31 Mart 2009 Salı

Sahte - Orijinal

Aslında hala tartışırım, "orjinal" olarak yazanları mı haklı bulmalı yoksa TDK ile savaş veren kelime olan "orijinal"li benimseyenleri mi taraf tutmalı? Ben mümkün olduğunca orijinal kelimesini kullanıyorum. Kullandırmaya çalışanlardan biriyim ayrıca...

Sahte kelimesi de acaba orijinalin yandan kayıp vermiş hali midir? Ne diyebilirim bu kelime hakkında ben? Hımm, şu sıralar gündemimin güzide kelimelerinden biri, diyebilirim.

Sorgulamıyorum. Sormuyorum. Aramıyorum. Kafamı kurcalayan tek tük konular var; ama yine de içim rahat. Nedir bunlar?

Etrafımdaki insanların sahte gülüşlerinden, sahte "ince" sözlerinden sıkılmış durumdayım. Biri sizin yüzünüze bakıp; kendi içinde değiştirdiği yığınla düşünceye rağmen, birilerine "o insanları kullanıyor" tarzı atıflarda bulunmasına rağmen, rica ettiğiniz şeyleri duymazlıktan gelmesine rağmen, nasıl olur da yüzünüze bakıp; hiç bir şey olmamış dercesine, gülümser; anlayamıyorum. Ben buna iki isim veririm: Biri çocukluktur, diğeri de kullanmaktır...

Şahsen kendimi biliyorum. Bir zamanların susmayan, konuşan, gülen insanı idim. Şimdi pek öyle olduğum söylenemez; çünkü bir zamanlar herkese iyi niyetle yaklaşırdım. Herkese ayrı ayrı değer verirdim. Herkesle ayrı bir muhabbete girerdim...

Girmemek lazımmış efendim. 2-3 kişiyle sıkı muhabbete girmeliymiş insan. O, arkadaşım dediği, kişilerle yiyip içip; afedersiniz sıçmalıymışsınız ki adam yerine koyulasınız. İyi niyetli değil; çıkarcı insan olmalıymışsınız. Kıskandığınız dostlukları bozmak için, elinizden geleni yapmalıymışsınız. İnsanların aklıma bir "şeytan" misali düşünceler yerleştirmeliymişsiniz. Daha çok sayarım aslında, zaman kaybı...

En yakın çevrem şu anda ev arkadaşlarım ve okul arkadaşlarım haliyle. Diğer çevrem Ankara ve İstanbul'da bulunmakta. Tabi yurt dışında olanlar da var. Fakat nedense ben okul ile ilgili durumları abartıyorum biraz. Zamanımın çoğu orda geçiyor diye olacak...

Hala çocuk gibi "not" delisi olan, karı-kız / rakı-balık delisi olan insanlarmış meğer arkadaş diye tabir ettiklerim. İki çift laf edebildiğim, bir elin beş parmağı kadar insan var okulumda. Neden? Çok düşündüm. Benim kimseye zararım yok, onun farkındayım.

Çok mu konuşuyorum? Sus dersin.
Küser miyim?
Kırılırım belki; ama haklıysan üstüne gitmem.
Notları mı yükseltiyorum?
Çalış senin de olsun.
Hatta gel beraber çalışalım. Ne dersin?

Bundan başkası olamaz benim insanlara zararım. Çoğusunun istediği gibi faydam da olmaz; ama...

İçelim mi?
Yok ben içmiyorum.
Kız ayarla bana?
Buyur? Pez*v*nk miyim ben?
O zaman bi' s*kt*r git!
...

Böyle midir arkadaşlık? Ya cidden bahsettiğim seviyede insan yok. Ya da ben fazla ciddiye aldım, dost-arkadaş-üniversite ortamı olaylarını... Almamam mı gerekiyor acaba? Yani liseden mezun olduğum gibi üniversiteden de mezun olayım diyorsunuz? "Ot" gibi boş ve kuru...

Yine de çok şükür hala insanlığını koruyabilmek bir kaç arkadaşım var. Aklı başı yerinde, konuşmasını bilen, beni ben olduğum için seven ve hatalarımı, benim gibi, yüzüme söyleyebilen...

Teşekkür ediyorum Sdü!
* Yaşımdan büyük insanlarla arkadaşlık kurmamı öğrettiğin için.
* Her ne olursa olsun, iyi niyetimden vazgeçmemem gerektiğini gösterdiğin için.
* Her samimi olduğumla dost kalmak zorunda olmadığımı gösterdiğin için.

Teşekkür ederim sahte arkadaşlarım!
* Vaktimi daha kıymetli kullanmam gerektiğini öğrettiğiniz için.
* Dinimle, konuşmamla, görüntümle, bulunduğum konumla benim kişiliğimi karıştırıp; beni kafanızda farklı noktalara getirdiğiniz için.
* Esas arkadaşlarımın kim olduğunu gösterdiğiniz için...

29 Mart 2009 Pazar

Mim! İm! M! Hö?

Ne oluyor yahu, diye sordum kendime birden. Baktım bir de o ne? Mimlemiş beni biri. O.o
İlk kez mimleniyorum.

"Şok heyeçanlıyığm, yağni bağna bu ödülü, kıymenti vereğn arkidişime şook teşenkkür ediyoruğm" deyip de durumu iğrenç boyuta getirmeyeceğimden emin olunuz.

Şu sıralar yazacak etkili bir faaliyet yok içimde, iyisi mi hazır biri mimlemiş, yazıveriyim bir şeyler, dedim. Ve geçtim benim dizüstüsünün klavyesinin başına...

Biri benim kalbimi nasıl çalabilir? Kalbime giden yol, bir erkek olarak, midemden mi geçiyor?
Yoksa bir çift lafa kanan birisi miyim?..

- Ciddi moda geçiyoruz. -

Ben aşkı çok yaşamadım... Doğru insanlar çıkmadı karşıma. Çok beklenti içine girmedim diyemem; ama imkansız şeyleri beklemedim karşımdakinden. Mümkün olduğunca anlayışlı oldum. Kimi zaman çabuk kırıldım, çok alınganım sanırım, kimi zaman da çok tepki gösterip karşımdakini üzdüm...Masum kaldı tüm davranışlarım. İyi niyetimle yaklaştım her zaman. Olmadı... Çözümlemelerimde hatalı olmadım hiç bir zaman. İnsan sarrafı olmuştum kısmen, demek istediğim. Haklı çıktım bazı konularda.

Bakmıyorum dış güzelliğe öyle. Aman çekici olsun, akıllı olsun, oturmasını kalkmasını bilsin, olgun davransın... Bu tip şeyleri beklemedim karşımdakinden.
Zaten içten söylediği tek bir kelimeyle yıkıyorum ben tüm duvarlarımı. Sanırım bu da aşırı duygusal olmamdan kaynaklanıyor.

Özetle, kalbimin çalınmasını sağlamak için tüm alarm sistemimi kapatmış durumday(d)ım... Artık değil. Yanlış insanlar çıktı karşıma hep. En masum duygularımı, yanlış insanların kalbinde saklamaya çalışmışım. Şimdi diyeceksiniz bir kibritle tüm samanlığı yaktın hemen, demeyin öyle şeyler.

Yakarım ben! Ben o birkaç insana gelene kadar ne kadar insanla muhattap olmak zorunda kaldım. Ne yüzler, ne kalpler, ne beyinler tanıdım; bilseniz... O yüzden artık duruldum, kalbim sakinleşti, huzur moduna geçtim. Uzun bir süre de böyle kalacağım galiba.

Şimdi ise bırakın önceki duvarları kaldırmayı, o duvarların üstüne bir de demir tel çektim. Hatalı mıyım, değil miyim, hiç tartışacak gücüm kalmadı. Aşırı derece yorgunum duygusal konularda. O yüzden dokunmayın, göz yaşlarımda boğulursunuz...

Mutlu beraberlik... Hımm... Çok zor. Ben artık günümüz çiftlerinin neredeyse hiç birinin birlikteliğine inanmıyorum, samimi bulmuyorum, gelecek vaadeden bir şey olarak göremiyorum. Yapamıyorum; çünkü çok yapmacık geliyor her şey. Hatta bir aralar görücü usülünün çok mantıklı olduğunu bile düşünmekteydim. :P Derseniz ki samimi bir çift var, sence ne yapmalı bunlar mutluluklarını sürdürebilmeleri için derseniz, o zaman derim ki, o çifte "hoşgörü" ve "fedakarlık" kavramlarını aşılayın, benimsetin, beyinlerine sokun yahu! Şu zamandaki en önemli kavramlardan biri bence bu iki şey. Şey? Ney? Ben neden bahsediyordum ya?!

Aman! Mimlenmenin hakkını verdim umarım, Agüleys?

26 Mart 2009 Perşembe

Arkadaşlık

Geçenlerde arkadaşlık ve dost kavramları üzerinde epey bir düşünmüştüm. Sonra kendimle ilgili şu yargılara vardım:

* Ben çok ciddiye alıyormuşum.
* Açıksözlü oluyormuşum, insanların bazı hataları konusunda.
* Verdiğim değerin karşılığını bekliyormuşum. Alamayınca üzülüyormuşum.
* Çok değer veriyormuşum kimilerine.
* Çok yükleniyormuşum, zamanımı paylaştıklarıma.
* ...

Bunları bazen çok abartıyorum sanırım. Belki karşımdaki insanı yoruyorumdur bu tavırlarımla; ama sanmıyorum ki kimse böyle bir arkadaş yerine sorumsuz bir arkadaş istesin...

Çevremdeki arkadaşların çoğu hep zamanını geçirmeye yönelik. Hatta hepsi neredeyse... Sadece kötü olan davranışlara yönlendiriyor birbirlerini çevremdeki arkadaşlık bağındaki insanlar. Bense yapıcı olmaya çalışıp; değer verdiğim insanların eksik yanlarını söylemeye çalışırım hep... Söylememek lazımmış. İnsanların hatalarını söylememek lazımmış. Öyle daha sağlam dostluklar(!) olurmuş... Böylemiş çevreme göre arkadaşlık kavramı.

Yakın zamanda öğrendim. Meğer bazı insanlar, ben onlara arkadaş-dost-kardeş terimlerini yüklemiştim, benim hakkımda, o insanları kullanıyor, bencil ve kendini düşünüyor, gibi şeyleri düşünüyorlarmış. Ben öyleymişim onlara göre...

Çok şaşırdım ilk duyduğumda. Beklemediğim bir şeydi çünkü. Hiç bir zaman insanlar hakkında kötü bir niyetim olmadı benim. Bundan eminim, hep iyi niyetli oldum, yeri geldi çoğu şeyi paylaştım ben insanlarla; ama olmamış meğer... Onların istediği hep onlara çalışmam gerektiği imiş. Hep onları her konuda gazlamam lazımmış meğer.

İstedikleri şeyleri söyleyecekmişim kulaklarına... İstediklerini verecekmişim ellerine...

Üzüldüm... Çevremin bir bölümünü kaybettiğim için değil. Sadece insanların benim hakkımda yanlış düşündüklerini gördüğüme üzüldüm. Yanlış anlaşılmayı kimse istemez. Bu şekilde yanlış anlaşılmayı hem de...

Çok boşverdim 3-4 aydır. Bunun için de aynı şeyi diyebilirim. Yapabileceğim hiç bir şey yok. Konuşmayı zamanında denedim. Hiç bir sonuç vermedi; çünkü insanlar düşünmek istedikleri şeyi düşündüler hep... Duymak istediklerini duyamayınca kötü insan oluverdim bir anda.

Ne deyim, üzdü beni bu davranışları arkadaşlarımın. Böyle düşündüklerini ise o kişilerin dertleştikleri insanlardan duydum.

Yine de diyoruz ki, Allah her şeyin hayırlısını çıkarsın karşımıza.

Amin!

23 Mart 2009 Pazartesi

Yukarıya...

Allah'ım! Yolumu aydınlat, bana gelen/bende olan tüm kötülükleri benden uzak tut, melekleri benden ayırma, işlerimi kolaylaştır, annemle babama maddi-manevi güç ver!

Amin...

Bom!

6

7

8

9

BoM!

19 Mart 2009 Perşembe

Work And Travel - Aşama * 1

Düşüncesi bile beni yoruyor. Bu gece yarısı çıkıp Ankara'ya gidip, sabahki vize görüşmemi yapıp, aynı gün içerisinde geri döneceğim. Yol süresi yaklaşık 6 saat. Sorun şu ki ben otobüste uyuyamıyorum. Tüm gece boyunca sabaha kadar uyanık kalırım sanırım. Sabahın köründeki Amerika vizesi görüşmemde artık adamın sorduğu sorulara nasıl bir ingilizceyle cevap veririm hiç bilmiyorum. Artık beni o halimle sanmıyorum kabul etsinler...

İşin diğer bir kötü tarafı ise, ailemin Ankara'da olmasına rağmen, Ankara'ya gittiğimde eve geçemeyecek olmam; çünkü annemgilde çarşamba uçağıyla Erzurum'a geçtiler. Yani rezil bir gün yaşayacakmışım gibi hissediyorum. Yine de mutlu olma umutlarım mevcut...

Yarın ne yaparım, hımm, vize görüşmemden çıkıp saat 17:00'a kadar vakit geçirecek bir şeyler bulmalıyım. Aslında 2 arkadaşımla gidiyorum, aynı saatteki vize randevuma; ama bilmiyorum onlar ne yapar, benle mi takılır ya da ben onlarla mı takılırım... Kuzenimle buluşmayı düşünüyorum. Aslında haber verebileceğim başkaları da var; ama haber verilmeyi ne kadar hakediyorlar -bu sessizlikte- emin değilim. Sessiz kalmak çözümmüş(!) ya...

Birazdan çıkıp kendime almayı planladığım, bir sırt çantası bakacağım. Gidecek yine bir markaya param. Kaliteli midir acaba? Marka delisi miyim? Yok canııım!..

Bir yandan da Lost'un 5. sezonunun 9. bölümünü indiriyorum. Gitmeden izleyebilsem bari.

Şimdi kim hazırlanıp gecenin bir yarısı (00:30) otogara gider ya! Keşke evim merkeze daha yakın olsaydı. Hoş, olsa da sabahın körüne alınmış, istediğim dışında, bir vize randevusuna Kızılay'da olsam anca yetişirim heralde. :))

17 Mart 2009 Salı

Bom!

1

2

3

4

B-O-M!

Silip atamadığım...

Uykumdan, yarına gereken termodinamik sorusunu çözmekten, interneti müzik indirmek için kullanmaktan fedakarlık edip; buraya bir iki kelime not düşmek istedim gecenin 00:54'ünde...

Kulağımda bilgisayarımdan uzanan, eski Sertab şarkılarıyla süslenmiş tuhaf, içimi acıtan, ağlatan, hissettiren, özleten, hayal kurduran... daha yığınla duyguyu depreştiren bir ses var... Bak gördün mü, bugün hayatının en iş peşinde koşturan günlerinden birini yaşadın Arif! Bunu da denedin, buna da ulaştın, başardın! Hızlı yaşamayı keşfettin... Kalbinin çığlıklarını bastırdı mı Arif? Yine boş yollarda kaldın, yine gürültünün içinde kayboldun... Bak ne kaldı elinde? Sildin herkesi, her şeyi... Belki yararına oldu, gerçeği ve sahteyi gördün, bildin, ayırt ettin! Yalnız kaldın. İstediğin buydu değil mi? Pişman mısın?..

Değilim! Yok, hayır, gerçekten pişman değilim. Kendi başıma hareket edemeyen biriydim ben. Bunu %67 yendim. Geriye kalanı da yurt dışında tamamlamayı düşünüyorum. Allah nasip ederse; yazın Amerika'da, seneye 2. dönem de Vilnius, Litvanya'da olacağım. Başaracağıma inanıyorum. İnan blog yazmayalı çok şey yaşadım, çok şeyi tartıştım içimde. Çözüme ulaşamadığım konular oldu elbette; ama gördüm ki ben bir tek 'ben'mişim. Benmişim meğer beni 'ben' yapan. Farklıymışım; bunu keşfettim. Artık kendimi ikinci plana atmamayı öğrendim. Artık sürekli konuşup; mesafeyi kısaltmaya çalışmıyorum. Bekliyorum karşıdan, bir çağrı, bir mesaj, bir mektup, bir göz kırpış... Bir ses bekliyorum belki de... Beklentilerimi kaybetmedim blog! Onlarsız olamayacağımı anladım. Her şeyi çıkarmaya çalıştım hayatımdan, başardım da; ama umutlarımı silip atamadım blog... Hala ilk zamanlarımdaki gibiymişim meğer. Bunu sessiz kalınca anladım. Hani ben eskisi gibi olmayı istiyordum ya hep. Meğer hiç değişmemişim ben. Bunu gördüm, sessizliğimde...

Mutluyum bu yüzden. Hala içimde ilk zamanların kalp atış hızı mevcut. Tek sorun ilk zamanlarımdaki gibi insanların çevremde ol(a)mayışı.

Yine de bekliyorum, sonsuz olmasa bile, beni bir an olsun rahatlatacak mutluluğu. Sanırım en çok da "seni seviyorum" demeyi özledim...

(*)

6 Mart 2009 Cuma

Yalnızlık

Şu sıralar yine kendimi yalnız hisseder oldum. Zaten internet bağlantım da yok. Spor salonu ve gitar kursuna gömülmüş durumdayım. Dost(!) görünümlü, arkadaş tarzı tanıdığım sınıf arkadaşlarımla da takılmıyorum artık.

Yalnızlığın doruk noktasına ulaşmak üzereyim. Erasmus koşuşturması, work and travel telaşesi ve dersler ile birlikte asosyallik moduna girmek üzereyim.

Kendime yeni bir sırt çantası almayı planlıyorum bu arada. Bilgisayarımı da koyabileceğim bir çanta tabiki...

Düşündüğüm tek derdim, insanlara verdiğim değerin onda birini görebiliyor olmam. Geri kalanı nereye harcanıyor? Sürtünmeye mi?!

Geçmişteki insanları ince eleyip sık dokuyup tanımıştım; ama onlar da bilmiyor değerimi. Belki de haberleri yoktu verdiğim değerden... Yoksa anlayamayacak kadar 'hissiz'ler mi?

Kim bilir...

Yorgunum blog!