bu şekilde bir karar aldım bilemiyorum; ama aldığım karar üzerine, artık insanlarla, çıkarlarım olsa bile, fazla konuşmama kararı aldım. Mümkünse birkaç güzel söz, birkaç güzel yazışma ya da bunlara benzer ilişkilerim olsun herkesle.

Ben güzele güzel derim; neden demeyeyim? Ben güzelsem güzel denmesini de ister(d)im. Artık varsın denmesin; varsın demeyeyim... En başından beri yalnız kalmalıydım. En başından kastım, insanlarla olan ilişkilerimin en başı.

Nedeni sadece karşımdakilerden kaynaklı değil. Kendimin de kattığı bir şeyler var. Benim insanlarla fazla yakınlaşmamam lazım(mış). Çok yoruyormuşum insanları. Mutlu olamıyorum hiç bir şekilde; çünkü insanların mutlu etme yöntemleri bana çok sıradan geliyor. Daha farklı daha içten şeyler istiyorum ben. Ve verdiğim değeri istiyorum; azını ya da fazlasını değil... Bununla birlikte ben verdiğim değeri de gösteremiyorum. Böyle de bir sorunum var. İçimde yaşıyorum her şeyi. Biri içime dokunursa da koyuveriyorum tüm hisselerimi karşımdakine. İşte sorun karşımdakinin 'dokunamaması'nda... O yüzden de sürekli git geller, silmeler tekrar başlamalar, eskilerde kalmalar vs. durumları oluşuyor. Sonuç olarak hem ben yorulmuş oluyorum hem de karşımdaki insan yorulmuş oluyor. O yüzden ne kimseyi üzeyim ben ne de bir başkası üzsün beni. Önceden de belirttiğim gibi; bırakın beni sessiz sakin yok olayım bir köşede...

~~~~~~~~~~~~~~~~

Sonuç olarak şu anda hem kafam hem de vücudum sağlık bakımından çok rahat. Böylesi benim için daha iyi. Ne ben kimseyi rahatsız edeyim ne de bir başkası beni. Benim de sevmeye ve sevilmeye, değer görmeye hakkım var, biliyorum. Bunları feda ediyorum bu şekilde. Yeterki olmasın zararım kimseye, kendime...

~~~~~~~~~~~~~~~~

Üniversite hayatımın 3. dönemi hızlı bir şekilde başladı yine. Ders çalışmak için zaman arıyorum sürekli. Spor salonu vücudumu bir tempoya soksa ki soktuğunu düşünüyorum artık, ders çalışmaya başlayacağım hemen. Dün Erasmus sınavı vardı. Geçen sene de girmiştim bu sınava ve kazanmıştım, İspanya'da idim bu dönem hatta; ama sorunlar çok oldu, kafam da başka yerde... Gidemedim. Fakat bu sefer kazanırsam ki inşallah kazanırım, kesin gideceğim bir aksilik olmazsa. Yazın da Amerika'dayım, yine bir aksilik olmazsa inşallah. :D O yüzden her şey hayal ettiğim gibi, üniversite hayatım dolu dolu ve kendimi en iyi şekilde geliştirerek geçiyor. İnşallah bozulmaz da şu yalnız halimde zararsız bir şekilde en iyi şekle gelirim...

17 Şubat 2009 Salı

Yorucu Hayat

Herkese karşı göstermiş olduğum açık sözlülüğümü, kendime karşı uygulamamayı isterdim; çünkü gerçekleri her bir mutlu andan sonra yüzüme yüzüme vuruyorum. Yengeç burcu kendine işkence eder, derler tabiri caizse; o misal, böyle mutlu olduğum zamanlarda bile mutsuzluğumu görüyorum. Bu azla yetinmemek değil, yanlış anlaşılmasın. Bu insanın kendini kandırmasının en açık şeklidir, en masum ve bir o kadar da can yakıcı bir gerçektir...

Mutsuzum... Yeri geldi bulunduğum noktada çok başarılı oldum, yeri geldi en pahalı eşyalara sahip oldum; kimi zaman da herkesin imrendiği noktada oldum... Bu tip şeylerle mutlu olmak benim doğamda yok zaten. Ve anlık tebessüme, bir de hayatımı kolaylaştırmak dışında başka bir işe yaramadılar... Sahip olanlar anlayamaz demek istediğimi; çünkü farkedemezler mutsuzluklarını... Sahip olmayanlar da "şükret haline" der, sanki şükretmediğimi sanar gibi... Anlaşılmaz ya da çözülemez değilim ben. Gayet açık biriyim. Bana baksanız, sanki düşüncelerimi dış görünüşümden okur gibi hissedersiniz. İçi dışı bir biri, o misal belki. En azından hakkımda böyle düşünüyorum. Ama... Anlayamadı kimse... Anlaşılamadım bir türlü. Artık derdim, sevmek sevilmek değil; anlaşılmak!

Hayat işte... Hiçbir gözyaşına, isyana, umutsuzluğa bakmadan devam ediyor. Kazananlar kimler mi dersiniz? Sanırım ruhsuz olanlar. Ya da kendini mutlu diye kandırabilen insanlar. Ya da gerçekten mutlu olanlar...

Karamsarım... Ve şu anki hayatım beni karamsarlıkta son noktaya getirmek üzere. Az kaldı böyle nefesim kesilecekmiş gibi hissediyorum. Tek istediğim akademik kariyer yapabilmek. Hayatımı o konuda son noktaya getirmek istiyorum; çünkü meşguliyetin en âlâsını yaşıyor onlar. Hocalarıma baktıkça imreniyorum. İmrendikçe daha da mutsuz oluyorum. Bu şekilde okul da koca bir mutsuzluk sebebi oluyor benim için.

Hani diyorum biri çıksa böyle hayrına, fazla günaha girmeden, canımı alsa... Bu dünyanın, beni bitmek bilmeyen stresinden, sıkıntısından, değersizliğinden kurtarsa... Çok şey istediğim, biliyorum. Zaten hep "çok şey" olanları istedim bugüne kadar. Beni anlayan biri de "çok şey"..

O yüzden istiyorum ya yurt dışına çıkmayı. Hani beni hiç bilmeyen insanların arasında tutunmaya çalışarak ömrümü geçirmeyi istiyorum. Varsın etrafımda beni anlayacak kimse olmasın. En azından etrafımda "anlayabilme ihtimali" olan insanlar olmaz...

Biliyorum; ama bu da olmaz. Çıkamam yurt dışına, belki ailemi bırakamam, belki onlar beni bırakmaz, belki de kahrolası "para" engel olur gitmeme... Olur, yani sebep çok. Sonuçlar da belli. O yüzden iyisi mi bırakın beni sessiz sakin yok olayım. Hakeder miyim, etmez miyim; bilemem. Tek bildiğim, nedenini hiç bilmediğim bir şekilde sürekli olarak mutsuzluğa yöneliyor olmam. Ben hatırlamıyorum doğmadan önce bir günah işleyip, işlemediğimi...

Eminim, yaşadıklarımı haketmediğimden...

~~~~~~~~~~~~~~~~

Şimdi İyi Haberler için Ana stüdyomuza bağlanıyoruz. Evet Arif, son durumu alabilir miyiz senden, sende gerçekleşen şeylerle ilgili?

Evet, bende iyi şeyler tabiki de var. Ana Beyin'in yaptığı açıklamalara göre, spor salonunun zindelik ve iyi duruma gelme etkileri kendini göstermeye başladı. Bunun dışında gitar çalma konusunda iyi duruma geldim. Arkadaş ilişkileri konusunda sorunlar yaşasam da gerçekleri görme ve daha gerçekçi olma konusunda başarılı adımlar atmaya başladım. Fazla umursamamayı başarıyorum artık. Bana gösterilen değer kadar değer gösterebilme yetimin farkına vardım. Artık eskisi gibi bol keseden enerji yaymıyorum etrafıma. Şimdilik benden aktaracaklarım bu kadar.

Teşekkür ediyoruz, Arif! Seni seviyorum, biliyorsun...

Not: Yani not düşmeden geçemeyeceğim. :D Geçen ders programı yüzünden bölüm başkanının odasına girmek durumunda kaldım. Not ortalamam sebebiyle sınıf temsilcisi olduğum için, bu görev, bana aitti. -hemen gaz ver kendine dimi?!- Neyse efendim, başka dersin bir hocasının ders programındaki aksaklık yüzünden bizimle ders işleyememesi, sorununu iletmek üzere bölüm başkanı odasına girmiştim. Daha sonra o dersin hocasını çağırmıştı, bölüm başkanı. Ben orda masum bir şekilde masa üzerindeki notlara bakarken, birden, sağ yanağımda bir sızı hissettim, anlık olarak. Anam! Dersin hocası yanağımdan makas aldı! Aboov! N'oluyoruz? Dedim. Prof. sun diye, beni 'şeker' bulduysan, makas mı alman lazım? Yahu koca herifim ben bir de üstelik! Cık cık! Dedim, tabi içimden. :D Az önce öğrendim, adam şeker hastasıymış. Üzüldüm. Acaba adamın dersine girmesem mi? :D Şekeri yükselirmiş? Haha. Dilber Hala'nın demesi gibi "tansiyonum düştü, şekerim yükseldi, osmaaaan, guzuuum!" şeklinde durum oluyormuş. Off neyse. Spor salonunda çok yoruldum. Daha fazla uzatmadan yatayım en iyisi.

13 Şubat 2009 Cuma

Cuma Gecesi

Bugün, ilk hafta olmasına rağmen, okulda ders işlendi. İşler o hoca zaten. Manyak felan kendisi; ama severim. Dersten sonra, malum gün, cuma namazına yetişmeye çalıştım ve başardım! Daha sonra, henüz ev arkadaşlarım gelmediği için, kendime yiyecek bir şeyler hazırladım. Arkadaşıma haber verdim ve spor salonuna gittik. Bugün 3. günümdü spor salonunda. "Oooy ölüyorum" gibisinden cümleler kurmasam da benzerlerini, daha hafiflerini kuruyorum. Amacım kas felan yapmak değil. Tek amacım zayıflamak ve daha az terlemek... Daha sonra eve dönüp; hazırlanıp sinemaya gittim. Sözleşmiştik 2 bayan arkadaşımla birlikte gideceğimiz konusunda, günler öncesinden. Önceki yazımda da belirttiğim üzere Recep İvedik 2'ye gittik.

Film içerisinde çok fazla belaltı espiri kullanılmış olsa da gülmemizi sağladı. Çok beklenti içine girdiğimi farkettim film konusunda; ama yine de sevdim filmi. Tavsiye ederim demiyorum, edebilirim diyorum sadece. Keşke dediğim tek nokta, bayan arkadaşlarımla gitmeseydim, oldu. :D

~~~~~~

14 Şubat Sevgililer Günü...
Gün, basit bir gün aslında. Diğer günlerden hiçbir farkı yok. Fark yaratmayı sever insanoğlu, saçmalamayı da sever. Ben, mesela...
Farkettim de hiçbir 14 Şubat'ım dolu bir şekilde geçmedi. Yani sevgilim olmadı. Yarın da böyle geçecek. Sanırım bundan sonra da böyle geçer. Doldurmak benim elimde, diyebilseydim keşke. Keşke diyebilseydim ki ben aşırı seçici, aşırı ciddi, aşırı vs biriyim de o yüzden insanlar arasından seçim yapamıyorum! Bunu diyebilmek isterdim, şu anki halim yerine. Ne yapalım, kısmet deyip geçiyoruz, her sefer olduğu gibi...

İnsanoğlu bencil... Benciliz nitekim! Böyle normalde "ay sevgilim yoouuk, yaağ boş geçiyooğ 14 Şubat yineeğğ" ya da "lan yine sap gibi geziyoruz" diyenler oluyor ya böyle 14 Şubat vaktinde, onlara deli oluyorum! Benciller! Başka günler umurunuzda olmaz, bir bugün olur değil mi? Başka günler sevgililerinize hayatı zindan edin, o gün boş kalınca yakının bu durumdan!

Yazık bir de ben gibileri var, her gece yatarken yarın biriyle karşılaşma ümidi içerisinde uykuya dalan... Ya da arkasındakilerin seslenmelerini bekleyen. Bknz: Kısmet bu işler, yavrucuğum...

Kollarımı zor tutuyorum. Sabit tutmam lazım, yoksa ağrıyorlar, malum spor salonunun yan etkileri. Yoksa faydası mı demeli? Hımm... Neyse neyse!

11 Şubat 2009 Çarşamba

Spor Salonu Macerası

Aslında önceden aklımda sıkı bir diyet vardı; ama herkes gibi ben de belli bir yerde tutabiliyorum kendime karşı sözlerimi, yemek konusunda... Geçen yazların birinde 95 kilodan 80 kiloya düştü 'kütlem'... Düşürdüm daha doğrusu. Azimle düşürdüm. Hırs yaptım. Ekmek yemediğimi, kızartmış patatesi yemeğimi, haşlama patatesi de yemeğimi hatırlıyorum. Her gün ipodumu açar; yabancı şarkılar eşliğinde tam 45dk dans ederdim, hareketli olarak tabii... Şimdilerde de arada öyle dans ederim; ama bir sürekliliği olmuyor. Yazın da Amerika'ya gideceğim için ve daha az terlemek için -bu konuda ayrı bir yazı yazacağım rahatsızlığımla ilgili- aşırı bir kilo verme eğilimi göstermem gerekli... Hepsinden önce sağlığımı daha dengeli hala getirmek istiyorum. Bütün bu isteklerden sonra bana tek bir şey kalıyordu; düzenli bir şekilde spor yapmak... Yapmalıydım; ama öyle sabah koşularıyla, uyduruk diyetlerle olmayacağını bildiğim için, ilk dönem planlarım arasında olan spor salonuna yazılmaya karar verdim. Bu akşam 1-2 saat boyunca tüm aletlerin kullanımı gösterildi, birkaçı hariç tabi... İlk hafta vücudumu tempoya sokup, daha sonra da belli bir program çerçevesinde sporuma devam edecekmişim. Şu anda kollarım biraz ağrıyor gibi, bacaklarım da öyle.

Bence spor salonundaki kaslılık oranı yüksek olanlar ayrı bir bölümde çalışmalı mümkünse. Tüm çalışma şevkimi kırıyor. :P

Umarım, inşallah, istediğim şekle gelebilirim. Aslında asıl amacım görünüş değil, tek amacım daha az terlemek. Neyse bundan daha sonra bahsedeceğim...

Şimdi beni bekleyen dizimin yeni bölümünü izleyip yatmayı düşünüyorum: Fringe S01E14

Türk Sineması

Türk sineması denince aklıma bi'şey gelmiyor. Öyle bakıyorum boş boş... Yani hem gereksiz görüyorum hem de olmazsa olmaz diyorum. Garip bir şekilde son 2 yıldır yabancı sinema üzerine yoğunlaştım. Tabiki buna vazgeçilmezim müzik dünyası da dahil. İşi olması gerektiği şekilde yapanlar varken neden milliyetçilik duygularımın kalbime söz geçirmesine izin vereyim ki? Onlar daha güzel müzik yapıyorlar, daha iyi film yapıyorlar. Yapıyorlar işte!

En son gittiğim film Recep İvedik'tir Türk sinemasında. Bırakın Issız Adam filmini, Arog'a bile gitmemiş insanım ben! Gitmem kardeşim. Hissetmiyorum o konuda herhangi bir hissiyat. Acaba duygularım mı yozlaştı yabancı media ile? Uuvv, ürkütücü... Üzgünüm, Türkler film konusunda iyi değil. Bu aşırı derecede bariz bir gerçek. Yani etkilendiğiniz Türk filmlerini şöyle bir düşünün. Hak verirsiniz.

İşte en son Recep İvedik'e gittim geçen sene. Hatta ayarlayıp sınıf arkadaşlarımı, 10 kişi felan, vizyona girdiği gün gitmiştik. Çok eğlendik, çok güldük. Mutlu olduk. Film de haliyle Türklerin özellikleri vurgulanarak komedi yaratılmış idi. Gülmesi daha kolay oldu bu haliyle. Şimdi ise Recep İvedik 2'de aynısı, hatta daha yüksek bir performansını almayı düşünüyorum; ama bu sefer öyle çok kişi toplamadım. 3 arkadaşımla birlikte gidiyorum izlemeye. Ve yine vizyona girdiği gün izleyeceğiz. Yani bu cuma günü. Bu sefer daha çok güleceğimden eminim. Gülmeye ihtiyacım var; çünkü nedense etrafımdakileri güldürüyorum sürekli. Oysaki kendimin gülmeye ihtiyacı var...

Her baktığımda yüzümde bir tebessüm oluşuyor. Yani gülmemek mümkün değil. Belki gülmeye bilirsiniz, bilemem. Sorunlarınız var, derim. :D Şaka bir yana, gülmeli insan. Hele o masum bakışlı insanlar oluyor ya, hani böyle içten bakan insanlar, onlar böyle gülümsesinler sürekli. Gözleri parlasın o insanların. Etrafa enerji saçsınlar. Hatta bir tane yanımda olsun öyle insanlardan. Sürekli gülümsemesin tabii. Yanımda altına yapmış 4 yaşındaki bir çocuk gibi durmasını istemem. Aslında ben razıyım yanımda durmamasına öyle birinin. Yeterki varlığını bileyim öyle insanların yeryüzünde olduğunun...

Recep İvedik, o bir halk kahramanı!

*Fragmandan alıntı*

Recep'in babaannesi der:
- hayvan herifin tekisin,
hangi mandıradan aldık seni bilmiyorum ki -
Not: Burdan ismini vermeyi düşünmediğim bir sözlüğün yazarlarını da mimleyerekten düşüncemi belirteyim. Öhöm. Efendi efendi! Belki o filmden Şahan Bey çok para kazanabilir, belki kıllı bir ayı şekline bürünüp ortalıkta salak, saçma hareketler yapabilir, dahası sizin kişiliğinize ve zevkinize ters düşebilir. Gelin görün ki ben o filmi izlerken "gülüyorum" ve paramın hakkını -öğrenci indirimli şekliyle yani- sonuna kadar alıyorum! Ve elin bana saçma gelen Issız Adam filmine gidip saçma saçma sahnelerle dolu bir film izleyeceğime sen gibi, gider burda salak kıllı bir ayıyı izlerim! Ve oradaki bir yazarın belirttiği, gidenlere enbesil demesi de hiç hoş değil. Mevcut enbesilliği insanların zevkine hakaret ederek siz göstermişsinizdir efendim.

Recep İvedik 5 de olsa 10 da olsa giderim. -) Gülmek istiyorum yahu!

9 Şubat 2009 Pazartesi

İnsanlar

Aynaya baktığımda kolay kolay anlaşılabilir bir yapıya sahip olmadığımı görüyorum, biliyorum, hissediyorum, hissettiriyorum da. Bunun aksine insanları çok iyi anlama yetisine sahip olduğumu düşünüyorum. Düşünüyordum daha doğrusu. Artık anlama düşüncesini bile düşünemiyorum...

Hayatıma giren insanları anlamak zorundayım. Siz anlamak zorunda olmayabilirsiniz. Saygı duyarım... Ben anlamak zorundayım! Benim hayatıma öyle kimse elini kolunu sallayarak girip; çıkamaz. Girse de tüm açıklığıyla, en dürüst haliyle girer. Girip de çıkmıyorsa, bir gün elbet anlaşılır şekle gelir. En azından umut ediyorum o hale gelmesi için.

Bu gece şöyle bir geriye baktım, hayatıma girip de açık olmayan, dürüst olmayan ya da olması gereken şekilde normal ol(a)mayan insanları düşündüm. Vardı. Kimi gerçek ismini uzun bir aradan sonra söyledi, kimi "ben insanım yaşıyorum, seninle konuşuyorum, bunu bil yeter" demekle yetindi, kimi süper bir arkadaş olup; sırtını döndü, kimi sessiz kaldı her şeye rağmen... Bense her zamanki saflığımı, iyi niyetimi -her sefer olduğu gibi- ortaya serdim hiç kuşkusuz, şüphesiz... Hata ettim kimine göre, bu kadar rahat olmamalıydım insanlara karşı; çünkü onlar 'insan' sadece. Dokundu bu gece birkaç hissettiğim şey... Bazen oluyor böyle biliyorsun blog. Siliyorum. Her zamanki gibi bu konuda en kolayını yapıyorum. İnsanlara bana verdikleri değerleri veriyorum son 5 aydır. Ve çok rahatım bu konuda. Seçiyorum en iyilerini... (iyi = hakettiğim değeri verenleri) Seçmek zorundaymışım; çünkü bana kendi hayatıyla ilgili yarı buçuk yaklaşanlarla işim olmamalı. Bugüne kadar birkaç kişiyi de beklettim; ama onları da kaldırdım. Kaldırabildim mi acaba cidden blog? Kaldırmışımdır ben değil mi? Tamam...

Şimdi sessizliği, huzuru yaşıyor; bana insan gibi yaklaşan kimselerle konuşuyorum, buluşuyorum, yazışıyorum...

İnsan ilişkileri konusunda çok hassasım ben. Öyle ki sinirlenirsem hemen belli ederim ya da öyle bir içime atarım ki uzun bir aradan sonra çok kötü kullanırım. Bilmiyorum öyleyim ben.

Bugünlerde farkettiğim diğer bir durum da şudur: Meğer beni kimse öyle kalbinden sevmemiş bugüne kadar blog. Ne kadar acı bir durum bu? Ne kara sevdayı yaşayabilmişim ne de yalancı bir aşkı yaşamışım bugüne kadar. Hoşlanmakla bitmiş meğersem tüm ilişkilerim. Yeni yeni farkediyorum. Ben sevilecek yanlarımın çok olduğuna inanıyorum artık blog. Tek sorun karşıma doğru insanların çıkmayışı. Çıkmamışlar. Karşıma geçip konuşamayacak kadar aciz olmuş bir kısmı da. Ya da ben abartıyorum.

Siliyorum blog. Bir çok kişiyi sildim; bir kısmı kalmıştı. Onları da siliyorum. Hayırlısı olsun mu blog bana?

Olsun...

7 Şubat 2009 Cumartesi

Yine gidişler...

Yine gidiyorum. Nereye gidiyorum böyle? Çok derin bir yere değil yahu. Okuluma dönüyorum. Kendi şehrim dediğim şehre gidiyorum. Isparta. Her şey orada bitiyor zaten. En güzel başlamayanlar, en güzel mutsuzluklar, en kara yalnızlıklar orada... Mutluyum orada olduğum için. Orada olmam gerekiyormuş hayatımın en hızlı zamanlarında. Bana çok şey kazandırdı. Kişilik, arkadaşlık... Çoğu anlamda. Havasını bir türlü sevemesem de benim şehrim diyebiliyorum yine de.

Bir yazımda demiştim ki Isparta, benim elimle şekillendirebildiğim, ne istersem o olan bir şehir... Neden öyle dedim; çünkü o kadar kalabalık ki aslında şehir, bir o kadar da sessiz aynı zamanda. Hem istediğiniz türden insanı bulabiliyorsunuz hem de yalnız kalıyorsunuz bu şehirde. İstanbul olmasını isterdim; sonradan vazgeçtim bu düşüncemden. Hem de çok kesin bir şekilde vazgeçtim. Ankara olsun istemiştim bir aralar da. Her sefer gidip geldiğim şehir olsun istemiştim; ama her gidip geldiğimde "yok yok Isparta'da okuduğum iyi olmuş" derim.

Üniversite ismi konusunda zamanında yeteri kadar konuşmuşumdur. Gördüm ki değiştiren pek fazla bi'şey olmamıştır benim hayatımda. Kaldı ki okuduğum bölümde yurtdışı için yeteri kadar çalışmaktayım. Varsın vatanım size kalsın. Bakalım turşusu nasıl olacak!..

Yazılarım böyle "dokunulsa ağlanılacak" tipten oluyor; ama n'apiyim. Kimseye anlatmıyorum derdimi.

Ben gidip hazırlanayım. Yarın yolda olurum, Allah nasip ederse elbet...

Neyse!

Hayır... Ters tarafımdan felan kalkmadım. Aslında nasıl kalktığımı yani uyandığımı hatırlamıyorum bile! Gecenin 3-4'ü yatıp gündüzünün 1-2'si hatta 3'ünde bile kalkabilen ben, bu başarıyı(!) nasıl elde ettiğimi ya da neden elde ettiğimi bilmiyorum bile. Son günlerim evde yine... Bir pazar gününde daha okuluma doğru yol alıyorum. Belki bundandır bilgisayara yapışmam. Aslında sebebi bu mu? Değil sanırım...

Arayışlarımın tavan yaptığı 2 hafta geçiriyorum. Arıyorum sürekli. Aramazdım ben ne oldu bana? Sessiz sakin beklerdim, gelir belki bir gün biri diye. Neden kıyamet gününün geldiğini anlayan insanlar gibi çaresizce koşuşuyorum ordan oraya... Neden boş yere yoruyorum kendimi? Hayatımın geçen 20(+1) yılı boyunca neden sürekli aynı soru kelimesini kullanmaktayım ben? "Neden?"

Bir ara eski halime dönmeyi istiyordum. Bütünlük olarak döndüm eskiye; ama en önemli parçam dönmedi geriye... Kalbim hâlâ duruyor, yıpranmış, boş, özgüvenini yitirmiş... Dolar birgün demeyin. Dolmuştu geçenlerde.

Evet! Duydun! Dolmuştu kalbim bir ara. Cidden bu sefer doldu dedim. Emin olamadan doldurdum kalbimi. Ben neden böyleyim? Neden haklı oluyorum? Haklı çıktım yine. Yanılmışım. Yanlış kişiymiş. Bu ara bu olay geçen 2-3 ay işaresinde 1-2 haftalık bir zamanda gerçekleşip bitmiştir. Bugün sayın(!) şahış, uzun süren sessizliğini bozup bana öyle bir açıklama yapmıştır ki ben "işte budur, zafer benimdir, haklı çıkmışımdır" dedim. Kazandım da ne oldu? Gitti kalbimin bir parçası, yine gereksiz zaman kaybı oldu. Yine duygularım çalındı.

İnsanlar neden direkt bir sempatiklik üzerine yoğunlaşırlar anlamam. Tamam, belki hoş biri olarak gelebilirim sana, etkilenmişsindir, sevecen bulmuşsundur, ne bileyim! Önce bir bak bu çocuğun gözlerinin içinde aynı şeyi bulabiliyor musun? Hissebiliyor musun aynı sıcaklığı onun gözlerinde ya da ellerini tutunca?..

O da bakmadı gözlerime, tutmadı ellerimi... Biri bunları yapıp "ya sen insan mısın? Bana büyü mü yaptın?" dese, ben de en duygusal erkek moduna bürünüp öylece kalsam, ne olurdu?

Demiyor kimse, ben demeye çalışmadım değil. Çalıştım, demek istedim; ama geri çevrilip daha da ümidimin kırılmasını istemedim, aşka karşı... Zaten her şeyi abartıp hareket ediyor(d)um. Lütfen düşünmeyin şöyle: Sen hareket ilk önce, ne kaybedersin? Düşünmeyin böyle. Zaten biri bana gülümsedi mi en nefret halimde bile olsam açıyorum kalbimin tüm kapılarını. Benim karşıma gelip de bana duygularını söyleyemeyen de bir sorun vardır elbet! O derece yani...

Şimdiki durumum nedir diye sorarsanız, derim ki: Eskisinden daha güçlüyüm! Her gün lanet etsem de hâlâ inançlarım var ve hiçbir güç, hiçbir kimse de bu duygularımı benden alamaz!

Bu sefer demedim, yoruldum artık, diye! Yorulmadım. Aslında yorulduğumu sandım ben hep. Keşkelerimi içimde saklıyorum artık. Kimsenin keşkesini de dinlemiyorum. Evet, şimdi derin bir nefes alıp, duygu hormonumu(!) bastırmalıyım...

>> Eskisi gibi olsun istediğim tek bir şey: uzun vadeli hâyâl kurabilmek...

4 Şubat 2009 Çarşamba

Ankara...

Ankara... İstanbul'dan ne farkın var biliyor musun? Otobuslerinde akbil kullanımı yok. Onun dışında sen de İstanbul gibisin. Belki yolların -başkent olduğundan ötürü olacak- daha düzgün, daha bakımlı; ama sen de İstanbul kadar kalabalık ve garipsin. Nedendir bilmem, sana da çok ısındı kanım bu sefer. Böyle daha mantıklı geldin Ankara bana. İstanbul ile kıyasladım sanırım seni. Daha sevecen geldin, büyük şehir olarak tabi... Yoksa benim ikinize de garezim var!

----------------

Bugün Kızılay'da idim. Ne işin vardı dersin şimdi! Vardı. İşim de vardı orda bir arkadaşım da vardı. Gittim. Gitmeliydim. Çünkü görmeliydim kalabalık bir topluluğun nasıl olduğunu, görmeliydim arkadaşımı... Çok sıkılıyorum evde. Yani sürekli bilgisayar başında olmak çok kötü bir şey... Kopamıyorum da. Çünkü kurmuşum burada kendime bir hayat. Asosyal değilim aslında, gayet sosyal bir insanım, çoğu konuda; ama internet ve bilgisayar ortamı çok farklı yapıyor insanı, düşüncelerini, duygularını...

Kızılay'da idim, bir ara adını şimdi unuttuğum caddelere geçtim. Daha sonra kumpir yedim. Sonra 3E isimli kafe-bar tarzı bir yerde portakal suyu isimli portakal tadında bir şey içtim. Tabi bunları tek başıma yapmadım ki tek başıma yapmam imkansız, en azından şimdilik... Bir arkadaşımla dolaştım. Benden biriyle dolaştım, ben gibi biri. Yani tam ben gibi değil de işte. Öyle karışık.

-----------------

Hayat çok acımaz blog. Yani acımasız tarafları geliyor bana. Biliyorum daha da kötü durumları var; ama ufak ufak, sürekli bir şekilde karşılaşmaktansa, bir seferde kurtulmak daha iyi değil mi o kaderin pis oyunundan? Bu aralar halime şükretmeyen bir insan oldum nedense... 3 gün kaldı okula dönmeye. Bak demiştim sana, 1 hafta 1-2 gün gibi geçer diye. Geçti bitti bile...

Nedense bugün yine Hande Yener (eski şarkıları) ile uçtuk.

Hayırdır inşallah maşallah...

1 Şubat 2009 Pazar

Son zaman.

Çok sesli ve hareketli geçen bir İstanbul turundan sonra, yine kendi başıma, yine kendi evimde ve bilgisayarımla birlikte kaldım. Yalnızlığı seven biriyim; ama denizlerden akarsulara dönünce kendimi çok kötü hissediyorum. Moralim bozuluyor, sesim kısılıyor, canım sıkılıyor, normalde hissetmediğim yalnızlığı hissediyorum. Yalnız değilsin gibisinden kurulan cümlelerden de sıkıldım artık. Yalnızım deyince ne demek istediğimi anlamayan insanlardan da sıkıldım. Sıkıldığım çok konu var saymasam en iyisi...

Önümde evimde geçireceğim koca bir hafta var desem de iki gün gibi geçeceği kesin. Bu bir haftayı kendime aldığım yeni kitaplarla geçirsem, biraz ingilizcenin üstüne düşsem, malum erasmus sınavına tekrar gireceğim ve bu sefer de kazanıp gitmemezlik yapmayacağım., iyi olacak. Sonra da eşyalarımı toplar; sessiz sakin giderim bu şehirden, beni bekleyen diyarlara...

Hafta içi şöyle bir merkeze insem diyorum. Ankamall'de indirim varmış dedi kuzenim. Hoş, ben alacağımı aldım İstanbul'dan; ama olsun. Evde vakit geçireceğime... Birine haber versem mi diyorum; doğru mu yaparım acaba bilmiyorum. Hem herkes kendi dünyasına dönmüş artık. En iyisi daha da sessizleşip kalanları unutmak. Merak eden hem arar, sorardı...

Teşekkür ederim blog. İyiki yanımdasın. Bedenimi ya da bana ait başka bir şeyi sorgulamayan tek şeysin...