2012'ye veda ederken, önceki senelerde nasıl bitirdiğimi hatırlamak istedim ve 2012'nin bu son günündeki yazımda yer vermek istedim.
* 2008'e nasıl veda ettiğimi bilmiyorum; 2009'a bloglamaya "tekrar" başlayarak ve bu sefer hiçbir şekilde silmemeye niyetlenerek bir giriş yapmışım. Şu şekilde: 2008'den hemen sonra. - Heyecanlı, biraz da ciddi bir giriş yapmışım bloguma. O zamanlar üniversite 2. sınıftaydım. Epey ilginç bir sene geçirdim. Amerika'yı gördüm. Çok anlamlı ve özel şeyler yaşadım o yıl. Güzeldi.
* 2009'a veda ederken çok hüzünlü olduğumu hatırlıyorum. Ve şöyle bitirmişim: 2009 - Doğru hatırlıyormuşum... 2010 yılında Erasmus ile birlikte yığınla tecrübem oldu diyebilirim. Güzeldi; önceki yılı hüzünlü bitirsem de.
* 2010'a veda ederken üzerimde fazlaca yük vardı. Fiziksel anlamda da vardı, şişmandım yahu. Şu şekilde bitirmişim: 2010 - Güzel bir karar almıştım beslenme konusunda. Ve başarıya ulaşmıştım.
* 2011'e veda ederken her şey yerli yerine oturmuştu. Ben daha da sağlıklı hale gelmiştim. Hala daha gurur duyarım kendimle. 2011 biraz boş geçmişti benim için. Hatırlamıyorum bile koca yılda ne yaptığımı. Ama Royal Team vardı o zamanlar. 3 kız ve erkek olarak benden oluşan bir grup. Epey samimi bir ortamdı. 2012'de tamamen dağıldık tabii... 2011'e de şu şekilde veda etmişim: 2011 - Yoğun yaşamışım. Aldığım kararların hangi birini gerçekleştirdim şu anda, emin değilim.
Ve 2012. Ah 2012! Bittiğin için mutluyum. Çünkü hayatımda kendim için bir çok şeyi başardığım bir yıl oldu. mezuniyet, fiziksel açıdan çok başka bir insana dönüşmem, duygusal anlamda yaşadığım olgunluk ve tam bitmesine yakın edindiğim çok güzel insanlar ki hepsi fotoğrafçılıkla ilgilenen aşırı aşırısı tatlı ve olgun insanlar... Teşekkür ederim herkese her şey için. Ve şükürler olsun her şey için.
2013, güzel gel be. N'olur? :)
31 Aralık 2012 Pazartesi
27 Aralık 2012 Perşembe
2012'ye Veda Ederken
**Bu geceki bir Skype konuşmasında yazdıklarım**
[00:50:19] Arif: keşke sevgilim olsaydı böyle
[00:50:29] Arif: bi hafta sonunu tamamen onunla geçirseydim
[00:50:39] Arif: böyle cumartesi saat 10-11 gibi kalksaydık
[00:50:50] Arif: harika bir kahvaltı hazırlasaydık böyle her şeyden olsaydı
[00:50:58] Arif: patlayana kadar yeseydik birlikte
[00:51:07] Arif: o gün başka bir şey yemeseydik mesela
[00:51:16] Arif: bütün gün sarılıp uzansaydık kanepede
[00:51:25] Arif: daha güzel bir an olamaz bence
2013? Lütfen.
13 Aralık 2012 Perşembe
Ekran ve Ötesi
Şu önümdeki ekrandan bakıyorum bazen dünyaya. Bazen diyorum keşke hep bu ekrandan baksaydım, hiç ekranın ötesini görmeseydim, daha mutlu yaşardım; çünkü bilmezdim o zaman insanların ne kadar farklı olabileceğini, daha kolay inanırdım mesela iki kişinin birbirini sevebileceğine; alkolün çok zararlı olduğuna inanır ve uzak dururdum.
Umutla beklerdim eğer şu ekranın ötesindekileri bilmesem. Sıcacık bir evde, annemin yaptığı kurabiyelerden yerken, babamla klasik atışmalarımı yapardım. Tek derdim yarına yetişmesi gereken ödevler olurdu. Ya da şu anki zamanda hala daha ekranın ötesini bilmediğimden, mezun olmuş; ama gelecek için fazlaca pembe hayallerim olurdu. Sonra güzelce uyurdum. Sabah kalktığımda annemi telefonda konuşurken bulurdum; ona kızardım, çok konuşuyorsun telefonda, diye.
Bazen sessizce uzaklaşmak istiyorum her şeyden. Kimseye bir açıklama yapmadan. Kimseyi kırıp üzmeden. Bazen aileme bile yük olduğum konusunda düşünceler geliyor. O derece depresifleşebiliyorum. Sonra her şeyin aslında mükemmele yakın olduğunu görüyorum. Ve halime şükrediyorum.
Ekranın ötesindeki her şey o kadar da kötü değil bir yandan. Allah'ın insanları ne kadar çeşitli düşünce ve duyguyla yarattığını görebiliyorsunuz. Eğer bu şekilde bir inancınız yoksa, şu açıdan da değerlendirebilirsiniz, dışarıdaki insanların ne gibi bir düşünce gücüne sahip olduğunu bilerek yaşama atılmaya çalışırsınız. Daha az düşersiniz, koşarken. Düşmek kötü mü? Belki değil. Kimine göre hiç değil. Düşerek tecrübe edinileceğine inanan kimseler de var. Ya sürekli düşenler?..
Pişman değilim ekranın ötesini gördüğüm, yaşadığım, bildiğim için. Pişman olduğum bir şey de yok aslında. Üzüldüğüm şeyler var sadece. Geçmişimle ilgili üzüldüğüm şeyler...
Bu gece hepsini affediyorum ve hepsinden özür diliyorum. Geçmişimle ilgili her şeyi, herkesi affediyorum. Hatalarım varsa, sesim duyulduğu sürece özür diliyorum. Gitmekte özgür bütün hayaller, nefretler, sevgiler, aşklar...
8 Aralık 2012 Cumartesi
Kendime Yönelik
Aşk neydi?
Tanımlayamazdık aşkı. O an bilemezdik ne yaşadığımızı. Tutkumuz, dokunuşlarımız çok başkaydı. O an aslında aşıktım... Aşkı kabullenişten sonra ondan uzakta geçirdiğim her saniyeyi boşa yaşıyormuşum gibi hissediyordum. Korkuyordum zamanın bir anda akıp gitmesinden. Ağlıyordum; ama göz yaşlarım mesafeleri örtmüyordu. Adına aşk koymuştum; ama ancak ayrılışımın üstünden 2 sene geçtikten sonra... Dedim ya o anda anlayamazdık. Daha doğrusu; anlayamazdım...
Şimdi sayısız yeniliğin yaşandığı koca üç, gerçek anlamda yalnız geçirilen, senenin ardından, hala daha aynı hisleri bana yaşatmamış birinin yokluğunu çekiyorum. Aslında, çekiyordum. 4 gün öncesine kadar... Ağlıyordum içimden, neden yalnız, mutsuz, kimsesiz olduğum için.
4 gün önce, bir geceden sabaha kadar ki uyanışımdı aslında gerçek anlamda dirilişim. Kendime katı kurallar koymadım öncekiler gibi. Tek yaptığım "geçmişimdeki herkesi birer anı olarak saklamak" oldu kalbim yerine beynimde. Daha önce kalbime dokunan kimsenin ne yaptığını, ne içtiğini, kimlerle sohbet ettiğini; ne yapacaklarını, nereye gideceklerini, artık merak etmiyorum. Umursamıyorum ya da şu anda bilmiyorum doğru tanımın ne olduğunu. Sadece hissetmiyorum...
4 gün öncesine kadardı tüm umutla bekleyişlerim. Sanki eski sevgili'lerden biri çıkıp gelse, bir mesaj, bir arama, bir Facebookdürtmesi bile olsa, her şeye tekrar dönecekmiş gibiydi yüreğim. Kıyamamıştım çünkü. Sildim desem de aslında beynimdekiydi tüm temizleyişlerim. Kalbimdeki kırıntıları, çok ufak da olsa, dirilmeye yetecek kadardı her yalnızlık çektiğimde. Ta ki bir geceyi, sabaha kadar düşünmemle geçirerek karar verdim yok olmalarına.
Bazen kendime kızıyorum, her şeyi bu kadar hatırlamak zorunda mıyım, diye kendime öfkeleniyorum. Bu kadar duygusal olmak zorunda mıyım diye savaş veriyorum mantığımla. Sonra susuyorum ve beni ben yapan şeylerle savaşmaktan vazgeçiyorum. Kendimi en güzel halimle bırakıyorum; çünkü farkımı bu şekilde belli ediyorum karşımdakilere.
Şimdi 4 günün verdiği temiz bir kalple yazıyorum cümlelerimi. Başkalarının ne düşündüğünü önemsemeyen biri olarak yazıyorum. Aslında çoğu zaman önemsemiyordum; o eski sevgili'ler diye tanımladıklarım haricinde. Artık onların da ne düşündüğünü umursamıyorum.
Kendimi dinliyorum. Bedenimi dinliyorum. 8 gündür yaptığım diyetle, okuduğum kitapla, dinlediğim müziklerle, izlediğim filmlerle ödüllendiriyorum sakinliğimi. Önemsemiyorum başkasının benim hakkımdaki eleştirilerini. Ve kafamdaki yığınla insan konuşmasını tutmaya çalışıyorum. Çünkü bazen karşıma tanımadığım insanlar çıkıyor. Artık öyle ki konuşmaya başladıkları "merhaba" deme şekillerinden bile çözer oldum o kişilerin doğru insan olup olmadıklarını.
Belki dışarıdan sürekli yakınan, kötü durumda biri olarak gözüküyor olabilirim; kötümser halim yüzünden. Fakat beni benden daha iyi bilen yoktur. Yani ben de farkındayım değerimin ne boyutta olduğunun. Yine de susuşlarım kötümser hallerimin lehinedir.
Şimdi Aşk Neydi?
Aşk, kendime olan sevgiydi. Şimdi büyük bir tutkuyla aşığım kendime.
Tanımlayamazdık aşkı. O an bilemezdik ne yaşadığımızı. Tutkumuz, dokunuşlarımız çok başkaydı. O an aslında aşıktım... Aşkı kabullenişten sonra ondan uzakta geçirdiğim her saniyeyi boşa yaşıyormuşum gibi hissediyordum. Korkuyordum zamanın bir anda akıp gitmesinden. Ağlıyordum; ama göz yaşlarım mesafeleri örtmüyordu. Adına aşk koymuştum; ama ancak ayrılışımın üstünden 2 sene geçtikten sonra... Dedim ya o anda anlayamazdık. Daha doğrusu; anlayamazdım...
Şimdi sayısız yeniliğin yaşandığı koca üç, gerçek anlamda yalnız geçirilen, senenin ardından, hala daha aynı hisleri bana yaşatmamış birinin yokluğunu çekiyorum. Aslında, çekiyordum. 4 gün öncesine kadar... Ağlıyordum içimden, neden yalnız, mutsuz, kimsesiz olduğum için.
4 gün önce, bir geceden sabaha kadar ki uyanışımdı aslında gerçek anlamda dirilişim. Kendime katı kurallar koymadım öncekiler gibi. Tek yaptığım "geçmişimdeki herkesi birer anı olarak saklamak" oldu kalbim yerine beynimde. Daha önce kalbime dokunan kimsenin ne yaptığını, ne içtiğini, kimlerle sohbet ettiğini; ne yapacaklarını, nereye gideceklerini, artık merak etmiyorum. Umursamıyorum ya da şu anda bilmiyorum doğru tanımın ne olduğunu. Sadece hissetmiyorum...
4 gün öncesine kadardı tüm umutla bekleyişlerim. Sanki eski sevgili'lerden biri çıkıp gelse, bir mesaj, bir arama, bir Facebook
Bazen kendime kızıyorum, her şeyi bu kadar hatırlamak zorunda mıyım, diye kendime öfkeleniyorum. Bu kadar duygusal olmak zorunda mıyım diye savaş veriyorum mantığımla. Sonra susuyorum ve beni ben yapan şeylerle savaşmaktan vazgeçiyorum. Kendimi en güzel halimle bırakıyorum; çünkü farkımı bu şekilde belli ediyorum karşımdakilere.
Şimdi 4 günün verdiği temiz bir kalple yazıyorum cümlelerimi. Başkalarının ne düşündüğünü önemsemeyen biri olarak yazıyorum. Aslında çoğu zaman önemsemiyordum; o eski sevgili'ler diye tanımladıklarım haricinde. Artık onların da ne düşündüğünü umursamıyorum.
Kendimi dinliyorum. Bedenimi dinliyorum. 8 gündür yaptığım diyetle, okuduğum kitapla, dinlediğim müziklerle, izlediğim filmlerle ödüllendiriyorum sakinliğimi. Önemsemiyorum başkasının benim hakkımdaki eleştirilerini. Ve kafamdaki yığınla insan konuşmasını tutmaya çalışıyorum. Çünkü bazen karşıma tanımadığım insanlar çıkıyor. Artık öyle ki konuşmaya başladıkları "merhaba" deme şekillerinden bile çözer oldum o kişilerin doğru insan olup olmadıklarını.
Belki dışarıdan sürekli yakınan, kötü durumda biri olarak gözüküyor olabilirim; kötümser halim yüzünden. Fakat beni benden daha iyi bilen yoktur. Yani ben de farkındayım değerimin ne boyutta olduğunun. Yine de susuşlarım kötümser hallerimin lehinedir.
Şimdi Aşk Neydi?
Aşk, kendime olan sevgiydi. Şimdi büyük bir tutkuyla aşığım kendime.
3 Aralık 2012 Pazartesi
Gelsen Yine
Gel ne olur!
Çok özledim seninle geçen geceleri,
Bana sarılmanı, korkusuzca öpüşmelerimizi çok özledim.
Bıraktığın gibi her şey içimde,
Ne ben silebildim ne de zamanın gücü yetti silmeye.
Gel, sabrım tükenmeden; umudum yok olmadan gel!
Çok isterim geçen her günümü ilk günümüz gibi yaşamayı,
Razıyım sadece bakışmaya, sessizce konuşmaya.
Tekrar hayal kurmaya, tekrar kavga etmeye, tekrar ağlamaya hasretim seninle.
Gel artık, yetmedi mi ikimizin de çektiği çile?
Senden önceki halimdeyim yine.
Bilemezsin ne git geller yaşadı bu yorgun yüreğim.
Beklemiyorum artık anlamanı, gel sadece.
Yine sahip çık duygularıma.
Kırma ama bu sefer.
Senin yüzünden olmasın ağlamalarım,
Senin için dökeyim gözyaşlarımı bir tek.
Ya da gel de bana!
Durma öyle hiçbir şey yaşamamışız gibi uzaklarda.
Hiç mi üzülmedin ayrı düşünce, ikimize, kendine?
Sanma ki gelip geçiciydi her şey.
Bil ki gecelerim leyla olmuş
Yangınına hasret yüreğim.
Yorma artık sen de.
Bir ses ver yüreğim yumuşasın
Ya da konuş de sabahlara kadar susmayayım...
Çok özledim seninle geçen geceleri,
Bana sarılmanı, korkusuzca öpüşmelerimizi çok özledim.
Bıraktığın gibi her şey içimde,
Ne ben silebildim ne de zamanın gücü yetti silmeye.
Gel, sabrım tükenmeden; umudum yok olmadan gel!
Çok isterim geçen her günümü ilk günümüz gibi yaşamayı,
Razıyım sadece bakışmaya, sessizce konuşmaya.
Tekrar hayal kurmaya, tekrar kavga etmeye, tekrar ağlamaya hasretim seninle.
Gel artık, yetmedi mi ikimizin de çektiği çile?
Senden önceki halimdeyim yine.
Bilemezsin ne git geller yaşadı bu yorgun yüreğim.
Beklemiyorum artık anlamanı, gel sadece.
Yine sahip çık duygularıma.
Kırma ama bu sefer.
Senin yüzünden olmasın ağlamalarım,
Senin için dökeyim gözyaşlarımı bir tek.
Ya da gel de bana!
Durma öyle hiçbir şey yaşamamışız gibi uzaklarda.
Hiç mi üzülmedin ayrı düşünce, ikimize, kendine?
Sanma ki gelip geçiciydi her şey.
Bil ki gecelerim leyla olmuş
Yangınına hasret yüreğim.
Yorma artık sen de.
Bir ses ver yüreğim yumuşasın
Ya da konuş de sabahlara kadar susmayayım...
28 Kasım 2012 Çarşamba
Duvarlar
Fotoğraflardaki gibi olmalı hayat. Bir anlamı olmalı. Gülümseyecek kadar huzur vermeli. Ağlayacak kadar değerli olmalı üzüntüler. Bazen tüm kusurları harikaymış gibi sahiplendirmeli insana. Çok şey anlatmalı kimi zaman, hayat. Bazen bir durgunluğu barındırmalı... İçinde kötü insanlar olmamalı. "Kötü" diye tarif edilen neyin fotoğrafını çekebilirsiniz ki?.. Sigara içen birinin çıkardığı duman? Manavdan elma çalmaya çalışan çocuk?..
Hayat nasıl geçmeli Blog? Karşına seni mutlu edecek insanın çıktığını düşündüğünde, aynı zamanda her şeyden uzaklaşırken, hayatın ne kadar tuhaf ve çelişkiler içinde yaşadığını derinden hissederek mi geçmeli? Ya da her gelen kişi için bütün tabularını yıkarak mı geçmeli hayat? Yoksa hiçbir şeyin seni eğilirken kırmasına izin vermeden mi geçmeli?
Sessizlik nasıl mutlu ediyor beni şu sıralar, bilemezsin. Hayatıma giren insanlar, hayatıma girmesine izin verdiğim insanlar, hayatlarına girdiğim insanlar şeklinde geçiyor dünyam son aylarda. Nerelerden geldiğimize bakıp, neleri kaybettiğimizi, neleri boş yere harcadığımızı, kimlere hak etmedikleri şansı verdiğimizi düşünüyorum Blog. Hepsini alıp çöpe koyacak kadar değersiz buluyorum bazen. Almam gereken dersi aldığımı, bundan sonra ders almayı bırakmayı düşünüyorum. Sanki bu benim elimde değilmiş gibi de düşünüyorum aynı zamanda. Ne zaman bitecek acaba bu öğrencilik durumu, bir şeyleri bıkmadan tekrar keşfetme durumu...
Hayatlarına girdiğim insanlara olabildiğince mutluluk ve hüzün getirmeye çalışıyorum. Çünkü inanıyorum ki tekinde aşırıya kaçarsam ilişki denen şeye karşı bütün dengeyi bozacakmışım gibi geliyor. Hayatıma girmesine izin verdiğim insanlar, bana bir şey öğretmeli diye düşünüyorum. Benden karşılığında istediklerini alabilirler; ama öğretmek şartıyla. Hayatıma giren insanlardan ne beklediğimi şaşırmış durumdayım. Çünkü ben sevgi beklerken onlar bendeki sevgiyi tüketir olmuşlardı her defasında. Kimi içimi, kimi dışımı, kimi elimdekileri tüketti. Evet, ilişkiler tüketmeye dayalı artık; ama azalarak çoğalan bir yapım yok benim. Şimdi kalanımı korumaya alıyorum. Kendimi, kendime saklıyorum bir süredir. Ve uzun bir süre de böyle devam edeceğime inanıyorum. O yüzden Ankara'da daha fazla nefes almayı umuyorum. Cumartesi günüyle birlikte yeni bir sayfa, yeni bir dünya ile devam etmeyi umut ediyorum. Kendime karşı olan bütün saygısızlıkları, ilgisizlikleri, umursamazca kullanımları telafi etmeyi umut ediyorum.
İstanbul her gelişimden daha fazla şey aldı benden. Küçükken gözlerimin ışıltısıyla baktığım koca şehir; adeta bütün büyüsünü alıp, söndürdü hayallerimin. Ankara'da başlayan, kısmen de olsa, hayatımı, tekrar orada devam ettirmeye itiyor şimdilerde.
Sonsuz uzunluktaki bir çukurda debelenmeye benziyor biraz da durum. Çukurun duvarlarını kendimin oluşturduğunu da eklemek isterim. Hikayemin geri kalanı için umutlarım var; ama yazmak için kendimi yeteri kadar güçlü hissetmiyorum. O yüzden nokta koymakta fayda var Blog.
Hayat nasıl geçmeli Blog? Karşına seni mutlu edecek insanın çıktığını düşündüğünde, aynı zamanda her şeyden uzaklaşırken, hayatın ne kadar tuhaf ve çelişkiler içinde yaşadığını derinden hissederek mi geçmeli? Ya da her gelen kişi için bütün tabularını yıkarak mı geçmeli hayat? Yoksa hiçbir şeyin seni eğilirken kırmasına izin vermeden mi geçmeli?
Sessizlik nasıl mutlu ediyor beni şu sıralar, bilemezsin. Hayatıma giren insanlar, hayatıma girmesine izin verdiğim insanlar, hayatlarına girdiğim insanlar şeklinde geçiyor dünyam son aylarda. Nerelerden geldiğimize bakıp, neleri kaybettiğimizi, neleri boş yere harcadığımızı, kimlere hak etmedikleri şansı verdiğimizi düşünüyorum Blog. Hepsini alıp çöpe koyacak kadar değersiz buluyorum bazen. Almam gereken dersi aldığımı, bundan sonra ders almayı bırakmayı düşünüyorum. Sanki bu benim elimde değilmiş gibi de düşünüyorum aynı zamanda. Ne zaman bitecek acaba bu öğrencilik durumu, bir şeyleri bıkmadan tekrar keşfetme durumu...
Hayatlarına girdiğim insanlara olabildiğince mutluluk ve hüzün getirmeye çalışıyorum. Çünkü inanıyorum ki tekinde aşırıya kaçarsam ilişki denen şeye karşı bütün dengeyi bozacakmışım gibi geliyor. Hayatıma girmesine izin verdiğim insanlar, bana bir şey öğretmeli diye düşünüyorum. Benden karşılığında istediklerini alabilirler; ama öğretmek şartıyla. Hayatıma giren insanlardan ne beklediğimi şaşırmış durumdayım. Çünkü ben sevgi beklerken onlar bendeki sevgiyi tüketir olmuşlardı her defasında. Kimi içimi, kimi dışımı, kimi elimdekileri tüketti. Evet, ilişkiler tüketmeye dayalı artık; ama azalarak çoğalan bir yapım yok benim. Şimdi kalanımı korumaya alıyorum. Kendimi, kendime saklıyorum bir süredir. Ve uzun bir süre de böyle devam edeceğime inanıyorum. O yüzden Ankara'da daha fazla nefes almayı umuyorum. Cumartesi günüyle birlikte yeni bir sayfa, yeni bir dünya ile devam etmeyi umut ediyorum. Kendime karşı olan bütün saygısızlıkları, ilgisizlikleri, umursamazca kullanımları telafi etmeyi umut ediyorum.
İstanbul her gelişimden daha fazla şey aldı benden. Küçükken gözlerimin ışıltısıyla baktığım koca şehir; adeta bütün büyüsünü alıp, söndürdü hayallerimin. Ankara'da başlayan, kısmen de olsa, hayatımı, tekrar orada devam ettirmeye itiyor şimdilerde.
Sonsuz uzunluktaki bir çukurda debelenmeye benziyor biraz da durum. Çukurun duvarlarını kendimin oluşturduğunu da eklemek isterim. Hikayemin geri kalanı için umutlarım var; ama yazmak için kendimi yeteri kadar güçlü hissetmiyorum. O yüzden nokta koymakta fayda var Blog.
24 Kasım 2012 Cumartesi
Cuma Gecesi Bieeeaatch!
Cuma gecesi...
Çok farklı geçtiği konusundaki düşüncelerimin beni benden alıyor oluşu büyük bir gerçek. Çünkü ben Taksim'de gece dışarı çıkıyorsam, güzel bir şeyler olabiliyor eğlenebileceğim şekilde. "Hatırladığım" şekilde şuraya da not düşeyim:
* Arkadaşımın eski sevgili 4x4 grubunun solisti Deniz'i gördük İstiklal Caddesinde yürürken. Sanıyorum ki saat 2'ye doğru geliyordu. O kadar çok lafı geçmişti ki bir türlü tanışmak kısmet olmamıştı. Velhasıl, caddede yürürken birini Deniz'e benzettim önce. Tabii Deniz değildi o kişi; ama 1 dakika geçmedi, pat diye Deniz geldi, arkadaşıma seslendi. Konuştular, ayaküstü tanıştık, güzel oldu. Kalbim temiz-miş dediğimi hatırlıyorum.
* 3. bardan çıktık 3 kişi yürüyoruz başka bir bara gitmek üzere İstiklal Caddesi'nde. Ben tutturdum " yaaa birileriyle tanışalım lütfeeen, çok eğlenceli olur, hem birlikte gezer, içeriz" falan. Benden gaz alan arkadaşım, karşıdan birbirine sarılarak gelen, gayet kültürlü bir çiftin yanından geçerken "ya bize de sarılsalar keşke" dedi. Ben "duyacaklar be" demeye kalmadı, adamın eşi idi sanırım, dönüp gülerek bize "siz de arkadaşınıza sarılıyorsunuz" diyerek yanımızdaki bayan arkadaşı gösterdi. Ben baş parmağı onaylarcasına kaldırarak "çok şanslısınız" derken, kadının eşi, arkadaşıma sarıldı. Ben de bayan arkadaşımla yanyana dururken "ya bize de sarılııın" dedim o kafayla, sen tut adam gülerek gel. Nasıl samimi sarıldığımı çok iyi hatırlıyorum, öyle ki adam başımı öptü ve geri döndü eşi sandığımız bayanın yanına. Ben aldığım bu pozitif enerjiyle gecemin geri kalanında kendime olan güveni tavan yapmıştım.
* Bir ara elimizde içeceklerle ara sokaklardaki barların önünden geçtik. Tektekçi diye bir yerin önünde çöreklendik. O arada önümde iki kişinin yanında bir garson elinde shot tepsisiyle satış yapıyordu. Rengarenk shotları görünce fırladım direkt. Sanki içmişçesine "şu renkli olanından alın bence güzel duruyor o" dedim. Çoçuklar aldı. İçtiler; ama suratlarında tatminsizlik ifadesini görünce "hımm olmadı değil mi? İnşallah işe yarar" dedim. İşe yarar? Sarhoş eder anlamındaydı... O çocuklardan biriyle ayaküstü muhabbet ettik. Sonra ben aynı mekanda lavaboya gittim. Ellerimi tam köpükledim yıkamak üzereyim, çeşme çalışmıyor. Çalışıyor aslında; ama meğersem alttan ayağımla basılı tutmalıymışım. Yanımdaki bayan da aynı şekilde kaldı. Sonra yanındaki çocukla ne muhabbeti kurduysalar, çocuk kıza "ben ibneyim üstüme sürebilirsin bir şey olmaz dedi" Sonra gülüştük hepimiz. Bana döndü sen de mi ibnesin deyince "evet, silebilir miyim üstünde?" derken üstüme doğru geldi gayet "başka" açıdan "tutkulu" şekilde. Tam o esnada garson girmiş ve suyu kullanma şeklini gösterdi; gülerek ellerimi yıkayıp çıktım oradan.
* Sonra kafalarımız zaten güzelken, diğer iki arkadaşımla başka bir bara gittik. Orada zaten koptuk. Ona hiç girmiyorum... Saat 4:30 gibi eve döndük, Beşiktaş'a.
Yanı, anlayacağın Blog, Cuma gecesi was BOMB! Beni en çok mutlu eden kısmı, o yoldaki gayet kültürlü ve açık çiftin sarılma olayına sıcak bakmış olmaları oldu. Ve birinin bana o şekilde sarılmasının gerçekten ihtiyacım olan şeylerden biri olduğunu daha da iyi hissettim.
İstanbul turum yavaş yavaş sona eriyor. Haftaya Ankara'ya, oradan da kim bilir nereye gideceğim. İyilikler, güzellikler bizimle olur inşallah Blog. Her ne kadar 24. yaş günüme ağlayarak soksa da beni insanlar, çok güzel bir 24 yaşayacağıma inanıyorum ben. 25'imde tavan olacağına daha çok inanıyorum.
Bir de insanlarla ilgili öyle cümlelerim var ki Blog, yazıp da seni kirletmek istemiyorum. Çünkü sen de biliyorsun ne kadar vurdumduymaz, ne kadar taklitçi ve kıskanç, ne kadar tüketmeye hevesli olduklarını...
Çok farklı geçtiği konusundaki düşüncelerimin beni benden alıyor oluşu büyük bir gerçek. Çünkü ben Taksim'de gece dışarı çıkıyorsam, güzel bir şeyler olabiliyor eğlenebileceğim şekilde. "Hatırladığım" şekilde şuraya da not düşeyim:
* Arkadaşımın eski sevgili 4x4 grubunun solisti Deniz'i gördük İstiklal Caddesinde yürürken. Sanıyorum ki saat 2'ye doğru geliyordu. O kadar çok lafı geçmişti ki bir türlü tanışmak kısmet olmamıştı. Velhasıl, caddede yürürken birini Deniz'e benzettim önce. Tabii Deniz değildi o kişi; ama 1 dakika geçmedi, pat diye Deniz geldi, arkadaşıma seslendi. Konuştular, ayaküstü tanıştık, güzel oldu. Kalbim temiz-miş dediğimi hatırlıyorum.
* 3. bardan çıktık 3 kişi yürüyoruz başka bir bara gitmek üzere İstiklal Caddesi'nde. Ben tutturdum " yaaa birileriyle tanışalım lütfeeen, çok eğlenceli olur, hem birlikte gezer, içeriz" falan. Benden gaz alan arkadaşım, karşıdan birbirine sarılarak gelen, gayet kültürlü bir çiftin yanından geçerken "ya bize de sarılsalar keşke" dedi. Ben "duyacaklar be" demeye kalmadı, adamın eşi idi sanırım, dönüp gülerek bize "siz de arkadaşınıza sarılıyorsunuz" diyerek yanımızdaki bayan arkadaşı gösterdi. Ben baş parmağı onaylarcasına kaldırarak "çok şanslısınız" derken, kadının eşi, arkadaşıma sarıldı. Ben de bayan arkadaşımla yanyana dururken "ya bize de sarılııın" dedim o kafayla, sen tut adam gülerek gel. Nasıl samimi sarıldığımı çok iyi hatırlıyorum, öyle ki adam başımı öptü ve geri döndü eşi sandığımız bayanın yanına. Ben aldığım bu pozitif enerjiyle gecemin geri kalanında kendime olan güveni tavan yapmıştım.
* Bir ara elimizde içeceklerle ara sokaklardaki barların önünden geçtik. Tektekçi diye bir yerin önünde çöreklendik. O arada önümde iki kişinin yanında bir garson elinde shot tepsisiyle satış yapıyordu. Rengarenk shotları görünce fırladım direkt. Sanki içmişçesine "şu renkli olanından alın bence güzel duruyor o" dedim. Çoçuklar aldı. İçtiler; ama suratlarında tatminsizlik ifadesini görünce "hımm olmadı değil mi? İnşallah işe yarar" dedim. İşe yarar? Sarhoş eder anlamındaydı... O çocuklardan biriyle ayaküstü muhabbet ettik. Sonra ben aynı mekanda lavaboya gittim. Ellerimi tam köpükledim yıkamak üzereyim, çeşme çalışmıyor. Çalışıyor aslında; ama meğersem alttan ayağımla basılı tutmalıymışım. Yanımdaki bayan da aynı şekilde kaldı. Sonra yanındaki çocukla ne muhabbeti kurduysalar, çocuk kıza "ben ibneyim üstüme sürebilirsin bir şey olmaz dedi" Sonra gülüştük hepimiz. Bana döndü sen de mi ibnesin deyince "evet, silebilir miyim üstünde?" derken üstüme doğru geldi gayet "başka" açıdan "tutkulu" şekilde. Tam o esnada garson girmiş ve suyu kullanma şeklini gösterdi; gülerek ellerimi yıkayıp çıktım oradan.
* Sonra kafalarımız zaten güzelken, diğer iki arkadaşımla başka bir bara gittik. Orada zaten koptuk. Ona hiç girmiyorum... Saat 4:30 gibi eve döndük, Beşiktaş'a.
Yanı, anlayacağın Blog, Cuma gecesi was BOMB! Beni en çok mutlu eden kısmı, o yoldaki gayet kültürlü ve açık çiftin sarılma olayına sıcak bakmış olmaları oldu. Ve birinin bana o şekilde sarılmasının gerçekten ihtiyacım olan şeylerden biri olduğunu daha da iyi hissettim.
İstanbul turum yavaş yavaş sona eriyor. Haftaya Ankara'ya, oradan da kim bilir nereye gideceğim. İyilikler, güzellikler bizimle olur inşallah Blog. Her ne kadar 24. yaş günüme ağlayarak soksa da beni insanlar, çok güzel bir 24 yaşayacağıma inanıyorum ben. 25'imde tavan olacağına daha çok inanıyorum.
Bir de insanlarla ilgili öyle cümlelerim var ki Blog, yazıp da seni kirletmek istemiyorum. Çünkü sen de biliyorsun ne kadar vurdumduymaz, ne kadar taklitçi ve kıskanç, ne kadar tüketmeye hevesli olduklarını...
19 Kasım 2012 Pazartesi
İ.S.T.A.N.B.U.L
Artık susmuyorum yarınlar için. Avazım çıktığı kadar bağırıyorum. Önüme gelen her taşa tekme atıp; ayağımın acısına sızlanmak yerine, üstlerinden atlıyorum her birinin...
Şimdi konuşuyorum işte. Kelimeler tane tane çıkıyor beynimden, cümle olup; dilimde renklenerek yansıyorlar karşımdakilere. Bir coşku, bir tutku ile yele karışıyorlar...
* Çok istiyorum son başvurduğum işin olmasını. Gerçekten çok istiyorum. Ne yapsam ekstra diye düşünüp duruyorum; ama çok istiyorum. Blog, ben o işe gireyim n'olur. Fazlaca bunaldım çünkü birçok konuda. Herkes rahatça oturduğu yerden bir şeyler söylüyor/düşünüyor benimle ilgili; ama sadece 2-3 çok özel insan gelip dinliyor, yardım etmeye çalışıyor.
* KPDS sınavı da geçti Blog. Bu seneki gireceğim sınavların hepsine girdim. Sınavlar bitince yapılacaklar listesindekilere yarın başlasam iyi olacak.
* Hayat bir anda parlayıp; bir anda sönüyordu bugüne kadar; ama en sonuncu sönüşünden şimdiye kadar hiçbir parlama olmadı. Şu sıralar olacakmış gibi hissediyorum.
* İstanbul'daki en uzun geçirdiğim zamanı yaşamaktayım Blog. İ.S.T.A.N.B.U.L desem sen beni anlarsın...
13 Kasım 2012 Salı
Sadece Bir Rüya
Sevgilisinin kafeden girdiğini görünce ayağa kalktı ve
gözleri onunkilerle buluştu. Kış aylarından birinde olduklarından, üstlerinde
montları vardı. O kıyafetlere rağmen sıkıca sarılmışlardı birbirlerine.
Dudakları neredeyse birbirine değecekti.
Bir süre sessizce bakıştılar gülümseyerek. Ve sevgilisi ona sordu:
Söyle bakalım, ne
yapmak istersin?
Çok uzun zamandır özlediğim şeyler var. Onları bana
yaşatabilir misin bu akşam?
Bana yardımcı olursan,
şu gözlerin ve gülümsemen için her şeyi yaparım.
Yanımda sesini çıkarmadan konuşabilirsin mesela. Sabaha
kadar dinleyebilirim seni. Bana dünyadaki her şeyi unutturabilirsin. Beni
sarhoş edebilirsin sözlerinle. İstersen sarhoş da olabilirim senin için; ama
alkolle değil. Sarhoş et beni, evet. Kendinden bir şeyler vererek sarhoş et. İstersen
yalanlar söyle; ama lütfen inandır beni hepsine. Razıyım sonradan üzülmeye ben.
Sen o kısmını düşünme zaten, boşver. Sadece isteyerek yap hepsini. Gözlerinin
içine şimdiki baktığımda gördüğüm gibi kalsın tüm samimiyetin. Çok zorlanırsan
alkol de alabilirsin. Çok isterim dudakların benimkilere değdiğinde biraz şarap
tadı almayı. Alkol kullanmıyorsan sorun değil. Sen beni öptüğünde zaten
unuturum her şeyi ben. O anki hayal dünyama göre şekillenir her şey. Sen yine
de kaybetme şu gözlerindeki ışıltıyı. Böyle sarılarak da kalsak yeter bana.
Dertlerinden bahsetme mesela bu akşam bana. Eğer ben karamsar konuşmaya
başlarsam sustur beni! Gerekirse dilimi kes, konuşamayayım. Bırak bu akşam
dünya bizim için dönsün. En kötü ne olabilir ki? Önemli bir telefonumu
kaçırırız, telefonlarımızı kapatırsak? Şimdi beni öpsen, etrafımızdakiler ne
yapabilir ki en fazla? Öldürürler mi bizi sence? Aslında ölsek de olur. Yeter ki
son gördüğüm gözlerin olsun. Yardımcı olabildim mi bilmiyorum; ama istersen bir
daha görüşmeyebiliriz…
Sen gerçek misin ya?
Nasıl böyle birini tanıyamamışım ki ben yıllar boyunca. Neredeydin bunca
zamandır?
Çok özür dilerim. Yaklaşık dokuz saattir uyuyorum ve
birazdan uyanmak zorundayım. Ağladığıma bakma. Bir başka gece seni rüyama
tekrar çekeceğime inanıyorum ben. O zamana kadar kimseye gitme olur mu? Bütün
anlattıklarımı bir tek seninle yaşayacağıma söz veriyorum. Sadece vazgeçme
benden, bizden. Hoşça kal.
9 Kasım 2012 Cuma
Sevgilisiz Sonbahar
Bir süredir hareketli şarkılar için ne yapsam derken Christina'nın albümünün nette gezdiğini gördüm ve dinledim tek tek. O yüzden şu şarkıyla giriş yapmak en mantıklısı:
En sevdiğim şarkılarından biri oldu Christina Aguilera için. Sanırım bir süre şarkılarını dinleyeceğim...
Blog, sana yazmak istediğim o kadar çok şey var ki. Bazen diyorum bütün her şeyimi yazayım buraya. Sonra düşünüyorum o kadar özelimi paylaşmasam nasıl olur acaba? Neyse, yakın zamanlarda yaşadığım "date"ler için konuşmak gerekirse, tamamen birer zaman kaybılarmış. İnsanların aynı anda birkaç kişiyle flört edebiliyor olmasına ne demem gerektiğini bilmiyorum bile. Sessizce uzaklaşıyorum kendimi güvende hissetmediğim durumlarda. Son ilişkim de aynı şekilde bir zaman kaybı imiş. Bana bir şey katmamış. Aksine gördüğüm kadarıyla ben yığınla bakış açısı vermişim. Bir ilişkiden sürekli bir şeyler beklemek yanlış. Beklemiyorum da zaten; ama verdiğim şeyi almayı istiyorum ben. O dengeyi kaybettiğimiz sürece mutsuzluk hep kapıda olur. O zaman da birlikteliğin bir anlamı olmaz. Birini hayatıma alacaksam hayatımı daha fazla hüzünle doldurmamalı o kişi. Mutluluk katmalı bana, inanç katmalı, birine güvenmenin verdiği huzuru hissettirmeli. Aynı şekilde ben de dönüş yapmalıyım. Bazen fazlasını yaptığımı da düşünüyorum. Bilmiyorum. Son zamanlarda edindiğim tecrübeler bana daha da başka şeyleri düşündürdü. Değişime açık olmam gerekiyor. Değişime hazır olmalıyım artık. Korkmamalıyım. Öyle olmalıymışım yani. Düne kadar hayatıma biri alsam daha iyi olur diye düşünüyordum. Yanılmışım demek istemiyorum. Hala daha istekliyim o konuda. Hatta dün gece çok fazla duygusal bir hale büründüm. Kimseye bir kötülüğüm olmamasına rağmen, güzel şeyleri hak ettiğime inanmama rağmen, "azınlıktaki" insanlardan olduğumu bilmeme rağmen hala yalnız oluşum beni üzüyor. Sanırım daha zamanı var. Hep böyle dedim yine diyorum; sanırım daha zamanı var... Bekliyorum o yüzden.
Dün gece birinin bana dediği şeyi uyguluyorum. Buraya yazmamalıyım; herkes bilmemeli bence. Yoksa herkes yalnız kalmaya çalışır...
Bir de Gökhan var. O bana sarılmak ve öpüşmekle ilgili birkaç düşüncesini anlattı. Platonik sahneleri oluşturdu kafamda. Sanırım artık cidden kimseye ihtiyacım kalmadı. Bugün saat 3 gibi o sahneleri kafamda uygulamaya koyulacağım. Başarılı olursam eğer çok uzun bir süre idare edebilirim.
Yine de bil ki Blog, çok yoruldum insanlara değer vermeye çalışmaktan, anlamaya çalışmaktan. Birazcık homo sapiens edalarını koruyabilseler keşke karşıma çıkanlar, ben de üzülerek ayrılmasam sahnelerden her defasında...
4 Kasım 2012 Pazar
Kasım'da A*K?
* Ne oldu? Ne değişti yani? İstediğin bu muydu? Böyle bir şey miydi?
* Vazgeçmeyeceksin değil mi hiç? Hiç ama? Bir sefer olsun tamamen uzak kalamayacaksın, değil mi? İlla olacak bir şekilde, değil mi?
* Ne zamana kadar peki? Nereye kadar yani?
* Hep en çok sen düşüneceksin, değil mi?
Vazgeçmeliyim bence. Gerçekten. Artık gerçekten vazgeçmeliyim. Bırakmalıyım hepsini kenara, hayata gönderiliş amacım neyse onu bulup o şekilde devam etmeliyim yoluma. Belli ki olmuyor, belli ki beceremiyorum. Belli ki kendimi en güzel kandırdığım şey. Belli ki bir ben takıyorum kafaya bu mevzuyu. Belli ki bir ben kabulleniyorum aslında hepimizin aynı olduğunu. Aksi halde şu anda bu kelimeleri kullanan biri olmazdı burada. Yakınmazdı, belki en az bin kere yakındığı mevzudan.
Vazgeçmeliyim. Olmuyor. Bir yerde bozukluk çıkıyor. Yanlış rollerin içinde debeleniyorum sanırım. Sanırım 20 sene sonrasından gidiyorum bazı konularda. O yüzden oluşuyor bu tip şeyler. 24+20=44 e ölmüşüm ben. Bu saatten sonra sevmeyeyim en iyisi. Zaten hepsinin sonucu aynı. Değiştirmeye çalışsam da çalışmasam da aynı. Vazgeçelim biz Blog. Vazgeçelim sevmekten...
Yığınla derdim var. Var da yazamıyorum şuraya. Anlatıyorum, dinleyenlerim var çok şükür; ama ne fayda?.. Artık anlattıkça rahatlamıyorum. Daha da üzülüyorum, daha da fazla geliyor her şey. Daha çok bunalıyorum. İyimserlik konusunda aslında herkesten daha yüksek seviyelerdeyim; ama bu halim bile fayda vermiyor artık.
Eksik olan şey sevgi diye düşünüyorum bir süredir. Ondan tüm çabalamalarım. Sanırım yağlı bir zeminin üstünde bisiklet kullanıyorum. Boş yere pedalları çeviriyorum. Belki de bisikleti bırakıp biraz dinlenip; sonra da yürümeye çalışmam lazım.
Neyse Blog. Beni bu düşüncelerin hepsinden alıkoyan bir sevgi lazım bana. Beni yığınla düşüncelere iten bir sevgi değil.
dipnot: Bu yazımın fotoğrafı bana ait. Sanırım çektiğim fotoğraflardan yazıma eklediğim ilk fotoğraf.
* Vazgeçmeyeceksin değil mi hiç? Hiç ama? Bir sefer olsun tamamen uzak kalamayacaksın, değil mi? İlla olacak bir şekilde, değil mi?
* Ne zamana kadar peki? Nereye kadar yani?
* Hep en çok sen düşüneceksin, değil mi?
Vazgeçmeliyim bence. Gerçekten. Artık gerçekten vazgeçmeliyim. Bırakmalıyım hepsini kenara, hayata gönderiliş amacım neyse onu bulup o şekilde devam etmeliyim yoluma. Belli ki olmuyor, belli ki beceremiyorum. Belli ki kendimi en güzel kandırdığım şey. Belli ki bir ben takıyorum kafaya bu mevzuyu. Belli ki bir ben kabulleniyorum aslında hepimizin aynı olduğunu. Aksi halde şu anda bu kelimeleri kullanan biri olmazdı burada. Yakınmazdı, belki en az bin kere yakındığı mevzudan.
Vazgeçmeliyim. Olmuyor. Bir yerde bozukluk çıkıyor. Yanlış rollerin içinde debeleniyorum sanırım. Sanırım 20 sene sonrasından gidiyorum bazı konularda. O yüzden oluşuyor bu tip şeyler. 24+20=44 e ölmüşüm ben. Bu saatten sonra sevmeyeyim en iyisi. Zaten hepsinin sonucu aynı. Değiştirmeye çalışsam da çalışmasam da aynı. Vazgeçelim biz Blog. Vazgeçelim sevmekten...
Yığınla derdim var. Var da yazamıyorum şuraya. Anlatıyorum, dinleyenlerim var çok şükür; ama ne fayda?.. Artık anlattıkça rahatlamıyorum. Daha da üzülüyorum, daha da fazla geliyor her şey. Daha çok bunalıyorum. İyimserlik konusunda aslında herkesten daha yüksek seviyelerdeyim; ama bu halim bile fayda vermiyor artık.
Eksik olan şey sevgi diye düşünüyorum bir süredir. Ondan tüm çabalamalarım. Sanırım yağlı bir zeminin üstünde bisiklet kullanıyorum. Boş yere pedalları çeviriyorum. Belki de bisikleti bırakıp biraz dinlenip; sonra da yürümeye çalışmam lazım.
Neyse Blog. Beni bu düşüncelerin hepsinden alıkoyan bir sevgi lazım bana. Beni yığınla düşüncelere iten bir sevgi değil.
dipnot: Bu yazımın fotoğrafı bana ait. Sanırım çektiğim fotoğraflardan yazıma eklediğim ilk fotoğraf.
22 Ekim 2012 Pazartesi
Pazartesi, Oh Pazartesi!
Yalan Dünya'daki Nurhayat gibi "Aellaaahııııaaammm!" şeklinde bir 3-4 gün geçirmekteyim. Merak edilmesin hepsi, her dakikası hatta her saniyesi çok iyimser, çok pozitif, çok renkli ve çok tutkulu(!) olan bir zamanlar silsilesi bahsettiğim.
Mojito içtim.20-10-2012 Allah sizi inandırsın, içerken fark etmedim de içtikten sonra yine saçma salak bir gülümsemeler, aptal aptal flört edasında konuşmalar dalgasına girince anladım ne kadar etki ettiğini. Zaten şekerli ve buzlu şekilde içilen alkollü içeceklerin etkileri böyle oluyormuş genelde. Güzeldi yani. İlginç bir hafta sonu idi, eğlendim bolca. Fark ettiğim şeyler oldu yine.
Ablamın doğumu var bu haftaki konularım arasında. Henüz ikinci kez dayı olmadım; ama muhtemelen yarın doğurması planlandığı için. Bir adet kız yeğenim daha olacak diye düşünmekteyim. Yani bu hafta dayı olma haftası. *alkış*
19 Ekim'den beri iyimserliğim hakim. Pozitif bir şekilde dolanıyorum; ama Pollyanna modunda değilim bu sefer. Çünkü o hallerim çok "kısa" sürüyor. Ve tamamen geçici/sahte tavırlar içinde. Şimdi iyiyim. Neden böyleyim diye sormuyorum. Çünkü sorasım yok, daha doğrusu sormakla zaman kaybetmek bile istemiyorum. Beklentiye girmiyorum o tarihten beri hiçbir şey için. Hiçbir şey: Beni özel hissettirmeyen, zamanımı çalan, değer verdiğini düşünmediğim, bana bir şey katmayan şeklinde tanımlanabilir. Aksi halde bir büyük hayalim var şu anda. Onu gerçekleştirmeyi hedefliyorum önümüzdeki zaman içerisinde. Bir yandan da rutin planlarım için çalışıyorum. Ha bir işe girip çalışsam daha iyiydi; ama eskisi gibi onun da etkisi altında ezilmiyorum. Yani zorlamıyorum, olursa çalışırım gayet güzel bir şekilde. Askerliğimi tecil ettirdiğim için rahatım bir anlamda. Öyle de denebilir. Bu yazımdan sonra da, 19 Ekim'den de sonra olduğu şekilde, hiçbir zaman, hiçbir şekilde hiçbir türdeki sorunumu birileriyle paylaşmama kararı aldım. Sebepleri ve sonuçları tamamen bende saklı.
Bir de geçenlerde bir mesaj aldım Facebook üzerinden. Bloguma ulaşmış biri, yazdıklarımı okumuş, beğenmiş. Sonra uzunca bir mesaj atmış Facebook profilime ulaşıp. Çok teşekkür ederim kendisine. Mutlu oluyorum ben bu şekilde aldığım mesajlardan dolayı. Çünkü bir yerlerde ben gibi düşünen birilerinin olduğuna inanıyorum; ama böyle seslerini duyduğum zaman inancım daha da pekişiyor.
Pazartesileri bir başlangıçtır. Psikolojik olarak hep bununla uyandık Pazartesi sabahlarına. Hani Pazartesi gününden nefret eden yığınla insan var. Haklılar da; ama bence pozitif başlarsak o şekilde devam edebiliriz. Ne olmuş paranız yoksa? Ne olmuş işiniz boka sardıysa? Ne olmuş lanet olası bir sevgiliniz yoksa? Ne olmuş sınavlarınız kötü geçiyorsa? Ne olmuş arabanızın ciddi bir hasarı var ve size yığınla fatura çıkardıysa? Ne olmuş bir yakınınızı kaybettiyseniz? Ne yapacaksınız? Oturup günlerce yas mı tutacaksınız? Ağlayıp sızlayıp; bir yerlerde kör olana kadar alkol mü içeceksiniz? Kendinizi, o kıymetli yüreğinizi uzak mı tutacaksınız dünyadan? Değer mi geçmişte olup bitmişler için şu anı ısrarla kötü geçirmeye? Değmez. Değmesin.
İyi haftalar bana, sevgili Bloguma ve bana ulaşan herkese!
Mojito içtim.
Ablamın doğumu var bu haftaki konularım arasında. Henüz ikinci kez dayı olmadım; ama muhtemelen yarın doğurması planlandığı için. Bir adet kız yeğenim daha olacak diye düşünmekteyim. Yani bu hafta dayı olma haftası. *alkış*
19 Ekim'den beri iyimserliğim hakim. Pozitif bir şekilde dolanıyorum; ama Pollyanna modunda değilim bu sefer. Çünkü o hallerim çok "kısa" sürüyor. Ve tamamen geçici/sahte tavırlar içinde. Şimdi iyiyim. Neden böyleyim diye sormuyorum. Çünkü sorasım yok, daha doğrusu sormakla zaman kaybetmek bile istemiyorum. Beklentiye girmiyorum o tarihten beri hiçbir şey için. Hiçbir şey: Beni özel hissettirmeyen, zamanımı çalan, değer verdiğini düşünmediğim, bana bir şey katmayan şeklinde tanımlanabilir. Aksi halde bir büyük hayalim var şu anda. Onu gerçekleştirmeyi hedefliyorum önümüzdeki zaman içerisinde. Bir yandan da rutin planlarım için çalışıyorum. Ha bir işe girip çalışsam daha iyiydi; ama eskisi gibi onun da etkisi altında ezilmiyorum. Yani zorlamıyorum, olursa çalışırım gayet güzel bir şekilde. Askerliğimi tecil ettirdiğim için rahatım bir anlamda. Öyle de denebilir. Bu yazımdan sonra da, 19 Ekim'den de sonra olduğu şekilde, hiçbir zaman, hiçbir şekilde hiçbir türdeki sorunumu birileriyle paylaşmama kararı aldım. Sebepleri ve sonuçları tamamen bende saklı.
Bir de geçenlerde bir mesaj aldım Facebook üzerinden. Bloguma ulaşmış biri, yazdıklarımı okumuş, beğenmiş. Sonra uzunca bir mesaj atmış Facebook profilime ulaşıp. Çok teşekkür ederim kendisine. Mutlu oluyorum ben bu şekilde aldığım mesajlardan dolayı. Çünkü bir yerlerde ben gibi düşünen birilerinin olduğuna inanıyorum; ama böyle seslerini duyduğum zaman inancım daha da pekişiyor.
Pazartesileri bir başlangıçtır. Psikolojik olarak hep bununla uyandık Pazartesi sabahlarına. Hani Pazartesi gününden nefret eden yığınla insan var. Haklılar da; ama bence pozitif başlarsak o şekilde devam edebiliriz. Ne olmuş paranız yoksa? Ne olmuş işiniz boka sardıysa? Ne olmuş lanet olası bir sevgiliniz yoksa? Ne olmuş sınavlarınız kötü geçiyorsa? Ne olmuş arabanızın ciddi bir hasarı var ve size yığınla fatura çıkardıysa? Ne olmuş bir yakınınızı kaybettiyseniz? Ne yapacaksınız? Oturup günlerce yas mı tutacaksınız? Ağlayıp sızlayıp; bir yerlerde kör olana kadar alkol mü içeceksiniz? Kendinizi, o kıymetli yüreğinizi uzak mı tutacaksınız dünyadan? Değer mi geçmişte olup bitmişler için şu anı ısrarla kötü geçirmeye? Değmez. Değmesin.
İyi haftalar bana, sevgili Bloguma ve bana ulaşan herkese!
18 Ekim 2012 Perşembe
Neden Ben'lerde Son Durum
Sabahlara kadar yazma isteği var içimde. Dışarıda
yaşayamadığım her şeyi yazma arzusu var içimde. Gözlerim bozulana kadar,
parmaklarım kopana kadar yazmak istiyorum. Litrelerce kahve tüketip; her türden
müzikle beynimin hiçbir şeyi algılayamayacak duruma gelmesine kadar yazmak
istiyorum. Beni anlayan bir kişi çıkana kadar yazmak istiyorum. Böyle deyince
sonsuza kadar yazacakmışım gibi hissediyor oluşum da beni benden alıyor sevgili
Blog.
Hedeflerim sürekli değişmiyor aslında. Ben mi sürekli
değişiyorum? Hımm bence çevremdekiler sürekli değişiyor. Ya da dur, öyle değil.
Ben daha iyi görüyorum çevremdekileri. Sahip olduğum tüm elektronik cihazların
yeni özelliklerini keşfediyorum. Arkadaşlarımın normalde görmek istemediğim
yanlarını görüyorum. Üzüntü ve sevinç arasında gidip geliyorum. Sessizce
izlediğim durumlar da oluyor. Sinirlendiğimdeki ses tonumu kontrol ettiğim
durumlar da oluyor. Gülüp geçtiğim durumların olmayışına kızıyorum biraz şu
sıralar. “S*ktir et ya” diyemeyişlerim bazen beni de üzmüyor değil.
Önümde 1000’er sayfalık 2 adet kitap var. Ve 24 gün var.
Başarı oranımın nasıl olduğu konusunda belki de kendimi sınayabileceğim en
güzel 24 gün belki de bu. Hiçbir şey olmamışçasına böyle duruşlarım beni bile
şaşırtmıyor değil.
2. iş görüşmemi de geçirdim Blog. Aslında ikinci iş
görüşmemdeki iş için çok verimli olabildiğime inanıyordum; ama velhasıl
“hayatta ne yapmaktan çok hoşlanırsın?” gibi bir soru yerine “metin yazarlığı
konusundaki isteklerini bana hissettirebilir misin?” gibi bir soru sorulsaydı; daha
anlaşılabilir bir “iş görüşmesi” geçirebilirdim. Zira kimseye “senin büyük bir
acı yaşadığını görüyorum ben” gibi bir şey söylemek yerine başka türlü yaklaşabilirdi
insanlar. Kelimeleri or*spu yapmaktansa onlara 13 yaşında olan ve kraliçelik
tahtına hazırlanmakta olan bir leydi olarak yaklaşma taraftarı olmuşumdur hep.
En değerli kavramlarımdan biri olarak gördüğüm şu kelimelere daha fazla değer
veriyorum binlerce insandan. Yine de “boşver” diyebilecek kadar takmadığımı
düşünüyorum.
Eski sevgiliye mesaj atma konusunda üstüme yoktur Blog. Eski
sevgili verilen mesajı anlamadığı sürece yine yapacak bir şeyimin olmadığını
görmekte de üstüme yoktur Blog. Zira cidden artık yapabileceğim her şeyi
yaptığımı düşünerek sahneden ayrılıyorum.
İsveç ya. Sen ne güzel ülkesin öyle. Deniz kenarında soğuk
bir hava. Yazları boğmayan bir nem. Sen ey güzel ülke, beni de alsana içine?
Beni burada kimse anlamıyor. Ne ailem ne de iş görüşmesi sonucu bana iyi ve
kötü gerçek hallerini gösteren arkadaşlarım.
“Çeken bilir” türünden birkaç derdim var. O dertlerime derman olur
musun? Hadi bana bir güzellik yap. Lütfen.
Kahvem bitmiş Blog. Yenisini yapmak istemiyorum. Ya da
yapabilirim bilmiyorum; ama yazımı sonlandırmak istiyorum. Üzgünüm. Ve üzgünüm
kanserli birinin hikayesini paylaştığım için üzgünüm. Bütün derdimi dinlediğin
için üzgünüm. Beni sorgusuz/sualsiz sevdiğin için üzgünüm…
Buyrun hikayemize:
~~~~~*~~~~~~*~~~~~~*~~~~~~*~~~~~~*~~~~~~~
Kimsenin, kanser olduğunu bilmesini istemediği, birinin hikâyesini
anlatacağım. Aslında o da bilmek istemezdi… Kim derdi ki bir kan tahlilinin o
safhaya getireceğini işleri? Sessizce doktorun gözlerinin içine bakıyordu
anlamsızca ve çaresizce. Kanser olduğunu öğrendiğinde öyle filmlerdeki gibi
hayatı bir film şeridi gibi geçmemişti önünden. Sadece büyük bir boşluk vardı
kafasının içinde. O sürekli dert yandığı kalbinde büyük bir sessizlik vardı.
Sadece ağzını açabildi bir iki kelime söyleyebilmek umuduyla. Gözlerini bile
kırpmıyordu. Doktorun “iyi misiniz beyefendi?” diye sorduğunu duyar gibiydi.
Sonrasını hatırlamıyordu bile… Aynı kutup sessizliğinde hastaneden ayrılmış;
cebinde ne kadar parası olduğunu bilmeden ilk bekleyen taksiyle eve gitmişti.
Kapıyı çaldığında, annesi vardı karşısında. Ablasında geçirdiği zamanları
anımsadı bir anda. Saçma sapan oradan oraya koşuşturmalarını hatırladı. Eve
girdiğinde duş alma bahanesiyle banyoya gitmişti. Suyun altında ne kadar süre
boyunca ellerine anlamsızca baktığını hatırlamıyordu bile. “Yok olup gidiyorum “ diye düşünüyordu belki
de. Kim derdi ki bir gün onca yaşanan şeyden sonra sonucun basit bir kanserli
hücreyle kapısını çalacağını o fotoğraflarda gülümseyen kişinin…
Bir süre kendine acıdı. Üzüldü, ağladı. Sonra sustu. Belki
de bundan sonraki rolü sessiz kalmak olacaktı hayatına devam ederken. Pislik
bir dünyanın içinde minicik bir sevgi umuduna bile sahip çıkabilen bir kişi
nasıl bir anda nefes almanın bile değersiz hale geldiğini hissedebilirdi ki
derinden. Nasıl yatabilirdi geceleri artık? Yine eski sevgilisiyle bir yerde
tekrar bir araya gelme hayallerini kurabilir miydi? Sabahları kalktığında
tekrar diyete başlayıp; akşamları bulduğu tüm abur cubur şeyleri yiyebilir
miydi? Aynı heyecanla bekleyebilir miydi her hafta etkileyici bir finalle biten
Amerikan dizilerini? Şimdi ne yapacaktı?
Cevap veremiyordu artık hiçbir soruya; ama çok iyi bir
yanını keşfetmişti: Çok iyi rol yapıyordu. Hiçbir şey olmamışçasına gülücükler
atıyordu etrafına. Arkadaşlarıyla buluşuyor, aşkın bulunması zor bir şey
olduğuna inandığını düşündürüyordu arkadaşlarına. Hayatla boğuşmaya
çalışıyormuş gibi gösteriyordu kendini. Para kazanmak için oraya buraya iş görüşmesi
diye koşuşturuyordu. Kimse bilmiyordu
kanser olduğunu. Kimsenin aklının ucundan bile geçmiyordu. Bir derdi vardı; ama
anlayamıyordu kimse. Kendi yazdığı senaryoyu oynuyordu. Her şeyini
anlayabilecek tek kişi olan annesi bile fark etmiyordu içinde olup bitenleri.
Henüz ileri seviyelere geçmemişti hastalığı. Doktor ona
başka bir doktora da görüşmesini söylemişti; ama belki yeni bir tedavi yöntemi
vardır ümidiyle. Çünkü çoktan tanısı koyulmuştu kanser olduğunun. O sadece
ailesine ve çevresine daha fazla rahatsızlık vermemek için sessiz kalmaya
çalışıyordu. Her şeyin gelip geçici olduğunu söyleyen kişilerin sesleri
yankılanıyordu beyninde. “Ne kadar da haklıymışlar, keşke hiçbir şeye
üzülmeseymişim; keşke şimdiki gibi rol yapsaymışım; keşke geçen onca yılımı
daha dolu yaşasaymışım” diye düşünürdü geceleri yatağına yatmadan önce.
Geçmişteki anıları onu şimdi de yalnız bırakmıyordu. En
büyük destekçisiydi belli ki. Yaşadığı ilişkiler, hayatına girmiş insanlar,
kurduğu diyaloglar, gezip gördüğü yerler… hepsi ölüm korkusunu bastırmak
istermişçesine aklının bir köşesinde, düşüncelerini rahatlatmak için uygun anı
kolluyordu. Yine de ağlayamıyordu. Hiçbir şey onu ağlatmıyordu artık. Öğrendiği
zamandan iki ay geçmesine rağmen bir kez olsun oturup saatlerce ağlamamıştı.
Oysaki bir filmde aynı rolü yaşayan birini izlese yapacağı ilk şey ağlamak
olurdu; ama kendi için bunu yapamıyordu. Sadece sessizce bekliyordu. Zamanı
kolluyordu. Acaba ne zaman hastalığı onu yatağa düşürecek diye bekliyordu. O
zaman anlaşılırdı her şey. Bir anda herkesin etrafında olduğu, herkesin yardım
etmeye çalıştığı, üzüldüğü, ağladığı, sabahlara kadar dua ettiği zamanlar
başlardı. O bunu istemiyordu. Kimsenin kendisi için daha fazla zarara girmesini
istemiyordu. Bugüne kadar zaten insanları yorduğunu düşünüyordu. Bundan sonrası
için sadece huzur istiyordu kendisi ve çevresindekiler için… Ettiği tek dua,
olabildiğince ölüme yakın bir zamanda anlaşılmasıydı kanser olduğunun.
Tedavinin sadece ömrünü 1-2 sene uzatacağını öğrenmesinden itibaren dilediği
tek şey bu olmuştu…
Zaman onun için daha hızlı geçiyordu artık. Hiçbir şey onun
içinde sönen ışığı tekrar aydınlatamıyordu. O da farkındaydı artık bir sona
yaklaştığının. Şimdilerde yine aynı sessizlikle Azrail’in gelmesini bekliyordu.
Hiçbir kimseye, hiçbir umuda tutunamıyordu. Kimseyle paylaşamıyordu
hastalığını. O da biliyordu sihirli bir değneğe kimsenin sahip olmadığını.
Bekliyordu. Neden seçilmiş kişinin o olduğunu anlamaya çalışıyordu. Bir gün
ondan da vazgeçene kadar…
~~~~~*~~~~~~*~~~~~~*~~~~~~*~~~~~~*~~~~~~~
9 Ekim 2012 Salı
Sonbahar Geldi Değil Mi?
3 gündür farklı geçiyor hayatım. Tekrar kalabalık İstanbul'a doğru gelişim, nasıl bir hedefle girdiğimi düzgünce anlamadığım ÜDS, hayatımdaki tecrübe edindiğim ilk iş görüşmesi... Şimdi her şeyi yaşamış bir insanın sessizliği var içimde. Çok sessiz her şey. Korkuyorum bu sessizlikten. Acaba ölecek miyim? Yoksa gerçekten o zaman geldi mi? Hazır mıyım?.. Aslında dünden razıyım ölüm gibi bir sonuca. Hayattan beklentim yok değil; aksine çok şey bekliyorum. Öyle hedeflerim, planlarım, ideallerim var ki tek tek yazsam bitiremem. Çok oldukları için seçemiyorum sanırım birine yönelmeyi. Bahanem de hazır.
Severken gurur olmaz, bence. Severken yalan olmaz. Severken ben-sen olmaz, bence; biz olur... Şimdi korkularım daha da artıyor. Biz diyemiyorum artık kimselere. Biz diyenlere güvenemiyorum. Biz deyip şimdi sen bile demeyen kimselerin uzaktan etkisini yaşıyorum. Birileri için "O" olmak zoruma gitmiyor da kendimi bu yere koydurduğum için üzülüyorum. El değmemiş, bozulmamış bir avuç sevgimi harcadığım için üzülüyorum. Anlaşılamadığım, unutulduğum, harcandığım için üzülüyorum. Yine de en büyük korkum bir daha birine seni seviyorum diyemeyecek oluşumdan yana. Duymasına duyarım. Çünkü bugüne kadar herkes öylesine savurdu bana sevgilerini. Ya da yanlış anladılar sevme ifadesini onlar. Ben birine seni seviyorum deyip de uzaklara düştüğümde dünyamın dengesi bozulmuştu. Kolay kolay vazgeçen biri değilim ben. Şimdi kendi yalnızlığımdaysam vazgeçilmiş olduğumdandır.
Sıla'nın yeni albümü çıktı bugün. Şimdiye kadar uzun bir süre Sóley dinleyerek geçti zamanım. Bugün şu şarkıyla bağladım duygusallığa yeniden:
"Niye gidemiyorum biliyor musun
Çünkü emek verdiysen zor
Meydan okuma öyle hemen
Dur neden diye sor
Niye susuyorum anlıyor musun
Çünkü anlattıkça zor
Bükme dudağını hemen otur
O zaman hesabını sor
Çok sevdiğimden değil zor sevdiğimden
İyi günde burdasın dar günde yoksun neden
Güler ömür ağlar ömür
Farkında olmayız geçer ömür
Güler ömür ağlar ömür
Farkında olmayız geçer ömür
Çok sevdiğimden değil zor sevdiğimden
İyi günde burdasın dar günde yoksun neden"
Ne güzel sözleri var. Yaşadıklarımın en güzel ifade edilmiş hallerinden biri bu şarkı. Sözleri çok genel aslında; ama en önemli kısımları almış gibi adeta.
Yarım kalınca üzülüyorum ben. Yarım bırakılınca daha da üzülüyorum. Çaba harcamadığımdan değil; istenmediğim yerde duramıyorum. Neden durayım ki? Yarım kalmış bir halde neden kalayım ki? Emek verince bir şeylere, neden çekip gideyim ki diye düşünüyor insan. Şarkıda da onu diyor...
3 gündür moralim bozuk. Üzgünüm. Suratımda bir saçma salak sonradan yapıştırılmış bir gülümseme, ses tonumda arşivlerden çıkardığım bir normal hal sesi, gözlerimde çöl taklidi var; ama içimde büyük bir sessizlik, korku ve hüzün var. Üzgünüm sadece.
28 Eylül 2012 Cuma
Ne Var Ne Yok?
Mezuniyetimden sonraki hallerim tadımdan yenmez o derece. Ağızda acı ve ekşi bir tat bırakabilir aynı zamanda. Yine de sakin kalmaya ve gülümsemeye çalışıyorum. Bir süredir yazamayışımın nedenleri arasında yazmak istemeyişim, İstanbul'daki buluşmalarım, sınava hazırlanışım gibi nedenler var. Sakin ve sessiz bir şekilde, çok düşünmemeye çalışıyorum şu sıralar. Ne kadar başarılı olduğum tartışılır... Bu duruma ek olarak 1-2 ay öncesinde yaşadıklarımın artık beni hiçbir anlamda etkilemiyor oluşu "acaba duygusuzlaşmaya mı başlıyorum artık?" diye düşündürmüyor değil. Ya da şu sıralar birçok kişiye dediğim gibi, kafam o kadar gelecek planlarıyla meşgul ki duygusal hiçbir şeye karşı reaksiyon gösteremiyorum... Rahatsız değilim bu konudan aslında; aksine mutluyum. Çünkü genelde yalnızlığımdan yakınır durumlardayım. Anlaşılamamaktan vs. bildiğin gibi Blog.
Blog demişken, dün bütün gün blogumun tasarımıyla uğraştım. Sitelerde gezerken çok şeker bir bloga denk geldim; benimkini de ona benzettim ve ortaya bu harika sade ve güzel blog çıktı. Üst taraftaki banner işini en sona bırakmıştım. Çünkü uygun bir şey bulamamaktan korkuyordum ki yine sitelerde gezinirken bir grafikerin çizimlerine denk geldim ve iki çizimini kullanarak blogumun en tepesindeki banner resmini ayarladım. Çok da güzel oldu. Dünden beri bakıp bakıp "ooy ne de güzel oldu blogum" diyorum. Hani gelen giden yok bloguma ya da var ben bilmiyorum; ama 4-5 senedir aktif olarak yazıyorum ve bir gün "ya keşke ziyaretçilerim çok olsaydı" derdine girmedim hiç. Zira bana en büyük kazanç gelip buraya yazıyor oluşum. O da mesut bahtiyar ediyor yeteri kadar. Ha gelenlere de yok demem tabii ki.
İstanbul turumu tamamladıktan sonra, annem ve babamla şuradaki devremülkümüze geldim. Pazartesiden beri tatil modundayım.Ne zaman çıktım ki zaten tatil modundan... Kafamı tamamen boşaltmaya çalışıyorum burada. Başarılı olacağım bu sefer. Umarım.
Şu sıralar fazla bir ilgi var bana karşı. Neden bilmiyorum; ama korkutucu boyuta gelmeye başladı, onu biliyorum. Yine de insanlardan yana fazla beklentiye girmemeye çalışıyorum. Bu şekilde daha az üzülürüm belki. Bir de fark ettim ki daha ağır ve emin adımlarla yaklaşıyorum insanlara. İlgisizliğe düşecek her durumda uzaklaşıyorum oradan hemen. Çünkü 5-6 aylık bir şey için bile hayatını boş yere geçirmek istemeyen biriyim ben.
Ah bir de şuna değinsem aklıma gelmişken iyi olur. İki gündür Sóley isimli bir sanatçıyı keşfettim ve feci halde dinliyorum. Örnek bir şarkısı da şu şekilde mesela:
Blog demişken, dün bütün gün blogumun tasarımıyla uğraştım. Sitelerde gezerken çok şeker bir bloga denk geldim; benimkini de ona benzettim ve ortaya bu harika sade ve güzel blog çıktı. Üst taraftaki banner işini en sona bırakmıştım. Çünkü uygun bir şey bulamamaktan korkuyordum ki yine sitelerde gezinirken bir grafikerin çizimlerine denk geldim ve iki çizimini kullanarak blogumun en tepesindeki banner resmini ayarladım. Çok da güzel oldu. Dünden beri bakıp bakıp "ooy ne de güzel oldu blogum" diyorum. Hani gelen giden yok bloguma ya da var ben bilmiyorum; ama 4-5 senedir aktif olarak yazıyorum ve bir gün "ya keşke ziyaretçilerim çok olsaydı" derdine girmedim hiç. Zira bana en büyük kazanç gelip buraya yazıyor oluşum. O da mesut bahtiyar ediyor yeteri kadar. Ha gelenlere de yok demem tabii ki.
İstanbul turumu tamamladıktan sonra, annem ve babamla şuradaki devremülkümüze geldim. Pazartesiden beri tatil modundayım.
Ah bir de şuna değinsem aklıma gelmişken iyi olur. İki gündür Sóley isimli bir sanatçıyı keşfettim ve feci halde dinliyorum. Örnek bir şarkısı da şu şekilde mesela:
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)