1 Ağustos 2014 Cuma

Tek Gidiyorum Bundan sonra. Sorusu Olan?


Yazmayacağım dedim, yine buradayım. Sorun tam olarak bu zaten Blog: Kendime verdiğim sözleri tutamıyorum/tutmuyorum.

Yazsam olmuyor, yazmasam içimde saklı duruyor... Kussam bir türlü. Sonra hasta mı oldun diyecekler. Ama kusasım var hep. Bazen sabahları özellikle midemin içine etmek için öksürüyorum derin derin, belki kusar da rahatlarım diye. Ama yok, olmuyor.

Neyse...

Bıktım Blog ya. Askere gitsem de elime o silahı verince önce bir kafamda denesem diye düşündüm bugün kısa bir süreliğine. Öyle bir potansiyelim var son yıllarda, biliyorsun. Ama ölüm kötü, ölüm üzücü, yıkıcı. Son bir hafta içinde halk otobüslerinin kazalarıyla ilgili okuduğum haberler epey fazlalaştı. Sonuncusundan sonra "hayatta ne olacağını bilemiyor insan" diyebiliyorum uzun uzun boş bakışlarla. Yine ölüm en büyük sondan bir önceki son bana göre. Bir şeylere son veriyor en azından. Allah rahmet eylesin...

Bugün birine söylerken fark ettim. Benim problemlerimin %75, en azından, benzerini yaşayan ve bunu atlatmış hiçbir kimse yok tanıdığım ya da bildiğim. O yüzden bana nasılsın diye sorup üstüne bir de "geçer bunlar yea" diyen insanların bende yarattığı samimiyet her geçen gün daha da eksilere düşüyor. Bakalım en son kime dayanamayıp yumruk atacağım. Bir de dönem arkadaşlarım yok mu? Daha geçen gün benden beter ağlıyorlardı halbuki, şimdi hayatları düzelmiş bir şekilde bana öğütler, tavsiyeler vs... OY! Dinleyemiyorum artık kimseyi. Çünkü BENİ HİÇBİRİ ANLAMIYOR! Tamam mı?

Şu anda saçmalamak dışında hiçbir şey yapmıyorum. Ama tam şu anda yapabileceğim en iyi şeyden bile daha iyi buraya yazmam.

Bu arada yalnız yürüyorum artık Blog. Yetti canıma. Boğazıma kadar doldum. Evet yaşım da geçiyor. Yalnızım bundan sonra. Blogumu rastgele okuyup da buna sevinip yakmak isteyen olursa, kına gönderebilirim. Mail atın adresinizi. Ne mal olduğunuzu görmüş olurum hem.

Yaşadıklarımın çok benzerini yaşayan tek bir arkadaşım var. Aklıma geldikçe ona da dua ederim hep. Çünkü ne hissettiğini biliyorum. O bayan arkadaşımın da işi zor. En azından onunla ilgili sevindiğim küçük bir ayrıntı var ki o da kadın olması. Çünkü ülkemizde bir erkek ve kadının, benim durumumdaki rahatlığı arasında çok fark var.

Ve dayanamayacağım kesiyorum yazımı burada. Son olarak da diyorum ki: Bazen sadece kusmak istersin.

Bir de, kendilerini 3-4 gündür keşfettim. Bütün depresif hallerime uygun çalıyorlar. Bütün albümlerini dinledim. Ve bugün yeni albümleri çıktı. Bu da son albümlerinden bir şarkısı. Ama en sevdiğim bu değil! Böö!

29 Temmuz 2014 Salı

Beynim Serin Bu Aralar


Hayatta yapması hoşuma giden şeyler var Blog. Ama sürekli yapmaya korkuyorum. Çünkü bir gün onlardan da sıkılacakmışım gibi, sanki başkaları onları yapmaktan beni alıkoyacakmış ya da o konuda da bütün renklerimi solduracakmış gibi geliyor. Mesela büyük bir markete girip ihtiyacım olan ya da sırf almayı istediğim şeyleri kucağıma alıp zar zor taşıyarak bütün marketi gezip sonra kasaya ödemeye gitmesi çok hoşuma gidiyor. Her sefer içimden gülerek "niye araba almadım ki, daha alacaklarım vardı oysa" diyorum. Ama mutlu oluyorum. Markette geçirdiğim belki 5 dakika, belki 10, 15... Düşünüyorum da hayatımda kalan masum şeyleri hep böyle yapmaktan korkuyorum. Sanki onlar da kirleneceklermiş gibi.

Korkuyorum Blog. Şu günlerimde yine içimde büyük bir korku var sebepsizce. Dün gece kanser olduğumu ve çok az bir ömrüm kaldığını hayal ederek yastığa koydum başımı. Nereden aklıma geldi ben de bilmiyorum. Herkese bir şekilde ulaştığımı ve küs olmama rağmen bir zamanlar çok mutlu olduğum arkadaşlarımın, hatta eski sevgililerimin ve ailemin aynı anda hastane odasında benimle olduklarını gördüm. Ve mutlu bir şekilde kapattım gözlerimi son nefesimi verirken. Bu ne demekti şimdi? Yaşamımın kıymetini mi bilmeliyim, arkadaşlarımın kıymetini mi yoksa ölmek üzere miyim? Bunun mesajı neydi diye düşündüm gözlerimi silerken ve uyuyakalmışım o arada bir yerde.

Her şey başa dönmüş gibi hissediyorum Ankara'nın bu en küçük ve en uzak ilçelerinden birinde. Daha da kötüsü yalnız hissediyorum. Evet, belki şu anda ipini koparmış, ortalık malı biri olsaydım ben de deniz kenarında bir yerlerde henüz tanıştığım insanlarla birlikte oluyor olurdum. Ya da hayatımın her saniyesini rengarenk ve musmutlu geçiriyormuş izlenimi yaratmak amacıyla Instagram profilimi değişik fotoğraflarla süslerdim. Ama işte, bazılarımız aynaya bakınca içinden daha farklı cümleler kuruyor. Benim gibi...

3 ayım var Blog. İpimin çekilmesi için son 3 ay. Sonra bilmiyorum aklım nerede olur. Ondan ziyade bu 3 ayımı nasıl geçireceğimi de bilmiyorum. Hala en samimi arkadaşlarıma telefon numaramı bildirmemiş durumdayım. Belki daha fazla ısrar bekliyorum/bekliyordum. Belki de ilgiydi beklediğim, emin değilim. Oysaki yelkenlerini hemencecik suya indiren biriyim. Bazen kendime çok safım diyorum ya hani, bu da o saf hallerimden biri işte.

Yazmaya karşı direniyorum sana Blog. Ama hiç böyle kimsesiz kalmamıştım. Geçen seneki halimden de kötü durum yani. Maillerimi sürekli kontrol eder oldum, buna da engel olamıyorum tıpkı yazmamaya çalışmam gibi. Bir ara zamanında çılgınlık yapıp Amerika ve Avrupa'daki bazı dernek ya da ona benzeri yerlere mailler atmıştım imdat çığlığı gibi. Sanki yardım edeceklermiş gibi. Artık onlardan da ses çıkmaz. Ama bir umut, belki herhangi bir yerden güzel bir haber okurum diye kendi çırpınışlarım.

Diyet, spor, yabancı dil, romanlarım... hepsi beni bekliyor. Benim yaptığım ne acaba ki meşguliyetim onlarla ilgilenmemi bekliyor? Bilmiyorum Blog. Bazen üzerime benzin döküp yakasım geliyor. Çünkü öbür türlü çoğu kişi ne derece ciddiyete bindiğini anlamayacak bendeki durumların. Dolabımda hala açılmamış bir ilaç kutusu mevcut. Tabii kullanacak değilim de işte. Onu da niye tutuyorsam artık. Sanki ağrı kesici kullanılırmış gibi...

Bir de sanırım ben kimseyle yapamayacağım Blog. Sanırım önüme altın tepsiyle uygun insanı da koysalar kalbim ısınmayacak ya da güvenemeyeceğim. Çünkü ne zaman yalnızlığımı başrol yapsam, ne zaman alışsam tüm sessizliğe biri çıkıp bütün dengemi bozup sonra hiçbir şey olmamışçasına "ne oldu şimdi ya?" moduna giriyor. Eskisinden de fazla ilgi bekler oldum. Daha da kötüsü hırsız muamelesi yapıyorum ilgi gösterenlere.

Bir de şu komik durum var, birine dert anlamaya başlayınca "geçer bu durumlar" diyor. O an bitiyorum ben zaten. Üstümden, içinde şekerlemeler eritilmiş kaynar sular dökülüyormuş hissi yaratıyor. Başta iyi gibi geliyor ama daha sonra hem kaynar suyun acısı hem de kusma hissi birbirine karışıyor. Tepkimse: "Hayırlısı ya bekliyorum işte." #HATALIÜRETİM

Neyse en iyisi susayım. Çünkü şu anda hiç rahatlamıyorum Blog. Kusura bakma ve yanlış anlama. Benden dolayı hep...

23 Temmuz 2014 Çarşamba

Doğum Günüm ve Rachel Corrie'yi Anma


Dün doğum günümdü Blog, 22 Temmuz. Artık "kazık kadar" adam olma özelliğimi en dipte, en derinlerimde yaşıyorum. Yine alışmam gereken bir rakam var önümde 2 ve 6'dan oluşan. Olsun. 25'e de alışmıştım bir şekilde.

Bu yaşımdaki doğum günümü ilginç bir şekilde kutladım diyemiyorum, ama ilginç geçirdim diyebilirim. Çünkü öncelikle Ramazan'dı, oruçluydum önceki iki doğum günümde olduğu gibi. Sonra Diyarbakır'daydım ki Diyarbakır şehriyle ilgili düşüncelerimi başka bir zaman yazacağım. Ve akşam İstanbul'a uçtuğumdan dolayı iftarımı uçakta yaptığım için değişik bir doğum günüydü. Kutlamadım. "Neyini kutlayacaksın Allah aşkına?!" der dediğini duyar gibiyim Blog. Haklısın belki de. Ben kutlayamadım. Küçük bir plan vardı ama telaşelerle geçmişe karıştı unutularak. Çok da sorun etmiyorum. "Benim arkadaşlarım kutlar ya!" diyordum ki gün boyunca gelen Facebook mesajlarına döndüm. Çok mu kıymetli acaba... Kıymetli olanları vardı içlerinde. Bu arada Facebook duvarımı kapalı kullanıyorum. Haliyle o klasik "doğum günün kutlu olsun" postlarını atamadığı ve zahmet edip(!) mesaj yazamadığı için birçok ilgili ve yakın (!) arkadaşım doğum günümü kutlayamadı. "Aww, how sad those bitches couldn't make it!" dediğinden eminim Blog. Haklısın. Derken toplamda 20 kişi güzel cümleleriyle yazdılar bana. Mutlu oldum. Hele 1-2'si çok içtendi. Çok daha mutlu oldum. Zaten onlar da bana yetti. Bu arada numaramı kimse bilmiyor hala. Tepki gösterenler de oldu, hatta biri aylardır arayıp sormamasına rağmen tepkiliydi. Nasıl cevap vereceğimi bilemedim kendisine Blog. Biraz kırmalı/küsmeli konuştum. Sustu. Mesaj atan arkadaşlarımdan biriyle hayatla ilgili dertleşirken şöyle bir cümle kurdum, aynen kopyalıyorum:

"Beni tutan bi Allah inancim bi de ailem. Arkadaslara baska seylere resti cektim. O yuzden uzak duruyorum."

Tabi bu cümlem her arkadaşım için geçerli değil. Yerini bilen arkadaşlarım her daim oradalar. Ve böylece doğum günüm geçmiş oldu Blog. Şu anda İstanbul'a yakın olmanın verdiği rahatlıkla belki çok önemsemiyorum, belki doğum günümü uçakta geçirdiğim için önemsemiyorum, belki önemseyecek başka şeylerim vardır o yüzden önemsemiyorumdur. Ama önemsemiyorum özetle. Ya da çok önemsiyorum.

Bu gece Kadir Gecesi. Önemli bir gece ve iyi geçirmek istiyorum. Son zamanlarımda orucumu açmadan Filistin'de ölen onlarca masum insan için dua ediyorum belki o anda daha çok kabul olur diye. Elimden geldiğince boykota da destek veriyorum. Ortalıkta "yok efendim Facebook da Yahudi malı, boykotunu da oradan yapıyorsun, komiksin" şeklinde yorumlar görüyorum insanların başkalarına verdiği tepki olarak. Ve soruyorum: Senin elinden ne geliyor? Hiçbir şey. Hiçbirimizin elinden bir şey gelmiyor ve ben bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Birileri polis orantısız güç uyguluyor diyordu. Orantısız gücün en iyi örneği Orta Doğu'da yaşanıyor şu anda. Onu geçtim, savaşanlar bir yana, çocuklar ölüyor. Belki önce anne babalarını ölürken görüyorlar, öyle bir ölüyorlar; sonra da kendileri ölüyorlar. O çocukların ellerinde güzel oyuncaklar olmasına rağmen koca koca taşlar var. Belki benim tepkim de onca şeye etkisiz kalmasına rağmen o taşlar gibi. Yine de mücadele ediyorum diyebiliyorum. Hiçbir şey yapmayıp oturmanın ne kadar acı verdiğini biliyorum ben.

Ve Rachel Corrie... Sen ne güzel bir insandın öyle. Seni yetiştiren anne babaya helal olsun. Keşke hayallerin gerçekleşse bir gün bu dünya için. Eminim Allah yerini cennet eylemiştir.

Tanımıyordum kendisini. Rastlantısal bir şekilde denk geldim haberlerine. Yaptıklarını okudum, izledim. Gözlerim doldu ölüm şeklini öğrenince. İnsanların ne kadar çeşitli olduklarını anladım. "Ben ne yapıyorum peki?" diye sordum kendime. Sustum. Çünkü diyecek hiçbir şeyim yok. Huzur içinde uyu Rachel Corrie!

Ve yine içimde başka başka konularda söylemeyi istediğim bir sürü şey var, ama yetmiyor kelimelerim Blog. Yetmiyor...

Yarın Ankara'ya geçiyoruz. Bundan sonra Ankara'nın küçük bir kasabasından devam edeceğim. Muhtemelen kitaplarımla sevişiyor olurum gün boyu. İnternetim? Muhtemelen olmayacak...

Ve bu şarkı da, 1 Eylül'de albümlerini çıkartacak olan The Pierces kızlarımın dün akşam yayınladıkları şarkısı: 

7 Temmuz 2014 Pazartesi

Sonuna Gidemiyorum

Artık üstüme üstüme gelmiyor duvarlar. Ben de gidip çarpmıyorum kendimi ölmek istercesine. Şimdi ne oluyor ne bitiyor bilmiyorum. Eskiden olsa "elektriklerimi kesmişler benim" derdim, şimdi diyemiyorum; şimdi ifade edemiyorum kendimi, ne hissettiğimi. Şimdi'nin farkında bile değilim. Kaldı ki yarınları düşüneyim...

Kpss vardı geçen cumartesi. Var-dı, bitti; artık yok. Yok gerçek anlamda, artık hiçbir şey yok. Şimdi beklemeye başladım; ama sınav sonucunu değil. Neyi beklediğimi bilmiyorum Blog; sınav sonucu değil, en azından bunu biliyorum. "Hayırlısı olsun" dersem bir kez daha, galiba sonum hiç iyi olmayacak. Neyse, geçti gitti Blog. Soranları geçiştiriyorum hep. Bir kısmı zaten "sözde" soruyor, o da ayrı bir mesela. Ha hiç sormayanlar da var mesela. Gereken tepkiyi gösterdim ilgililere cumartesi gecesi, göstermeye de devam ediyorum. Hiç şüphen olmasın Blog.

Ramazan geldi. Bir aceleyle geçiyor nedense. 40 derece sıcak havada, mümkün olduğu kadar dışarı çıkmadan, klimayla ya da çoğu zaman klimasız geçirmeye çalışıyorum Ramazan ayını. Halime şükrediyorum hep. Beterin beteri var. Allah sağlık versin tabii herkese; ama ben bile bu fizyolojik ve psikolojik halimde, Müslüman biriyim diyerek tutabilirken orucumu; başkalarının bırak tutmayı, tutanlara karşı olmayan hassasiyeti, vicdanları sorguluyor biraz. Kendilerini okumuş, bilgili, kültürlü ve aydın olarak tanımlayan kişilerin davranışlarını gördükçe, cahil kalasım geliyor Blog. Yine de bana düşmez irdelemek, ben kendiminkinin bile yukarıda ne kadar yeri olduğundan şüpheliyken hele...

Derin derin nefes alıyorum bazen, içimden "oof of" desem de, dışarıya bir parça kullanılmış hava çıkartıyorum. Öyle çok konu var ki tepkili olduğum, rahatsız olduğum, üzüldüğüm, kırıldığım... Karşıma birini alıp sabaha kadar her şeyi anlatasım var sanırım. O biri olmuyor işte. Kendimle konuşmaya başlarsam da şizofreniye yelken açmış olacağımdan korkuyorum. Yine de tek bildiğim kimsenin anlayamadığı ve benim de anlaşılmaktan çoktan vazgeçtiğimdir.

Takip ettiğim bir astroloji sitesinde Temmuz ayının benim için yenilenme ayı olduğunu söylüyordu. Ne konuda yenileneceğim tartışılır.

Artık yazasım bile gelmiyor. Zorla yazıyorum şu anda.

Sakallarımı uzatmayı düşünüyorum Blog. Geçen gün aynaya baktığımda böyle yine renk renk, kızıllı sarılı sakallarımın olduğunu gördüm. Aslında uzatınca da rahatsız oluyorum. Çünkü yaşımı daha da garipleştiriyor, bir de bu sıcakta tek o eksikmiş gibi hissediyorum. Sonra da boş veriyorum. Zaten şu 1 aydır özellikle kökten bir boş vermişlik var üstümde. Kimseyi takmaz oldum, yine eski "başkası ne der" hallerimi kaybettim çoğunlukla.

Kilo da vermem lazım. Saldım iyice Blog.

Parfüm alasım var. Bakınıyorum bakınıyorum, sonra vazgeçiyorum. Bir parfüme bu kadar vermemeli diyorum. Elimde şu anda benimle özdeşleşen Antonio Banderas'ın parfümü var Blue Seduction. Bir de Hugo Boss'un Sport'u var. Keşke şöyle yurt dışına gidip gelen sevenlerim olsa da bana gelirken parfüm alsalar, hatta beni de parfüm şişesine sokup giderken götürseler. Mesela Eiffel'den atsalar, kırılsa camlarım... Paris sokaklarında kaybolsam.

Koptum yine.

Sınav geçti, hala numaramı vermedim kimseye. İnanır mısın hiç de veresim yok. Eski sevgilim geçen gün bana, nasıl akıl ettiyse artık, email ile ulaştı. Sınavımı merak ediyormuş falan. Ben sınavı kenara bırakıp yine içimdekileri kustum. Sonra sustum. Bir de Facebook'ta engellediğim herkesin engelini kaldırdım. Gereksiz bir şey olduğunu düşündüm. Özetle "I don't give a F**K!" durumu oldu Blog.

1-2 hafta sonra bu sıcak şehirden ayrılıyorum. İstanbul semalarında 1-2 gün kalıp, Ankara'daki bir uç şehre gidip ailemle devam edeceğim. Oysaki ne planlarım vardı 2-3 ay önce, bu günler için.

Şöyle ilgili herkesi karşıma alıp suratlarına doğru "TEŞEKKÜR EDERİM!!!" diye bağırmak istiyorum.

Oysaki susuyorum her zamanki gibi.

Dipnot: Eski hattımı kullanmıyorum. Oradan ulaşamayıp da Blog'umdan ulaşmaya çalışan kişilerin dikkatine.
Dipnot 2: Blog'umu öylesine ziyaret edenlere de müteşekkirim.
Dipnot 3: Parfüm almak isteyenlere posta adresimi verebilirim. Hafif ve kalıcı kokuları seviyorum.

Bir de bu. Öptüm!

29 Haziran 2014 Pazar

Bitmiyor Kelimelerim

Aslında yazmak istediğim çok şey var. Böyle sabahlara kadar yazasım var. Ya da konuşasım mı var? Yok, yazasım var, evet. En azından yazınca daha çok rahatlıyorum. Karşımda bön bön bakıp anlamadığı halde kendi doğrularına göre baştan savma çözüm yolları sunan ya da günümüzün Msn'i olan WhatsApp'ten adeta yardırarak yazışıp bana yoldaşmış gibi görünen biriyle muhatap olmaktansa her zaman yazmayı tercih etmişimdir Blog. Ve kimse de kusura bakmasın biraz açık söylediğim için. Ne yazık ki durum böyle. Oturduğumuz yerden bir çok şeye tepki gösteriyoruz. İşte, mesela hiçbir zaman ulaşmayacak internet tabanlı imza kampanyaları, 10 binde 1 belki bir ihtimal dikkate alınma ihtimali olan Twitter etiketleri, beğenmediğimiz siyasetçilere karşı sürekli bir tepki hali... Çok yordunuz be. Yemin ederim hepiniz çok yordunuz. Çoğunuzun altına giyecek "donu" bile yokken ısrarla çevresine mükemmel görünmeye çalışan insanlar olmanız, artık boğazıma kadar geldi. Israrla spor salonlarından çıkmayan, aynanın karşısında 15-20 dakika duran ve sonra utanmadan çevresindekilere "ben kendim için spor yapıyorum, kaslarımı geliştiriyorum" diyen tiplerden bu.nal.dım! Hele bir de Instagram tipleri yok mu, Allah'ım sizi neden yarattı hala anlamış değilim. Ben mi çok doğallıktan yanayım, bunu da anlamış değilim. Ama çok yapmacık hepsi. Bir yere kadar "kendine özen gösterme" durumunu anlıyorum tabii ki; ama artık devir öyle bir hal aldı ki insanların gerçekten nasıl olduklarını anlayamaz oldum. Aşırı bir gösteriş, aşırı bir "benim geri kalmamam lazım" düşüncesi... Merak ediyorum acaba nasıl bir enerjileri var? Kafamı nereye çevirsem o tip insanlarla dolu her yer. Instagram'deki poz verme şekillerinden artık karakter tahlili yapar oldum. Ve lanet olsun ki yanılmıyorum. Ve hayır, bu hiç de iyi bir şey değil. Süzme salak olmayı yeğlerdim.

Numaramı değiştirdiğimden beri kimseye vermiyorum Blog. Ailem dışında tabii. 1-2 kişiye vermek mecburiyetinde kaldım çok acil nedenlerden dolayı; ama onun dışında kimseye vermiş değilim hala. Ve ne tuhaftır, hiçbir fark hissetmiyorum. Sağ olsun, ısrarla numaranı ver diyen insanların da Facebook gibi yerlerde benimle iletişime geçebilme durumları varken, hiçbir şekilde oralı olmamaları da çok daha ilginç bir durum. Bu konuyu salladığımdan değil de daha çok bu mevzuyu ilgililerin yüzlerine söyleyemediğim için içimde bir rahatsızlık oluşuyor. Ondan yazıyorum. Yoksa beni sallamayanı ben ne yapayım Blog. Ama isterdim ki şöyle yüzlerine "Ya ne ayaksın arkadaş? Nerede kaldı o imalı/özlü sözlerin?" diyebileyim. Olmuyor, kırmak istemiyorum yine de; ama gördüğün üzere susan üzülüyor bir tek.

He evet, ben de filofobik olmuşum meğersem. Geçenlerde biri Twitter'ına yazdığında fark ettim. Suçlu olan da benim. Kimse değil. Salağım çünkü. Dini inançlarım ve sevgiye olan sonsuz saygım ile diğerleri arasında kalınca bocalamanın alasını yaşadım bugüne kadar. Oysa ben de diğerleri gibi sallasaydım, ne bileyim inançlarım kimliğimde yazmaktan ibaret kalsaydı, sevgi gibi bir duygu türüne inancım olmasaydı, 5 dakikalık ihtiyaçlar için ölüp bitseydim; ben de mutlu olurdum. Niye olmayayım? Bugüne kadar o 5 dakika için öldürmediniz mi her şeyi?

He evet, haftaya Cumartesi sınav var, biliyorum.

40 derece sıcaklıkta hiçbir şey çekilmiyor biliyor musun Blog? Ve galiba bu şehirden ayrılmadan 45 ve 50'yi bile görme ihtimalim var. Yok vallahi, çok ciddiyim. Görürüm yanı. Gün içinde klima ile ciddi anlamda bir yakınlaşmam var. Öyle böyle değil.

Şu anda, keşke geçen gün geçirdiğim ufak çaplı krizle ölseydim diyesim geliyor, ama susuyorum, sen beni anla Blog.

O değil de ölmek en kolay ama bir o kadar da en ağır olan bir sonuç. Cesaret mi istiyor, salaklık mı istiyor anlamış değilim.

Twitter, Instagram ve Facebook kullanmak istemeyip neden tuttuğuma dair kesin bir sonuca vardım. kesinlikle adıma göre olduklarından dolayı kaybetmek istemeyişimden kaynaklanıyor. Birkaçını dondurunca hesap gidiyor, dondurmasam olmuyor. O yüzden komple çıkış yaptım telefonumdaki uygulamalardan. Zaten bilgisayardan da bakmıyorum pek. Sınavdan sonra koyacağım asıl postayı ben. Şimdilik susuyorum, başkalarının sessizliğine de susuyorum.

Anlaşılan Ramazan'ın en az yarısını bu sıcak şehirde geçireceğim. Hoş, İstanbul'daki nemli havayla geçirmekten iyidir yine de. Ankara'ya da dönmeyi hiç istemiyorum. Yeteri kadar üzgünüm çünkü.

20 Haziran 2014 Cuma

Epilepsi Krizi

Geçtiğimiz Salı gününün sabahı oldu. Ben, eniştem ve ablamın anlattığı üzerine, epilepsi kriziyle uyandırmışım onları. Eniştem müdahale etmeye çalışmış. Ağzıma kalem falan koymuş, dilimi daha kötü ısırmayayım diye. O arada onun parmağını da ısırmışım. Dilimden bahsetmiyorum bile, zira hala doğru düzgün yemek yiyemiyorum. Kriz geçirmişim Blog.

O sabahtan önceki geceyi hatırlıyorum az çok. Duygusal anlamda yoğun geçirdiğim bir günün gecesiydi. Hatta, bunu söylediğim için utanıyorum şu anda ama, o gece Allah'tan ümidimi kesmiştim birçok konuda. Malum havalar aşırı sıcak, benim hiperhidrozisim her yazdan daha da rahatsız eder oldu beni. Sınav stresi bir yandan, hayatımdakilerin çıkıp gidişleri diğer bir yandan... Bir de o gece, akıllı ben, uzun zamandır bıraktığım bir ilacı tekrar içmiştim, psikolojik olarak biraz toparlanayım diye. İşte, hepsi birleşti ve o gecenin sabahında ben kriz geçirdim, geçirmişim daha doğrusu. Hatırlamıyorum. Tek hatırladığım, birinin parmağımı bir ara çektiği idi. Çeken kişi de, ablamgilin 112 Acil'i aramasıyla gelen hemşireymiş. Gelip 1-2 tetkikte bulunmuşlar, ben normale dönünce gitmişler. Bir de en az 2 saat yatağımda bir o yana bir bu yana döndüğümü ve her yerimin ağrıdığını hatırlıyorum Blog. Zaten kendime gelince ablam ve eniştemle doktorları gezdik o gün. Özel hastanede birçok tetkik, sonrasında ise muayene ücreti 100 lira olan üniversitedeki bir profesöre muayene oldum en son. Dedikleri aynen şu: "Bu epilepsi krizi kesin. Bence ilaca başlayalım. Ama diğer yandan geçici de olabilir. Sonuçta bu hayatta herkesin böyle bir krizi bir kere geçirme hakkı var" Çok verimli değildi yani benim açımdan. Zaten ilaca falan da başlama niyetinde değildim. Hele ki şu dönemde... Ben aksine kullanmakta olduğum ilacın dozunu yarıya düşürdüm o gün. Sonra daha sonraya bırakmak üzere ayrıldık oradan. Sabah 9-10 gibi başlayan koşuşturma, sanırım saat akşam 7-8 gibiydi, bitmişti. Benim başım hafif de olsa hala ağrıyordu. Sabahki baş ağrım kadar olmasa da...

Ben hala olayın ciddiyetinde değilim sanırım Blog. Ablamgil epey korkmuşlar, belli etmeseler de fazla. Annemgile söylemedik bir şey. Ve benim kendi görüşüm şu yönde, ben salak gibi epeydir bırakmış olduğum o ilacı, ki o ilaç normalde ağır bir ilaç, içmeseydim, böyle bir şey olmayacaktı. Tetikleyen en büyük etken o ilaç. Onun dışında psikolojik anlamda hiç iyi değildim. Tek tutuntuğum dini inançlarımı bile kenara bırakıvermişim, daha ne olsun ki...

Şimdi kendime dönmeye çalışıyorum. Kendi kendime çıkardığım 2-3 tane büyük ve anlamlı dersler var. Yani bana epey iyi bir ders oldu bu kriz muhabbeti.

Bunun dışındaki her şeyin de canı cehenneme Blog.

16 Haziran 2014 Pazartesi

Sahipsiz-lik

Bu günlerimi unutmuyorum Blog. Özellikle bu günlerimi unutmuyorum. Yani kimsenin desteğini görmediğim/hissetmediğim, sahipsiz olduğum ya da sahipsiz bırakıldığım günleri... Bir arkadaşım bana "kin tutuyorsun" demişti. Keşke beni tanıyabilen bir arkadaşım olarak tanımlayabilseydim onu; çünkü ben kin tutmuyorum. Kin tutmak için duygusuz olmak lazım, kalpsiz belki biraz da. Benim en başta yapım böyle bir şeye izin vermiyor. Yoksa, inan Blog, ben de geçmişimi hemen unutabilen biri olmak isterdim.

Yakın zamanda, sayılır yani, bir ilişkinin daha sonuna gelmiştim. Sonra da o da diğerleri gibi; bendeki tüm inancı, tüm umudu ve hayalleri alıp geçmişte yerini edinmiş oldu. Şu anki halimi düşünüyorum. Özellikle son 2 yıldır hayatımın en fazla manevi desteği görme ihtiyacını yaşarken ben, birilerinin değişik yollarla hayatımdan çıkması hiç de yardımcı olmuyor. O yüzden unutmuyorum Blog, bu günlerimi unutamıyorum; unutmayacağım da.

Bazen bir sahip arama duygusuyla hareket ediyor insan. Bazen de sahip olma duygusuyla... Hangisi daha masum sence Blog?

İşte bunlar yüzünden unutmuyorum. Herkesin bana yaptığı en küçük iyilikten en önemsiz kötülüğe kadar her şeyi aklımda tutuyorum. Bazen geçmişimin kayıtlarındaki derinlik beni bile şaşırtıyor, ama keyfimden değil bu durum Blog. Elimde değil. Birinin yüzüne bakınca önce kötülükleri geliyor aklıma, eğer ılımlı konuşmaya başlarsa yavaş yavaş iyilikleri çıkıyor ortaya geçmişte yaptığı. Ama artık bunu da yapmak istemiyorum. Madem silemiyorum insanların bende bıraktıkları iyi-kötü şeyleri, o zaman en acı vermeyeni, o kişilerin hep kötülüklerini hatırlamalıyım diyorum.

Yine de içimde büyük bir eksiklik var Blog. Geçici şeylerle dolduramadığım bir eksiklik. Ve son zamanlarımda sahipsiz durumum daha da koyuyor bana. Bu yüzden unutmuyorum. Böyle bırakıldığım için...

11 Haziran 2014 Çarşamba

Biraz Daha Belki

O "geriye dönüp baktığınızda olanları pişmanlık olarak görmeyin" sözlerini insanlar bazen yemeli. Evet, yemeliler; çünkü insanların pişman olduğu şeyler, bazen ciddi anlamda keşkeli cümleleri kurdurtabiliyor insana. Yaşamadan bilinmeyecek birçok şeyin olduğu bu dünyada, bu ihtimali de hesaba katmalı herkes. Egoist olsanız bile...

Lana Del Rey'in yeni albümü nete düştü bu akşam. Şimdi dinliyorum mesela, 2 gün sonra da Itunes Almanya Store'unda satışa çıkacak. Yani resmi yayın tarihi en erken olan yer orası. Amerika'daki açık pazarları saymazsak tabi. Fena değil işte. Klasik Lana Del Rey. Dinleniyor uzun uzun yani.

Havalar ısındı Blog. Bildiğin artık ölüm günlerim başladı. Hiperhidrozis olmak zor iş, sosyal anlamda, fiziksel anlamda... birçok anlamda zor iş. Hayatımdaki yaşadığım "çeken bilir" durumunun ana kahramanı. Yine de kişiliğimi ya da olgunluğumu(!) geliştiren bir şey. Her ne kadar baş belası diye tanımlasam da, Allah'tan geldiği için olumlu karşılıyorum. Hani kollarımı açıp "hoş geldin" demiyorum da, yanımdaki boş sandalyeye oturtuyorum Bay Hiperhidrozis yanımı. Artık ona bir kişilik tanımlamayı deniyorum Blog. Belki zıtlıklardan doğan bir ilişki olur hiperhirozis rahatsızlığımla. Aşık oluruz belki, mecburiyetten. Belki çok severim onu. Nasılsa hep benimle, nasılsa ölene kadar yanımda olacak, hatta birlikte vereceğiz son nefeslerimizi. Beni her halimle kabul edecek. Ben ondan nefret etsem de onu söküp atamayacağım kendimden. En önemlisi de, benim her duyguma o da tepki verecek. Ne zaman sinirlensem, ne zaman acı şeyler yesem, ne zaman utansam ya da gerilsem, ne zaman sıcak havaları yaşasam... o da benimle olacak.  Belki bu sayede gerçek hayattaki yalnızlığımı düşünmemiş olurum. Zaten herkes biriyle olmak zorunda değil, değil mi? Dışarıda bir sürü yalnız var. Ben de alışkınım, böyle ölene kadar devam ederim, ne olmuş yani. Fakir avuntusu.

Blog, senin için bir Facebook sayfası oluşturdum; ama benim dışımda kimse beğenmedi. Paylaşmadım sayfayı gerçi; ama bir şekilde ulaşan da olmadı O, Ben ve Diğerleri sayfasına. Belki sonradan duyulur çığlıklarım. Kim bilir?

Sınava çok az kaldı. Benim halim duman. Ne yaparız acaba Blog?

O kadar çok; ne istediğini bilmeyen ya da bildiğini sanan, yürüdüğü yolu doğru sanan, dediklerinin doğru olduğunu düşünen insanlarla muhatap oldum ki, artık kendi çizgilerimi kaybetmeye başladım. Kime kızsam, kime bağırıp çağırsam Blog?

Yoruldum deyince anlayan biri lazım bana Blog. Hatta ben demeden "sen iyi değilsin, neyin var, nedir sana ağır gelen" diye soran biri lazım. İster adını ihtiyaç koy, ister yalnızlığı bozma koy... biri lazım Blog. Sen getirsene bu sefer bana? Senelerdir her şeyimi yazıyorum neredeyse. Bir sefer de sen getir, bir kere de senin getirdiğinle üzüleyim. Alıştım nasıl olsa...

3 Haziran 2014 Salı

Film Yorumlamaca: #Her

Muhtemelen gelecekte gerçekleşecek olan ilişki şeklini yaşayan, aşktan hep dert yanmış bir adamın öyküsünü konu almış Her.

Hep izlerim diye kenarda beklettiğim ama 2 saat öncesine kadar izleyemediğim bir filme ortak oldum. Bence aldığı ödülü de hak etmiş yeteri kadar. Ben daha çok bende bıraktığı duyguların esiriyim şu anda. Dijital ilişkiler için geleceğin buluşu olarak bekliyoruz belki de ama bir kısmımızın, en azından benim, yaşadığım birkaç ilişkinin, filmi konu edinen "dijital aşklar"dan geri kalır yanı yok. Benimkiler bilgisayar değil de daha çok cep telefonu ağırlıklı-ydı.

Filmi izlerken tekrar tekrar fark ettiğim bir diğer konu da insanların bir ilişkide ne beklediklerini bilmeyişleri. Her ilişkiye "mutlu olmak istiyorum; yalnız olmamak, sevmek ve sevilmek istiyorum" düşüncesiyle başlıyor herkes. Ve ilahi bir gücün mutluluğu getirip önlerine koymasını bekliyor aynı zamanda.

Şükürsüzüz insanlar olarak bence. Mutlu olmaktan korkuyoruz belki de, emin değilim. Benim de bocaladığım zamanlarım oldu tabii ki. Yine de bir ışık görmek için kolay kolay pes etmedim karşımdakinden. Yıprandım, belki de yıprattım birçok kez, ama her hareketim o ışığı görmek içindi: Gerçekten sevildiğimi görmek.

Artık şuna inanıyorum: Bu aşk ve sevgi meselelerini yaşadığım ikili ilişkilerde yaptığım tamamen kendimi kandırmaktan ibaret. Evet, çok güzel kandırıyorum kendimi. Mutlu olduğuma inanıyorum, verdiğim kadar aldığıma inanıyorum; inandırıyorum kendimi daha doğrusu. Sonuç? Yalnızım.

Bir de en çok insanların cinsel açlığıyla savaşıyorum. 1 dakikalık, bilemedin 2 dakikalık bir mutluluk için insanların tüm paylaşılmışlıkları, yani tüm duyguları harcamasından muzdaribim. Bunun dışında ne istediğini bilemeyen ya da karşısındakini olması gereken yere yerleştiremeyen insanlarla anlaşmak için zorladım kalbimi.

Her son'da "bir daha asla" dememe rağmen tekrar başa dönüşlerimden de rahatsızım mesela Blog. İrade eksikliği mi, aşırı duygusal olma mı yoksa bir şeylere karşı aşırı hassas olma mı... bilmiyorum nedenini; ama başa dönüyorum, ya aynı yüzle ya da başka yüzle. İçerik, daha doğrusu niyet ağırlıklı olarak aynı çünkü. Yüzler değişiyor sadece.

Sözün kısası, "dijital yardımcı" olarak hayatıma bir işletim sistemi girecekse buna yok demezdim galiba. En azından insanlar kadar yormayabilir.

24 Mayıs 2014 Cumartesi

#imdat

Akıllı telefonu olanların büyük bir bölümü, Viber'ı bilir, tanır, kullanır. Oradaki çıkartmalardan bir tanesi benim çok hoşuma gidiyordu ama bulamıyordum. Geçen günlerde itools isimli bir programla iphonecuğumu dürttüm biraz. Ve mutlu son...
Sonra düşündüm. Ben çıkartmaları bulmak için epey uğraşmış Google'la sevişmiştim adeta. Ve hiçbir yerde yok! Demek ki ben gibi delisi değil kimse. Ya da paylaşmıyor. Bilmiyorum. Telif hakkı olayı var mı bilmiyorum, ama Viber istemezse yayınlamam. Bana Blog'umdan ulaşabilir isterse. İstemezse de kendi bilir. Yandaki gaz çıkaran kediyi cevap olarak sunabilirim.


Acaba hayat da böyle mi gülecek bana? Yani uzun zaman uğraştırıp sonra mutlu sona mi erdirecek? Yoksa kendimi mi kandırıyorum yine?

Yarın gece Miraç kandili Blog. Ne dersin? Af dilenmek için çok mu geç? Bütün olan bitenlere rağmen tekrar O'na tutunmak için çok mu geç? Sanki yığınla günah işlemişim gibi konuşuyorum ben de. Tek yaptığım düşüncelerim ve isyan etmemeye karşı direnişlerim. Biraz sevilmeme ve istenmeme hissi O'ndan yana biraz da mutlu sonu hak etmeme hissi...

Hepimiz O'nun kuluyuz sonuçta. Gerçi zamanla insanlar vazgeçiyor inanmaktan. Ya da ne olduğu konusunda hiçbir fikrim yok. Birçok görüşe sahip insanla konuştum bugüne kadar. İnançsızından başka başka dinlere mensup kişilere kadar. İnananlar arasında hep Allah korkusunu aradım. Çünkü insanı kötülüklerden arındıran, doğru bir insan olmasını sağlayan şeylerin başında geliyor biraz da. Gece gündüz ibadet edip kötü düşüncelere sahip insanlar da var bu hayatta. Tabii biz bilemeyiz Hak'ta yeri neresidir ama Allah korkusundan biraz yoksun gibiler, öyleleri bile.

Bildiğim tek bir şey var: Herkesten uzaklaşsam, kendimden bile uzaklaşsam, yanımda bir tek O var. O'nun oralarda bir yerde olduğunu hissediyorum o zamanlar. Bazen çok az da olsa hissediyorum. Bazen aldığım tek güç O oluyor.

Kendime ediyorum be Blog. Ne ediyorsam kendime ediyorum. Bunun bilincinde olarak yaşamak daha da zor biliyor musun?

Bazen kendimi tren istasyonu gibi hissediyorum. İnsanlar gelip gidiyor. Farklı trenleri görüyorum başka başka saatlerde. Bazı yolcuları hiç tanımıyorum mesela. Uzaktan bakıyorum, bazen imreniyorum, bazen şükrediyorum halime. Ama şükrediyorum, her ne olursa olsun şükrediyorum. Belki de sevinmeliyim hayatımda, ölene kadar beni bırakmayacak duygular ve fiziksel durumlar için. Belki öyledir benim günahlarımın da biraz olsun silinme şekli?

Geçen cuma günü arkadaşım şunu gönderdi, biraz içime umut oldu, gerçi daha önce birçok defa okumuştum, ama olsun:

"Kul dua ettiği zaman, şu üçünden birini mutlaka elde eder:
* Ya günahı affedilir,
* Ya kendisine daha iyi imkanlar sağlanır,
* Ya da mükafatla karşılık görür." Hadis-i şerif.

Bir cuma günü mesajıydı. Öyle arada aldığım 1-2 arkadaşım var sağ olsunlar. Toplu halde de atsalar mutluyum ben. O gün derse gidiyordum sabah. Biraz yüzüm gülmüştü.

Az zamanım kaldı Blog. Ve yarını manevi ve maddi anlamda güzel geçirmeyi arzuluyorum şu anda sadece.

15 Mayıs 2014 Perşembe

Kimsesiz-lik

Annem babam Ankara'nın uzak bir ilçesinde yaşıyorlar. Ben de ilköğretim hayatımın neredeyse hepsini orada geçirdim. Yakınlarındaki başka bir ilçede termik santral var. İşte... Soma'da olanların haberini ilk okuduğumda aklıma gelen o zamanlarım oldu. Bazen geç saatlere kalır, balkondan dışarı bakardım. O termik santralin, maden işçilerini taşıyan servis otobüsü geçerdi. Bazen gündüz çalışanları bırakır bazen de gece nöbetine kalanları alırdı. Hep derdim o zamanlar "ne zor işleri" diye...

Hayatta kendi hiperhidrozis hastalığımla öğrendiğim şeylerin başında geliyor: Bir acıyı ancak ve ancak çeken bilir. Ben ne yazsam, başkaları ne yazsa; dışarıdakiler ne kadar gösteri şeklinde eylemler de yapsa, kimse, o madende yakınlarını kaybedenlerin acılarının 1 milyonda birini bile anlayamaz. Hissedemez. İfade edemez. Bence...

Belki her günümü hayatımı sorgulayarak geçiren ben, Soma ile ekstra bir kere daha gözden geçirdim. Halime şükredeceklerimin listesi çok uzun. Şükrediyorum da. Öte yandan kızıyorum bir şeylere/birilerine. Hayatımdaki eksilere kafamı çok takacağım bir beyne sahip olduğum ve hayatımı dengesiz hale getiren şeylere sahip olduğum için...

Kimsesiz'iz bu dünyada. Her sevgi, anne babanınki bile yarım kalıyor. Bir gün herkes birbirini geride bırakıyor ya da yarım bırakıyor. Şu günlerde buralarda havalar epey ısındı. Ağaçların kıymetini anladığımız aylara geldik. Gölge aramak dışarıda yaptığım en büyük etkinlik. Heyecanlı değil, zevkli de değil. Yeter ki daha az terleyeyim diye verdiğim ufak, kendimce bir savaş.

Dün bir ara aklımdan şu geçti: "Keşke madende vefat eden ve çocukları olan bir babanın yerine ben ölseydim." Sonra düşündüm, "acaba" mı falan oldum. Yani samimi bir şekilde isteyip istemediğimi sorguladım. Galiba samimiydim Blog. Çünkü benim yaşamamdan daha faydalı olur o babanın ailesiyle yaşaması.

Eski duygusuz günlerime doğru hızlı yol alıyorum Blog. Her şeyden ve herkesten uzaklaştığım, sevgi-aşk konularıyla özenip bezenmediğim günlerime dönüyorum. Zaten bana mutluluğun yakışmadığını kabul edeli çok oldu. Şimdi daha az ağlamanın ve hayatta biraz olsun gülmenin yollarını arıyorum.

Yine de keşke ben ölseydim.

Allah'tan, vefat edenler için rahmet, geride kalan yakınları için de sabır diliyorum. Allah onların günahlarını bağışlasın. Ve özür dilerim, benim elimden bir tek bu geliyor.

12 Mayıs 2014 Pazartesi

Yorgun-luk

Dün gece uyudum ama nasıl uyuduğumu bilmiyorum. Boş bir uykuydu sanırım. Uykunun vermediği keyfi nerede bulabilirim diye düşündüm şimdi. Hep mutlulukları başka yerlerde aradım. Yasak olan her şeyden kaçtım. Kaçmayanlara bakıp imrendim bazen. Sonra da isyan etme boyutuna kadar geldim. Yine de etmedim be Blog.

Aynı duaları etmekten yoruldum. Elimi kaldırıp aynı sözleri söylemeye utanıyorum artık. Hak etmediğimi düşünmeye başladım bir çok şeyi. Senelerdir değişen bir şey olmadığı için belki de. Sevilmediğimi, o güzel yere layık olmadığımı düşünüyorum artık. Diğerleri dediklerimle aynı muameleyi göreceğimi düşünüyorum.

Yaz gelince böyle oluyorum. Çünkü yaz gelince artık mutlu olduğum şeyler de elimden alınmış oluyor. Nefret ediyorum yazdan. Hayatımda en nefret ettiğim şey belki de. Merak ediyorum senelerce bu şekilde yaşadım ve ölene kadar da bu şekilde olacak her şey. Gerçekten merak ediyorum, cehennem için ne kaldı geriye?

Dertlerimi anlattığım arkadaşlarım bana Allah'ın beni sevdiğinden böyle olduğunu söylüyor. Eskiden buna inanırdım da artık 25 yaşındayım. Ne o kadar iyimserim ne de hayal kurabiliyorum o şekilde.

Artık beni 1-2 saatliğine mutlu eden antidepresanım da bir işe yaramıyor. Eskiden ağlamak için zorlardım kendimi. Ama şu an bile ağlamamı durduramıyorum. Elimde açılmamış iki kutu var. Hepsini içsem ölür müyüm sence Blog? Belki mutlu şekilde ölürüm.

Dertleşmek son 1 yıldır hiç de öyle rahatlatmıyor beni. Daha da çoğalıyor öfkem hayata ve insanlara karşı. İnsanları uzaklaştırıyorum artık. Geriye 1-2 kişi kaldı. Onlarla da numaramı yenileyince kopacak bağım. Belki küsecekler belki umursamayacaklar ama onları da yorduğumu düşünüyorum artık. Herkesi yorduğumu düşünüyorum. Çünkü sorunlarımı anlamaya çalışıyorlar. Çekmeden bilemeyecekler halbuki. Umarım çekmezler. Kimse çekmez inşallah.

Şimdi bilgisayarımı tekrar masamın üstüne koyup ağlamaktan kızarmış gözlerimi yıkayıp ders çalışmaya zorlayacağım kendimi. Hani KPSS'ye hazırlanıyorum ya, hani memur olma ihtimalimin %15 olduğu bir hayal çizgisi var önümde, ona işte. Kasım'da askere gitmek zorundayım Blog. Ona da ayrıca gün sayıyorum. Ama sabırsızlığımdan değil, iplerin kopacağı düşüncesinden dolayı.

Bunları yazarken de şu şarkıyı dinledim, galiba 4-5 kere. Daha rahat ağlamamı sağladı.

21 Nisan 2014 Pazartesi

Ben de Bir Cevap'tım


Nereye bakmalıyım ışığı görmem için? Çok karanlık buralar bir süredir. Biri var elimden tutup götürüyor beni. Emin değilim doğru yolda gidip gitmediğimden. Şimdilik önümde engeller yok, yolum düz ve açık. Peki ya 3 ay sonrası? Ya 5 ay sonrası? Ya 1 yıl sonrası?.. Peki ya ben hayatımdaki korkularımla yüzleştiğim anlarda nasıl olacak?

Kiminle gülüp kiminle ağladığınız çok önemli aslında. Ya da kime güvenip kimden uzak duracağınız... Ya da önemli değil mi yoksa? Herkesi hayatınıza alsanız, herkesle gülüp eğlenseniz; ama kimseyle ağlamasanız, yaralarınızı göstermeseniz ve kimseye güvenmeseniz, daha mı iyi acaba? Sanırım hayat, insan ilişkileri konusunda bu iki durum arasında ince bir çizgiyle sunuluyor bize. Hangisini seçmemiz gerektiğine biz yaşayarak karar veriyoruz. Dilerdim ki ben de karar verebileyim, ama tek yaptığım o çizginin etrafında gezinmek. Ötesi yok.

Sonra bir de aldığım nefes var. Bazen hafif bir dağ esintisiyle açıyor ciğerlerimi, damarlarımdan kanıma oksijen, pompayla vuruluyor adeta. Bazense sızıntısı olan nükleer bir santralin bahçesinde oturuyormuşum gibi hissediyorum; o anlık her şey iyi, ama acısını sonraları alacağımı bilerek nefes alıyorum.

İnsanlara bakıyorum bazen Blog. Acımasız ve duygu yoksunu insanlara bakıyorum. Sevdikleri insanları belli bir yere koyamayan aciz sevgililere bakıyorum. Kim neyi hak ediyor?

Bir de bütün hayatını Instagram'e taşıyan, o imrenilesi insanlara bakıyorum. Başkalarının sahip olmak için savaş verdiği, ama onların rahat bir şekilde sahip olduğu ve insanların gözlerine sokarcasına sergiledikleri hayatlara bakıyorum. Sonra soruyorum kendime ve elimden tutup götüren kişiye/kişilere: PEKİ ONLAR NEYİN SAVAŞINI VERİYOR?

Cevabını ne ben ne de onlar biliyor aslında. Bazen bazı sorular sessizce bir kenarda bırakılmayı hak ediyor. Bazı soruların sorulması en büyük hata oluyor bazen.

En acısını da ben yaşıyorum şu sıralar: Birilerinin cevabı olmaya çalışmıştım bugüne kadar ve hala devam ediyorum aynı hatayı sürdürmeye.

Ve hayat... İnan senden çok bir şey istemiyorum artık. N'olur, bırak da ben de biraz güleyim.

13 Nisan 2014 Pazar

Yenilik? Belki...

Bu kaçıncı profil değiştirmem Blog? Ben bile sayamadım artık kaçıncı olduğunu. Son profilimde, bir daha kesinlikle yenilemeyeceğime dair aşırı emindim kendimden. Ama bugüne kadar duygularımla ilgili nelerden emin olup da devamının geldiğini gördüm ki? Hepsi bitiyormuş Blog. İlişkiler, en iyi dediğim arkadaşlıklar... Bitmeyen bir ailem kaldı. Onu da alır mı bir gün elimden kader?

Son Facebook yenilememde, hiçbir şey paylaşmamaya ve özellikle profilimi kullanmamaya çalıştım. %90'lık bir oranda başarılı da oldum. Sadece internet üzerinden görüşebildiğim kişilerle mesajlaşmama olanak sağladı. Onun dışında tamamen gereksiz bir sosyal site.

Son zamanlarda ikiyüzlü olan eski "en iyi" arkadaşlarımla olan uyuşmazlıklar, zincirleme şekilde devam etti. Onlarca birlikte çekildiğim fotoğraflar ve yazışmalar, tamamen havada kaldı. Bunlar 2-3 ay önce gerçekleşti bu arada.

Peki neden bugün yenileme kararı aldım?

Bir ara üniversitedeyken çıktığım kişi bana mail atmıştı. Onunla mailleştim bir süre. Beni şimdi daha iyi anladığını söylüyordu özetle. Benim yaşadıklarımı yaşamakta şu anda kendisi sanırım. Bunun dışında geçirdiğim bazı muhabbetler, bitirdiğim bazı ilişkiler beni eskiye reset(!) atmaya itti. En sevmediğim şeydir, biri sizden küsünce, diğer arkadaşlarının da muhabbeti sizinle kesmesi durumu. Ne kadar çocukça, ikiyüzlüce, değil mi? Ve bunu yapanlar 30 yaş üstü insanlar olduğunu varsayarsak... diyecek söz bulamıyorum. Komik. Bu aslında birbirimizi iyi tanımadığımızı gösteriyor belli ki. Bu etkili oldu mesela. Bunun dışında birçok arkadaşımı sahip oldukları "sözde" aydın ama aşırı derecede ırkçı ve bölücü düşünceleri yüzünden hayatımdan, Facebook profilimden, çıkarmam da etkili oldu yenilememde. Bir de eski sevgililer falan var tabii. Şimdi açtığım profilde yaptığım ilk iş geriye dönük olarak çıktığım ve Facebook'da profilini bulabildiğim 4-5 kişiden oluşan "eski sevgili takımının" profillerini engellemek oldu. Çünkü tuhaftır bir şekilde denk geliyorum onlara. İçinde bulunduğum ortam o kadar dedikoducu, ikiyüzlü ve sahte ki... adeta herkes birbirinin boydan kullanma klavuzunu çıkartabilecek kadar bilgili birbirlerine karşı. Ürkütücü, değil mi? Bence de.

Henüz eklemeyi düşündüğüm arkadaşlarımı taşımadım yeni profilime. Zamanla, boş vakit buldukça, taşımayı düşünüyorum. Sanırım toplamda 30-40 kişi olur kendileri. Evet, ne yazık ki(!) internet ortamındaki çoğu insan gibi, bulduğunu ekleyen, tanışmaya çalışan ya da merhabalaştığı kişiyi direkt arkadaş listesine çeken biri değilim. Ve aşırı sosyal olmadığım için de galiba fazla arkadaşım yok. Gerçi ben sadece "aşırı samimi" olduklarıma 'arkadaşım' dediğimi varsayarsak bu durumda arkadaş listemin sayıca az olması daha da muhtemel oluyor.

Bu sefer mesajlaşmak dışında bir şey yapmayacağımdan şüphen olmasın Blog. Dersimi fazlasıyla aldım.

Dipnot: Amerika'daki eski sevgilimi bile engelledim. Nabeeeer?

10 Nisan 2014 Perşembe

#Torku

Nedir bu Torku?

Duymayan kalmamıştır herhalde. 2007 gibi eskilere dayanan ama son 1 yıl içinde bir patlamayla marketteki raflardan, evlerimize kadar yerini almış bir adet Türk markası oluyor. Şeker mi şeker...

Başta ön yargılı olmuştum ne yalan söyleyeyim. Sonuçta Ülker ve Eti gibi isimlerle aynı pazara girip rekabete katılmak ve "acaba iyi midir, ağzımın tadını nasıl değiştirir" gibi düşüncelere sürüklemesi kaçınılmazdı. Tabii ürünlerini alıp test ettikten sonra hepsi değişti.

Bazı ürünlerini denemiştim ama geçen günlerde bir arkadaşımın Instagram üzerindeki bir fotoğrafta bana tavsiyesi üzerine "Banada" isimli kakao fındık kremasını denedim. Arkadaşımın önerisine karşı verdiğim ilk tepki:

+ Nutella'dan daha mı iyi?
- Ooo, Nutella yanında ağlar.
+ Hımm...

Nutella ile ben daha çok Sarelle'ninkini kıyaslıyordum. Nutella'nın tadı değişik, iyi anlamda bana göre; ama insan düşünmüyor değil, acaba içinde ne var? Türk malına daha fazla özen gösterilmesi gerektiğine inananlardanım. Tabii bu durum ağız tadımı milli düşüncelerim adına bozacağım anlamına da gelmemeli.

Sonuç olarak denedim. Beğendim. Yani belki kendimi kandırıyor da olabilirim, ama en azından ağzımda daha gerçekçi bir şeker tadı olduğunu söyleyebilirim. Nutella gibi kafamda soru işaretleri de bırakmıyor.

Ülker'inkini de denedim, hatta 1-2 marka daha denemişliğim var; ama onlarınki yapay bir şeyler yiyormuşum hissi oluşturuyor bende. Bilemedim.

Şu sıralar diyet modunda olduğum için. Arada bir tadımlık olarak yiyorum. Yoksa bana kalsa, ohoo, şimdiye yarılamıştım kavanozu.

Bunun dışında hayatım şeker gibi diyemiyorum. Keşke elimde bir fırsat olsa ve yurt dışına gidip hayatımı orada devam ettirebilsem. Ama bu sanırım hep hayal olarak kalacak bende.

Dipnot: Torku reklamı için hiçbir ücret almadım. Tamamen destek amaçlı yaptığım bir tanıtım diyelim. Afiyet olsun!