15 Ağustos 2013 Perşembe

Psikolojik Görüşmeler

"Hayatımda bunu da yapmadım demem" diyeceğim şeylerden birini yaptım belki çoğu insana göre ve psikiyatrist ile görüştüm...

1 haftadır yoğun her şey. Bende değil; ama ailemde bana karşı her şey yoğun. Hem diken üstündeyim hem de pamukların üstündeyim gibi yaşıyorum Blog.

Görüşmemden bahsetmeliyim. İsmini vermeyeceğim bir yere gittim ablamla. Önce basit bir test çözdüm kişiliğime dair. Sonra psikiyatristimle görüştüm. Ne kadar süre konuştuğumu hatırlamıyorum; ama özellikle son 1 sene içinde beni rahatsız eden ve öncesinde rahatsız eden her şeyi anlattım. Tabii 1 hafta önce olup bitenleri de. 1-2 ayrı test daha istedi benden. Bir de 2 tane ilaç yazdı ve psikoterapi almam için psikologa sevketti. O kısımlar 1-2 hafta sonra olacak tabii.

İlaçlarımı yarından itibaren almaya başlayacağım Blog. Bugün sanırım artık her şeyi sıfırladım. Yarın boş bir sayfayla devam edeceğim hayatıma. Tamamen, her konuda boş bir hayata...

Durumlar çok karışık ailem konusunda. Sanırım artık tamamen yanımda olduklarından eminim her konuda. Birkaç konuda belki yine tartışılır; ama iyiyiz, sanırım. Yine de bugün annemle telefonda konuşup, her şeyi benim ağzımdan duyması, galiba anneme çok iyi geldi Blog. Çünkü annem kafasında o kadar fazla şey kurgulamış ki... Ablam bana söylediğinde hem güldüm hem de üzüldüm. Güldüm; çünkü yapmayacağım şeyler. Üzüldüm; çünkü annem çok fazla üzülmüş, psikiyatriste gitmiş sinirleri aşırı derece hırpalandığı için. İlaç yazmak istemiş doktor; ama annem istememiş. Babam ne yapıyor acaba? Onu merak ediyorum Blog. Annem ve babamla ilgili tek temennim; annemin benimle bugün konuşmasından sonra büyük bir oranda rahatlayıp, babamı da iyi hale getirmesi yönünde. Bunlar benim canımı acıtıyor ve aslında canımı çok yakması gereken şeyler; ama şu anda o kadar farklı bir durumdayım ki tek düşündüğüm artık bu sefer her şeyin dibinde oluşum ve artık her zamankinden daha da yükseğe çıkmam gerektiğidir. İnşallah da öyle olacak.

Annemle telefonla konuşurken anneme dedim ki "ben bu yaşıma kadar hepsini tek başıma atlattım. Hepsini hem de. Ve bir kez olsun birinin yardımına başvurmadım. Şu anda belki bunun eksikliği var; ama yine de ben yoldan çıkmadıysam ve hala yaşıyorsam, bu benim psikolojik ve inanç olarak ne kadar güçlü olduğumun göstergesidir" Annem bir de buna üzülüp ağladı. "Niye bana söylemedin?" dedi. Nasıl söyleyebilirdim ki...

Bu durum başıma ekstra bir ceza gibi gözükse de belki de her şeyi daha güzel, daha rahat, daha iyi yapacaktır diye inanıyorum. İnanmak istiyorum.

Doktorumun bana koyduğu teşhisi söylemek istemiyorum. Çok klasik bir teşhis; ama yine de şunu belirtmeliyim daha açık olması adına; doktoruma bipolar bozukluğumun olduğundan bahsetmiştim; ama onun değerlendirmesi sonucu, benim gibi insanların genelinde basit bir seviyede olduğunu söyledi. Düşündüğüm/düşünüldüğü(!) kadar değilmiş yani. Verdiği ilaçların etkilerini de biliyorum ve eksiklerimi kapatacağına da inanıyorum.

Böyle işte Blog. İstanbul'dayım. Arkadaşlarımın haberi yok. Ailemleyim. Yeni bir şeylere başlama yolundayım belki de... Ve her zaman dediğim gibi, her ne kadar, fiziksel anlamda ailem en azından yanımda bulunsa da, hepsini kendi başıma, yalnız çekiyorum. Sanırım böylece bir sevgilinin gerekliliği ile ilgili düşüncelerimi tekrar gözden geçirmeliyim. Belki böyle yalnız daha mutlu olurum. Çünkü öbür türlü karşımdakinin güvenini sorgularken yorulacağım fazlaca. Ya da bulamadığım ilgiden, göremediğim değerden dem vuracağım sürekli... Çok bir şey de beklemiyordum hiçbir ilişkimden; ama sanki dağları yaratmasını bekliyormuşum gibi tepki görüyorum verdiğim sevgiye, aşka, ilgiye karşı... Bu sanırım arkadaşlarımın çoğunluğu için de geçerli.

Garip bir zaman yani şu zamanlar. Ve yalnız geçirdiğimden daha da farklı geçiyor.

dipnot: Geçen hamburger yedim. Allamallam, nasıl özlemişim. Sanırsın ki yemedim aylardır. Ablamgile de alırım bahanesiyle, bilmem kaç tane beğendiğim soslardan aldım. Viaport'daki Mcdonald's'ın kasiyerinin şaşkınlık ifadesini unutamam. Çok komikti. Gülüştük ve ben "ama hepsi için alıyorum" dedim. Verdi tabii ki. Ben gibi tatlı birini kim reddedebilir?

13 Ağustos 2013 Salı

Kötüyüm...

Çok şey oldu Blog. Şu son 7 gün içinde çok şey oldu ve olmaya da devam ediyor...

Sadece telefon numaramı yenileyip, eskisini iptal ettirip, ailem dışında kimseye vermiyor oluşum; Facebook ve Twitter'ımı yenileyip, yine kimseye vermiyor oluşum; hiçbir arkadaşımla, hiçbir şekilde iletişim kurmuyor oluşum; eski sevgilimin, onlarca kez ayrılışımızdan sonraki son ayrılışımızdan sonra daha da uzaklaşıp bir şeyleri daha da yitirmemize neden oluşu ve benim güvenimi kazanmak için hiçbir şey yapmayışı... sadece bunlar değil şu son 7 günde gerçekleşen ve devam eden şeyler.

Koca bir, benim için ruhsuz, bir Ramazan ayı geçti. Ben artık daha da iyimser olmak için fazladan çaba gösterir oldum. Israrla kimsenin anlamayışını umursamayı reddettim. Neden? Ne ben ne de başkaları yorulmasın diye. Hata ettiğimi düşünmüyorum. Sonuçta geçen zaman içinde olanlar, sorunlarımı çekerken her sefer ve her zaman yalnız olacağımı, hiçbir zaman hiçbir kimsenin benim yanımda olmayacağını daha da iyi gösteriyor...

Bayram arifesinde oldu her şey. 7 Ağustos'u 8'e bağlayan gecede, sabah saat 5'e kadar, annem ve ablamgille olan diyalogumdan bahsediyorum olup bitenlerle ilgili. Bir ara ablamgille paylaşmayı düşündüğüm; ama daha sonra tamamen vazgeçtiğim, belki de en gizli sırrımı, ağlayarak söyledim onlara. Bugüne kadar çektiklerimin sadece hiperhidrozis ya da geleceğimin karamsarlığından ibaret olmadığını anlamaları dışında, başka hiçbir şey anladıklarını düşünmüyorum. Her ne kadar şu anda İstanbul'da olsam da, önümüzdeki günlerde psikologa gidecek olsam da, içlerinden geçirdiklerini, üzüntülerini anlayabiliyorum. Hiçbir şeyin güllük gülistanlık olmayacağını ben de biliyorum tabii ki; ama niyeyse, konu insanlar ve sevgi olunca, çok naif bakıyorum sanırım her şeye. Daha iyimser, daha umutlu oluyorum. Belki hata ediyorum. Emin değilim...

Annemin üzüntüsü, babamın, onunla ilgili söylediklerimden sonraki üzüntüsü, ablamların birinin kuzeye, diğerinin kuzey doğuya bakan düşünceleri, eniştemin beni anlamaya çalışmaları... Öte yandan, benim ısrarla halimden memnuniyetim ve psikologlara ödenecek seans başı 300 lira civarında olacak paralar... Öte yandan, içimdeki "belki bu şekilde artık istediğim şeyi elde etmek için kendimdeki güce daha fazla sarılırım" düşüncesi... Kafam allak bullak. Hepsinden öte, benim duygusal dünyamın maddeci hale döndüğüne dair hislerim ya da yok olacağına dair korkum...

Bilmiyorum Blog. İsyan etmiyorum, etmedim de hiç. Bazen neden ben diye sorduğum oluyor ya hani, odur belki tek isyan etiketi.

En önemlisi de nedir biliyor musun? Diğer sorunlarımda nasıl yalnızsam, şimdi de öyle yalnızım. O yüzden bundan sonra kimse beklemesin benden, duygulara karşı mantıklı bir yaklaşım.

Bu sefer ailem dışında yalnızım Blog. Emeği geçenler mi diyeyim, yanımda olduklarını hissettiremeyenlere mi diyeyim ya da gerçeği bana bu şekilde gösteren Allah'ıma mı diyeyim... bilmiyorum; ama teşekkür ederim.

6 Ağustos 2013 Salı

Ne var ne ÇOK?


Benim hayatıma doğabilecek güneş tamamen yukarıdaki fotoğraftaki gibi olur. Oluyor da. Ne renk ne sıcaklık ne de ışık falan. İlginç değil mi Blog?

Ev kalabalık. İki tane kız yeğen, 2 abla ve 1 enişte. Çarşamba +1. Sonra ortalık dağılıyor bayram sonunda. Sanırım kalan düşüncelerimi de alıp gideceğim.

Ve Allah'ım, tamam beni sevmiyorsun; ama lütfen, numaramı değiştirmeyeyim artık. Evet, biliyorum, Avea'nın çok pratik bir servisi var. İnternet şubesinden, 10 liraya, hem de 3 dakika içinde numara değiştirme talebi veriyorsunuz ve anında numaranız değişiyor. Ben de eski hattımı değiştirdim. Şu anki hattımı bir süre daha kullanıp, o süre zarfında yeni numarama taşınmış olurum herhalde. Sinir bozan yanı, kredi kartları, bazı hesaplar vesaire derken bir sürü yerde güncellemem gerekiyor. CV'lerim de dahil. Sanki çok işe yarıyorlarmış gibi. Bilmem kaçıncı değiştirme durumum bu, bilmiyorum; ama her sefer olduğu gibi bu sefer de son olması niyetindeyim.

Numaramı ailem dışında, iş amaçlı kullanacak olmama ne demeli? Şimdiden 1-2 arkadaşım "bana da vereceksin numaranı değil mi Arif???" moduna girdiler.

Facebook ve Twitter hesaplarımı yenilediğimden de bahsedeyim de tam melankolik bir yazı olsun. Dur hele. Çay koyayım ben, içeriz...

Ya son zamanlarda epey arkadaşımı sildim aslında. Bunaldım çünkü dayanamadım. Eylemleri destekleyen/desteklemeyen kişilerin sürekli paylaştıklarından ÖĞĞ geldi. Sonra baktım olmuyor; tümden kapattım. Yeni bir profil açtım, yeni numaramla. Taşıyacağım travel(!) bilgilerimi taşıdım eskisinden. Yine de öyle travel deyip geçmeyeyim. Bu travel'in içinde, Amerika'daki 3 eyalet, Avrupa'daki 5 ülke ve önemli şehirleri var. Neyse işte, taşıdım falan. Ne Facebook'a ne de Twitter'a ekledim kimseyi. Allah sizi inandırsın, sanırsınız yalnız yaşıyorum. Yalnızlığın anasını ağlatıyorum be!

Blog'uma ruh halimden bahsetmeyeceğimi söyledim ya hani bir önceki yazımda, ben işi abarttım, arkadaşlarımdan da saklıyorum. Do I give a f*ck??? Hell no!

İçime atıyorum her şeyi Blog. Atıyorum; ama sindiriyorum da.

Bu arada annemin, yani tüm Ramazan ayının sahur vakitlerinde olduğu gibi benim, mutfağına bir adet blender eklendi. En çok istediğim şeylerden biriydi, yeminle. Böyle bir blender olmadan mutfak olur mu yahu? Teknosa'daki Turuncu İndirim günlerinden geçenkine denk geldim ve 110 liraya güzel bir blender sahibi oldum. Öhöm, olduk yani. Bugünki fırında yaptığım, kendi tarzımla olan, patatesli tavuğum için kullandım. Maydanoz, tere otu, sarımsak, domates, kurutulmuş fesleğen, birkaç çeşit baharat ile tavuğuma bir sos hazırlamışım ki ablamgilin bile hoşuna gitti.

Bayram sonu İstanbul gözüküyor bana yine Blog. Beşiktaş'daki arkadaşıma gidip biraz dağıtmak istiyorum. Patlamış mısır yemeyi özledim onunla. Gerçi kızın sevgilisi var; ama ben eminim bana ayırır gününü. Hıh!..

Yazı'mı bitirmeden bir şarkıyla ayrılmalıyım. Bu arada geçen gece illuminati ile ilgili videolar izledim yine. Sanırım Rihanna'dan falan korkmaya başladım ben. Hatta o videoda Sertab Erener'in Eurovision'da şarkı finalinde tek göz halini almalarının birinci olmasıyla alakası olmasından bahsediyordu. Bilemiyorum. Neyse...

4 Ağustos 2013 Pazar

Oreo Türkiye


İsmen bilenlerin içinden geçen cümleyi direkt aktarıyorum: Bu bizim Negro yahu! 

Ee... 
Şey... 
Değil.

Amerika'da epey yaygın bir püskevit. Şahsen Amerika'ya gittiğimden de biliyorum. Velhasıl, geçtiğimiz Haziran ayı içerisinde, satışları artık Türkiye'de de başlamış olan kakaolu bir bisküvi oluyor kendisi. Süt ile hiç denemedim; ama, deneyenlerin yalancısıyım, öylesi daha makbulmüş. En kısa zamanda öylesini de deneyeceğim...

Bulunduğum yer beni maddi/manevi her şeyden uzak tutan, hatta çok ciddi şeyleri bile kaybettiren bir yer olduğu için, ablamgile sipariş vermiştim gelirken getirmeleri adına. Ve cevabı biliyorsunuz: Ablamgil geldi.

İlk fırsatta Migros'ları gezip, almayı düşünüyorum. Depo niyetine, evet, n'olmuş???

2 Ağustos 2013 Cuma

Budizm ve Ben?

Öncelikle, hayır, dinimi değiştirmedim. Değişiklikten hoşlanmayan biri olarak, din gibi bir inanç bütünlüğümü bozmayı sanırım en son düşünürdüm bu hayatta; ama işin güzel yanından bakalım ve biraz Budizm hakkında bilgi sahibi olalım. Neden mi? Çünkü aydınlanmak, insanın yaşadığı şu anki hayatına daha fazla değer göstermek, tüm dünyevi uğraşıların verdiği acılardan kurtulmak ve olabildiğince benliğine sahip çıkmak... Benim Budizm inancım bu şekilde en azından. Bunları İslamiyet'de bulamaz mıydım? Tabii ki bulabilirdim. Belki daha sert dille ifade edilmiş ya da belli koşullara bağlı koyularak anlatılmış hallerini bulabilirdim/bulmuştum. Bir de bu açıdan bakmak istedim. Sonuçta Budizm'in gerçek bir inanış mı yoksa felsefe mi olduğu tartışılmakta.

Birçok kavram var aslında Budizm ile ilgili. Ben tamamen inanışlarımı Budizm'e çevirmeyeceğim için, bütün kavramların üzerinde durmadım. İhtiyacım olan bazı şeyleri seçtim ve Blog'uma not almaya karar verdim.

Her şeyden önce, Budizm bir puta tapma şeklinde bir inanış değil. Her ne kadar öyleymiş gibi görünse de, aslında kişilerin sadece birer hatırlatıcı olması niyetiyle benimsedikleri şeyler olarak tanımlanabilir, çoğusunun put sandığı şeyler.

Budizm de eski bir kavram. M.Ö 500-400. yıllara dayanıyormuş mesela. Yazım için kullandığım fotoğraf ise, ilk Buda, aydınlanmış kişi, olan Siddhartha Gautama'yı temsil ediyor. Kendisi başlatmış tüm Budizm olayını. Wikipedia'nın yalancıyım ben de.

Tabii diğer inançlardan birçok şey bulunabilir Budizm içinde. Yine de bütün Budizm türlerinin belli ilkeleri var. Mesela Budizm'deki inanılan ve dört yüce gerçek diye sıralanmış maddeler şöyle:

1. gerçek : acı hayatın ve varoluşun bir parçasıdır.
2. gerçek : acıların kaynağı arzu ve isteklerdir.
3. gerçek : istek ve arzular bırakılırsa acılar sona erdirilebilir.
4. gerçek : acıların sona erdirilmesinin yolu Sekiz Aşamalı Asil Yol'dan geçer.

Bahsedilen Sekiz Aşamalı Asil Yol ise şöyle:

• Gerçek Bilgi
• Doğru Zihniyet
• Doğru Söz
• Doğru Davranış
• Doğru Yaşam Biçimi
• Gerçek Çaba
• Gerçek Dikkat
• Gerçek Uyanıklık

Ne kadar benziyor bunlar benim dinime yahu!

Bitmedi. Bir de önemli olduğunu düşündüğüm Budist Etikler var. Onların da önemli olduğunu düşünüyorum. Aslında etiklere uymuş olarak yaşıyor olsam da 1-2 maddesinde bazen fire verebiliyorum. Bu vermeyeceğim anlamına gelmiyor; ama neden olmasın? diye sorabiliyorum kendime. Ve evet, belki de bundan sonra olabildiğince bu olgular doğrultusunda kendimi gazlayabilirim hedeflerim doğrultusunda. İşte bahsettiğim etikler:

1. Can almaktan kaçınmak (duyarlı yaşam formlarına karşı şiddetsizlik)
2. Verilmemiş olanı almaktan kaçınmak (hırsızlık yapmamak)
3. Tensel (cinsel) suistimalden kaçınmak
4. Yalandan kaçınmak (her zaman doğruyu söylemek)
5. Farkındalık kaybına yol açan sarhoş edici maddelerden (özellikle alkol ve uyuşturucular) uzak durmak
6. Yanlış saatlerde yemekten kaçınmak (yalnızca gün doğumundan öğlene kadar yemek)
7. Dans etmekten, müzik çalmaktan, mücevher takmaktan, makyaj malzemesi kullanmaktan, gösteri ve eğlencelerden kaçınmak
8. Yüksek veya lüks sandalye ve yatakları kullanmaktan kaçınmak.

Genel olarak mantıklı hepsi. Ben sanırım 5. maddeden bahsediyordum yukarıda zayıf noktam olarak. Ki 6. madde için kuşkularım var. Sonuçta ben gün doğumunda uyanmıyorum. O yüzden öğlen yediklerim, öğleden sonraya sarkabilir şu durumda, değil mi? Ki zaten şahsen akşam 7-8'den sonra herhangi bir şey yemeğe karşı biriyim genel anlamda.

İşte bu kadar. Benimseyeceğim kavramları sıralamış oldum. Ah bir de masamın üstünde bunları bana hatırlatması için küçük bir put belirledim; ama yazımın ciddiyetini bozmaması adına paylaşmamalıyım.

Aydınlığa doğru gidelim Blog. Tutun bana bebeğim!

Dipnot: Nasıl, artık çevremdeki kimseye ruh halimi, dertlerimi, özetle yaşadığım sorunları ve mutluluklarımı paylaşmadığım gibi, artık Blog'uma da aktarmayı düşünmüyorum. Buna kullandığım diğer sosyal zımbırtılar da dahil.

Ben iyiyim. Unut gitsin...

30 Temmuz 2013 Salı

Zamana Bir Not

Hani tatlı şeyler yersiniz, ruh haliniz iyiye doğru gider; iyi bir haber alırsınız, mutlu olursunuz; hayatınızdaki en sıkıntılı şeyler düzene girer ve huzura erersiniz ya... O zamanların olmasını istiyorum ben. Çok istiyorum. Öyle çok istiyorum ki...

22 Temmuz 2013 Pazartesi

Ve Yeni Yaş: 25


Nice yıllara, kendimle...

25 yaşımın ilk dakikalarını, evde annem ve babamla, dışarıdaki dolunayın yarına hazırlanışının verdiği yeis duygusuyla geçen senenin tipik olarak aynısını yaşayarak geçiriyorum.

Ne mutlu, ne mutsuz, ne de ikisinin arasında bir 24 geçirdim. 24'e girerken birinden ayrılmıştım. Ne kadar tekerrür dolusun be tarih! Yani 24 hiç güzel başlamamıştı. Her ne kadar ertesi günlerinde resmi olarak mezun olup; mühendislik diplomamı almış olsam da... Yine de en kötü senelerimden biriydi. Emeği geçenlere sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum senin aracılığınla.

Hiçbiri 21'ime girdiğim zamandaki gibi olmayacak değil mi Blog? Keşke hayatımı orada durdurabilseydim. Ya da en azından orada ölseydim, hazır en mutlu zamanlarımı yaşarken.

Çok yoruldum manevi anlamda. Sanırım uzun; ama cidden uzun bir süre her şeyden uzak kalmak, hem bana hem de beni sevenlere çok iyi gelecektir.

Seni çok seviyorum Blog.

19 Temmuz 2013 Cuma

Her şey-im


Geçen günlerde tekrar anımsadım, Cuma günleri en mutlu günümdü ve özellikle Blog'uma gelip yazmaya çalışırdım. Bugün de özellikle yazıyorum. Mutlu bir günde miyim bilmiyorum; ama yazmak, rahatlamak istiyorum. Konuşabildiğim kimsem olmadığı için, sanırım.

Bugün Cuma namazına gidemedim mesela. Babam rahatsızdı. Onunla ilgilendim. Acile gittik, 2-3 saat orada ona eşlik ettim. Şimdi evdeyiz, durumu da iyi. Hastanede beklerken, sessizlik, düşünmek için epey bir itekledi beni düşüncelerim arasında. Babamla aramdaki 35 yaşın, bir yolun yarısı olarak görülmesi beni düşündürdü. Gerisi tahmin edilebilir. İletişim sorunlarından başlanarak...

Bir de bugün O'nunla konuştum Blog. Bazen seni okuyor diye tahmin ediyorum. Ya da okumuyor da olabilir artık. Sorun değil, aslında sorun; ama değil. Her neyse. Bir insan karşısındakine her şeyim diyebiliyorsa, bence çok ciddi bir şeyden bahsediyordur. Ya da ben mi öyle algılıyorum? Ben ne anlamda birine her şeyimsin diyorum sence Blog?

Gitme, kal demek ne kadar zor değil mi Blog? Ya da vazgeçmek? Ya da bu kadar mı kolay? Biz seninle tek bir şeyi beceremeyeceğiz galiba hiç Blog: Sevmeyi sanırım. En azından kendi adıma konuşmak gerekirse, ben hiçbir zaman ders almayacağım belli ki. Hiçbir zaman mantığımdan bir parça olsun ekleyemeyeceğim sevgime galiba. Bazen eski kafalı olduğumu düşünüyorum ilişkilere karşı... Oysaki ilişkiler çoktan yeni düzenine kurulmuş. Ya da ben mi kabul etmek istemiyorum ısrarla?

Sevgili, insana, mutlu zamanında mı gelmedi sadece? Gerçekten, hayatı her şeyiyle seven birine gelmeli ve kendiyle birlikte gelen kişiye de mi sevdirmeli hayatı sadece, Blog? Böyle mi olmalı gerçekten? Ben neden kabul etmek istemiyorum? O zaman birine her şeyimsin demenin ne anlamı kalıyor? Ya da insanlar çıkmaya başlamadan önce, alışveriş listesi gibi, beklentilerini mi sunmalı gerçekten?

* Konuşurum, bakışırım, öpüşürüm... Elletmem yalnızca.
* Mutlu zamanlarımda hep yanımda ol. Sana ihtiyacım olduğunda da ben istersem yanımda ol.
* Başka?

Ben böyle yapamıyorum Blog. Her şeyim demenin ne demek olduğunu biliyorum. En azından bunun ne demek olduğunu öğrendiğim birkaç ilişki yaşadım yeteri kadar. Birine git diyemem ben. Dersem gerçekten beni üzen bir şey vardır; ama git derken de, lütfen o üzen şeyi çözelim anlamında derim galiba. Kırılım, küserim... Yine de içimden gelmez. Birinden gitmek bu derece acıtırken, birine git demek nasıl bir ağırlık getirir insanı?.. Daha kolay olduğunu zannetmiyorum Blog.

Vazgeçmek ile ilgili sabahlara kadar yazarım sana Blog. Tek bir sonuca çıkar. O da vazgeçiyorsa biri gerçekten, bitmiştir demektir. Ve tek bildiğim de ben hiç kimseden vazgeçmedim bugüne kadar. O yüzden parçalarım hep eksik.

Bugün bir Cuma geçirdim Blog. Son günlerimin verdiği enerjiyi, her şeye rağmen yok edememiş bir Cuma geçirdim. Bir anda büyük bir adım atmak istemiyorum bende. Atamayacağımı da biliyorum; ama küçük küçük adımlar atarak başaracağıma inanıyorum en azından. O çemberden kendi başıma kurtulmalıyım. Tek istediğim bir eldi beni çıkarmasını beklediğim, hala daha beklediğim bir el...

13 Temmuz 2013 Cumartesi

Uyan

Kalk, uyan artık! diye bağrışmalar duydum,
Kulaklarımı sağır eden bir yakarış, belki bir çağrıydı.
Uyku, en iyi günümden daha da tatlı geliyordu o an,
İçimdeki üzgün soneye kulak verdim tüm umarsızlığımla.

Daha şiddetli duymaya başladım sesini.
Sanki "savaş bitti artık, geri dön" der gibiydi.
Kim uyanmak isterdi ki kaybedilmiş bir savaşa?
Daha sıkı sarıldım yastığıma tüm vazgeçmişliğimle.

Ağlama sesleri duydum, dayanamadım,
İçimdeki yangına karşı gelemedim.
"Söyle, dinliyorum" demek istedim bir anda.
Uyandım, gözlerimi açtım ve boşluğa bıraktım tüm korkularımı.

Aynada kendime baktım, saçlarıma, biraz da dudaklarıma...
Çok şey söylemek istedim kendime, yapamadım.

Biraz duruldum, sonra konuştum:
Islak gözlerimle rastladım tekrar sana, doğum günüme 9 gün kala...
Ne ben söyleyebildim ne sen dinleyebildin bugüne kadar.
Sustuk hep, vazgeçtik hep, kırıldık hep...
En kötüsünü yaşadık yıllarca: Yanıldık hep.

Doğum günüme az kaldı Blog. Ellerim titriyor. Bir sona daha yaklaşıyorum. Belki yeni bir başlangıç, belki daha da kötü bir son... Geçen seneki doğum günüme benzer bir sona yaklaşıyorum biraz. Belki böylesi daha iyidir Blog. Hayat bana duygularımdan vazgeçene kadar işkence edecek. Sanırım...

10 Temmuz 2013 Çarşamba

İmdat?

Bugün iftarımı açmadan önce 10 dakika boyunca düşündüm. Ramazan ayının hiperhidroz hastası için ne kadar zorlu geçtiğini düşündüm. Normal bir insandan daha fazla suya ihtiyaç duymamıza rağmen, ısrarla Allah'ın rızasını kazanmaya çalışıyor oluşumuzu düşündüm. Sonra da aslında sadece Ramazan ayının değil; normal hayatın da zor geçtiğini düşündüm...

Diğer insanlardan farklı bir alemde yaşıyorum biraz. Biraz gizli saklı düşüncelerim. Açıklayamıyorum... Susmayı tercih ediyorum çoğu zaman. Konuşursam ben değil de duygularım konuşmaya başlayacağı için, açmıyorum ağzımı. Belki karşımdakini fazla mutlu ederim ya da onun kalbini kırarım diye susmayı tercih ediyorum.

Hayatım zor geçiyor. Bunu hiçbir zaman gizlemedim. Bekli diğer çoğu insan gibi gizleseydim beni mutlu/güçlü ya da diğer sahte birkaç sıfattan biriyle anardılar. Çok önemsemiyorum anlaşıldığı üzere. Yine de bu durum değiştirmiyorum ne derece zorluk çektiğimi.

Önce hastalığım, sonra askerlik meselesi bütün inançlarımı, düşüncelerimi, umutlarımı yıkıp geçiyor. Adım atamamak kadar kötü bir şey yok. Hani biri olmasa ona da razıyım inanır mısın Blog. Keşke en azından biri olmasaydı diyorum. Zaten ikisi de birbirini tetikliyor bir nevi.

Ölmek istediğim şiddetli bir şekilde doğrudur. Belki en kolay kaçış, belki en iyi son ya da en iyi başlangıç olacaktır benim için... Tartışılır. Zira çektiğimi ve daha belki de uzun yıllar çekeceğimi bir tek ben ve beni yaratan biliyor.

Tabii her şey bu düşüncelerin kafamda olmasından ibaret değil. Bizzat olacakları az çok bilebildiğim için korkularım en diplerde yer ediniyor hayata karşı. Belki bu satırları okuyanlar yığınla düşüncelere kapılabilirler. Bir kısmı dini boyutundan bana sinirlenir, bir kısmı güçsüz olduğumdan v.b... Çünkü anlamayacaklardır. Ben sabahlara kadar konuşsam da sayfalarca yazılar yazsam da kimse anlamayacak. Ve ben kimsenin beni anlamasına ihtiyacım olmadığını uzun zamandır benimsemiş durumdayım. Çeken bilir sözüne olan saygımı tekrar yineliyorum.

Ben bunlarla yıllardır uğraşıyorum; ama son 1 yıldır, her sabah uyanıp gece yastığa başımı koyana kadar ne beynimi ne de kalbimi rahat bırakıyor bu durumum. Hala ruhsal sağlığımın tamamen yıkılmamış olduğunu görmek beni sevindiriyor mu üzüyor mu bilemiyorum. Yaşadığım onca güzel şeyin, edindiğim onca tecrübenin, aldığım iyi eğitimin tamamen heba olması gibi bir şey. Ve zaman geçtikçe tükeniyormuşçasına her şey. Kendime ve ülkeme bakınca artık kurduğum cümleler yazık kelimesiyle başlıyor.

Ve yine diyebilirim, keşke ölsem, en azından aileme yük olmam.

Ramazan ayı da mı bir çare olmuyor benim için acaba?..

6 Temmuz 2013 Cumartesi

Nokta Koyabilirim Bazen

Nokta koymak için diyeceklerim var. Mesela;

* Ramazan ayı geliyor. Ve tüm dileklerimle, dualarımla, olabildiğince nefsimle hazırım. Kabul olur-olmaz. Ben tüm inancımla hazırım.

*Gönül işleri var bilirsin Blog. O işler fedakarlık istiyor bilirsin. Bilirsin fedakarlıkta nasılım. Anladın sen onu Blog.

* Şu sıralar 6 sene öncede olsam ne yapardım diye düşünüyorum. Bir de 6 sene sonra dönüp ne yapardım diye sorabilme ihtimalim olan şeyleri düşünüyorum. Düşünüyorum Blog.

* O değil de, Ramazan ayı geliyor tüm kudretiyle.

* Geçen Perşembe, neredeyse 2-3 yıldır ayak basmadığım Kızılay'a gittim. Oradan Tunalı'ya... Yanımda O ve Diğerleri vardı Blog. Mutluydum. Son 2-3 ayımın buhranının hepsini attım. Çok iyi oldu. Yine olsun, yine gideyim.

* Eteklerim tutuşmadan yapmam gereken şeyler var Blog. Ramazan'ı bomba gibi geçirmeliyim Blog. Beni dinliyor musun sen blog??!!

* Devremülkten döndüğümden beri kitaplarım bana küsmüşler gibi. Elime almıyorum okumak için. Neden? Tam 9 Türkçe romanım var bitmeyi bekleyen. Ayda 4-5 kitap okuyorum ortalama dersek. Bilemedim...

* Özetle. ÇOK İYİYİM! *gülensurat*

* Son iki günde bir şey keşfettim Blog. Ona uymayı düşünüyorum o yüzden.

Öperim.

25 Haziran 2013 Salı

Biraz Uzak


İnsanlardan tek istediğim, gerçekten bana değer verenlerden bahsediyorum, sonuna kadar açık sözlü ve dürüst olmalarıydı. "Arif kırılır", "Öyle demeyeyim, Arif üzülür" diye iyi niyetli düşüncelerin aslında bir kısmının özünü koruduğu düşünülürse, "Arif kırılmasın, şimdi hiç uğraşamam, bırakayım böyle düşündüğümü sansın, açıklamaya gerek yok" şekline dönüşen düşünceler ne kadar zarar verici, ne kadar üzücü oluyor anlatamam.

2 gündür telefonum kapalı, açmayı da düşünmüyorum. Nasılsa bana ne güzel bir haber geliyor, ne de başka bir şey. Facebook desen, eylemler yüzünden tam bir çöplüğe dönüşmüş durumda. Girmiyorum, bakmıyorum bile ne var ne yok, insanlar ne paylaşıyor diye. Eylemlerle ilgili hiçbir şekilde pozitif/negatif yorum yapmadım, yapmayı da düşünmüyorum. Bu halim yüzünden bana tavır alan arkadaşlarımın da farkındayım; benim sessizliğime saygı gösteren arkadaşlarımın da. Susuyorum yine de, hiçbir şey olmamış gibi davranıyorum. Unutacağımı sanmasın kimse yine de... Twitter, zaten kendime verdiğim sözlerden sonra çok boş gelmeye başlamıştı bana Blog. Demek ki Twitter'ı gerçek anlamında, başkalarının ne yaptığını takip etme anlamında diyorum, bir ben kullanıyormuşum. Artık kimsenin hayatını umursamadığım için bir anlamı da olmuyor. Ha sana gelip neden bunlardan bahsediyorum diye düşünebilirsin. Bilmeni istediğim için Blog. Arada bir gelip sana yazarken ne tip yollardan geçtiğimi bil diye anlatıyorum belki de. Belki bir nevi negatif düşüncelerimi aktarıyorum sana, içimde daha da fazla büyümesinler diye. Ve internet deyince aklıma gelen bunlar olduğu için. Seni de internetle kullanabildiğim için. "Duygusal" olmaya çalışan dünyamdan bahsedemiyorum bile. Hani bazen sözle de olsa diyorum ya safım ben diye, galiba cidden safım bazı konularda. Hala insanların sevebileceğine, karşısındaki için, kendi duyguları için savaşabileceğine inanıyorum saf saf. Karşımdakilerin "sen daha iyilerine layıksın" sözlerini "neden böyle diyor ki, ben daha iyilerini mi istiyorum sanki" diye düşünürdüm. Hiç aklıma gelmezdi o sözlerin aslında "Arif, tamam uzatmayalım, bitirelim, sen kafandaki iyileri bulmaya çalış, onları hak ediyorsun" gibi bir anlam içerdiği... İstenmediğim ya da sevilmediğim anlamını içerdiğini hiç düşünmezdim. Diyorum ya safım biraz, "öyle demek istemiyordur" diyordum kendi kendime. Oysa ki öyle demek istemeyen o cümleleri kurmaz ki. Kolayca vazgeçmez de o şekilde. Sonra düşünüyorum ben sevilmeyi hak etmiyor muyum yoksa diye. Neden biri bana "sen daha iyilerine layıksın" diye bir cümle kurar ki diye düşünüyorum. Israrla zorluyorum kendimi güvenmek için birine. Ben zorladıkça karşımdaki vazgeçiyor. Anlamıyorum neden böyle insanlar. Ya da ben neden pes etmiyorum, bunu da anlamıyorum; ama yoruldum sanırım. Ben biraz farklı bir kalbe sahibim galiba Blog. Kovulsa da sevmeye devam eden, gurursuz bir kalbim var. Israrla uğraşan, bir şekilde vazgeçmeyen bir kalbim var; ama benim de sabrım var. Gururum olmasa da sabrım var Blog... 

Bilgisayarımı hiç açasım gelmiyor şu günlerde. Evdekiler kendi havasında zaten. Havanın ısınmasından nefret ediyorum. İsyan etmek için yığınla sebebim olmasına rağmen susuyorum mesela. Yalnız olduğumu hissediyorum Blog. Vazgeçilmiş ve yalnız. Umursanmayan, kendi dünyasında kendini yücelten biri gibi hissediyorum. Kimseye ihtiyacı olmadığını bilen; ama birine ihtiyaç duymak isteyen biri gibiyim. Kitap okuyorum sadece. Hiçbir faydam yokmuş gibi. Hep kendime yönelik her şey. Sanırım böyle devam edecek hayat bundan sonra. 1 senedir değişmediğine göre, galiba alışmam gerekiyor her şeyden yoksun yaşamaya. Sevgiden, dosttan; mutluluktan, huzurdan...

20 Haziran 2013 Perşembe

Eskisi Gibi

Bir önce yazıma ufak bir ekleme daha yapmalıyım Blog. Nasılım şu anda sorusuna...

Pes ediyorum. 2 sene önce yaptığımı yapıyorum yine. Yapmam gerekiyor. Sanırım Allah'ın benimle ilgili düşünceleri çok başka. Gerçekten mutluluk üstümde eğreti gibi duruyor. Ne zaman yakalasam, ya elimden kaçıyor ya da ben yanılıyorum benim için olduğu konusunda. Yine vazgeçiyorum. Yapamıyorum işte, olmuyor. Hiçbir şeye odaklanamıyorum. Eksik diye tanımladığım duyguları kimse savaşarak sahiplenmiyor benim için. Hep bir boşvermişlik, vazgeçmişlik, olmasa da olur duygusu var herkeste. Ben de öyleydim. 2 sene önce öyleyim. Demiştim, vazgeçmiştim. O zaman kendime döndürüyordum dünyayı. Şurada da yazmışım! O günlerde başladı birçok şey ciddi anlamda. O zaman ayakta duruyordum, sokmuyordum hiçbir düşünceyi ne aklıma ne de kalbime. Şimdi ne haldeyim...

Vazgeçtim ben de Blog. Olmayacağını bildiğim şeylerin peşinden koşmaktan çok yoruldum. Her kapının kapalı olmasından çok yoruldum. Sosyal hayat yok, iş hayatım yok, içimde bir şeyleri gerçekleştirmek için büyük bir istek var; ama yok işte o kapı yok! Kendim kapı yaratamıyorum ki geçeyim içinden. Son 1 senedir kendime ettiğim işkenceden dolayı çok kötü durumdayım. Neye elimi atsam, güvensem hep boşa çıkıyor. Sorsalar Arif suçlu, Arif haksız.

İstemiyorum artık hiçbir şey. Yoruldum koşturmaktan, çabalamaktan, uğraşmaktan. Yine uzak tutuyorum kendimi her şeyden. Hiçbir zaman yakışmadığım renkleri üstüme uydurmaya çalıştım. Değilim işte! Çok yoruldum Blog.

Keşke ölsem. Keşke ölsem ve bitse bütün bu olanlar. Daha yaşamam gereken kaç yıl var bilmiyorum; ama benim hiç gücüm kalmadı.

17 Haziran 2013 Pazartesi

Masumiyet (Çalışkan Duygu)


Sözümü tutuyorum Blog. Hayatıma girmiş çıkmış kimsenin ne yaptığını merak etmiyorum sana söz verdiğimden beri. Bakmıyorum sosyal ağlarında ne yaptıklarına. Bazen merak bastırsa da 1-2 saniye içinde geçiyor hepsi. Gerçekten de, nasıl bitirdiğimizi hatırlayınca, daha da uzak durasım geliyor bütün internetten. O yüzden kafam rahat Blog. Mutluyum bu açıdan. Eskide yaşananların hepsi, eskide kaldı, anılarıyla birlikte...

Şu sıralar nasılım sorusunu cevaplamalıyım belki de. 1-2 kelimeyle sıralayabilirim senin için:
*Ümitsizlik
*Pişmanlık
*Hayal kırılığı
*Güvensizlik
*Masumiyet
*Huzur...

Şimdi gelelim bunları açıklamaya.

Ümitsizim Blog. Kendim için ümidim çok az kaldı. Nefes aldığıma ve Allah'ın bana verdiklerine şükrederek geçiyor zamanım. Bir de sen varsın, ücretsiz psikologum gibisin, bana göre.

Pişmanlık var Blog. Son 1 senemin pişmanlığı, son ilişkilerimin pişmanlığı, zamanımı geçirdiğim şeklin pişmanlığı... Hani her günüm, sonraki günlerim için bir başlangıçmış gibi hissederek yaşamaya çalışıyorum. Sabahları erken kalkıyorum artık. Yine de pişmanlıklarımı gidermiyor bu durum. Ben de bilmiyorum nasıl telafi edeceğimi. Belki unutmalıyım, boşvermeliyim... Emin değilim. Yine de susuyorum Blog. Sana karşı, duygularıma karşı yaptığım en iyi şeyi yapıyorum belki de, susuyorum.

Hayal kırıklığım için ne desen haklısın. Çok anlam yüklediğim için oluyor, ben de biliyorum. Yine de hayata biraz daha renk katıyor be Blog. Hayal kırıklıklarına değiyor belki de. Emin değilim. Büyük bir şey kaybetmediğim sürece, her bir hayal kırıklığım beni daha da güçlendiriyormuş gibi.  Bir de fark edebilsem...

Güvensizlik konusuna girmesem mi diye düşünüyorum Blog. Gezi Parkı eylemleri nedeniyle, artık en yakın arkadaşlarım, benim tepkisizliğime, onlar gibi sürekli bir şeyler paylaşmayışlarıma karşı düşündükleri şeylerle bütün güvenimi kaybettiler. Bir de tekrar tekrar ikinci baharları yaşattığım ilişkiler var. Hislerime güveniyorum, biliyorsun beni. Sana söylediğim beyaz yalanlarımı bir gün dönüp tekrar açıkladığımı da biliyorsun; ama biraz daha susmalıyım. Biraz daha beklemelisin Blog. Ben ne yapmalıyım sence? Her hafta bir başka şey oluyor beni sevdiklerime karşı soğutmaya iten. Söylesem tesiri yok; sussam gönül razı değil. Ne yapmalıyım Blog? Neden biraz olsun şu duygularım diğer insanlarınki gibi savurgan, boşvermiş değil? Yine susalım mı?..

Masumiyeti daha çok arar oldum Blog. Her gece kurduğum hayallerle uykuya dalıyorum. Gündüzleri en masum olan kitaplarımı alıyorum, 1-2 saat vakit geçiriyorum onlarla. Bazen babamla konuşuyorum sıradan şeyleri. Bazen balkona çıkıyorum. Aşağı doğru bakınca, 2 tane kalmış tavuklarımızdan birini görüyorum. Ekmek parçaları atıyorum ona. Ona imreniyorum bazen. Masumiyeti arıyorum hala. Bazen aynaya baktığımda görüyorum en azından. O zaman biraz içim ısınıyor yaşamaya karşı. Sonra kitaplarıma geri dönüyorum. Onlar da ben kadar sessiz duygularıma...

Huzurum var yine de biraz. Bazen tamamen yok oluyor, biliyorsun Blog. En azından buna şükredebiliyorum. Biraz da olsa huzurum var... Bazen diyorum kedim olsaydı keşke evimde. O zaman hiçbir kimsenin arkadaşlığına ihtiyaç duymazdım herhalde. İnsanlardan daha nankör olamazlar bence. İleride eğer kurulu bir hayatım olursa, muhakkak bir kedi beslerim. Öyle avutuyorum kendimi şimdilik.

Böyleyim şu sıralar Blog. Boynum bükük yazıyorum sana. Biraz gözlerim doluyor, sonra boşveriyorum. En azından sinirlenmediğime şükrediyorum sana yazarken. Bazen öfke kusan yazılarımı da çekiyorsun en azından. Böyle kal olur mu? Hiç tepki vermesen de ben anlıyorum seni. Senelerdir yazıyorum sana, yine yazarım ölene kadar. Sen yine de böyle kal lütfen. Hep benim...

8 Haziran 2013 Cumartesi

Resimsiz [-]

Küçüklüğümden beri hep hayalini kurmuşumdur tutku dolu bir ilişki yaşamanın. Acısı-tatlısı bol olan bir ilişki vardır hep doğru ilişki tanımımda. Kahkahalar, gözyaşları, yanlış anlamalar, ümitsizlikler, vazgeçişler, küsmeler, barışmalar... "her duyguyu yaşamalıyım" diye arka planda hayallerime destek olmuştur dürtülerim. O yüzden geçmişimden beridir insanlara yaklaşırken hep bir tanımla yaklaşmışımdır, hep bir doğru tablo vardır resimlerimi yerleştirmek için.

Bir zamandan sonra insanlarla tanışmaktan korkmaya başladım. Ve her tanıştığımla bu korkum daha da pekişti. Çünkü kimse uymuyordu benim doğrularıma. Ne arkadaş olarak ne yoldaş olarak; ne kalbimin sahibi olarak ne de günümü gün edeceğim kişi olarak... 

Bir keresinde tam doğru dediğim kişi gelmişti. O zamandı sanırım her şeyin allak bullak oluşu. Nefes aldığımı fark edemeden uzak kalmıştım. "Tamam, rüyaymış diye kabul etmeliyim" demiştim ve ait olduğum yere dönmüştüm isteksizce. Sonra içimde ne korku kalmıştı ne de istek... Yıkmaya çalıştığım duvarların Çin Seddi'ni andırması sadece benim değil; hayatıma giren insanların da dikkatini çekmişti. Açık bir şekilde zorlanıyordum; daha da kötüsü zorluyordum karşımdakileri.

Zamanla insanları kendi doğrularıma oturtmak yerine, onların doğrularına uyum sağlamaya çalıştım. İşte hata yapmaya başladığım ilk anlar o zamanlardı. Ben kendimi değil de başkalarını mutlu etmeye adamıştım kendimi. Daha sağlam ilişkiler kurmak için kendimi zorluyordum; bir daha olmaz dediğim türden iletişimlere geçiyordum. Ben izin verdikçe daha da kötüye gidiyordu her şey. 

En başta hayalini kurduğum şeylerin hepsi tek taraflı olmaya başladı artık. Başkası benimle gülerken, ben daha fazla ağlayan oldum. Ben açık sözlü oldukça, başkaları daha çok gizli bir şekilde yaşar oldu. Ben daha fazla güvendikçe onlar daha da umursamaz oldular... Sonra hiçbir tabloya uymayan bir resim gibi hissettim kendimi. Ne çerçevemin rengi belliydi ne de modeli...

Böyleydi doğrularımın yıkılışı. Tam olarak böyle yok edildi masumiyetim. O yüzden şimdi sürekli geriye dönüp onlara bakıyorum. Neden o katillere izin verdiğimi sorguluyorum kendimce. Neyi hak ettiler diye soruyorum. Soruyorum da cevabını veremiyorum be Blog. Niye bütün duyguları ben yaşamak zorundayım diye soruyorum kendime. Niye kimsenin savaş vermediğini merak ediyorum. Sadece benim karşıma çıkanların değil; diğer herkesin de... 

1-2 gecedir erkenden yatıyorum yatağıma. Tuhaftır, hayal kurmaya başladım yine. Artık geceleri farklı bir hayal kurarak uykuya dalıyorum. Ulaşabildiğim tek şey bu sanırım.

Bir de şu var, aslında bunu hep fark etmişimdir; ama sanırım yeni yeni kelimelerime dökülüyor. İnsanlar benim çektiğim sorunları görmekten mutluluk duyuyorlar sanırım, buna hayatıma girmiş insanlar da dahil. Çabalamalarımdan, "acaba ne yapacak" diye düşünmelerden ve diğer uğraşlarımı görmekten... Oysa ki kendi halinde, kendine zararı olan biriyim ben. Sanki onlardan çok fazla bir şey istemişim gibi tepkileri hep.

En mutsuz anlarımda böyle üzüyor beni yalnızlığım. Şu anki anlarımda olduğu gibi hep geçmişe dönüp, yaşanmışlıkları suçluyorum/sorguluyorum. Çünkü bazen insanın elinde hiçbir şey kalmıyor. Hele bir de fazla hassas biriyseniz, o zaman yalnızlığınız tek dostunuz oluyor. Tek suçlu oluyor daha doğrusu. Ben de bunu yaşıyorum Blog. Hele ki son zamanlarda bunu çok yaşar oldum. Bitenlerin ardından "keşke öyle yapmasaydı" demekten kendimi alamıyorum.

Biraz çikolata, biraz çay, biraz kitapla atlatmaya çalışıyorum. İyiyim; ama eksiğim Blog. Biraz öfkeliyim, biraz üzgünüm, biraz sakinim, biraz özlem var içimde... yine de umutluyum yaşamaya.