25 Aralık 2019 Çarşamba

Ve Bir Son

Seni kimsenin okumuyor oluşu ne güzel bir şey biliyor musun? Bana kısmen güç veriyor, sana anlattıklarımı aslında kimsenin fark etmiyor ya da önemsemiyor olması yani... Hayatımı tek başıma sürdürmeye alıştırıyorum çünkü yıllardır kendimi. Bununla yüzleşeceğim yarın ya da diğer bir gün. Şimdi her ne kadar kendi içimde yalnız olsam da, hatta çevremde de yalnız olsam da, bir gün yanımda o hep duran "ailem" de olmayacak. Ve ben asıl yalnızlığı o zaman yaşamaya başlayacağım...

Kaç yıldır hayatımda hiçbir hikaye mutlu sonla bitmedi Blog. Ya olumsuz geçti ya anlamsız ya da bana büyük zararlar vererek... Yine öyle birer hikaye yaşıyorum bugünlerde. Yine bir vazgeçiş. Ve o yetmezmiş gibi 2020'ye işsiz bir Arif olarak giriyorum. Günlerdir uyuyamıyorum. Saçma sapan kabuslar görüyorum. Bir keresinde hatta uyanıp ağlamaya başladım. Saçma bir hale geldi ruh halim yani. Ne yapacağım konusunda hiçbir fikrim yok bundan sonrası için de. Ve konuşabileceğim kimsenin olmadığı dönemlere geri döndüm. Hoş geldim diğer bir ifadeyle. Ya da hoş geldin.

Çok değil, 1 tane hikayem mutlu sonla bitsin istedim. Hani sürekli devam eden bir mutluluktan vazgeçeli çok oldu zaten de, bari bitenlerden biri mutlu sona ulaşmış olsaydı keşke. Olmadı, olmayacaktı da aslında. Çünkü beklentilerime yenik düşmüştüm her zamanki gibi... Çok parça parça anlattım olanları sanırım. Çünkü paramparça olmayan hiçbir düşüncem kalmadı Blog.

Şimdi yeni yılı kutlarım kesin.

15 Aralık 2019 Pazar

2019'a Not

Mecburi yalnızlık bence benimkisi. Tek sorunum bu gibi sanki değil mi Blog?

Mecburi işçilik bence daha çok... İşçiyim şu anda çünkü. Herkesin müdürcülük oynadığı bir iş dünyasının içindeyim. Başka bir alana adım atamayışımın verdiği bir ağırlık, yoğun geçen bir yalnızlık, bağırsam kimsenin duyamayacağı bir iç dünya...

Boğucu, paramparça edici bir ilerleyiş... Yaşımın verdiği, daha doğrusu veremediği bir ağırlık var üzerimde. Susmayı tercih etmek, elimden gelen tek şey. Ya da birkaç damla gözyaşı ile yoğun geçen bir duygusal savaşı atlamaya çalışmak. Zaten sürekli bir savaş halimdeyim.

Yıllardır aynı şeylerden yakınıyorum Blog. Değiştirmek için bazen az bazen çok uğraştım; ama kendimi kandırmış bile olabilirim bu konuda. Değişmeyeceğini, düzelmeyeceğini bildiğim halde uğraşıyorum, kendi yerimde tepiniyorum adeta.

Böyle koca bir günü hıçkırarak ağlayarak geçirmek istiyorum. Onu da yapamıyorum. O yüzden susuyorum, yine içime atıyorum. Bir gün bir yerde birine ya da bir şeye patlamak üzere sırasını bekliyor hepsi...

2019 nasıl geçti anlamadım. 2020 için zaten fazla beklenti oluşturmuş değilim. En kötü yerimde sayarım ya da daha da dibe çekilirim...

14 Kasım 2019 Perşembe

Neyi Takip Ediyorum?

Ertesi güne uyanmamın benim için ne kadar önemli olduğundan emin değilim artık mesela. Nefes alışımın ne kadar faydalı olduğu, cebime giren parayla ne yapacağım, insanlarla tartışmalarımın sonrası, attığım mesajların etkileri ya da ne kadar sevildiğim konuları da beni bağlamıyor mesela. Kardelen gibi yaşamak varken, bir ineğin faydalanacağı bir ot gibi yaşamak var uzun bir süredir gündemimde. Elimde mi? Hayır.

Çok bilmiş insanların ya da "büyüklerimizin" hayat konusunda verdiği vaazlarına maruz kalıyorum çoğu zaman. Gerçi yaklaşık 6-7 aydır onlar da beni rahat bırakmış durumda. Sessizliğimi koruyorum ben de çoğu zaman. Etkiye tepki misali belki de. Belirsiz yani durumum. Öylesine her şey.

Geçen gün yaşadıklarımın etkisindeyim Blog. Bana yöneltilen "e senin pek arkadaşın da yok" cümlesi bir anda bende "bu kişi beni tanıdığını düşünüyor; ama hem yanılıyor hem de nasıl oldu da hayatıma bu nebze yorum yapacak kadar girebildi" tepkisi yarattı. Biraz afalladım ve o an bir süredir yaptığım şeyi yapıp "başımla onayladım". Şu sıralar bunu da güzel yapıyorum. Bırakıyorum insanlar kendi dünyalarının patronları olmaya devam etsinler.

Özlediğim şeyler çok. Yalnız oluşum en büyük sebebi aslında. Uğraştığım hastalıklar, iş meseleleri, insanlar... evden mutlu bir şekilde çıkıp mutsuz ve isyankar bir şekilde dönüşlerim... birçok şeyin kötü olmasının sebebi aslında. Bunları değiştirmek benim elimde mi? Evet. Haliyle yazımın başındaki duruma da dolayı yoldan etki ettiği için "her şey benim elimde" gibi bir sonuç çıkıyor. Bu konuda başarılı mıyız Blog? Hayır. En azından şimdilik değiliz. Bu ay sonuna kadar yani yaklaşık 2 haftalık bir zaman dilimim var. Kendime verdiğim bir süre bu. Sonra ya "bir süre daha böyle gitsin" ya da "hayır Arifcim, daha fazla uzatmanın bir anlamı yok" deyip bir karar alacağım. Ve bunu kendim için yapacağım. Yapmak zorunda olduğum için.

Hayatın zorluğundan bahsetmiyorum hiç. Hayat zor mu? Zor olan parasızlık mı? Yoksa insanın sağlıklı olmayışı mı? Bence hayatın zor oluşunun bunlar üzerine tartışılması gerekiyor. Sağlık elbetteki ki sadece fiziksel olanı kapsamıyor. Hepsini içeriyor demek istediklerim.

Bilmiyorum Blog. Aksilikler mi var yoksa her şey yolunda gidiyor da ben mi aksilikleri görüyorum sadece... bilmiyorum. Bulanık bazı şeyler. Ben de çomak sokup iyice karıştırmamaya çalışıyorum. Yoksa iyice kontrolümü kaybedeceğim.

Hiç mi güzel şey yok diyorsun hayatında, değil mi? Varsa bile bunları paylaşmamaya çalışıyorum artık galiba. Ya da bunu da farkedemeyecek kadar dolu gözlerimin önü.

18 Eylül 2019 Çarşamba

Neredeyim?

Hep yazasım geldi sana Blog; ama tuttum kendimi biraz. Çünkü şu anda yazarken yıllardır beklediğim heyecanı yaşamak istedim seninle. Hani hep bir Macbook Pro'muz olsun istiyordum; hatta saf saf para biriktirme heyecanları yaşıyordum başarılı olamayacağını bile bile. İşte şu anda o hep hayalini kurduğum laptopımdan yazıyorum sana; ama bolca melankolik bir ruh hali içinde...

Epey bekledim bir Macbook Pro sahibi olmayı. Şu anda böyle incecik defter havasında, kucağıma almaya bile kıyamıyorum. Neredeyse 13799₺ verecektim. Sonra Apple Eğitim indirimlerine denk geldim. Derken Açıköğretim'e kaydoldum, o arada başka bir yere denk geldim ve 10899₺'ye aldım. Dell ve HP'nin 1-2 modeli arasında çok gidip geldim; ama hayalim buydu ve iyi ki şu anda bir Macbook Pro sahibiyim. Şu sayfada laptopımın özellikleri mevcut. 4 Eylül'den beri kullanıyorum; ama hala daha öğrenmeye çalışıyorum. Yine de hızı ve kullanım hissi çok güzel be Blog. Allah benim kadar çok isteyenlere de nasip etsin. Tek diyebileceğim bu olurdu ek olarak...

Ve ruh halim. Şunu kesinleştirdim şu son üç haftada: Karşıma en doğru insan diye beklediğim kişi de çıksa, O'na güvenemeyeceğim doğru düzgün. O'nun hatalarını gözümde büyüteceğim, zaten paramparça olan kalbimin bir parçasını emanet edemeyeceğim; belki yoracağım O'nu da kendim kadar. Belki O vazgeçecek benden, "bu çocuk bana güvenecek diye kendiyle koca bir savaş veriyor" deyip. Bunları fark ettim işte Blog. Yalnızlığa ne kadar alıştığımı, ne kadar bağlandığımı, kopamayacak oluşumu fark ettim. En kötü yanı da, bunu ömrüm boyunca yaşayacak olacağım gerçeği. Çünkü şu anda bile "doğru insan" denen kişiyi bulamazken, bir de bulup böyle güven savaşlarıyla kaybedecek olmak çok zor ve ağır geliyor. O yüzden en kolayına kaçıyorum belki de: Yalnızlığa.

Bugün de İstanbul'un 1-2 semtindeydim arkadaşlarımla. Yine her Kadıköy ya da karşıda bir semte gidince hissettiğim şeyi hissettim: Bir yere ya da duyguya ait olamama hissi. Çok isteyip de becerememe ya da yanlış otobüse binmiş olduğum hissi.

Ütopik hayaller kurduğum dönemlere gitmeye başlayacağım galiba. "Acaba benim gibi kendi halinde, yalnızlığını benimsemiş; ama yine de ondan kurtulmak isteyen biri var mıdır?" diye düşünerek geçecek belki de önümüzdeki zaman. Yine de korkularımı örtmeye çalıştım bir sürü cümleyle. Oysa şimdi çıksa biri karşıma, yine kapılır giderim büyük bir hasretle...

Aslında sonbahar da geldi. Ne güzel olur şimdi sevmeler be Blog!

28 Temmuz 2019 Pazar

Yeni Yaşımın İlk Keşke'si

Geçtiğimiz pazartesi yeni yaşımı kutladım. Yepyeni bir yaş ve birkaç yeni şeyin hevesi ve heyecanıyla girdim yeni yaşıma; ama ne kadar şanslı olduğumu biliyoruz Blog. 1 hafta içinde bir ilişkinin başlamasının ve bitmesinin yarattığı tuhaf, nefret edici, keşke'lerle dolu böyle tarif edemediğim bir ruh hali içinde yeni yaşıma girdim. Diyorum ya şanslıyım diye. Zaten ite kaka 4 senedir kendi yalnızlığımla barışmış çoktan kendi iç dünyamda başka evrenlere hareket etmiştim, ne zorum vardı ki bozmaya? Kendi halinde yaşıyordum, ne gerek vardı zaten paramparça olmuş sol tarafımın kırık bir parçasını da gereksiz yere kaybetmeye? Kaşınıyordum sanırım tabir-i caizse. Bile bile ladesti yalnız benimki. Suç kimde Blog? Tabi ki bende. Sanki tecrübesiz, insanların ne mal olduğunu anlamayan biriymişim gibi iki saf söze kanacak kadar aç bir hale gelmişim duygusal anlamda.

Yine de bugün bitmiş olan şeyin şu iyi yanından bakıyorum: Cesaret herkeste olmuyor Blog. Sözünün arkasında durmak, büyük konuşmamak, kendinden emin olabilmek, kendine güvenmek ve karşındakine güven verebilmek çok güzel erdemler. Olmuyorsa demek ki zorlamamak gerekiyor. Bu yanından düşünmeye çalışıyorum sadece şu son 2 günde yaşadıklarımı.

Ben bi' 4 sene daha yalnız kalacağım belli ki. Ya da bir daha kimseye güvenmeyeceğim sevgi konusunda. Gününü gün eden biri de olamadığıma göre, beni ben yapan tüm duygusallığımı silip atacağım içimden. Zaten son 1 senedir bunun acısını çekiyordum. Belki de buna vesile olmuş oldu bu yaşadığım şey. ŞEY.

Nasıl içimde büyük bir keşke çığlığı büyüyor bilsen Blog. Keşke diyorum hiç bozmasaydım 1 hafta önceki halimi. İyi kötü bir umudum vardı. Kendimi kandırıyordum en azından bu hayatta yaşarken. Şimdi ne hissetmem gerektiğini bilemeyecek kadar yalnızım içimde. Yine de kendimi suçluyorum. Sırf içimde nefret olsun, daha sert olabileyim diye.

Sana yazınca rahatladım biraz. Çünkü gidip omzunu gözyaşlarımla ıslatacağım bir arkadaşım yok yakınımda.


26 Haziran 2019 Çarşamba

Haziran'da Saplanan Bir Ruh

Beş kelimeden biri yalnızlıktı eskiden. Sonra 3 kelimeden biri oldu. Ve dillerden düşmeyen hale geldi. Yalnızlık... Hani etrafınızdaki sürekli gülüp eğlendiğiniz insan topluluğunun içindeyken bir tane yaprağın ağaçtan düşüşüne odaklandığınız ya da bir AVM'nin üst katında yüzlerce insanla yemek yerken oraya gereksizce koyulmuş saksıdaki çiçeğe baktığınız anlardaki yalnızlık... Duygularınızı bastırdığınız, "ben kendime yeterim" dediğiniz; ama yetmeyen bir durumun nedeni yalnızlık. Hadsizce kalbinizden beyninize doğru duyguları pompalayan, sizi yanlış tercihlere sürükleyen yalnızlık... Böyle işte yaşadığım. Başkaları gibi sahte bir maskeyi yüzüme takmadığım bir hayata yaklaşımımdan dolayı dilime ve şu anda yazıma pelesenk olan kelime, bir diğer deyişle.

Şimdilik hayatımızın asıl konuları çok başka sevgili Blog. Duygusal yaklaşımlarımdan benim değil de tuhaf bir şekilde çevremdekilerin rahatsız oluşunu baz alan bir dönemden geçiyorum. Çok tuhaf değil mi sence de? Onlara ne yani? Sonradan fark ediyorum ki, asıl rahatsız olunan şey olmayan olgunluk, sahip olunmayan duygusal yaklaşım, düşük beklentiler, robotlaşmış düşünce, biyolojik anlamda geçirilmiş yıkım ve son olaraksa öğrenilmiş çaresizlik.

Özel hayatımı kenara koyarsak, şu sıralar Dell ve Apple marka bilgisayarlar arasındaki ikilemim, hava sıcaklıklarındaki artış ve bulunduğum şehrin nem oranı, birazdan izleyeceğim The Handmaid's Tale'in yeni yayınlanan bölümü, okuduğum "Pempe Fili Düşünme" isimli kitap ve aklıma gelmeyen diğer geçici ve duygusal olmayan şeyleri de ele alabiliriz Blog. Tabii ki şaka yapıyorum. Ve yazımı sonlandırıp dizi moduma geçiyorum.

Önümüzdeki ay 31 yaşıma gireceğim. Belki o zamana kadar yazmayabilirim.

Lütfen sağlam ve benimle kal.

7 Haziran 2019 Cuma

Haziran da Geldi

Evet, yine sana yazamadım. Aslında bekledim biraz. 1 ay önce girdiğim işimden güzel haberlerle sana döneyim diye bekledim. Niye beklediysem, değil mi? Zira güzel bir haber de yok. İşle ilgili çok şey söylemek istiyorum sana Blog; ama o kadar çirkin satırları sende kayıtlı tutmak istemiyorum. Ben zaten içine atmaya alışkın, insani ilişkilerinde fazla beklentiye giren, olabildiğince açıksözlü olmaya çalışan biri olarak, bunu da içime atacağım. Beni saf saf dinleyen birkaç arkadaşım var sağ olsunlar. Onlarla paylaşıyorum sadece. Yine de en güzel şey şu galiba, eve gelince çantamda bile kalan o kahve kokusu... O kadar güzel ve masum bir şey ki. Tek tutunduğum şey bu şu anda. Keşke bunu seninle paylaşabilsem direkt sevgili Blog.

Çok yoruldum insanların "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" mantığından. Gözümün içine baka baka ikiyüzlü bir şekilde nefes alışverişlerinden, çok azıcık bir maaş farkı için birbirlerini ezip geçmeye yetecek hallerinden, insanlara tepeden bakmaya çalışmalarından -oysa ki onlar da epey dipteyken- çok yoruldum. Özetle iş mevzusu, özel hayat... şu sıralar bu temel yapılarda hareket ediyor karşımdaki insanlardan bana doğru.

Büyüklere sorsam "hayat bu" ya da "her iş böyle" diyorlar. Değil aslında. Değil de, işte anlat anlatabilirsen Blog.

Hiç mi güzel bir şey olmuyor, diye sorarsan, ne cevap vereceğimi bilemiyorum; ama şu var, 2019 hedeflerimden en ciddi olanını hallettim. En azından bu güzel bir şey. Her sabah yeni bir güneş doğuşunu geride bırakıyor olmak güzel bir şey. Gittikçe daha da olgunlaşıyor olmak güzel bir şey.

Şimdilik bu kadar. Bu arada geçen gün 10$ daha ödedim senin için sevgili Blog. Sırf adımız O, Ben ve Diğerleri olarak kalsın diye. 🌞

21 Nisan 2019 Pazar

Ölüm, Mavi Bir Renktir Aslında

Hani yazamıyorum ya buraya, bu da aslında yorulduğumun en büyük göstergelerinden biri Blog. Yıllardır, hatta silmeseydim en az 15 senedir, en çok sığındığım şeydi bu satırlar. Çünkü umursamazdım insanların tuhaf yorumlarını, ben sorunlarımdan bahsedince. Ya da bir psikologun vakit geçirmek ya da para kazanmak uğruna ilgiliymiş gibi dinlemesine kendimi kandırmazdım. Buraya da gelemiyorum. Zaten birine anlatmayı 4-5 senedir bıraktım. Olur da birileri benden sorunlarımı dinliyor olursa, sanmasın ki Arif dertleşiyor. Sadece ağzımı açıp boş boş yüzeysel konuşuyor oluyorumdur.

En çok yorulduğum mevzu ise, hayatlarının rahat zamanlarından bunalıp başkalarının, bu ailesi olur kendi arkadaşı olur, arkadaşının arkadaşı olur, sorunlarıyla ilgileniyormuş gibi olanlardır Blog. Ah o insanlar! O komşusunun çiçeği de susuz kalmış diye onun çiçeğine de su verenlerin devri çoktan geçti. Şimdikiler böyle vicdani rahatlamaya girenler sadece. Sanıyor musunuz ki samimi geliyorsunuz? 31 yaşına gireceğim 2-3 ay sonra. Lütfen.

Niye yazdığımı biliyorsun Blog. Evet yine dibi gördüğüm bir gün oldu; ama bu seferki çok başka. Çünkü son 2-3 aydır kendime öyle güzel şeyleri rahatlıkla ifade edebiliyorum ki. Bugünkü yaşadığımdan sonra da ellerimi açıp belki de bir eşref saatine denk geldiğimi umarak "Allah'ım n'olur al canımı" diye dua ettim. Hatta üstüne "ne kendim ne geleceğim ne de ailem umrumda" şeklinde de bir cümle kurduğumu hatırlıyorum salya sümük dağılmış bir halde. Sonra uyudum. Sebeplerini tabii ki açıklayamıyorum. Bu da lanet olsun ki anonim bir blog yazarı olmayışımın verdiği en büyük kötü özellik.

Bir de galiba önümüzdeki ay domain yenilemen var. Zam gelmediyse 10$ olacak. Muhtemelen yenileyemeyeceğim seni Blog. Sana bile bütçe ayıramıyorum. Ne güzel değil mi? Zannetmiyorum; ama belki de başka biri alacak senin ismini. Neyse. Şu şarkıyı bırakayım sana.

14 Mart 2019 Perşembe

Ben de Bilmiyorum

Şeyi fark ettim Blog, insanların egolarına tahammül edemediğimi... O kişileri direkt yok saydığımı, dediklerini önemsemediğimi ve o kişilerle bağlantısı olanlara da negatif yaklaşımlarda bulunduğumu fark ettim. Bu durum beni egoist yapmaz değil mi? Çünkü son aylarda aşırı derecede egolarıyla güzelleşmeye çalışan insanları görmeye başladım. Yoksa adına algıda seçicilik mi koymamız lazım, ne dersin?

Geçen hafta Erasmus'dan arkadaşım geldi İstanbul'a. Son yıllardaki olaylardan sonra ancak fırsat bulabildik, bir de açıkçası üşeniyordum galiba. Hazı şu sıralar zamanım bol iken aradan çıkartalım dedik ve İstanbul'u olabildiğince gezdirdim. Gayet beğendi; ama o kadar yoruldum ki anlatamam. Akşamları yürümeye mecalim kalmıyordu, hop yatıyordum hemen. Yastığa başımı koyduğum gibi uyumayı özlemişim, çok düşünmeden, diğer sorunlarla boğuşmadan... İyi geldi bana da. Hem de 10 yıla yakın zamandan sonra yabancı bir arkadaşımı görmüş oldum.

Kötü şeyler de oldu tabii ki. Mesela benim 5 yıllık antika telefonum artık ölmeye yüz tutmuştu ki bana 130₺'lık bir masraf çıkartarak tekrar hayata döndü. Telefon satın almamın zor olduğunu biliyorsun Blog. Mecburen tamir ettirdim. İnşallah daha problem çıkarmaz bana.

Öte yandan, sana uzun zamandır yazamadım. Çünkü kafam allak bullaktı. Şimdilerde enerjim çekiliyormuş gibi hissediyorum. Oturup saatlerce ağlayasım var mesela. Sebebi belli, insanlar. O yüzdendir ya hep bir kedi gördüğümde bütün dikkatim dağılıyor, kediye yapışıyorum. Hayvanlar daha iyi bence herkesten. O yüzden de evcil hayvanı olup kendini soyutlamış insanları daha merak uyandırıcı ve saygıya değer buluyorum. Bu da benim hüzünlü bakış açım. Hayvanlar en azından egoist değil ya da kendilerini insanlar gibi ısrarla olmadıkları birileriymiş gibi ya da fazla güzel göstermeye çalışmıyorlar.

Pazartesi doktora gideceğim, malum ilacımı kesmek için. Yarın sabah da Kadıköy'e gideceğim hem de yeni açılan banliyö hattı ile. Kime sorsam kullanmamış yenisini. Haliyle kendim tecrübe edineceğim. Yıllar önce binmiştim en son ben de gerçi... Sonra uzun bir süre uzaklaşmak istemiyorum bulunduğum konumumdan. İnsanlardan uzaklaşmak istiyorum sadece. Hafta sonu ablamla ayrıca bir planımız var. Pazartesiyle birlikte de artık kafamı gömdüğüm kumdan çıkarmayı planlıyorum. Bu sefer son kez deneyeceğim. Olmuyorsa da zorlamayacağım artık. Çünkü ben zorladıkça kendimle daha da savaşıyormuş gibi hissediyorum.

Geri kalan şeyler için pek diyebileceğim bir şeyim yok. Daha da yalnız kalmak dışında...

4 Şubat 2019 Pazartesi

Usulca Dokunan Kelimeler

Yakın zamanda gereksiz bir yakınlaşmaya girdim yine uzunca bir süredir ihtiyaç duymadığım duygu için. Aslında benim yapımdaki bir insanın hep ihtiyaç duyduğu bir duygu; ama ben öyle bir alıştırmışım ki kendimi, yalnızlık kelimesini adeta baştan tanımlamışım kendi içimde.

Küçük hesapların insanı olmak deyince belki çoğu kişiye ekonomik anlamda tabiri caizse cimri olan kişiler geliyor; ama ben bunun duygusal ve fiziksel etkileriyle yüzleştim. "Küçük" bir hesapla boğuştum "sevgi" kelimesinden önce. Tabi şimdi mecburen üstü kapalı anlatıyorum; zaten okuyanım yok da, maksat yeşillik(!) olsun, ben anlatınca rahatlıyorum, öyle düşünelim Blog. Demem o ki sevgiymiş, sevmekmiş, sevilmekmiş... benden cidden geçti o işler. Sevgi diye diye kaç bedende çürüttü insanlar duygularını Blog. Bir ben beceremedim zaten, sorun da orada...

Bugünle yeni bir sayfa açtım. Mecburen ve daha istikrarlı olarak açmış olduğum bir sayfa diyelim. Kaç haftadır başlayıp başlayıp ertesi güne bitirdiğim diyete döndüm. Hatta spor programımı da belirledim. Bunları anlatıyorum ki yine birileri okusun nazarlarını değdirsin, kendi içlerinde çemkirsin ya da "aman nasılsa yine başa döner" desin ve benim hakkıma girsin diye. Bak nasıl küçük hesapların insanı oldum bir anda, gördün mü Blog? Tabi ki amacım o değil. Yoksa 11 yıldır şurada seninle paylaştıklarım beni küçük bir şeytana çevirirdi bu kafada olsaydım.

Kullandığım ilaçları bırakmaya karar verdim bir de. Tabi kafama göre değil de, 2 hafta sonraki kontrolümde. Sonra gelsin daha duygusal Arif. Hallelujah! Şaka bir yana, vücuduma daha fazla zarar vermek istemiyorum. Bir tanesi adeta bel çevremde Simit Sarayı'nın şubesini açtı mübarek. Ben değil, doktor diyor öyle bir etkisinin olduğunu; ben sadece abartılı bir dille anlatıyorum.

Bugün bazı hedeflerimi uygulamaya koydum özetle Blog. Çünkü insanların bakışları, boş sözleri... böyle usul usul bana zarar veriyordu. Kulaklarımı bir yere kadar tıkayabiliyorum. Zaten aşırı üstü bir pozitif ya da egoist yapıya sahip olmalı ki insan anca başkalarının dediklerine yüzde yüz kulak tıkasın. O da ne yazık ki "henüz" ben de yok. Şimdiyse biraz kuru üzüm alıp Caché isminde bir Fransız filmi izlemeye gidiyorum.

26 Ocak 2019 Cumartesi

Yorumsuz Zamanlar

Sevmeyi kimden öğrendik Blog? Kim öğretti bize o duyguyu? Hadi O'nun ellerinden öpelim bu öğreti için; ama ya nefret duygusunun sahibi? O duygunun sorumlusu kim sence Blog? Kimi taşlamalıyız kalplerimizi kararttığı için? Yine çok sorular sormaya başladım değil mi? Farkındayım. 2-3 gündür üzerimdeki gereksiz kasvet, düşüncelerimdeki tıkanıklık, ne yaptığımın belli olmaması ve üstüne "sürekli yemek yiyip peşine uyuyor olmam" sanki nefes aldığım havayı karartıyormuş gibi geliyor. İçimdeki tüm renkleri solduruyor, sahte bir görünüme çeviriyor yaşadığım hayatı.

Hiç öyle yeni yıl hedefi belirleyemedim. Aksine daha da önümü tıkar gibi dikine gidiyorum iyi düşüncelerin, hayallerin, kaldıysa eğer umutların... Merak ediyorum acaba bir yerde beni bekleyen bir umut ışığı var mı? Ya da o "nefes alıyorsak umut var demektir" klasiği benim için hayatın hangi döneminde geçerli?.. Yine sorular, değil mi?

Konuyu değiştirmeye çalışıyorum şu anda; ama beceremiyorum Blog. Olmayan kanatlarımı çırpıyormuşum gibi geliyor. O yüzden boş verip bu kasvetli yazıma da devam edeceğim. Gitmiyor Blog. Hiçbir şey gitmiyorum. Bak "iyi gitmiyor" demiyorum; bizzat "gitmiyor" diyorum. Sanki bunun için aylarca uğraşıyormuşum gibi hissediyorum. Ve "evet Arif, tebrikler! Artık hiçbir şey gitmiyor" sözünü duyuyormuşum gibi geliyor herkesten, her şeyden...

Her şeyleri yolunda gidenlere soruyorum, "nasıl gidiyor" diye, iyi deyip geçiyorlar. Sonra içimde uzun bir sessizlik... Bende problem Blog. Bende...

11 Ocak 2019 Cuma

Birimiz Eksildi...

Salı gecesi dayımı kaybettik Blog. Birçok rahatsızlığı vardı; ama hani böyle bir anda kalp yetmezliğinden ölümle sonuçlandıracak şekilde değildi, kimse beklemiyordu yani. Ne olduğunu bile anlamadan geçen 1-2 gün içinde oldu her şey ve toprağa verdik. Uğurladık... Bana göre bu hayattan kurtulmuş oldu; ama geride bıraktığı başta annesine, eşine, iki genç henüz daha evlenmemiş olan oğullarına ve bizlere farklı boyutlarda hüzünler bırakarak ayrılmış oldu.

Başkaları için dayım ne ifade ederdi bilmiyorum; ama bana dayımdan bahsedilince hep küçüklüğüm aklıma gelmiştir. Bana birçok şeyin ilkini verdiği için, anne tarafımın büyüğü olduğu için hem farklı bir sevgi hem de saygı duymuşumdur. İlk bisikletimi o almıştır Blog. Hala aklımda, ilk kez büyük bir otelin havuzuna o götürmüştür, yüzmeyi bile bilmeyen beni... Hayatla ilgili her karşılaşmamızda verdiği tavsiyeler, bazen beni gördüğünde verdiği bazen annemlerle gönderdiği cep harçlıkları... Eğitime önem verirdi kendisi çok. Ben pek bilmesem de büyüklerim der, çevresindekilere hep yardımı dokunmuştur diye. Allah günahlarını affetsin, ailesine sabırlar versin.

Dayımın vefatı bana iki farklı şeyi de yaşattı Blog. Son zamanlarda tuhaf bir şekilde düşünürdüm: "Ben hiç birinin cenaze namazını kılmadım, acaba kimin namazını kılacağım ilk?" diye. Dayımın cenazesi olacakmış demek ki. İki dedemin ve babaannemin kayıplarını yaşadım; ama dayımın vefatı, ailemizde gördüğüm ve herkesi bir anda aramızdan ayrılışıyla şaşırtan ilk ölüm oldu. Dayım da dedemle aynı yerde toprağa verildi, Eyüp Sultan Mezarlığı'nda.

Haberi alışımdan bir an'a kadar hiç ağlamadım. Dedim herhalde ya çok duygusuz oldum ya antidepresan yüzünden ya da şaşkınlıktan... Ne zaman ki yengem bana karşılaştığımızda "Arif dayını kaybettik" deyip de ağlamaya başlayınca, o zaman ben de ağlamaya başladım. Cenaze evi hala dolu. Annem, teyzelerim, zar zor yaşayan anneannem de dahil herkes gözü yaşlı yas tutuyorlar.

Aklımda yığınla şey var dönüp duran. Neye sarılmalıyım bilmiyorum bile. Birini kaybetmek, beyaz bir beze sarılıp toprağa gömülmek... Allah veriyor sabrını da; ama ben anlayamıyorum işte.

1 Ocak 2019 Salı

2019: Blogumla Benim Birlikte 11. Senemiz

Aslında 2009'dan önce de yazıyordum; ama tabi bir hışımla sildiğimden her sene başı kutlayışımda pişmanlığını yaşıyorum. Yine de 11. senemize girdik sevgili Blog. Son 2 aydır yazamadım doğru düzgün. Bir takım değişikliklere zorluyordum kendimi o dönem içerisinde. Taşınmış olmamızın tam olarak oturmasını bekliyordum biraz da. O dönemde annemin, anneanneme geçmesi, benim o çok istediğim kitapları Instagram'daki çekilişlerden kazanmış olmam, yeni insanlarla tanışmış ve arkadaşlığımı bir kahve muhabbetine çıkarmış olmam, iki hafta süren tuhaf bir grip yaşamış olmam... gibi şu anda aklıma gelmeyen başka şeyler oldu. Özetle 2018'in sonları benim ve ailem için daha çok, kısmen büyük değişiklikleri getirdi beraberinde. Ruhsal sağlığım için aldığım doğru kararım, bence en önemlisiydi 2018 için. Çünkü geri kalan şeyleri hep gölgeli görüyorum.

2019'dan bu sefer "şunlar bunlar" diye bir gazla hedefler belirlemeyeceğim. Aklımda olan şeyler var tek tük tabi ki; geri kalan şeyleri tamamen akışına bırakarak "cool" takılmayı düşünüyorum. Becerebilirsem.

Sağlık çok önemli Blog. 2018'de bir anda bütün hayat enerjisini kaybeden insanlar gördüm. Çok sevdikleri yakınlarını kaybedenlerle tanıştım. Yani hayatın "her an ne olacağını bilemeyeceğimiz" gerçek yüzlerine şahit oldum. Ders çıkartabildim mi, emin değilim; ama biliçaltımda yer edindi hepsi. Hazır daha çok imkanımın olduğu bir şehre taşınmışken, aklımdaki "gurme burger" yapan mekanları gezme planımı gerçeğe döktüm mesela. Olabildiğince farklı yerlerde hamburger tadımlarına gidiyorum. Ya da farklı bir kafenin, kahvrulmuş kahve kokusunu çekiyorum ciğerlerime saatlerce.

Yalnız geçirdiğim bir sene oldu. Zaten aksi konusunda da bir umudum yok, biliyorsun. Bundan sonrası için de yine o cool modumu tercih ediyorum. Mecburen.

Ve kediler... 2018 benim için kedi yılıydı bence. Kedilere olan sevgimin ve ilgimin aşırı arttığı bir yol oldu. Nerede bir görsem böyle gidip sevesim geliyor saatlerce. Keşke bir kedi besleyebilseydim diyorum kedisi olan arkadaşlarıma bakıp...

Internet bağlantısına da kavuştum bu arada. Evimizde bir adet Vodafone fiber internet bağlantısı var. Şimdilik iyi. Ama bir harddiske ihtiyacım var. Aklımda hep SSD almak vardı, ama yıllardır fiyatlarının düşmesini bekledim. Fiyatları aslında düşse de bu sefer de döviz kurlarıyla savaş vermek zorunda kalıyorum. O yüzden biraz eski usül harddisklere bakınıyorum şu sıralar. Bir de diyorum aman boş ver.

2018'i olabildiğince derinlere inmeden anlattım. Bakalım bu sene Arif'i neler bekliyor sevgili Blog.

Sevgiyle ve benimle kalman dileğiyle...