Masal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Masal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Haziran 2017 Pazar

Tek Pencereli Oda

Küçük bir odadayım. Yarısını koca bir yatağın doldurduğu, masası olmayıp uzunlamasına bir sehbası ve komidini olan, küçük bir oda...

Hayatımın %60'i sanırım bu odada geçti. Ve geçmeye de devam ediyor. Geçmemesi aslında en büyük dileğimin bir sonucu olabilirdi; ama ne yazık ki buradayım. Kendimce yalnız, işsiz, herkesten uzakta ve tamamiyle hayattan soyutlanmış... Sen ne demek istediğimi anladın Blog.

Gündüzleri düşünmem gereken sorunlarımı, geceleri düşünüyorum mesela. Ertelemelerimi de ertelemeye başladım. Dur öyle hemen depresyon tanımını yapıştırma. Ne o öyle? Sen karışma bi' hemen. Sana demiyorum Blog. Alt benliğime(!) diyorum.

Geçen gün domain yenilemesi de oldu. 10$ da sana gitti Blog. O değil de eskiden böyle zamanlarımda kendimi gerekli gereksiz alışverişlere verirdim. Canım onu dahi istemiyor. Üstemde hiçbir şeyi istemeyen ve keyifsiz insan havası yok; ama daha farklı bir hava var. Adını koyamıyorum sadece. Hatta bak o kadar zaman eski sevgilimden ayrı kaldım ki normalde herhangi bir tanesine gider dayanamaz mesaj atardım. Belki özlerdim, belki sadece konuşmak isterdim... Onu bile istemiyorum Blog. İçimden "atacaksın ne olacak Arif? Hadi tekrar konuştunuz ne olacak?" Yani artık sonunu bile bile lades de demiyorum.

1.5 ay sonra 29 yaşıma giriyorum Blog. Bu konuda söylenecek çok şey var, ama susuyorum. Korkularımın ardına saklanarak susuyorum hem de. Konuşsam, bağırsam ne olacak diyorum. Aha tam önümde korktuğum şeyler. Bağırsam küçülmeyecek haldeler. "Bakar mısınız?" diye rica etsem dönüp de kafasını bile çevirmez haldeler...

Şimdiyse mübarek Ramazan ayının bereketinden nasiplenmeye çalışıyorum bu küçük odada. Hiç çıkmıyorum neredeyse. Genel ihtiyaçlar için, bazen de bahçeye iniyorum, bazen balkona çıkıyorum. Düne kadar yağışlı olan havalar yerini artan sıcaklara bıraktı bile bugünden itibaren. Nasılsa evdeyim diye çok takmıyorum. Ama her yaz olduğu gibi benzeri sorunları yaşayanlardan mailler almaya başladım bile çoktan. Onlar da olmasa zaten bizi ziyaret eden yok Blog. Bu halim hoşuma gitmiyor değil. Gerçek hayatta da sosyalleştiğim bir arkadaşım yok şu anda mesela. Öyle Whatsapp yazışmaları yaptığım kişiler de yok. O değil de, biri benimle sevgili olsa, benden daha sadığını bulamazdı. Gerçi bunu benimle 10 dakika konuşan biri anlayabilir. Tabi gerçekten aynı renkten bakıyorsak dünyaya.

Bu arada Macbook birikimime biraz daha para ekledim. Kullanmadığım bir kondisyon bisikletim vardı. Eniştem vasıtasıyla sattık. Gelen paranın bir kısmını da oraya aktardım. Ne olursa olsun o paraya dokunmamam lazım Blog. Büyük konuşmayayım yine de.

Ray Donovan dizisini izleyip bitirdim Ramazan'ın başından beri. Süper bir diziydi. 5. sezonu ağustosun ilk haftası geliyormuş. Favori iki dizim de başladı, ama tamamen yayınlanmasını bekliyorum. Çünkü izlenmeyi bekleyen başka dizilerim de var. Bu akşam da Luther'a başladım mesela. İlk bölümü fena değil gibiydi. Bakalım. 😀

Tek tutunduğum şey dizilerim ve bilgisayarım. Onlara bir şey olmaz inşallah. Telefonuma ödeme yapmıyorum 1 aydır. Sadece açık duruyor. Ve bir keresinde 56 saatlik bekleme süresini görmüştüm şarj %18'deyken. 2 saatlik de kullanma süresi vardı. Sonra şarja taktım tabi. O derece yani Blog.

Ve kapanışımızı Sóley ile yapıyorum. Soğuk diyarlardan gelen ılık ses...

Dipnot: İnan hiç meraklısı da değilim telefona bağlı bir sosyal iletişime. O yüzden WhatsApp'mış, Instagram ve türevleriymiş... Böyle kafam daha sakin Blog. 😀

13 Eylül 2014 Cumartesi

Sevmek Nedir?

Allah'ım, acaba beni neden yarattın? Böyle sorunca kötü mü oluyor, emin değilim; ama hayat için, insanlar için bir amacım olmalı gibi hissediyorum. Bir de kendime soruyorum benzeri bir soruyu: Ben ne için ve neden yaşıyorum?..

Sevgi nasıl bir şeydir, Blog? Geçen gün de demiştim: "Bana sevmeyi çok başka öğretmişler." O yüzden insanların sevgisi yetmiyor bana. Bu, insanların sevme şekli doğru, demek değildir her zaman.

Ben safım mesela, sevince çok başka seviyorum. Çoğu kişinin aklında "ailem bir yana, sevdiğim bir yana" lafı vardır; ama sevdiklerine çok önem verdiklerinden değil. Aksine ailelerini hep en önde tuttuklarından böyle düşünürler. Bende o pek yok mesela. Ben sevdiğimi de ailemin statüsüne alıyorum. Almaya çalışıyorum daha doğrusu. Ama belli ki hata ediyorum. Çünkü hiçbir zaman bundan dolayı mutlu olamadım ben. Her denememde anladım ki bu sevme şekli fazla geliyor karşımdakine.

Pes ettim mi? Hayır. Vazgeçtim mi? Birçok sefer.

Ben belki hep böyle seveceğim, ama muhtemelen karşılığını aynı şekilde göremeyeceğim. O zaman da sevmekten vazgeçeceğim. Durum böyle işte Blog.

Hatalı olan yine ben'im diyorum. Olsun, yine hatayı kendime alayım. Alışkınım nasıl olsa. Bir de şu ihtimal var, Blog. Sevgi de aslında olgunluk gerektiren bir şey bir açıdan. Sanıyorum ki her insanda sevgi yeterli olgunluğa ulaşmamış durumda. Haliyle böyle çatışmalar yaşıyorum/yaşıyoruz.

1.5 ayım kaldı, Blog. Geriye kalan zaman içinde kendimi hırpalamaktan başka bir şey yapmıyorum. Ve sevgi konusunda da aynı işkenceyi çektiriyorum kendime. Oysaki hayat yalnızken daha az ağrıtıyor insanın başını. Ben de bile bile lades modunda devam ediyorum nedense.

İyisi mi ben sevmemeyi öğreneyim. O zaman daha kolay olur sevmek benim için. Belki sevmemek daha iyi gelir bana, hiç sevmem böylece.

Bir de yarın sabah 5 gibi tatilim başlıyor. Yani tatil içinde tatil gibi aslında. Önce Çeşme'ye oradan Aydın'a, sonra da Bodrum'a...

23 Temmuz 2014 Çarşamba

Doğum Günüm ve Rachel Corrie'yi Anma


Dün doğum günümdü Blog, 22 Temmuz. Artık "kazık kadar" adam olma özelliğimi en dipte, en derinlerimde yaşıyorum. Yine alışmam gereken bir rakam var önümde 2 ve 6'dan oluşan. Olsun. 25'e de alışmıştım bir şekilde.

Bu yaşımdaki doğum günümü ilginç bir şekilde kutladım diyemiyorum, ama ilginç geçirdim diyebilirim. Çünkü öncelikle Ramazan'dı, oruçluydum önceki iki doğum günümde olduğu gibi. Sonra Diyarbakır'daydım ki Diyarbakır şehriyle ilgili düşüncelerimi başka bir zaman yazacağım. Ve akşam İstanbul'a uçtuğumdan dolayı iftarımı uçakta yaptığım için değişik bir doğum günüydü. Kutlamadım. "Neyini kutlayacaksın Allah aşkına?!" der dediğini duyar gibiyim Blog. Haklısın belki de. Ben kutlayamadım. Küçük bir plan vardı ama telaşelerle geçmişe karıştı unutularak. Çok da sorun etmiyorum. "Benim arkadaşlarım kutlar ya!" diyordum ki gün boyunca gelen Facebook mesajlarına döndüm. Çok mu kıymetli acaba... Kıymetli olanları vardı içlerinde. Bu arada Facebook duvarımı kapalı kullanıyorum. Haliyle o klasik "doğum günün kutlu olsun" postlarını atamadığı ve zahmet edip(!) mesaj yazamadığı için birçok ilgili ve yakın (!) arkadaşım doğum günümü kutlayamadı. "Aww, how sad those bitches couldn't make it!" dediğinden eminim Blog. Haklısın. Derken toplamda 20 kişi güzel cümleleriyle yazdılar bana. Mutlu oldum. Hele 1-2'si çok içtendi. Çok daha mutlu oldum. Zaten onlar da bana yetti. Bu arada numaramı kimse bilmiyor hala. Tepki gösterenler de oldu, hatta biri aylardır arayıp sormamasına rağmen tepkiliydi. Nasıl cevap vereceğimi bilemedim kendisine Blog. Biraz kırmalı/küsmeli konuştum. Sustu. Mesaj atan arkadaşlarımdan biriyle hayatla ilgili dertleşirken şöyle bir cümle kurdum, aynen kopyalıyorum:

"Beni tutan bi Allah inancim bi de ailem. Arkadaslara baska seylere resti cektim. O yuzden uzak duruyorum."

Tabi bu cümlem her arkadaşım için geçerli değil. Yerini bilen arkadaşlarım her daim oradalar. Ve böylece doğum günüm geçmiş oldu Blog. Şu anda İstanbul'a yakın olmanın verdiği rahatlıkla belki çok önemsemiyorum, belki doğum günümü uçakta geçirdiğim için önemsemiyorum, belki önemseyecek başka şeylerim vardır o yüzden önemsemiyorumdur. Ama önemsemiyorum özetle. Ya da çok önemsiyorum.

Bu gece Kadir Gecesi. Önemli bir gece ve iyi geçirmek istiyorum. Son zamanlarımda orucumu açmadan Filistin'de ölen onlarca masum insan için dua ediyorum belki o anda daha çok kabul olur diye. Elimden geldiğince boykota da destek veriyorum. Ortalıkta "yok efendim Facebook da Yahudi malı, boykotunu da oradan yapıyorsun, komiksin" şeklinde yorumlar görüyorum insanların başkalarına verdiği tepki olarak. Ve soruyorum: Senin elinden ne geliyor? Hiçbir şey. Hiçbirimizin elinden bir şey gelmiyor ve ben bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Birileri polis orantısız güç uyguluyor diyordu. Orantısız gücün en iyi örneği Orta Doğu'da yaşanıyor şu anda. Onu geçtim, savaşanlar bir yana, çocuklar ölüyor. Belki önce anne babalarını ölürken görüyorlar, öyle bir ölüyorlar; sonra da kendileri ölüyorlar. O çocukların ellerinde güzel oyuncaklar olmasına rağmen koca koca taşlar var. Belki benim tepkim de onca şeye etkisiz kalmasına rağmen o taşlar gibi. Yine de mücadele ediyorum diyebiliyorum. Hiçbir şey yapmayıp oturmanın ne kadar acı verdiğini biliyorum ben.

Ve Rachel Corrie... Sen ne güzel bir insandın öyle. Seni yetiştiren anne babaya helal olsun. Keşke hayallerin gerçekleşse bir gün bu dünya için. Eminim Allah yerini cennet eylemiştir.

Tanımıyordum kendisini. Rastlantısal bir şekilde denk geldim haberlerine. Yaptıklarını okudum, izledim. Gözlerim doldu ölüm şeklini öğrenince. İnsanların ne kadar çeşitli olduklarını anladım. "Ben ne yapıyorum peki?" diye sordum kendime. Sustum. Çünkü diyecek hiçbir şeyim yok. Huzur içinde uyu Rachel Corrie!

Ve yine içimde başka başka konularda söylemeyi istediğim bir sürü şey var, ama yetmiyor kelimelerim Blog. Yetmiyor...

Yarın Ankara'ya geçiyoruz. Bundan sonra Ankara'nın küçük bir kasabasından devam edeceğim. Muhtemelen kitaplarımla sevişiyor olurum gün boyu. İnternetim? Muhtemelen olmayacak...

Ve bu şarkı da, 1 Eylül'de albümlerini çıkartacak olan The Pierces kızlarımın dün akşam yayınladıkları şarkısı: 

7 Temmuz 2014 Pazartesi

Sonuna Gidemiyorum

Artık üstüme üstüme gelmiyor duvarlar. Ben de gidip çarpmıyorum kendimi ölmek istercesine. Şimdi ne oluyor ne bitiyor bilmiyorum. Eskiden olsa "elektriklerimi kesmişler benim" derdim, şimdi diyemiyorum; şimdi ifade edemiyorum kendimi, ne hissettiğimi. Şimdi'nin farkında bile değilim. Kaldı ki yarınları düşüneyim...

Kpss vardı geçen cumartesi. Var-dı, bitti; artık yok. Yok gerçek anlamda, artık hiçbir şey yok. Şimdi beklemeye başladım; ama sınav sonucunu değil. Neyi beklediğimi bilmiyorum Blog; sınav sonucu değil, en azından bunu biliyorum. "Hayırlısı olsun" dersem bir kez daha, galiba sonum hiç iyi olmayacak. Neyse, geçti gitti Blog. Soranları geçiştiriyorum hep. Bir kısmı zaten "sözde" soruyor, o da ayrı bir mesela. Ha hiç sormayanlar da var mesela. Gereken tepkiyi gösterdim ilgililere cumartesi gecesi, göstermeye de devam ediyorum. Hiç şüphen olmasın Blog.

Ramazan geldi. Bir aceleyle geçiyor nedense. 40 derece sıcak havada, mümkün olduğu kadar dışarı çıkmadan, klimayla ya da çoğu zaman klimasız geçirmeye çalışıyorum Ramazan ayını. Halime şükrediyorum hep. Beterin beteri var. Allah sağlık versin tabii herkese; ama ben bile bu fizyolojik ve psikolojik halimde, Müslüman biriyim diyerek tutabilirken orucumu; başkalarının bırak tutmayı, tutanlara karşı olmayan hassasiyeti, vicdanları sorguluyor biraz. Kendilerini okumuş, bilgili, kültürlü ve aydın olarak tanımlayan kişilerin davranışlarını gördükçe, cahil kalasım geliyor Blog. Yine de bana düşmez irdelemek, ben kendiminkinin bile yukarıda ne kadar yeri olduğundan şüpheliyken hele...

Derin derin nefes alıyorum bazen, içimden "oof of" desem de, dışarıya bir parça kullanılmış hava çıkartıyorum. Öyle çok konu var ki tepkili olduğum, rahatsız olduğum, üzüldüğüm, kırıldığım... Karşıma birini alıp sabaha kadar her şeyi anlatasım var sanırım. O biri olmuyor işte. Kendimle konuşmaya başlarsam da şizofreniye yelken açmış olacağımdan korkuyorum. Yine de tek bildiğim kimsenin anlayamadığı ve benim de anlaşılmaktan çoktan vazgeçtiğimdir.

Takip ettiğim bir astroloji sitesinde Temmuz ayının benim için yenilenme ayı olduğunu söylüyordu. Ne konuda yenileneceğim tartışılır.

Artık yazasım bile gelmiyor. Zorla yazıyorum şu anda.

Sakallarımı uzatmayı düşünüyorum Blog. Geçen gün aynaya baktığımda böyle yine renk renk, kızıllı sarılı sakallarımın olduğunu gördüm. Aslında uzatınca da rahatsız oluyorum. Çünkü yaşımı daha da garipleştiriyor, bir de bu sıcakta tek o eksikmiş gibi hissediyorum. Sonra da boş veriyorum. Zaten şu 1 aydır özellikle kökten bir boş vermişlik var üstümde. Kimseyi takmaz oldum, yine eski "başkası ne der" hallerimi kaybettim çoğunlukla.

Kilo da vermem lazım. Saldım iyice Blog.

Parfüm alasım var. Bakınıyorum bakınıyorum, sonra vazgeçiyorum. Bir parfüme bu kadar vermemeli diyorum. Elimde şu anda benimle özdeşleşen Antonio Banderas'ın parfümü var Blue Seduction. Bir de Hugo Boss'un Sport'u var. Keşke şöyle yurt dışına gidip gelen sevenlerim olsa da bana gelirken parfüm alsalar, hatta beni de parfüm şişesine sokup giderken götürseler. Mesela Eiffel'den atsalar, kırılsa camlarım... Paris sokaklarında kaybolsam.

Koptum yine.

Sınav geçti, hala numaramı vermedim kimseye. İnanır mısın hiç de veresim yok. Eski sevgilim geçen gün bana, nasıl akıl ettiyse artık, email ile ulaştı. Sınavımı merak ediyormuş falan. Ben sınavı kenara bırakıp yine içimdekileri kustum. Sonra sustum. Bir de Facebook'ta engellediğim herkesin engelini kaldırdım. Gereksiz bir şey olduğunu düşündüm. Özetle "I don't give a F**K!" durumu oldu Blog.

1-2 hafta sonra bu sıcak şehirden ayrılıyorum. İstanbul semalarında 1-2 gün kalıp, Ankara'daki bir uç şehre gidip ailemle devam edeceğim. Oysaki ne planlarım vardı 2-3 ay önce, bu günler için.

Şöyle ilgili herkesi karşıma alıp suratlarına doğru "TEŞEKKÜR EDERİM!!!" diye bağırmak istiyorum.

Oysaki susuyorum her zamanki gibi.

Dipnot: Eski hattımı kullanmıyorum. Oradan ulaşamayıp da Blog'umdan ulaşmaya çalışan kişilerin dikkatine.
Dipnot 2: Blog'umu öylesine ziyaret edenlere de müteşekkirim.
Dipnot 3: Parfüm almak isteyenlere posta adresimi verebilirim. Hafif ve kalıcı kokuları seviyorum.

Bir de bu. Öptüm!

11 Haziran 2014 Çarşamba

Biraz Daha Belki

O "geriye dönüp baktığınızda olanları pişmanlık olarak görmeyin" sözlerini insanlar bazen yemeli. Evet, yemeliler; çünkü insanların pişman olduğu şeyler, bazen ciddi anlamda keşkeli cümleleri kurdurtabiliyor insana. Yaşamadan bilinmeyecek birçok şeyin olduğu bu dünyada, bu ihtimali de hesaba katmalı herkes. Egoist olsanız bile...

Lana Del Rey'in yeni albümü nete düştü bu akşam. Şimdi dinliyorum mesela, 2 gün sonra da Itunes Almanya Store'unda satışa çıkacak. Yani resmi yayın tarihi en erken olan yer orası. Amerika'daki açık pazarları saymazsak tabi. Fena değil işte. Klasik Lana Del Rey. Dinleniyor uzun uzun yani.

Havalar ısındı Blog. Bildiğin artık ölüm günlerim başladı. Hiperhidrozis olmak zor iş, sosyal anlamda, fiziksel anlamda... birçok anlamda zor iş. Hayatımdaki yaşadığım "çeken bilir" durumunun ana kahramanı. Yine de kişiliğimi ya da olgunluğumu(!) geliştiren bir şey. Her ne kadar baş belası diye tanımlasam da, Allah'tan geldiği için olumlu karşılıyorum. Hani kollarımı açıp "hoş geldin" demiyorum da, yanımdaki boş sandalyeye oturtuyorum Bay Hiperhidrozis yanımı. Artık ona bir kişilik tanımlamayı deniyorum Blog. Belki zıtlıklardan doğan bir ilişki olur hiperhirozis rahatsızlığımla. Aşık oluruz belki, mecburiyetten. Belki çok severim onu. Nasılsa hep benimle, nasılsa ölene kadar yanımda olacak, hatta birlikte vereceğiz son nefeslerimizi. Beni her halimle kabul edecek. Ben ondan nefret etsem de onu söküp atamayacağım kendimden. En önemlisi de, benim her duyguma o da tepki verecek. Ne zaman sinirlensem, ne zaman acı şeyler yesem, ne zaman utansam ya da gerilsem, ne zaman sıcak havaları yaşasam... o da benimle olacak.  Belki bu sayede gerçek hayattaki yalnızlığımı düşünmemiş olurum. Zaten herkes biriyle olmak zorunda değil, değil mi? Dışarıda bir sürü yalnız var. Ben de alışkınım, böyle ölene kadar devam ederim, ne olmuş yani. Fakir avuntusu.

Blog, senin için bir Facebook sayfası oluşturdum; ama benim dışımda kimse beğenmedi. Paylaşmadım sayfayı gerçi; ama bir şekilde ulaşan da olmadı O, Ben ve Diğerleri sayfasına. Belki sonradan duyulur çığlıklarım. Kim bilir?

Sınava çok az kaldı. Benim halim duman. Ne yaparız acaba Blog?

O kadar çok; ne istediğini bilmeyen ya da bildiğini sanan, yürüdüğü yolu doğru sanan, dediklerinin doğru olduğunu düşünen insanlarla muhatap oldum ki, artık kendi çizgilerimi kaybetmeye başladım. Kime kızsam, kime bağırıp çağırsam Blog?

Yoruldum deyince anlayan biri lazım bana Blog. Hatta ben demeden "sen iyi değilsin, neyin var, nedir sana ağır gelen" diye soran biri lazım. İster adını ihtiyaç koy, ister yalnızlığı bozma koy... biri lazım Blog. Sen getirsene bu sefer bana? Senelerdir her şeyimi yazıyorum neredeyse. Bir sefer de sen getir, bir kere de senin getirdiğinle üzüleyim. Alıştım nasıl olsa...

5 Ocak 2014 Pazar

Yine mi Yeni Yıl?

Öncelikle hoş geldin 2014. Sana gel diyen olmadı; ama galiba ben özellikle gelmeni isteyenlerdendim, 2013'ün verdiği kasvetli dünyadan kurtulmak isteyenler arasında... Geldin ve bugün 5. günün. Geriye kalan 360 gün için ne derece başarılı olabileceğimizden emin değilim. Yine de umutla bekleyebiliriz seni Blog'um ve ben.

Yazmadan önce eski yazılarımı okudum. Yani her seneye nasıl başladığıma dair yazdıklarımı okudum demeliyim.

Geçmişim biraz film şeridi gibi geçti gözümün önünden. Yeni yıla başlarken dilediklerimin ne kadarını gerçekleştirebilmişim diye düşündürdü. Şimdi yepyeni bir yıl var önümde. Yine saçma sapan dilek listesi oluşturmayı düşünmüyorum. Ve korkuyorum 2014'den Blog. Son yıllarım hayatımın şekillenmesinde çok farklı etkilere sahip oldu. Amerika maceralarım, Erasmus serüvenim, Dukan diyetiyle geçen bir yılım ve depresyona girdiğim son yılım... Ve bu sene korktuğum her şeyle yüzleşmek zorunda kalacağımı biliyorum. Hem de her şeyle... Ne kadar cesaretim var, emin değilim. Yine de ayaklarım geri gitmiyor. Adımlarım biraz daha bilinçli geleceğe dair; ama korkularım içimde saklı Blog. 2013'de bırakmak istemediğim kişi/kişiler vardı; ama şu anda gördüğün üzere yine yalnızım birçok sebepten ötürü. Hiç gelemem dediğim bir şehirde hayatımı devam ettirmem gerekiyor. 2014'ün yarısı böyle geçecek. Sonraki yarısı için Allah büyüktür diyorum. Yani benim için her şey Haziran ve Temmuz aylarından sonra başlayacak. Ne şekilde yöneleceğim, ne yapacağım, neye üzülüp neye sevineceğim... İnşallah diyorum; ama bir yandan da başım yana düşüyor.

Ne derece başarılı olabilirim acaba birçok konuda bu sene... Çok merak ediyorum ve diğer her şeyde olduğu gibi yaşayıp göreceğim. Bu seneden beklediklerimi yazmak istemiyorum. Daha sonra okuyunca kıyaslama şansım olsun istemiyorum Blog. Ne gelecekse Allah'dan, ne olursa kabulüm. Her anlamda sağlıklı ve mutlu olayım... Gerisi yine detay olur. Emeklerim boşuna gitmesin bir de. En büyük dileklerimden biri de bu. 

Duygusal anlamda bir hayale girmiyorum artık. Ne olacağım bile belli değil. Bir de inancım kalmadı artık Blog. Benim seçtiklerim mi yoksa beni seçenler mi beni bu hale getirdi, anlayamıyorum; ama galiba en büyük gerçeğin bu olduğunu öğrendim önceki yıllardan: Bana sevgi yasak...

Birlikte 6. yılımıza girdik Blog. Bir sen bir de ailem kaldı her sene yanımda. Bana yetersiniz aslında. Allah'dan belamı mı istiyorum, değil mi? Belki de.

Şu sıralar yine sessizleşip kendi dünyama çekilesim var Blog. İyi değilim çünkü. Moralim bozuk, kötüyüm... Dün gece bir film izledim, uzun zamandır izlememe direnip. About Time idi. Güzeldi, beğendim. Filmin sonunda kendime sordum: Ben neden her saniyemi en mutlu olacak şekilde geçirmeyi beceremiyorum? Denesem bile çok kısa süreli oluyor. Sonra yine üzgün, suratı asık Arif oluyorum. Belki o kısa sürede de kendimi kandırıyorum. Bazen, yine de, gerçekten mutlu olup zamanımı çok iyi geçirdiğim de olmuyor değil. Başarıyorum da galiba. Tam olarak emin olamasam da bu durum için, genel anlamda beceremediğim bir durum olduğu gerçeği de yüzüme çarpıyor Blog. Neyse, hoş geldin tekrar 2014. Bu sene epey işimiz var seninle... Dileklerimi biliyorsun!

27 Ocak 2013 Pazar

Patates "Pazar"tması

Öncelikle tüm iyi kalpli insanlara iyi Pazarlar diliyorum!

Diğerlerine ise:


"You know what, I'm gonna take it easy, I mean anything by it. Cuz Imma big boy, bitches!" diye Pazar yazıma devam etmek istiyorum... İnsan her gece ümitsizliğe düşüp, ertesi günler için plan yapıp, her sabah boşverip, laylaylom -ki çok hoş bir yaşama biçimidir- şekilde yaşar mı? Yaşar, yaşıyorum... 

Son 4 gündür aklıma bir projeye katılma fikri var. Tamamen buralardan uçup gitmemi sağlayacak bir proje. Başvurmayı düşünmüyor değilim. Aklımın ucunda sürekli kapılarımı tekmelercesine duruyor. Mantıklı geliyor, çünkü başka türlü kaçamayacağımı düşünüyorum yurt dışına.

Zor bir iş vesselam. O kadar ülke gör, o kadar yaşa, sonra da gel annenin babanın dizinin dibinde otur. Bu mantıklı mı? Çoktan beyin göçü olmalıydı böyle bir insanın. Bu konuda isteksizlere şaşırıyorum; ama anlıyorum da çoğu zaman. Zira Amerika'ya giderken yanımdaki ve tanığım bazı kişilerin tamamen cinsel dürtülerden ötürü yurt dışında bulunduklarını görünce "hımm çay alayım ben o zaman." moduma geçmiştim. Öyle kimselerden bekleyemezsiniz tabii ki bu ülkede mutsuz olabileceklerini. Çünkü başka bir ülkeyi başka amaçlarla gören kimseler çoğusu... Demem o ki bildiğin herhangi bir yol, yapılabilecek herhangi bir yardım, feci makbule geçer... İletişim bölümünden bana ulaşmanız doğrultusunda ilk sevaplı adımı atmış olursunuz.

Ben olsam benle sevgili olurdum. Gerçekten. Yalnız mümkünse sorunlarım hallolduktan sonra sevgili olurdum. Çünkü şu halimle çekilmiyorum. Bence yani. En azından insanların benden alabilecekleri performansın yarısını bile gösteremiyorum galiba. O yüzden bilemiyorum. Ben de zaten uzak durmaya çalışıyorum ikili ilişkilerden. Yine de beni bütün dertlerimden kurtarabilecek biri olursa, why not? derim. Tabii öyle biri olmadığını Pollyanna, Pamuk Prenses hatta yedi cüceleri bile biliyor.

Pazarları da Cumalar gibi seviyorum. Tabii Cumaların yeri ayrı bende. Bu Pazar da bir böyle boşlamışlık, bir vurdumduymazlık var üstümde ve nedense Fuck You cümlesine takmış hatta şu şarkıyı da Pazar günü melodisi olarak seçmiş bulunmaktayım. Dinleyebiliriz...

Dipnot: Hamburger yemeği çok özledim, kızarmış patates yemeyi çok özledim. Diyet yüzünden verdiğim 58 günlük işkence yüzünden mutsuzum. Yine de üzgünüm, I'm good at it, bitches!


27 Nisan 2012 Cuma

Ben ne mi istiyorum?

Ellerim üşüyor sanki. Hani böyle epey üşüyor. Ayaklarım da öyle... Gelecekten beklentilerim de üşüyor. Mezuniyet olayı, yapılması gerekenler, yaptıklarım, olmuşlar ve olacaklar... adeta tüm hayatım üşüyor gibi hissediyorum. Yeni kurallar almak istiyorum. Kaldığım yerden devam etmek istiyorum hayatıma. Şu anki yaşadığım saniyelerin kıymetini daha çok bilmek istiyorum. Gözümün önündeki perdenin kalkmasını istiyorum. Hayatımın şu anki renklerinin farklı tonlarını da görmek istiyorum. Kendimi istiyorum sonuna kadar. Tamamen benim olan bir ben istiyorum.

Tekrar diyete başlamak istiyorum. Umursamazca hayatın hızlı bir şekilde akıp gitmesini istiyorum. Yaptığım sporun ve iyileşen fiziğimin mutluluğunu tek başıma yaşamak istiyorum. Olduğumdan daha fazla dürüst olmak istiyorum. "Ben de buradayım!" demek istiyorum kendime. Boşa geçmesin istiyorum zamanım. Kitap okumak istiyorum deliler gibi, hatta gözlerim bir numara daha büyüyeceğini bilecek kadar çok kitap okumak istiyorum.

Ağlamak istiyorum. Sadece ağlamak... Dünyanın tüm derdi üstümdeymiş gibi ağlamak istiyorum. İçimdeki boşalan yerlerin dolmasını istiyorum. Hatta dolup taşmasını istiyorum. Sonra tekrar ağlamak istiyorum. Bu şekilde rahatlamak istiyorum çünkü... Beni sakinleştirebilecek iki kol istiyorum. Benimkilerden daha uzun olan iki kol... Sonra o kolların sahibiyle sevişmek istiyorum. Terlemekten su gibi olana kadar sevişmek istiyorum. Günlerce uykusuz kalacak kadar... Dünyadaki hiçbir şeyi düşünmeden sevişmek istiyorum...

Aç kalmak istiyorum. Çok yemek yiyorum sanırım günlerdir. O yüzden aç kalmalıyım ki yemeklere duyduğum özlemim artsın.

Özlemek istiyorum. Şu ankinden daha fazla özlem duymak istiyorum her şeye. Daha tutkulu olmak istiyorum. Gözlerime bakanların aslında benden ötesinde çok şeyin olduğunu görmelerini istiyorum. Bir anda sarılmalarını istiyorum karşımdakilerin bana. Beni güzel şeylerle şaşırtmalarını istiyorum. Özel olduğumu, en az tüm insanlar kadar özel olduğumu, hissetmek istiyorum.

Ve tekrar ağlamak istiyorum. Sahip olduklarımı görüp mutluluktan ağlamak istiyorum. Gözümden düşen her bir damlanın yüzümden akışını hissetmek istiyorum. Ağzımın gülmekten yorulmasını, gözlerimin ağlamaktan şişmesini, kulaklarımın dünyanın en güzel sözlerini duymasını, tenimin en özeli yaşamasını, burnumun en hoş kokuları koklamasını istiyorum.

İnsanların birbirine değer verdiği, gelip geçici heveslerin olmadığı, yalanların söylenmediği, kimsenin üzülmediği, her şeyin toz pembe olduğu bir dünya istiyorum.

Çok mu şey istiyorum sizce?..

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Benim masalim

Simdi anliyorum, aslinda kalbimi kimse calmamis, kimseleri sevmemis bu yalniz yuregim...
Simdi daha iyi anliyorum, meger o soguk gecelerde bana sarilan kimse degilmis, her yeri yamali kucuk yorganimmis.
Henuz farkettim, ben, beni sevecek birini degil; bana sevme duygusunu hatirlatacak birini ariyormusum...

Benmisim meger, sadece hayallere kapilan, bir kelimeyi bin kelime yapan, kusunce, barismasi her seyden daha kolay olan.
O ben misim aslinda, hani en masum sekliyle gulumseyen, 'hayir!' deyince, peki, diyen...

Onlarmis meger, yalan soyleyen, sozunun arkasinda durmayan, 'peki' dedigimde, daha cok bagiran.
Onlarmis iste, kalbimin her bir parcasini ozenle, parcalayan.
Onlarmis artik anla! Onlarmis, bencil olan, fedarkarsiz olan, firsatci olan, anlik heveslere hapsolan...

Bir gun daha iyi anlayacaksin, sana senden baska bir tek Allah'in yakin oldugunu.
Bir gun sen olacaksin! Kendi ayaklari uzerinde, kimseye ya da kimsenin sevgisine ihtiyaci olmayan, basi yukarda, tek asik.
Bir gun onlar olacak, pisman olan, yalniz kalan, sevgiye muhtac olan...

23 Ağustos 2009 Pazar

Ben Amerika'dayken...

Bu sozle baslayan cumleler kurabilmek guzel aslinda. Nisbet olsun diye demiyorum, yanlis anlasilmasin. Hani sadece buralarda yasadigimi daha derinden hissetmek icin boyle baslayayim dedim yazima...

Bugun hava yagmurluydu. Iste cok yogundu diyemem; ama eh iste modundaydi. Isten eve gelirken soyle bir yagmurun hezimetine ugradim, hos, ben yagmuru severim; ama boylesini degil yani!.. Sonra guzelce yemegimi yapip yedim, dondurmami alip; filmimin basina gectim. Buralarda eger yagmurluysa hava, Amerikali arkadaslarinizi cagirmak istemiyorsaniz, Turklerle takilmak istemiyorsaniz ve yalniz kalmak istiyorsaniz, en guzel yollardan biri bilgisayarinizi acip film izlemektir. Bugun izledigim The Children ile artik cocuklardan cidden korkmaya basladim. Yani cok farkli bir filmdi. Ve bu filmden once aslinda "en son izlediklerim" listemdeki ilk 3 filmi izlemistim. Listemdeki ilk 4 filmi gercekten cok begendim; cunku uzun suredir boyle bir kalitede filmleri izleyememistim, hep bir tekrar niteligindeydi her film. Ozetle: Etkilendim!

Sonracigima, Work and Travel programina katildim bu yaz, takip edenlerin bildigi uzere, ve ilk kez gercek anlamiyla bir Travel olayina girmis bulunmaktayim. Gecen carsamba gunu arabimizi kiralayip, ucuzundan benzinimizi alip ver elini Washington D.C yaptik, cok eglendik, gezdik, gorduk, her ne kadar Beyaz Saray`i bilmem kac metre uzakliktaki parmakliklarindan gorebilmis olsak da, sonuc olarak: Mutlu olduk!

Daha daha... Ramazan`a giris yapmis bulunup; henuz oruc tutabilecek duruma gelemedigim icin kendimden utaniyorum, bir yandan da bu ayi, etkisi cok cok az olarak olsa da, burada gecirmekten dolayi: Mutluyum!

Amerika`ya gelmeden onceki icimde kopan firtinalari, burda hafif esen meltemlere donusturmenin verdigi mutluluk da cabasi! Mutluyum, Allah bozmasin.

En kotu gunlerimi(zi) boyle yapsin, Ramazan`i en verimli gecirmeyi nasip etsin, pesimizde "Hristayanlikla ilgili ne biliyorsun, Isa`nin askiyla yanip tutusuyor musun, onun korunduguna inaniyor musun" gibi soru soranlari pesimizden uzak tutsun! Amin...

:8)

16 Ağustos 2009 Pazar

Bir mesajim var.

Ben yine ayni yerdeyim. Hep o bildigin, bir yigin insanla dolu, sadece kelimelere dokunarak yasadigim yerdeyim. Yine bekliyorum, tipki senle tanistigim zamandaki gibi, tipki senden once olan durum gibi… Sadece bekliyorum, ne sesimi cikartiyorum birine, ne de gelen her sese cevap veriyorum. Sen beni taniyorsun, biliyorum… Kelimelerim sana da dokundu. Sen de gozlerimin icine bakmistin, tipki benim seninkilere baktigim gibi.

Cok uzaklardayim bak. Bunu da biliyorsun. Bak yine yaziyorum. Yine kelimelerim dokunuyor birilerine. Bak, yine bekliyorum… Beklemeyi ogrendim ben. Hicbir sey ugruna bekledigim zamanlar da oldu, cok buyuk kazanclar edindigim beklentilerim de oldu; ama sabrettim ve bekledim.

Ne ogrendim uzaklarda biliyor musun? Nereden bileceksin, halimi sordugun zamanlar artik coktan degismistin, daha umutsuz daha mukemmele giden adimlarin vardi… Hala daha oyle misin? Ya koptun iyice her seyden, ya da daha kotu oldun bu bencillerin dunyasinda… Neyse, ogrendigim seyler cok oldu uzaklarda. Iki insanin birbirini sevmesinin ne oldugunu ogrendim burda, hissetmenin ne oldugunu ogrendim, bir evde, iki kalbi, tek bir kalp yapmanin nasil bir sey oldugunu ogrendim, gordum, duydum, hissedemedim belki; ama ogrendim. Benim tek istedigim buydu… Butun hayatim boyunca istedigim lanet olasi tek sey buydu. Bunu biliyordun belki, belki beni samimi bulmadin, belki korktun yari yolda geri donerim diye, belki dusundun ki senin icin maddi manevi yetersizim… Bilemem. Bak yine kendimi kotuluyorum, sen de bir kusur aramiyorum. Hala daha kapilarim acik sana. Neden sana? Neden bir baskasina degil. Sorma iste. Ask diyemem buna ben, hoslanmak da diyemem. Sadece en guzel hayalleri kurdugum insansin diyebilirim. Bu daha degerli degil mi senin icin?

Uzaklar bana cok sey ogretti. Benligimi bozmadim, yine ayni insanim, yine sabirla bekleyen insanim, yine cekingen, duygusal, alingan insanim… Beni nasil biliyorsan oyleyim. Daha eminim bazi seylerden, daha fazla kararli olmam gerektigini biliyorum. Kafamda daha da netlesti her sey. Ne olur sesini duyur biraz.

Bak uzaklardayim, yine bilgisayarimin basindayim, yine kelimeleri kullaniyorum kendimi anlatmak icin. Yine dinlemiyorsun; ama… Duyuyormus gibi yapiyorsun; ama korkuyorsun bir yandan da… Dinlemek istemiyorsun belki de. Kendi actigim kapimi zorluyorum degil mi? Kapatamadim iste… Sorma nedenini. Hicbir sey olmamis gibi gel ne olur. Sessiz kalma, sessiz kalmayi oralarda biraktim ben. Uzaklarin etkisi cok oldu, demistim. Bir merhaba desen de yeter.

Hani hayallerim vardi ya, hani artik hayal kurmuyordum belki de, hani umursamiyordum hicbir seyi… Hicbiri gercek degil. Ben hala hayal kuruyorum, hala daha her gece farkli bir balkonu olan evde bitiriyorum hayalimi ve sonra uyuyorum.

Once sen seslen diyorsundur belki de, haklisin. Gururunu yen de diyorsundur sen simdi, haklisin. Onlarin hepsini oralarda biraktim ben. Uzaklarda degisen cok sey oldu. Yapamam, sen oralarda mutlusun, sen oralarda beni umursamiyorsun bile, nasil sesimi ulastirabilirim ki sana su durumda… Sen benim bunlarimi dusunmeme izin verdikten sonra… Ya da hic ugrasma olur mu? Sen de ben de tarihe gomulelim, boyle biriydi der geceriz birbirimiz icin, demisizdir belki de, kim bilir… Ben diyemedim, hayatima giren, girme ihtimali olan kimse icin diyemedim ben, diyemem de. Aklimda bircok isim yok benim. Hayatimda bircok isim yok cunku.

Sadece seslenisti bu oralara. Duyan olur, olmaz; bilemem. Benim hayattaki gorevim sanirim yazmak ve beklemek. Gorevlerimin ne olacagini soyleyen olmadi aslinda, kim verdi bu gorevi ondan bile emin degilim. Bunlari dogru yaptigimdan emin olmak istiyorum sadece.

Buradayim, uzaklardayim, bekliyorum, senden once oldugu gibi, senden sonra olacagi gibi…