Sesli Kelimeler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sesli Kelimeler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Ocak 2016 Cuma

Dolunay Misali

Dolunay mı var? İlacımı da erken içtim oysa. Hayırdır inşallah. Epeydir gelmeyen kasvet neden bu geceyi buldu acaba... Neyse be Blog. Boş ver.

"Tükendim çok yaraları açan
Dağılmıyor içimdeki duman
Sen istersen yanalım o zaman
Gel artık yok yüreğe dokunan."


21 Nisan 2014 Pazartesi

Ben de Bir Cevap'tım


Nereye bakmalıyım ışığı görmem için? Çok karanlık buralar bir süredir. Biri var elimden tutup götürüyor beni. Emin değilim doğru yolda gidip gitmediğimden. Şimdilik önümde engeller yok, yolum düz ve açık. Peki ya 3 ay sonrası? Ya 5 ay sonrası? Ya 1 yıl sonrası?.. Peki ya ben hayatımdaki korkularımla yüzleştiğim anlarda nasıl olacak?

Kiminle gülüp kiminle ağladığınız çok önemli aslında. Ya da kime güvenip kimden uzak duracağınız... Ya da önemli değil mi yoksa? Herkesi hayatınıza alsanız, herkesle gülüp eğlenseniz; ama kimseyle ağlamasanız, yaralarınızı göstermeseniz ve kimseye güvenmeseniz, daha mı iyi acaba? Sanırım hayat, insan ilişkileri konusunda bu iki durum arasında ince bir çizgiyle sunuluyor bize. Hangisini seçmemiz gerektiğine biz yaşayarak karar veriyoruz. Dilerdim ki ben de karar verebileyim, ama tek yaptığım o çizginin etrafında gezinmek. Ötesi yok.

Sonra bir de aldığım nefes var. Bazen hafif bir dağ esintisiyle açıyor ciğerlerimi, damarlarımdan kanıma oksijen, pompayla vuruluyor adeta. Bazense sızıntısı olan nükleer bir santralin bahçesinde oturuyormuşum gibi hissediyorum; o anlık her şey iyi, ama acısını sonraları alacağımı bilerek nefes alıyorum.

İnsanlara bakıyorum bazen Blog. Acımasız ve duygu yoksunu insanlara bakıyorum. Sevdikleri insanları belli bir yere koyamayan aciz sevgililere bakıyorum. Kim neyi hak ediyor?

Bir de bütün hayatını Instagram'e taşıyan, o imrenilesi insanlara bakıyorum. Başkalarının sahip olmak için savaş verdiği, ama onların rahat bir şekilde sahip olduğu ve insanların gözlerine sokarcasına sergiledikleri hayatlara bakıyorum. Sonra soruyorum kendime ve elimden tutup götüren kişiye/kişilere: PEKİ ONLAR NEYİN SAVAŞINI VERİYOR?

Cevabını ne ben ne de onlar biliyor aslında. Bazen bazı sorular sessizce bir kenarda bırakılmayı hak ediyor. Bazı soruların sorulması en büyük hata oluyor bazen.

En acısını da ben yaşıyorum şu sıralar: Birilerinin cevabı olmaya çalışmıştım bugüne kadar ve hala devam ediyorum aynı hatayı sürdürmeye.

Ve hayat... İnan senden çok bir şey istemiyorum artık. N'olur, bırak da ben de biraz güleyim.

19 Temmuz 2013 Cuma

Her şey-im


Geçen günlerde tekrar anımsadım, Cuma günleri en mutlu günümdü ve özellikle Blog'uma gelip yazmaya çalışırdım. Bugün de özellikle yazıyorum. Mutlu bir günde miyim bilmiyorum; ama yazmak, rahatlamak istiyorum. Konuşabildiğim kimsem olmadığı için, sanırım.

Bugün Cuma namazına gidemedim mesela. Babam rahatsızdı. Onunla ilgilendim. Acile gittik, 2-3 saat orada ona eşlik ettim. Şimdi evdeyiz, durumu da iyi. Hastanede beklerken, sessizlik, düşünmek için epey bir itekledi beni düşüncelerim arasında. Babamla aramdaki 35 yaşın, bir yolun yarısı olarak görülmesi beni düşündürdü. Gerisi tahmin edilebilir. İletişim sorunlarından başlanarak...

Bir de bugün O'nunla konuştum Blog. Bazen seni okuyor diye tahmin ediyorum. Ya da okumuyor da olabilir artık. Sorun değil, aslında sorun; ama değil. Her neyse. Bir insan karşısındakine her şeyim diyebiliyorsa, bence çok ciddi bir şeyden bahsediyordur. Ya da ben mi öyle algılıyorum? Ben ne anlamda birine her şeyimsin diyorum sence Blog?

Gitme, kal demek ne kadar zor değil mi Blog? Ya da vazgeçmek? Ya da bu kadar mı kolay? Biz seninle tek bir şeyi beceremeyeceğiz galiba hiç Blog: Sevmeyi sanırım. En azından kendi adıma konuşmak gerekirse, ben hiçbir zaman ders almayacağım belli ki. Hiçbir zaman mantığımdan bir parça olsun ekleyemeyeceğim sevgime galiba. Bazen eski kafalı olduğumu düşünüyorum ilişkilere karşı... Oysaki ilişkiler çoktan yeni düzenine kurulmuş. Ya da ben mi kabul etmek istemiyorum ısrarla?

Sevgili, insana, mutlu zamanında mı gelmedi sadece? Gerçekten, hayatı her şeyiyle seven birine gelmeli ve kendiyle birlikte gelen kişiye de mi sevdirmeli hayatı sadece, Blog? Böyle mi olmalı gerçekten? Ben neden kabul etmek istemiyorum? O zaman birine her şeyimsin demenin ne anlamı kalıyor? Ya da insanlar çıkmaya başlamadan önce, alışveriş listesi gibi, beklentilerini mi sunmalı gerçekten?

* Konuşurum, bakışırım, öpüşürüm... Elletmem yalnızca.
* Mutlu zamanlarımda hep yanımda ol. Sana ihtiyacım olduğunda da ben istersem yanımda ol.
* Başka?

Ben böyle yapamıyorum Blog. Her şeyim demenin ne demek olduğunu biliyorum. En azından bunun ne demek olduğunu öğrendiğim birkaç ilişki yaşadım yeteri kadar. Birine git diyemem ben. Dersem gerçekten beni üzen bir şey vardır; ama git derken de, lütfen o üzen şeyi çözelim anlamında derim galiba. Kırılım, küserim... Yine de içimden gelmez. Birinden gitmek bu derece acıtırken, birine git demek nasıl bir ağırlık getirir insanı?.. Daha kolay olduğunu zannetmiyorum Blog.

Vazgeçmek ile ilgili sabahlara kadar yazarım sana Blog. Tek bir sonuca çıkar. O da vazgeçiyorsa biri gerçekten, bitmiştir demektir. Ve tek bildiğim de ben hiç kimseden vazgeçmedim bugüne kadar. O yüzden parçalarım hep eksik.

Bugün bir Cuma geçirdim Blog. Son günlerimin verdiği enerjiyi, her şeye rağmen yok edememiş bir Cuma geçirdim. Bir anda büyük bir adım atmak istemiyorum bende. Atamayacağımı da biliyorum; ama küçük küçük adımlar atarak başaracağıma inanıyorum en azından. O çemberden kendi başıma kurtulmalıyım. Tek istediğim bir eldi beni çıkarmasını beklediğim, hala daha beklediğim bir el...

11 Mayıs 2013 Cumartesi

Gelecekteki Sevgiliye Mektup


Gelme sevgili. Beni duyuyor musun? Gelme.

Kalmadı içimde, güven duygusuna karşı en ufak bir inanç.

Sanma ki birlikte yapacağımız şeyleri düşler dururum. Hayal kuramıyorum artık eskisi gibi.
Gelme.
Yol yakınken, daha bir şey paylaşmamışken, dön geri.

Bakma gözlerimin içine sanki bir umut arar gibi. Tükettim hepsini senden öncekilerde.
Birazcık inancın varsa aşka, gelme.

Bırak beni kendi halime. Unut gitsin tüm gülüşlerimi. Hepsi birer yansımaydı belki de gördüklerinin. Vazgeç.
Sevemiyor bu kalp artık kimseyi. “Ben değiştiririm” duygusundan uyan ve anla tüm gerçekleri.

Gelme, yalvarırım.
Artık güçlü de değilim hiçbir şey için. Savaşamıyorum kendimle bile. Gelme ki tutunayım artık hayatıma, devam edeyim çıktığım bu yoldaki amacıma.

Gelme.
Sen unutmuş olsan da ben unutamam senin geçmişini. Böyleyim işte biraz, ben değil biz olunca, sadece geleceği değil; geçmişe de sahip çıkmaya çalışıyorum. Elimde değil…
Ben diğerleri gibi değilim. Olmadım, olamadım. Çok duydun bu sözleri belki de; ama inan benimkiler, belki duyduğun en masum olanları.

Artık düşünmek beni daha fazla yoruyor. Hayal kurunca, içimde bir yerler kanıyor adeta. Utanıyorum aynaya bakmaktan. “Bu umutsuz yüz benim olmamalı” diyorum.
Umut etmeye çalıştığımda yüzümün ıslanması keşke yağmurdan olsaydı diye geçiriyorum her defa içimden. Sonra yine keşke’yi alet ettiğim için daha da fazla üzülüyorum.

Gelme ne olur…
Bir kere daha üzülmeyi kaldıramam ben. Sana kolaydır belki üç kelimelik sevişmeler. Benim sözlere de inancım yok.

Gelme.
İstemiyorum hiçbir şeyi. Olacak güzellikler de sana kalsın. İstemem. Beri dursun gelecek mutluluk…
Eğer geleceksen de, beni öldür ki rahat edeyim. Canımı kendi ellerinle al.
Belki “ciğerlerine çektiği havayı bile kıskandı” derler, suçsuz çıkarsın…

Sen en iyisi gelme. Dön geri sevgili. Nasılsa sen de diğerleri gibisin.

Hoşça kal...

29 Ocak 2013 Salı

O, Ben ve Diğerleri


O...
Ne zaman kendini sevdirdin diye düşündüren,
Varlığınla, yokluğunu belli ettiren,
Bazen üzdüğümde yürek acısını hissettiren,
O... ne gidebildiğim ne de kalabildiğim...


Aldığım nefesi, geri verirken bile korkuyorum bazen. Acaba nefesimi kim çekecek diye korkuyorum. Başka biri benim nefesimin izlerini en iğrenç birinin dudaklarında sezerse diye korkuyorum. Hatta korkuyorum... bir başkasının nefesini almaktan korkuyorum...

Korkularımın üzerine gidemeyişimden ben de en az herkes kadar yakınıyorum. Hatta fazlasını yapıyorum, kaçıyorum. Hani kaçan kovalanır ya, o misal, hep sevmişimdir kaçmayı, en iyi yaptığım şey hatta. Aşık usandırmamaya çalışıyorum bu tip durumlarda. İnsaflıyım yeteri kadar, hak edilen kadar belki de.

Ucunda kesin bir ışık olmayan her şeyden uzaklaşıyorum mesela, kaçıyorsam bunun korkusundan kaçıyorumdur. Sonra susuyorumdur. Sessizliğe gömülüyorumdur. Geçen akşam attığım tweetteki gibi yaşıyorumdur hayatımı genelde:
Ben...
Önünde setler olan bir nehir,
Geçmişinde masallara konu olmuş bir vezir,
Geleceğe korkuyla yaklaşan bir ışık,
Ben... kurulası hayallere adanmış bir esir...


Kolay mı acaba buralardan o kadar rahat bir şekilde çekip gitmek diye düşünüyorum. Mutsuz olduğum konuları duyuramamanın verdiği ağırlığı da yanımda götüreceğimi bile bile, hala daha gitmek istemekle doğru mu yapıyorum diye düşünüyorum. Elimden gelenleri bilememenin verdiği baskıyla, aslında elimden gelmeyenlerin verdiği acı gerçeklerle savaştığım şu günleri düşünüyorum. Maddi fakirliğin, manevi zenginlikle cebelleştiği bir hayatın en uç noktasında umutlarıma nefes vermekle boğuşuyorum neredeyse her gün. Anlaşılamamanın verdiği duyguyla, yalnızlığın asla bırakmadığı bir bedenle, küçük parıltılarla, sanki spot ışıkları altında dans ediyormuşçasına yaşadığım bir dünyayı kendime ev olarak tanımakla yetiniyorum. Ve yoruluyorum. Sadece, tek yapabildiğimi yapıyorum... yoruluyorum.

Diğerleri...
Hayatımı yaşama şeklimi belirleyen,
Varlıklarıyla korkutan,
Baskılarıyla cehennemi andıran,
Diğerleri... söküp atamadığım kanser gibi...

6 Ocak 2013 Pazar

Duygusuz Ben

Az önce bir film izledim. Gay temalı bir filmdi. Kısa süreli yaşananlara rağmen, duygularından emin olmayan iki kişinin, aralarına giren mesafeyle bitmek zorunda kalan bir ilişkisi anlatılıyordu, bana göre. Pek eş cinsel temalı filmler izlemem. Aslında bu tarz hiçbir drama izlememeye çalışıyorum. Çünkü 2009 yılından beri izlediğim komedi dizisinde ufacık bir duygusal sahne bile geçse ağlamaya başlar(-d)ım. Bu seferkinde ağlamadım. Duygulandım biraz; ama ağlamadım. Nedenini bilmiyorum. Ya da biliyorum. Artık eskisi gibi duygusal değilim. Yani izin vermiyorum duygularıma dağılmaları için. Daha dik duruyorum, daha az kırılacak şekilde. Uzun bir süredir deniyordum. Sanırım artık çok iyi beceriyorum.

Film güzeldi. Bence birçok insan eş cinsel insanların ne tarz bir yaşama sahip olduklarını anlayabilir bu film sayesinde. Filmin beni duygulan tarafı, benzer bir ilişki yaşamamdan dolayı tamamen. Ben de zamanında mesafeler yüzünden, belki de tüm hayatımı daha güzel kılacak bir şeyi geride bırakmak zorunda kaldım.

Amerika'da kalmak kolay değil-di o an. Resmi anlamda değildi en azından. Yoksa Türkiye'nin taşı toprağı altın, vatanım, milletim, diye diye koşmadım tabii ki. Çok sevenler buyursun, yaşasınlar güzel ülkelerinde. Öyleydi benim de hikayem 2009 yazında Amerika'dan dönerken. İstemeyerek bırakıp dönmüştüm her şeyi. Daha sonrasında yaşadığım 1-2 ilişkiye ne kadar "ilişki" diyebilirsem, öyle yarım kalmamıştı her şey.

Şimdi ne yapıyorum, diye soruyorum kendime. Bir daha öyle tutkulu ve gerçek bir şey yaşayamayacağıma inanmış durumdayım. Kalın duvarlarım var demiyorum elbette. Kırılabilir hepsi. Kırmak için uygun bir yer, uygun bir zaman ve kişi olduğu sürece... Sanırım duvarlarıma her geçen zaman yenilerini ekliyorum. Daha da güçlü oluyorum bu şekilde. Yine de fark etmeden daha duygusuz olduğumu hissettim bu filmle birlikte. 2009 öncesine döndüm artık.

Şimdi neyin peşindeyim, diye soruyorum bazen de. Daha da yalnızlaşmak için elimden geleni yapıyorum. Daha soğuk olmak için, daha yenilmez olmak için. Görüyorum ki başarıyorum. Elime ne geçeceği konusunda hiçbir fikrim yok. Ama en azından gereksiz birileri için kalbimin kırılmasına, maddi-manevi anlamda harcanmaya izin vermiyorum. Elimde yeteri kadar fırsat olsa, daha da yalnız kalacağım bir ülkeye gitmeyi öyle çok istiyorum ki... Belki bir gün bu satırları çok başka bir dünyadan yazarım.

13 Şubat 2012 Pazartesi

Umut Deposu'dan

Umut kelimesine neden vurgu yapıyorum, acaba diye düşünülebilir. Malum yarın 14 Şubat, yani hemen hemen herkesin de bildiği üzere, Sevgililer Günü. Bugün de Yılbaşı daha açık şekliyle Christmas gibi birilerinin dinsel düşüncelerinden dolayı icat edilmiş denebilir. Yaptığım, doğru ya da yanlış, kısa araştırma sonucunda bir klise din adamını anmak için seçilmiş, daha sonraları üzerine "sevgi, bolluk, bereket" gibi anlamlar yüklenmiştir 14 Şubat için. Tabii bizim güzel kültürümüzün güzel insanları da Christmas'ın noel babasını ve çam ağacını aldığı gibi, bugünün de "Sevgili" kısmını almıştır. Oysaki biraz objektif, daha genel, daha yukarıdan bakarsak, 14 Şubat, sevdiğiniz insanlara ilginizi gösterip, mutluluğunuzun daha da artması dileğine ve Aziz Valentin'i anma gününe sahip olmanızı bekler sizden. Tabii dediğim gibi biz direkt olarak sevgilisi olan çiftlerin kendi aralarındaki kutlama olarak almışız bünyelerimize. Değiştirmek ne mümkün. Bana kalırsa sevgili çiftler, eğer cidden özel bir gün kutlamak istiyorlarsa, tanışma yıldönümlerini kutlayabilirler. Daha anlamlı ve daha özel olur.


Blogumla geçirdiğim önceki senelere bakıp, özellikle Şubat ayının bu zamanlarında neler yaptığıma bakıp, biraz hüzünlensem de yine de mutluluğu ve umudu hala içimde yaşatabildiğimi gördüğüm için mutluyum. Özellikle 2009 yılının yine 13 Şubat'ında yazdığım şu yazıyı okuyunca, içimden şunları dedim: "o zamanlar da aynı Arif varmış baksana. Yine bekliyor, yine umutlu, yine kendi halinde, yine hayata karşı belli konularda korkuları var, yine hayattaki maddi ve manevi şeylere kafayı takmış durumda, yine kendiyle..." Şimdiki halimle o zamanı kıyaslamam mümkün değil her anlamda. Çünkü o zamanlar üniversite 2. sınıfta idim ve şimdi görmüş ve yaşamış olduğum bir çok şeyi yaşamamıştım o zamanlar. Gidip bir kafede oturmaya bile çekinen bir haldeydim. Şimdi ipimi koparmış haldeyim demiyorum; ama o zamankinden iyi anlamda daha çok gelişmiş olduğumu düşünüyorum. O yüzden içimde biraz şükür, biraz umut ve biraz sevgi var o zamana ilişkin.


Evet, ne diyorduuuuk, Sevgililer Günü! Ben 2009 senesini epey boş geçirdim. 2010 senesinde yas tutuyordum, 2011 senesinde yaptığım yolculuklara karışmış hatırladığım kadarıyla; ama 2012 senesi biraz farklı geçecek diyebilirim. Çünkü bu sefer 2009 senesindeki yalnızlığım, 2010'daki gibi yasa bulanmamış durumda ya da 2011 gibi yollarda geçmiyor. Tek bir fark var o da geçen günlerde elime ulaşan Sevgiler Günü kartım. Tabi hemen açıklık getireyim, bunu bana eski sevgilim ya da benimle ilgilenen biri göndermedi tabiki. Nerede öyle eski sevgililer? Nerede öyle ilgilenen insanlar? Karti bana Amerika deyince aklıma gelen ilk isimlerden bir arkadaşım gönderdi. Kendisi benimle Amerika'dayken çok ilgilenmişti. Beni gezdirdiği zamanlar, benim için yaptıkları aklımdan çıkmıyor. Bana her zaman bir abi, bir baba gibi olmuştu ben oradayken. Kendisi de yalnız bildiğim kadarıyla; ama beni sever, değer verir ki ben de ona karşı öyleyim. O yüzden bana kart göndermiş. O da şu oluyor:


Mutluyum o yüzden. Yalnız geçmedi, diyemiyorum; ama mutluyum çünkü bu tip şeyler beni ayakta tutan şeyler. Önemsiz birinin hayatımda zaten yeri yok. Olanların kendini belli etmesi sanırım gerçekten mutlu olmam gereken durum. O yüzden benim 14 Şubat'ım bu şekilde geçiyor, bu kartımla, annem ve babamla. Daha ne olsun?


Bundan sonraki 14 Şubat'lar için umutluyum, demiyorum. Çünkü 14 Şubat benim için ortalama bir günden daha fazla önemli değil. Ben dediğim gibi, tanışma ya da çıkmaya başlama yıldönümlerinin daha anlamlı olduğunu düşünüyorum.


Bugünlerde nedense farklıyım. Ne zaman eve gelsem böyle oluyorum. Daha geniş, daha rahat düşünebiliyorum. Daha umut dolu olabiliyorum. Bazen daha karamsar oluyorum, daha çok sorunlar, problemler gözüme batıyor; ama yine de içim rahat oluyor evdeyken. 13 gündür bu ruh halindeyim. Önümde yapmam gereken yığınla şey var; ama bende onların stresi kısmen var, kısmen aklıma geliyorlar yapmam gerekenler. Yine de olumlu yanlarını düşünmeye çalışıyorum meşgul olduğum şeylerin.


Şu yazıma da denk geldim eskileri didiklerken. Şimdi o halimden daha da umut doluyum. Daha çok açığım gelecek her güzel şeye. Bütün güzellerin inancım doğrultusunda benim ve ailemin çevresinde olduğunu biliyorum. Yapabileceklerimi çok iyi biliyorum. Tek sorun adım atmak ve istikrarımı korumaya devam etmek. Şu son 4 yılda yaptıklarımı düşündükçe üstümde büyük bir yorgunluk var; ama tatlı bir yorgunluk. Bu şekilde de devam edeceğini düşünüyorum. Yeterki Allah o ışığı benim ve ailemin üzerinden bir an olsun bile ayırmasın. Bazı şeylerin gelişmesi zaman alıyor evet. Bunun çok iyi farkında olmama rağmen, yine de takılıyorum böyle ara ara. O yüzden şu önümdeki zaman dilimi için daha fazla ışığa ihtiyacım var. Ve ben hazırım gelecek tüm güzellikler için...


Gündemim bir çok kez değişiyor şu 13 gündür; ama baş gündemimde yalnızlık, babamın tayin meselesi ve benim gelecek kararlarım var. Bunları kenara itersek az biraz, görebileceğim daha güzel bir şey var. O da son 46 günüm kalmış olması. Yani şu anki kilomu korumama yardımcı olan günlerin yavaş yavaş bitmesi ve benim kilomu bundan sonra sabitleyecek oluşum. Dukan için bilmiyorum kaç kişi dua ediyor; ama ben çok minnettarım ve şükür doluyum ona karşı. Çünkü onun sayesinde istediğim kiloya inmek bir yana, 137 + 46 - toplamda 183 gün olacak, günlük bir evreyi tamamen kendi iradem ve istikrarım ve en önemli faktör inancımla geçtiğimi gördüm. Ve bu benim hayatımda çok anlamlı ve kendi yaşadığım bir örnek oluyor. Başkalarının zaferleri hep size adım attırmaya yarar; ama kendi zaferleriniz, diğer zaferlerinize de yol gösterir. O yüzden 23 yıllık kendimi şu anda daha da iradeli ve güçlü hissediyorum. Bu günden sonra da bu şekilde devam edeceğim.


dipnot: Sevdiğiniz insanları üzmeyin. Onlar olduğu sürece siz varsınız.

8 Şubat 2012 Çarşamba

Duygu Avcıları

Kaç kere yürüdüğümü hatırlamıyorum o yoldan; ama kaç yüzle konuştuğumu çok iyi hatırlıyorum. Her birine açtığım defteri kapatmaya çalıştıkça daha da çoğalıyormuş gibi hissediyorum onlara ait sayfaları. En sonunda dayanamayıp, kapaklarını kapatıp raftaki yerlerine koyuyorum. Ne var ki tozlanmasına bile fırsat vermeden tekrar açıyorum, tekrar aynı konuşmaları beynimde tekrarlıyorum, tekrar tüm acılarını çekiyorum kurduğum hayallerin. Ve tekrar rafa kaldırıyorum. Açtığım defterlerden ziyade kaybettiğim zamanın verdiği yorgunluğu taşıyamıyorum en çok. O kadar ağır geliyor ki bazen, umut ediyorum bir gün hafızamı sıfırlayabilme şansı verilir bana diye... 

Çok değil gördüğüm yüzler; ama duyduğum yüzlerin sayısını bilmiyorum artık. Arada kaldığıma yanıyorum kimi zaman da. "Ben de bir yüz olabilirdim." dediğimi çok iyi biliyorum defalarca. Konuştukça daha da büyüyormuş gibi oluyor üzüntülerim. Sonra farklı olduğumu kabul edip, onlardan biri olmadığıma inanıp, tekrar rafların önünde duran koltuğuma gömülüyorum. Müziğimi açıyorum öyle durumlarda. Sevdadan, ayrılıktan, duygulardan yakınan şarkı sözleriyle dans ediyor kendimi avutmalarım.

Her yeni güne, yepyeni bir umutla uyanıyorum. Öyle ki sanki yeni günle aradığımı bulacağım inancı beliriyor içimde bir yerlerde. Sonra öğlen oluyor, çevremdekilerin, yaşam tarzımın, elimdekilerin varlığını keşfediyorum adeta. Ne durumda olduğumu, ne konumda olduğumu farkediyorum tekrar ve tekrar. Sonra akşam oluyor. Hızlıca geçen bir karanlık zamandan sonra uyuma vakti geliyor bedenim için. O zaman tekrar gecenin en derin yalnızlığıyla buluşuyor hayallerim.

Her defasında aynı şeyi aradım durdum ben. Çok şey değildi istediğim. Veremediğim hiçbir şeyi istemedim hayattan, kişilerden, kavramlardan... Sonra dedim ki bu kadar hatalı bitişlere tek sebep ortamlar olamaz. Sonra hep uzak tutmaya çalıştığım "kişiler" nedeni oldu. Birden hatayı kendimde aradığımı gördüm ve yine dedim kendime "senin tek suçun onlar gibi olmaman". Evet, bencil miyim bu şekilde, diye de düşündüm. Yine benzeri bir sonuca vardım: Neden artık kendime haksızlık etmeyi bırakmıyorum?

Suçluları biliyorum. Kimin günahı olduğunu biliyorum. Ya da kimlerin cezalandırılması gerektiğini... Biliyorum, çünkü zamanın belli dilimlerinde o defterleri raflarından indirip; tekrar tekrar üzülen benim. Aynı hayalleri tekrar kurmama neden olanları biliyorum. Kimlerin duygu avcısı olduğunu biliyorum. Kimlerin, aslında gerçekten, mutlu olmadığını, olamayacağını, haketmediğini biliyorum. O yüzden susuyorum geceleri. Hayallerim karanlık bir odada birbirini kovalıyor işte bu yüzden. Sabahları güneş bu nedenle doğuyor, benim tekrar umutla uyanmam için. Belli ki beklemem gereken biri var, bunca şeye sabırla dayanmam, biri için oluyor demek ki.

Şimdi yine bekliyorum. Olmayınca olmuyor, biliyorum. Ben yine de uzun bir süre, olmayınca daha iyi oluyor, şeklinde yaşıyorum.

28 Eylül 2010 Salı

Denge

Hayat bazen cok acimasiz olabiliyor. Ya da acimasiz gormek istedigim zaman hayati oyle goruyorum ben. Belki hep acimasiz, belki de hep guzel; ama ben bir sorun olusturmak isteyince hayata atiyorum sucu. Ya da her sey dengeli...

Dengeli olmak guzel bir sey. Her konuda boyle esit olarak dagilmak, kendi icinizdeki duygusal teraziye esit yukler koymak ve daha bir cok sey aslinda guzel oluyor siz dengeli olunca. Hani ne fazla ne de az. Her sey insanin hayatinda esit olmali. Cogu konuda eksik yanlarimiz olabiliyor; ama eksik yanlara yogunlasiyoruz. Sahip oldugumuz seylere, belki, degerini verebiliyor olsak bile yine de eksik yanlar hep goze carpiyor. Aslinda iyi bir durum bu; cunku eksik yanlarimizi gorerek kendimizi tamamlama cabasina giriyoruz. Tabii her sey buraya kadar. Eger daha da ilerisine giderse durum, sanirim, bu hayatin acimasiz oldugu hissiyatina burunduruyor bizi...

Su blogumun kurulus temasi bile aslinda ici su dolu bardaga bakis acisi ile alakali. Mutlu oldugum zamanlar dolu tarafina bakiyor buluyorum kendimi, diger zamanlar ise bos taraf yaratiyorum adeta bardakta.

Son alti gunum, cok farkli gecti. Kendi bardagimin dolu tarafina degil de, baskalarinin bardaklarini inceledim. Kucuk ablaminkine baktim bir sure, gecen cumartesi dunya evine girdi o da. Daha sonra universiteyi okumakta oldugum sehirdeki, kuzenimin bardagina baktim, o da pazar gunu dunya evine girdi. O anda ikisi de mutluydular. Hani isteyince demek ki baskalarinin bardaklarindaki bos taraflari da gorebiliyormus insan. Hatta onlara da uzulebiliyormus.

Istanbul'da gidip; ertesi gun geri donmek, Isparta-Istanbul arasi icin cok olabiliyormus. Oldu da; ama olsun tabii, ablamin nikahi idi sonucta. Her ne kadar Kartal Belediyesi'nin nikah salonundaki o salak fotografcilarina sinir olsam da epeyce, guzel bir nikah oldu ablaminki. Hayirli olur insallah.

Universitemdeki son senemin ilk haftasi nasil gecti bilmiyorum; ama ikinci haftasi daha hizli ve tuhaf geciyor, orasi kesin. Odama tam olarak yerlesmis, evimdeki duzenimi de bugunki market alisverisimle saglamis oluyorum. Onceki senelerdeki masraflarima, bu seneki masraflarimi gordukce, 'masraf/harcama' gibi seyler olarak degerlendirmemeye karar verdim. Demek ki yasim gectikce, alisveris boyutum da degisiyor. Tabii biz yine de idareliyiz. Savurgan olanlara ne demeli acaba...

~ Bazen gelip gidiyor bana. Yani bir seyler surekli sorun halinde benimle yasiyor hep; ama bazen varliklarini o kadar belli ediyorlar ki, dusunmemem gereken seyleri dusunuyorum, yapmaman gereken seyleri yapiyorum. Kendi halimde, kendi dunyami zindan ediyorum yine kendime.

~ Huzur guzel bir sey. Soyle kendimi gecindirecek kadar param olsa, kazansam; suralardan uzaklarda, yalniz olacagim bir yerde olsam, bir gun canimi da verirdim kendi kendime, ne ki zaten yalniz geldik oyle gidecegiz...

~ Proje ve Proje 2 calismalarina yarindan itibaren tam gaz devam ediyorum.

~ Kendimle gurur duyuyorum. Bu kadar dusunceyi, sorunu, oyle ya da boyle tasiyabiliyor oldugum icin...

1 Ağustos 2010 Pazar

Ozledim



 Ozledim iste...

Cok fazla cumle kurmami bekleme benden. Orada oturmus, sana karsi ne kadar cok ozlem icinde oldugumu gormekten zevk aliyorsan hele; hic bekleme...

 

3 gramlik hayallerimi sende heba ettikten sonra ustelik, sakin bekleme gunesin dogmasini benim icin... Alistim ben yalniz, karanlik ve sessiz dunyada yasamaya. Bekleme... Bekleme tekrar bir baskasi icin yol gozlememi.

Ozledim iste...

Hani biraz olsun, daha aydinlik bir gune baslayayim diyeydi tum umutlarim. Hani elinden tuttugumda, hayatta yasadigimin daha cok farkinda olurum dedim. Daha fazla nefes cekerdi cigerlerim diye umut etmistim.

Sen de ozledin mi? Az biraz olsun, keske ile baslayan cumleler kurdun mu benim icin? Gozlerin doldu mu hic? Yoksa, bosver bu da gecer mi dedin, arkamdan?

Dur desem doner miydin gittigin yerden? Yeter miydi bir kelimem benimle kalmana? Cok mu gec kaldik durmak icin?

Kal desem?..
Kalmazsin degil mi...

29 Kasım 2009 Pazar

Yol yorgunu

Boyle haftalik bulten niyetinde oldu durum; ama ozellikle denk getirmeye calismiyorum bu blog yazma islemini. Gercekten ele avuca gelir seyler yasayip; oyle yazmak istiyorum... Ve yazmam gerektigini hissettigim anda yaziyorum. Simdiki gibi...

Farkli bir haftaya girdim, biliyorum bu da ayri sacma bir cumle. Oysaki butun haftalar gayet birbirinin aynisi geciyor. Guzel, ilginc bir bayram gecirdim. Gecirmekteyim diyemiyorum; cunku ben Ramazan Bayrami'ni Amerika'da yasamadigimdan oturu, bayramlarin ruhunu kaybetmis oldugum icin, bayram sadece 1. gundu benim icin. Yarin da guzel(!) Isparta'ma donuyorum. Kaciyorum yani Ankara'dan da. Burasi beni yoruyor, Istanbul da beni yoruyor. Beni yormayan, olmayan kalabalikligi, bes parmak sayisi kadar guzel yeri olan, diger bir sehir, universitemin bulundugu sehir, Isparta'dir sadece. Bu bir haftanin baslangici benim icin bayramla birlikte basladi; ve yarin da dondugum icin, bitiyor fiilen...

Ilginc olan tarafi ise, kalbimi zorluyor olmakta oldugum bir hafta. Ugrasiyorum, tekrar su kalbimi zamaninda attigi hizlilik ile atmasi icin ugrasiyorum; ama o kadar kopmusum ki bazi seylerden, artik 40 yilin planini kuran "ben" gitmis yerine, yarin aksam yemegi icin nereye gitsem dusuncesine giren "ben" gelmis. O yuzden korkularim var bazi seylere karsi; tereddutlerim var, yorgunlugum var bundan sonraki kalp atislarim icin, cabaliyorum; ama olmuyor. Kimseyi yormak ve uzmek istemeyisim agir basiyor her seyden once. O yuzden besmele cekip baslayamiyorum hicbir kalp yuku tasima isine...

Amerika'da kilo vermistim degil mi ben? Guzel, hepsini geri almisim! Verdigim 4-5 kiloyu bir guzeeel geri almisim! Neden mi? Cunku Burger King'i zengin etme cabalarim gayet basarili olmus durumda maddi - manevi anlamda.

Geri donuyorum yarin okuluma. Bu vizelerde yaptigim felaketi finaller icin yapmayacagim kesin! Gider gitmez ders calisiyorum! Ve uzgunum anasini aglatmak tek hedefim tum notlarin. Elimden gelenin en iyisi olacaktir elbette! Insallah! :P

Bu hafta icinde Mustafa Ceceli'nin albumu gecti bilgisayarima. Ben ki 5-6 ay olmustur sanirim, Turkce sarki dinlemiyordum. Sebep olarak da Ingilizce icin kulagimi alisik tutmak olarak gosteriyordum. Bunu Mustafa Ceceli ile bozduk, tabi bir Pink bir Mustafa Ceceli dinleyince, aradaki muzik turu farki boyle arabesk dinlemis etkisi yaratacak boyutta olabiliyor... Butun sarkilari guzel bu albumunde; ama su sarkisi fena gelmedi bana sozleriyle birlikte paylasip; bu yazimi da sonlandirmak istiyorum. Ha bir de ben mutlu olmak icin ne yapmaliyim? Artik sacma sapan yollara basvurmaya basladim. Mutluluk nedir, bilmiyorum ve sonumu da hic hayirli gormuyorum. Hepsinden once su guzel kafami bir guzel toplamam lazim! Yarin Isparta'ya farkli bir gencin inmesini temenni ediyorum, dusunce bazinda...

Mustafa Ceceli - Ben o degilim

Ne kadar kırık gözlerimiz
Ne çok hüzünlü sözlerimiz
Nasıl bir yoldan geldiniz
Ağır olmalı yükünüz.

Sevgiliyimi, sevgiyimi kaybettiniz
Nasıl biriydi lütfen tarif ediniz
Kim gibiydi hatırlayıp 

Benim gibiydi dediniz.

Hayır Ben o değilim
Sizi bu hallere koyan
Ben o değilim
Bunlara neden olan o adam
Ben olamam

Ama beni çok şaşırttınız
Durun ne olur ağlamayınız
Hava soğuk aylardan Şubat
Lütfen içeri giriniz

7 Mayıs 2009 Perşembe

İki yabancı


Hafif rüzgar esen günlerden biriydi
Az biraz sıcak olan havada, bir öğlen saatinde...
O kadar kalabalık içinde bir anlık bir bakışmayla başlar her şey
Sadece iki saniyedir tüm yaşananlar
O kadar uzun gelir ki onlara
Sanki koca bir ömür geçmiştir o iki bahar misali, saniyede...

Hayal edilmiştir ilk önce, romantik bir başlangıç yapılacaktır
Acaba çarpışılmış mı olsa yoksa durdurup " bir dakika, siz benim hayatımı değiştirebilirsiniz, benimle tanışın lütfen" mi demeli o başlangıçta.
Sonra bir yerlerde oturulur, bir şeyler içilir
Gözler sürekli bir beklenti içinde olur o anda
Tıpkı "hadi vakit kaybediyoruz, gidip yalnız kalıp; ruhumuzu dinlemeliyiz" dercesine...
Bir süre geçer ve artık sevgili olmuşlardır bu iki yabancı
Mutludurlar ya da onlara öyle gelmiştir.
Sıkılmışlardır artık birbirlerinden
Hep böyle başlayıp bitmemiş midir her ikisinin de aşk hayatı?
Hep bir bencillik; hep bir değerbilmezlik yok mudur onlarda da?..
Onlar da diğerleri gibidir, değil mi?..
Sonra ayrılır bu başlangıçtaki iki yabancı
Belki iyi belki kötü... Bitmiştir işte...

Kendine gelir birden her ikisi de
Derin bir nefes alıp, kafalarını başka yöne çevirip; yollarına devam etmiştir bu iki yabancı...
Yaşanacaklar, yaşanması gerekenler, belki önyargıdan, belki tecrübeden, belki de "acaba o da mı" şüphesinden dolayı başlamadan bitmiştir.
Böyle geçmiştir o iki saniye
İki taraftan da bir ömür götürmüştür adeta...
Sonu bilinse de yaşanmamalı mı gerçekten?
Yoksa sonunu bildiğimizi mi sanıyoruz her defasında olayların...
Yoruldum, uzun zamandır demediğim bir kelimeydi; yoruldum...

10 Nisan 2009 Cuma

Bırak kelimeler dokunsun vücuduma...

Korkuyorum...
Soğuk bir rüzgar bekliyor kapımda,
Etrafımdaki her şeyi götürmeye niyetlenmiş sanki.
Ben ise odamdayım tek başıma,
Tek gözlüye hapsolmuşum, bekliyorum...
Bekliyorum!
Bilmeden sonunu, ilerisini, gerisini...
Belki de bir ışık bekliyorum.
Ya da büyük bir hata yapıyorum beklemekle!
Beklememeliyim! Yapabilir miyim?
Kırabilir miyim kendi duvarlarımı?
Biraz olsun ağlamayı becerebilir miyim, kimseyi üzmeden?..
"Bırak elimi! Tutmanı istemiyorum; çünkü bir gün bırakacaksın kesin!"
Hata ediyorum böyle düşünmekle, değil mi?
Biliyorum...
Günümü yaşamadım ben hiçbir zaman.
Hep geleceği düşünmenin esaretinde kaldım...
En güzel düşüncemi ve zamanımı yıpratıyorum bu şekilde belki.
Kendi başıma öğrenemiyorum doğrusunu.
Belki öğrenmek istemiyorumdur, kim bilir...
Öğretebilecek birini arıyorum artık.
Zamanımın değerinin farkına varmamı sağlayacak birini arıyorum.
Sanırım bu yüzden bekliyorum...
Bekliyorum odamda.
Kapıdaki soğuk rüzgar ısınmıyor hiç.
O hep kapıda sanırım.
Gündüz, gece...

4 Nisan 2009 Cumartesi

Yeni başlangıçlara

Olmuştur... Hayatınızda mutlaka "yarın daha iyi bir güne başlayacağım, daha dinamik olacağım, daha güçlü olacağım" dediğiniz zamanlar, size bu sözleri söyleten olaylar/kişiler olmuştur. Gerçekten yeni bir başlangıç mı yapıyorsunuz bu şekilde? Yoksa siz de ben gibi kendinizi 1-2 günlüğüne kandırıyor musunuz?.. Bilmiyorum. Bu sefer hatta şu sıralar başımdan geçen olaylar yüzünden bu tip bir cümle kurmadım hiç. Kurmadım, belki eskisi gibi güçsüz değilim belki. Gerçekten neyin ne olduğunu, nasıl davrandığını çözebilecek hala geldim.

Bu sefer kurmadım böyle bir cümle. Kurmadım evet! Kendime de şaşırdım; ama kurmadım. Biliyorum; çünkü bir faydası olmuyor. Hayat, kaldığı yerden devam ediyor. Sen istersen kendini öldür; ister milyonları öldür...

Halamlara gittim 1 saat önce. Yapmış yine 'büüüssüürü' yemek. İşin kötü tarafı akşam yemeğini yemiştim ben gitmeden önce. Neyse halamları görmüş oldum. Bir de koca bir mideye sahip oldum içi dolu olanından...

Kafam çok rahat. Elim de çok rahat! Artık gitara daha iyi hakim oluyorum. Çok mutluyum bu konuda. Daha temiz ritmler atıyorum.

Arkadaşlık konusunda da esnek bir hale geldim. Çok rahatım. Başka şeylere değer vermem gerekiyormuş. Nasıl olur da bu kadar kör olabilmişim dedim. Yanlış insanların/şeylerin etrafında yıpratmışım kendimi. Şimdi farkındayım her şeyin. Ve mutluyum! (Allah bozmasın.)

Bu arada Hande Yener'in yeni albümü çıkmış. Yorumsuz kalarak Gülben Ergen'in yeni albümünü indirdim. Yani itunes ile satın aldım! (itunes'a geçmemiştir kesin şarkılar)

Bu da bir şarkısının sözleri: "Giden günlerim oldu"

Giden günlerim oldu
Seni anmadım yola bakmadım hala
Dile gelmeden düşlerim yanlızlığa
Susmanda yeterdi son vermem için hayatıma
Tüm güllerim soldu
Sana atmadım taraf olmadım asla
Dile gelemden düşlerim yanlızlığa
Gülmende yeterdi geri gelmem için hayata
Beni alsalar ipe koysalar
Dayamaz yine kadere salsalar
Gönlüm arıyor titriyorum bak
Sıra gelmeden gidemem ki ben
Tutmaz ellerim seni görmeden
Zaman geçiyor bekliyorum bak
Beni alsalar ipe koysalar
Hala titriyorum bak
Sıra gelmeden gidemem ki ben
Hala bekliyorum bak

30 Ocak 2009 Cuma

Sevgili Blog!..

The Beatles... Gece rüyamda mı gördüm bilmiyorum; ama sabahtan beridir the beatles şarkılarıyla kulaklarım adeta farklı bir yere gittiler. Yani zor olmadı; şarkıları buldum, torrent olayı, ve albümlerini tek tek indirmeye çalıştım. Tabii biz ne yapıyoruz, torrent ile yükleme yapmıyoruz. Itunes ile ücretli olarak bilgisayarlarımıza indiriyoruz. Öhöm. The beatles ile ilgili tanıcı bir yazı yazmayı isterdim; ama kendi dünyamla ilgili yazmak istiyorum. Yine de hiç ismini duymamış ya da az bir bilgiye sahip olanlar için buyrun:

http://tr.wikipedia.org/wiki/The_Beatles

Sevgili blog,
Dediğimi yapmaya çalışıyorum. Kimseye derdimi anlatmamaya çalışıyorum. Sinirlenmemeye çalışıyorum. Kimsenin derdini dinlememeye çalışıyorum. Sanırım beceremiyorum; ama azimli bir şekilde deniyorum. Sanırım okula dönünce daha rahat edeceğim bu konuda.

-- Kimseye derdimi anlatmıyorum --

Anlatmıyorum; ama bu sefer içimde o kadar çok şey birikiyor ki. Ne yapacağım ben bunlarla... Sana anlatsam olmaz. Bir gören duyan olur. Yakın birini tutup anlatayım diyorum. Bu seferde çevreme baktığımda yakın birinin olmadığını görüyorum. 'Yakın' diye tanımladığım insanın artık yakın olmadığını gördüm. Ben yaklaştıkça o uzaklaşıyor... Böyle bir durumda ne kadar yakın olabilirim. Hiç...

-- Sinirlenmemeye çalışıyorum --

Tamam biliyorum, çok hassas yaklaşıyorum her konuya, sinirlenmeden yapamıyorum. Olmuyor. Etrafımdaki her şeyi düzeltmeye çalışıyorum galiba. Ya da bana bozuklarmış gibi geliyor. Ben etrafa uyayım diyorum; ama hayatta uyamam sanırım. Etrafım eskisinden de iğrenç durumdalar. O yüzden sessiz kalıp susuyorum sadece...

-- Kimsenin derdini dinlemiyorum --

Dinlememeye çalışıyorum. Yani dert masası gibi olmuştum bir ara. Nasıl oluyor anlamıyorum, birden kendimi başkalarının dertleriyle boğuşuyor olarak buluyorum. Sanki benim derdim az da! Yani arkadaşlarıma dönüp de bana atlatma sorunlarını da diyemem. Bu sefer de diyecekler ki biz seninle neyiz? derler tabi haklılar kısmen; ama yani acı çekiyorum. Bana yük oluyor. Her şeyi abarttığım gibi başkalarının sorunlarını da abartıyorum. Olmuyor yani. Kendi dertlerimle başbaşa bırakın beni... Yalnızım zaten.

Açık sözlü olmamdan nefret ediyorum bazen; çünkü kendimi bile şaşırtacak kadar açık sözlü oluyorum kimi zaman. Çok yalnız hissediyorum kendimi. Etrafımdaki hiç bir insan hissettiğim yalnızlığı doldurmuyor. Olmuyor yani çok savaş verdim bu konuda ve yoruldum. Artık daha üstüne gitmemeye karar verdim. Ve son bir haftadır inanılmaz derecede ruhsuz hissediyorum bu konuda kendimi. Önceleri çok derdim, "bi daha uğraşmicam, bu sondu, yeter artık umrumda deil" şeklinde... Ama bu seferki çok ciddi bir şekilde de sürekliliğini koruyor. Ve bir haftam çok farklı geçti. İstanbul'a gelip bunun etkisini daha da iyi yaşadım. İyiki gelmişim diyorum; çünkü daha rahat istediğim noktaya geliyorum. Neyse muhabbetini etmesi bile sıkıyor beni artık.

Yalnızlık çok iyi değil tabii, ama çok da kötü değil. Hoş, benim yalnız olmadığım durum hiç olmadı, bu da ayrı bir mesele. O yüzden alışkın olduğum bir durum.

Gitarımı özledim ben. Sırf bu yüzden okula geri dönesim var. Bir duyan olsa "saçmalamaağğ" felan der belki; ama okulda beni tutan birkaç şey var, bunlardan biri gitarım. Kursa gidiyorum henüz. Ve az çok da profesyonel anlamda (!) çalabiliyorum. Öhöm. Evet. Onun dışında beni bağlayan okulumun olduğu şehir var. Sessizliği olan ve tümüyle benim şekillendirebildiğim bir yer... Başka ne var beni tutan? Eskiden bir kaç iyi dostum derdim; ama artık diyemiyorum. Sormayın işte, diyemiyorum. Herkes sıkılıp, herkes değişebiliyor. Kimseyi tutamıyorum. Onlar da durmak istemiyor zaten.

Tv'den uzak duran ben, Başbakanın yaptığı davranıştan ötürü başından ayrılamıyorum bir iki gündür. Olması gerekeni yaptı bence. Allah Filistin'deki insanların yanında olsun inşallah. Bu konuda yığınla şey yazarım aslında; ama olmuyor yazamıyorum. Nedensiz bir şekilde...

Ben yine kendi mahsenime döneyim; mis gibi The Beatles şarkılarını dinleyip kendimden geçeyim. Belki beklerken beklerken biri gelir dünyamı değiştirir. *Nerden gelecekse artık...* * Puff hadi ordan ya!* *Erkek adam yalnızlığa alışıktır*

27 Ocak 2009 Salı

rf(+)cht - Giriş

Tekrar başladım yazmaya. Yazmak istiyorum. Kendimi sanırım ancak kelimelerle ifade edebiliyorum... Yazmak benim için bir deşarj olma yolu kısmen. Bir yerlere, akıp giden yaşantımın özetini düşmek, olmasını istediklerimi dile getirmek, dünyanın kirli havasında nefesimi tutup; hayal dünyasının temiz havasında biraz soluklanmak sadece amacım... Yazarken en dürüst, en rahat halimle kendimi ifade etmeye çalışıyorum. Bilmem olabiliyor muyum, yoksa benim de mi var gizlediğim şeyler?.. Sanırım diğer birçok insanla olan tek özelliğim bu; benim de var gizlediğim bir şeyler...

Elimden geldiğince Türkçe'yi doğru bir şekilde kullanmaya çalışıyorum yazdığım yazılarda. Her ne kadar günlük yazışmalarımda bu durumu koruyamasam da; burda yazma becerime hakim olmaya çalışıyorum. Umarım bir yanlışlık yapmayız da, her anlamda, okuyanların kötü yorumlarını işitmemiş oluruz.

Belirtmek istediğim diğer bir nokta, düşüncelerim, hayallerim; kısaca yazdığım her bir kelime, benim iç ve dış dünyamın bir sentezidir. Benimdir; bana aittir.

Blogumda yazmayı düşündüğüm şeyler arasında, izlediğim filmleri ve beğendiğim sanatçıları yorumlamak, onun dışında yaşarken karşılaştıklarımı kelimelere aktarmak, var. Ne az 'ben' ne de çok 'ben' içeriyor bu blog...

Not: Aslında bir host satın alıp, ona wordpress kurup bir güzel blogumu yazmak istiyordum; ama bir türlü "hangi firmadan alsam, acaba açıklarıyla boğuşabilir miyim, bir şey olurda; aman aman!" gibi çelişkilerimden kurtulup icraata geçemedim. O yüzden yine iyisi mi, diğer kapattığım blogların olduğu yerden başlayayım dedim. İyi mi ettim acep? Hımm...