The Beatles... Gece rüyamda mı gördüm bilmiyorum; ama sabahtan beridir the beatles şarkılarıyla kulaklarım adeta farklı bir yere gittiler. Yani zor olmadı; şarkıları buldum, torrent olayı, ve albümlerini tek tek indirmeye çalıştım. Tabii biz ne yapıyoruz, torrent ile yükleme yapmıyoruz. Itunes ile ücretli olarak bilgisayarlarımıza indiriyoruz. Öhöm. The beatles ile ilgili tanıcı bir yazı yazmayı isterdim; ama kendi dünyamla ilgili yazmak istiyorum. Yine de hiç ismini duymamış ya da az bir bilgiye sahip olanlar için buyrun:
http://tr.wikipedia.org/wiki/The_Beatles
Sevgili blog,
Dediğimi yapmaya çalışıyorum. Kimseye derdimi anlatmamaya çalışıyorum. Sinirlenmemeye çalışıyorum. Kimsenin derdini dinlememeye çalışıyorum. Sanırım beceremiyorum; ama azimli bir şekilde deniyorum. Sanırım okula dönünce daha rahat edeceğim bu konuda.
-- Kimseye derdimi anlatmıyorum --
Anlatmıyorum; ama bu sefer içimde o kadar çok şey birikiyor ki. Ne yapacağım ben bunlarla... Sana anlatsam olmaz. Bir gören duyan olur. Yakın birini tutup anlatayım diyorum. Bu seferde çevreme baktığımda yakın birinin olmadığını görüyorum. 'Yakın' diye tanımladığım insanın artık yakın olmadığını gördüm. Ben yaklaştıkça o uzaklaşıyor... Böyle bir durumda ne kadar yakın olabilirim. Hiç...
-- Sinirlenmemeye çalışıyorum --
Tamam biliyorum, çok hassas yaklaşıyorum her konuya, sinirlenmeden yapamıyorum. Olmuyor. Etrafımdaki her şeyi düzeltmeye çalışıyorum galiba. Ya da bana bozuklarmış gibi geliyor. Ben etrafa uyayım diyorum; ama hayatta uyamam sanırım. Etrafım eskisinden de iğrenç durumdalar. O yüzden sessiz kalıp susuyorum sadece...
-- Kimsenin derdini dinlemiyorum --
Dinlememeye çalışıyorum. Yani dert masası gibi olmuştum bir ara. Nasıl oluyor anlamıyorum, birden kendimi başkalarının dertleriyle boğuşuyor olarak buluyorum. Sanki benim derdim az da! Yani arkadaşlarıma dönüp de bana atlatma sorunlarını da diyemem. Bu sefer de diyecekler ki biz seninle neyiz? derler tabi haklılar kısmen; ama yani acı çekiyorum. Bana yük oluyor. Her şeyi abarttığım gibi başkalarının sorunlarını da abartıyorum. Olmuyor yani. Kendi dertlerimle başbaşa bırakın beni... Yalnızım zaten.
Açık sözlü olmamdan nefret ediyorum bazen; çünkü kendimi bile şaşırtacak kadar açık sözlü oluyorum kimi zaman. Çok yalnız hissediyorum kendimi. Etrafımdaki hiç bir insan hissettiğim yalnızlığı doldurmuyor. Olmuyor yani çok savaş verdim bu konuda ve yoruldum. Artık daha üstüne gitmemeye karar verdim. Ve son bir haftadır inanılmaz derecede ruhsuz hissediyorum bu konuda kendimi. Önceleri çok derdim, "bi daha uğraşmicam, bu sondu, yeter artık umrumda deil" şeklinde... Ama bu seferki çok ciddi bir şekilde de sürekliliğini koruyor. Ve bir haftam çok farklı geçti. İstanbul'a gelip bunun etkisini daha da iyi yaşadım. İyiki gelmişim diyorum; çünkü daha rahat istediğim noktaya geliyorum. Neyse muhabbetini etmesi bile sıkıyor beni artık.
Yalnızlık çok iyi değil tabii, ama çok da kötü değil. Hoş, benim yalnız olmadığım durum hiç olmadı, bu da ayrı bir mesele. O yüzden alışkın olduğum bir durum.
Gitarımı özledim ben. Sırf bu yüzden okula geri dönesim var. Bir duyan olsa "saçmalamaağğ" felan der belki; ama okulda beni tutan birkaç şey var, bunlardan biri gitarım. Kursa gidiyorum henüz. Ve az çok da profesyonel anlamda (!) çalabiliyorum. Öhöm. Evet. Onun dışında beni bağlayan okulumun olduğu şehir var. Sessizliği olan ve tümüyle benim şekillendirebildiğim bir yer... Başka ne var beni tutan? Eskiden bir kaç iyi dostum derdim; ama artık diyemiyorum. Sormayın işte, diyemiyorum. Herkes sıkılıp, herkes değişebiliyor. Kimseyi tutamıyorum. Onlar da durmak istemiyor zaten.
Tv'den uzak duran ben, Başbakanın yaptığı davranıştan ötürü başından ayrılamıyorum bir iki gündür. Olması gerekeni yaptı bence. Allah Filistin'deki insanların yanında olsun inşallah. Bu konuda yığınla şey yazarım aslında; ama olmuyor yazamıyorum. Nedensiz bir şekilde...
Ben yine kendi mahsenime döneyim; mis gibi The Beatles şarkılarını dinleyip kendimden geçeyim. Belki beklerken beklerken biri gelir dünyamı değiştirir. *Nerden gelecekse artık...* * Puff hadi ordan ya!* *Erkek adam yalnızlığa alışıktır*
30 Ocak 2009 Cuma
28 Ocak 2009 Çarşamba
İstanbul...
İstanbul... Ben seni böyle bilmiyordum. Ne oldu sana böyle? Neden daha fazla insanı kendine çektin? Anlayamıyorum, çözemiyorum nedenini, bu her türden insanı bulundurmanın... Ben seni böyle sevmiyordum İstanbul! Ben seni o geceleri ışık büyüsüyle insanı etkileyen halinle hatırlıyordum en son. Ben o köprüye bakan çay bahçelerinde içtiğim çayın lezzetiyle hayal ediyordum hep... Sen çok değişmişsin İstanbul. Çok...
Beni çok korkuttun bu sefer. Hayal kırıklığına uğramış gibi hissettim. Hani sana söz vermiştim ya, bir gün gelip o İstiklal Caddesi'nde yürüyeceğim diye; geçen oradaydım. Taksim'in tam ortasında durdum biliyor musun? Sana seslendim İstanbul! Duydun mu sesimi sen? Duydun mu sessiz çığlıklarımı, haykırışlarımı bu sahte dünyaya... Gördün mü beni İstanbul? Üstümde yeşil bir mont vardı. Botlarımı giyip gelmiştim, ayak seslerimle uyanırsın belki diye. Hissettin mi İstanbul?
Ben sende kalmalıydım İstanbul... Yapamıyorum ne Ankara'da ne de Isparta'da. Bu sefer olmadı ama İstanbul! Bu sefer anladım ki seninle yaşayamazmışım ben! Sen çok büyümüşsün, çok dağılmışsın, çok yaşlanmışsın... Ne senle ne de sensiz, ha İstanbul?
Şimdi bana hangi hayal sahip çıkacak İstanbul? Çok istiyordum bir gün gelip; sessiz sakin bir mahallende oturmayı. Hani gerçek bir mühendis olurdum, hani çok param olurdu, bir de arabam olurdu; tek başıma yaşardım her gün nefesini çekerek. Anlatmıştım ya sana bunu İstanbul. Unuttun mu? Şimdi neden böyle hissettirdin peki? Neden benim tek hayalimi elimden aldın, neden yaşama sevincimi yok ettin İstanbul?
Küsmedim sana yine de... Bilmem kaç bin kişi senden aynı şeyi istiyor İstanbul. Sen de haklısın ya... Beni affet İstanbul. Çok şey dilendim senden, çok umutlarım oldu çevrende. Çoçukluğum seninle aydınlandı; ama ben sana ait olamazmışım İstanbul...
Kendimi bulamıyorum İstanbul. Çok değil senden sonra 2-3 kişi girdi umut dünyama. Yıkıp geçtiler hepsi. Oyun mu oynadılar sence? Nerden bileceksin ki İstanbul... Sen beni, senden gittiğim gün unuttun her defasında... Şimdi çok yalnızım İstanbul. Elimi tutan olmadı hiç. Ben tutmaya çalıştım. Tüm gururumu yıktım yeri geldi; ama olmadı be İstanbul! Benim sevdiklerim beni sevmedi; beni sevenleri ben sevmedim. Ne uğruna bu kadar yıpranış İstanbul? Şimdi kırıntılarımı da toplayıp ayrılıyorum senden. Merak etme, git gellerim olmaz sen de İstanbul... Başkalarında bir önemi olmuyormuş git gellerin İstanbul. Sen de başkası olmuşsun artık...
Hoşçakal İstanbul!
* gözlerim yaşlı derim ki sessizce: Seni seviyorum İstanbul! Keşke beni ayırsaydın o insanlardan, keşke... *
27 Ocak 2009 Salı
rf(+)cht - Giriş
Tekrar başladım yazmaya. Yazmak istiyorum. Kendimi sanırım ancak kelimelerle ifade edebiliyorum... Yazmak benim için bir deşarj olma yolu kısmen. Bir yerlere, akıp giden yaşantımın özetini düşmek, olmasını istediklerimi dile getirmek, dünyanın kirli havasında nefesimi tutup; hayal dünyasının temiz havasında biraz soluklanmak sadece amacım... Yazarken en dürüst, en rahat halimle kendimi ifade etmeye çalışıyorum. Bilmem olabiliyor muyum, yoksa benim de mi var gizlediğim şeyler?.. Sanırım diğer birçok insanla olan tek özelliğim bu; benim de var gizlediğim bir şeyler...
Elimden geldiğince Türkçe'yi doğru bir şekilde kullanmaya çalışıyorum yazdığım yazılarda. Her ne kadar günlük yazışmalarımda bu durumu koruyamasam da; burda yazma becerime hakim olmaya çalışıyorum. Umarım bir yanlışlık yapmayız da, her anlamda, okuyanların kötü yorumlarını işitmemiş oluruz.
Belirtmek istediğim diğer bir nokta, düşüncelerim, hayallerim; kısaca yazdığım her bir kelime, benim iç ve dış dünyamın bir sentezidir. Benimdir; bana aittir.
Blogumda yazmayı düşündüğüm şeyler arasında, izlediğim filmleri ve beğendiğim sanatçıları yorumlamak, onun dışında yaşarken karşılaştıklarımı kelimelere aktarmak, var. Ne az 'ben' ne de çok 'ben' içeriyor bu blog...
Not: Aslında bir host satın alıp, ona wordpress kurup bir güzel blogumu yazmak istiyordum; ama bir türlü "hangi firmadan alsam, acaba açıklarıyla boğuşabilir miyim, bir şey olurda; aman aman!" gibi çelişkilerimden kurtulup icraata geçemedim. O yüzden yine iyisi mi, diğer kapattığım blogların olduğu yerden başlayayım dedim. İyi mi ettim acep? Hımm...
Elimden geldiğince Türkçe'yi doğru bir şekilde kullanmaya çalışıyorum yazdığım yazılarda. Her ne kadar günlük yazışmalarımda bu durumu koruyamasam da; burda yazma becerime hakim olmaya çalışıyorum. Umarım bir yanlışlık yapmayız da, her anlamda, okuyanların kötü yorumlarını işitmemiş oluruz.
Belirtmek istediğim diğer bir nokta, düşüncelerim, hayallerim; kısaca yazdığım her bir kelime, benim iç ve dış dünyamın bir sentezidir. Benimdir; bana aittir.
Blogumda yazmayı düşündüğüm şeyler arasında, izlediğim filmleri ve beğendiğim sanatçıları yorumlamak, onun dışında yaşarken karşılaştıklarımı kelimelere aktarmak, var. Ne az 'ben' ne de çok 'ben' içeriyor bu blog...
Not: Aslında bir host satın alıp, ona wordpress kurup bir güzel blogumu yazmak istiyordum; ama bir türlü "hangi firmadan alsam, acaba açıklarıyla boğuşabilir miyim, bir şey olurda; aman aman!" gibi çelişkilerimden kurtulup icraata geçemedim. O yüzden yine iyisi mi, diğer kapattığım blogların olduğu yerden başlayayım dedim. İyi mi ettim acep? Hımm...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)