Sakinliğim hala devam ediyor Blog. Tepkisiz ve sakin halim her ne kadar hoşuma gitse de beni korkutuyor. Çünkü düşüncelerimin bir kısmı sakin değil. Sürekli geçmişi, geçmiş insanları tepkisiz bir şekilde düşünerek geçiriyorum zamanımı, bazen de geceleri...
Kandil gecesi oldu yine bak. Bu gece daha da bir geçmiş tartışması yaşadım içimde. Dua ederken kime, nasıl ve ne için dua edeceğimi bilemedim bir an. Sonra dik bir duruşla oturdum. Belki önceki gecelerde ettiğim duaların aynısını ettim; ama bu sefer daha da farklıydı isteğim. Daha çaresiz ya da son umut şeklindeydi. Neden böyle oldu Blog? Ne, neden oldu, diye soracaksın. Hangisi için desem bilemedim.
O kadar fazla "neden" sorusu var ki içimde, beynimde, kalbimde en çok. Hangi birini yöneltip cevaplandırmak istesem ben bile emin değilim artık. Manevi boyutu belki dualarda kalıyor; ama insanlara karşı olan neden sorularım neden hep havada kalıyor Blog? Bunu anlamıyorum işte.
Kandil geceleri geçmişi tartarım hep. Geçmişte yaptığım hataları tekrar yapmamak için dua ederim Allah'a. Çünkü ben insanım, çünkü ben duygularıma genelde yenik düşüyorum ve bazen aynı hataları yapabiliyorum. O yüzden güç istedim biraz bu kandilde yine. İnsanları anlamaya çalışmamak için güç istedim. Karşıma çıkıp, sevgimi sevgisiyle paylaşan ve sonra gereksizce geri sıralara koyanları anlamaya çalışmamak için güç istedim. Belki daha az yorulurum o şekilde diye, düşündüm...
Geçen koca 1 yılı düşündüm Blog. Keşkeli cümleler kurmuyorum artık. Olmuş bitmişlerin hesabını sormamaya çalışıyorum kendi içimde. Böyle daha az üzülüyorum sanırım. Ne kazandım/ne kaybettim diye düşünüyorum bu 1 yılda. Ne kattım insanlara, insanlar bana ne kattı, öbür hayat için ne yaptım, iyi bir insan olabildim mi diye düşünüyorum.
Sonra yine fark ediyorum ki beni en çok duygularım üzüyor. Aslında bu duygulara neden olan insanlar üzüyor. Kalbim kırık Blog. Zaten kırıktı aslında da, parçaları vardı elimde. Şimdi toz olmuş durumda... Üzülüyorum kalbim için. Tamir edebilsem keşke diyorum; ama elimde değil. Nasıl tamir edebilirim ki? Haklı yani, neden izin verdim ki kırılmasına? Neden insanlara güvenmek gibi bir hata yaptım ki? Hele hele sonunu bildiğim, belki en az yüz kere başkalarında gördüğüm bir yola neden çıktığımı ben de anlamıyorum. Neden sözlere kandığımı, neden gururumu hiç önemsemediğimi, neden sevince birçok şeyi boşverdiğimi ben de anlamıyorum. Anlamadığım bir de karşı tarafın düşünceleri var. Neden insan bana güvenmez ki diyorum. Neden açık olamaz, neden gizli saklı tutar birçok şeyi diyorum. Neden pes eder ki diyorum. Fazla kötümserim; ama yeri gelince kimsenin olamayacağı kadar da iyimser olabiliyorum. Kendim için olmasa bile, çoğu zaman başkaları için iyimser olabiliyorum. Hatalarımı arıyorum; ama göremiyorum sanırım bu sonuçlara itecek kadar. 1 yıl içinde yaşadığım iki ilişkinin de bitiş nedenlerini düşündüm bu gece. Belki insanların benimle oynadığını, beni kandırdığını kabul etmek istemiyorum. İnanmak istemiyorum daha çok aslında. Hak etmediğimi düşündüğüm için belki de. O yüzden mesela gurur yapmıyorum ayrılırken birinden. Hatta özellikle üstüne gidiyorum bir neden gösterebilsin diye. Ayrılma fikrini ortaya atan da ben oluyorum bunları yaparken. Yok, olmuyor yine de... Böyle çıkıp bağırasım geliyor "neden kimse düzgünce sevemiyor" diye. Sonra susuyorum, başka baharı bekliyorum.
Yine bir kandil geçti Blog. Senle birlikteyim yine. Her zamanki gibi...
6 Haziran 2013 Perşembe
1 Haziran 2013 Cumartesi
Sakinlik?
Evlilik teklifi... Bence insanın alabileceği en güzel teklif. Ya da başkasına sunabileceği... İzlediğim bir dizide, evlilik teklifinde bulunan çiftlerin yaşadıklarına imrendim. Ben de bir gün acaba muhatabı olabilecek miyim böyle bir durumun diye düşündüm. Sonra 10-15 saniyelik kısa bir hayal dünyası gezim oldu ve geri döndüm odama, kitaplarımın önüne, arkadaşımın bana hediye ettiği kaleme ve üstüne boş bir yol çizdiğim not defterine...
İstanbul'dan döndüğümden beri üstümde ilginç bir sakinlik var. Sanırım Ankara'nın havasının, evimizin huzurunun ve sessizliğin verdiği bir sakinlik... Antidepresan kullansam şu anda herhalde daha da sakin olurdum. Hatta o kadar sakinim ki başka zaman olsa şu son 2 gündür Gezi Parkı ile ilgili yaşanan şeylere olan tepkimi gösterirdim; ama üstümde değişik bir sakinlik var. Gitmesin. Ben bu sakinliği seviyorum. Hatta normal dinleme süremden daha fazla klasik müzik dinler oldum. Önceleri 1 saat dinliyorsam, sonraki dinlediklerim hareketli şarkılara dönüyordu kesinlikle. Bu sefer 3-4 gündür dinliyorum sıkılmadan. Ve bu sakinliğim beni sıkmıyor. Sakinim, biraz huzurluyum.
Biraz da mutluyum. Dün mutfağa girdim mesela annemin yokluğunu fırsat bilip. Ve şu tarifi uyguladım. Gayet de güzel oldu mini böreklerim. Poğaça aslında, neden börek ismini vermişler bilmiyorum; ama güzel oldular. Fotoğrafını bile çektim. Sonra da afiyetle yedik babamla çayın yanında. Hamuru açarken kendime gülüşlerim, peyniri koyarken ki eğlencelerim... epey rahatlattı beni. Hatta şey dediğimi hatırlıyorum hamuru açarken "hamur açma işi gerçekten sakinleştiriyormuş"
Bugün 1 Haziran. Yaz mevsiminin takvimdeki ilk günü. Büyük bir direnişle "canın cehenneme hiperhidroz" demek istiyorum sadece. Onun dışında kalbimi çöpten geri aldım. Kıyamadım. Beni ben yapan zekam, mantığım değil; kalbimdir sadece. Sakinim demişken, Deniz Seki'nin şarkısı geldi aklıma. Sonra da şu şarkıya takıldım ondan daha çok:
İstanbul'dan döndüğümden beri üstümde ilginç bir sakinlik var. Sanırım Ankara'nın havasının, evimizin huzurunun ve sessizliğin verdiği bir sakinlik... Antidepresan kullansam şu anda herhalde daha da sakin olurdum. Hatta o kadar sakinim ki başka zaman olsa şu son 2 gündür Gezi Parkı ile ilgili yaşanan şeylere olan tepkimi gösterirdim; ama üstümde değişik bir sakinlik var. Gitmesin. Ben bu sakinliği seviyorum. Hatta normal dinleme süremden daha fazla klasik müzik dinler oldum. Önceleri 1 saat dinliyorsam, sonraki dinlediklerim hareketli şarkılara dönüyordu kesinlikle. Bu sefer 3-4 gündür dinliyorum sıkılmadan. Ve bu sakinliğim beni sıkmıyor. Sakinim, biraz huzurluyum.
Biraz da mutluyum. Dün mutfağa girdim mesela annemin yokluğunu fırsat bilip. Ve şu tarifi uyguladım. Gayet de güzel oldu mini böreklerim. Poğaça aslında, neden börek ismini vermişler bilmiyorum; ama güzel oldular. Fotoğrafını bile çektim. Sonra da afiyetle yedik babamla çayın yanında. Hamuru açarken kendime gülüşlerim, peyniri koyarken ki eğlencelerim... epey rahatlattı beni. Hatta şey dediğimi hatırlıyorum hamuru açarken "hamur açma işi gerçekten sakinleştiriyormuş"
Bugün 1 Haziran. Yaz mevsiminin takvimdeki ilk günü. Büyük bir direnişle "canın cehenneme hiperhidroz" demek istiyorum sadece. Onun dışında kalbimi çöpten geri aldım. Kıyamadım. Beni ben yapan zekam, mantığım değil; kalbimdir sadece. Sakinim demişken, Deniz Seki'nin şarkısı geldi aklıma. Sonra da şu şarkıya takıldım ondan daha çok:
Henüz tanıştığım biri bana kendimin farkında olmadığımı söyledi. Gülümsedim ona Kadıköy sahilinde otururken akşam esen rüzgarında denize karşı. O konuştu, ben dinledim. Bazen, bir şeyler söylemek istedim; ama sonra sustum. Dinlemek daha güzeldi belki de o an. İzlediğim filmleri tekrar izlemek gibiydi her şey. Bozmadım hiç oyunu. Sonra başımı omzuna koydum 1-2 saniye. Elini omzuma attı. O an anladım işte. Bir ele ne kadar hasret kaldığımı anladım. Ufacık bir dokunuşun beni ne kadar etkilediğini anladım. Düşünmekten, hissetmekten, anlamaya çalışmaktan ne kadar yorulduğumu işte tam o anda anladım. O an dedim kendi kendime "Arif, lütfen savaşmaktan vazgeç artık. Bu senin savaşın değil" diye. O arada elin sahibi devam ediyordu konuşmaya. Sonra savaşlarımdan bahsettim ona. Kendi savaşıymışçasına savundu hepsini bir bir. Ben boş boş gülümsemekle yetindim. Yine de huzurluydum. "Bugüne kadar ne gördün Arif yarı buçuk ilişkilerinden" dedim. Kendime verdiğim sözü 2 kez bozmakla kaldım son 1 yıl içinde, iki farklı insanla. Değdi mi diye düşündüm... Üşüdüğümü bile fark etmemişim. Henüz tanışmamış olmamı bile yadırgamaktan vazgeçtim o an. Sonra eve döndüm, evdeki mevzular, annem, babam, derken Ankara'dayım. Dönerken her şeyi İstanbul'da bıraktım. Şimdi daha iyi anlıyorum şu sakinliğimle. Ben sadece kendi savaşımın değil; başka şeylerin de savaşını vermeye çalışmışım. Yoksa şu gururum birden fazla kez ezilip geçilmezdi.
Kahve istiyorum; ama evde kahve kalmamış. Belki de kahveydi beni sürekli tedirgin bir şekilde düşündüren.
Yoksa insanlar neden düşündürür ki?.. Seven neden düşündürür ki?
30 Mayıs 2013 Perşembe
Mum Alevi ile Oynayan Kedinin Öyküsü
Bir mum yanıyordu bir evin bir odasında
O evde bir de kedi vardı.
Geceler indiğinde kendi havasında
Mum yanar, kedi de oynardı.
Mumun yandığı gecelerden birinde
Kedi oyunlarına daldı.
Oyun arayan gözlerinde
Mumun alevi yandı,
Baktı,
Mumun titrek alevinde
Oyuna çağıran bir hava vardı.
Oyunlarını büyüten kedi büyüdü
Kendi türünde çocukçasına,
Döndü dolaştı, yavaş yavaş yürüdü
Geldi mumun yanına, oyuncakçasına.
Bir baktı, bir daha, bir daha baktı
Mumun alevinin dalgalanmasına
Uzandı bir el attı.
Bıyıklarını yaktırmadan anlamayacaktı...
İlk kez gördüğü mumun yakmasına
İnanmayacaktı.
Kedi, oyunlarında büyüyordu,
Mum, üşüyordu yanmalarında.
Zaman ikili yürüyordu
Aralarında.
Bir ayrışım görünüyordu
Birinin yanmalarında
Öbürünün oynamalarında.
Kedi oyunlarında büyüyordu,
Yitirerek gitgide oyunlarını.
Mum küçülüyordu yanmalarında,
Yitirerek gitgide yakmalarını.
Oynarken büyüyen kedi yanacak,
Aydınlatırken küçülen mum yakacaktı.
Küçülen yaka-yaka aydınlatacak,
Büyüyen yana yana anlayacaktı.
Bir mum yanmasından
Ve bir kedi oyunundan
Kaldı sonunda
Bir gecenin tam ortasında
Bir evin bir odasında
Göz-göze susan
İki insan.
Mum yandı bitti,
Kedi büyüdü gitti.
Oyunlar karıştı gecelerde
Suskun uykusuzluklara.
O iki insandan, sonunda
Birinin anılarında kedi,
Birinin dalmalarında mum
Kaldı gitti.
Nerede bir mum yansa şimdi,
Nerede oynasa bir kedi,
Birbirine yansıyor, karışıyor gölgeleri...
Bugün dün gibi oluyor,
Dün bugün gibi.
Mum ellerimi tırmalıyor,
Belleğimi yakıyor kedinin elleri...
O evde bir de kedi vardı.
Geceler indiğinde kendi havasında
Mum yanar, kedi de oynardı.
Mumun yandığı gecelerden birinde
Kedi oyunlarına daldı.
Oyun arayan gözlerinde
Mumun alevi yandı,
Baktı,
Mumun titrek alevinde
Oyuna çağıran bir hava vardı.
Oyunlarını büyüten kedi büyüdü
Kendi türünde çocukçasına,
Döndü dolaştı, yavaş yavaş yürüdü
Geldi mumun yanına, oyuncakçasına.
Bir baktı, bir daha, bir daha baktı
Mumun alevinin dalgalanmasına
Uzandı bir el attı.
Bıyıklarını yaktırmadan anlamayacaktı...
İlk kez gördüğü mumun yakmasına
İnanmayacaktı.
Kedi, oyunlarında büyüyordu,
Mum, üşüyordu yanmalarında.
Zaman ikili yürüyordu
Aralarında.
Bir ayrışım görünüyordu
Birinin yanmalarında
Öbürünün oynamalarında.
Kedi oyunlarında büyüyordu,
Yitirerek gitgide oyunlarını.
Mum küçülüyordu yanmalarında,
Yitirerek gitgide yakmalarını.
Oynarken büyüyen kedi yanacak,
Aydınlatırken küçülen mum yakacaktı.
Küçülen yaka-yaka aydınlatacak,
Büyüyen yana yana anlayacaktı.
Bir mum yanmasından
Ve bir kedi oyunundan
Kaldı sonunda
Bir gecenin tam ortasında
Bir evin bir odasında
Göz-göze susan
İki insan.
Mum yandı bitti,
Kedi büyüdü gitti.
Oyunlar karıştı gecelerde
Suskun uykusuzluklara.
O iki insandan, sonunda
Birinin anılarında kedi,
Birinin dalmalarında mum
Kaldı gitti.
Nerede bir mum yansa şimdi,
Nerede oynasa bir kedi,
Birbirine yansıyor, karışıyor gölgeleri...
Bugün dün gibi oluyor,
Dün bugün gibi.
Mum ellerimi tırmalıyor,
Belleğimi yakıyor kedinin elleri...
24 Mayıs 2013 Cuma
Vuhuu!
Gebze, son 3 gündür fazla sıcak olmaya başlamıştı. Bugün biraz serinledi hava diyebilirim. İstanbul da sıcaktı tabii ki. Yarın da hava biraz serin olsa, belki de biraz da Pazar günü... Hani gezmek için dışarıya çıkacağımı varsayarsak, epey ihtiyacım var serin havaya.
Zaten Ankara'ya dönünce ev hapsinde devam edeceğim hayatıma yaz sonuna kadar. O arada neler olur neler biter hiç bilmiyorum; ama inşallah iyi şeyler olur...
İnşallah demişken, son 1 haftadır, inancımı daha da fazla sorgular oldum. Dua ederken çektiğim zorluk bazen boşvermeme neden oluyor. O kadar zorlanıyorum ki sosyal hayatım adına, bazen neyi hak ediyorum diye soruyorum Allah'a, sonra uyuyorum ve ertesi güne uyanıyorum.
Benim sorunlarım hiç bitmedi. Bitmeyecek gibi de duruyor. Sorun olarak görmediğim şeylerden bahsetmiyorum; ama öyle büyük iki sorunum var ki bu hayata tutunmak için önümü kapatıyor. Ve bu durumdan dolayı beni anlayan hiçkimsem yok. Destek beklemekten vazgeçeli çok oldu da hani; artık umut etmekten de vazgeçmeye başladım. Kendi başına kaldığım uzunca bir zamandan beri düşündüğüm bazı şeyler var.
Sana bahsetmek istediğim çok şey var aslında Blog. Bu sefer susacağım yine de. Güzel Cuma'mızı bozmayalım. Bir sen varsın zaten, bir ailem var, bir de yanlarındayken kendimi çok huzurlu hissettiğim dost ve arkadaşlarım var. Gerisi yalan. Gerisinin amacı ne bilmiyorum benim hayatımda; ama ben artık hayatıma birini sokarken öncekinden daha farklı yaklaşacağım. Hak etmediğim yeri değil de hak ettiğim yeri verene yaklaşacağım bundan sonra.
Mutfaktayım şu anda, mısır var düdüklü tencerede. Birazdan dondurma yerim diye düşünüyorum. Sonra mısır yerim. Sonra akşam yemeğine sanırım ablamgile geçecekmişiz. Cumartesi de ver elini İstanbul.
21 Mayıs 2013 Salı
Neden Ben?
Hep merak etmişimdir, acaba ne kadar daha bu şekilde işkence edebilirim vücuduma ve ruh halime, diye. Ya da daha ne kadar devam eder bu altın gibi gözüken; ama içindeki topraktan sadece benim haberim olan, hayatım diye...
Bir de merak ederim, ben gibi biriyle başkalarının nasıl sorunu olabilir diye. Ne alıp veremedikleri vardır acaba benimle diye. Ne zararım vardır acaba diye başkalarına...
Ne zaman öleceğimi de merak ediyorum. Sonum acaba kendi ellerimden mi olacak diye de düşünüyorum sürekli. Hele ki bugün bütün inancımı yitirdiğimde daha da düşünür oldum bunu. Aptal bir ilaca umut bağladığıma mı üzüleyim, o ilaca bu ülkede ulaşmaya çalıştığıma mı üzüleyim, ülkemde doğru düzgün ilgi gösterilmediğine mi üzüleyim, ölme isteğimin her geçen gün artmasına mı üzüleyim, çevremdeki bana değer veren insanların da üzülmesine mi üzüleyim bilmiyorum.
Bugün böyle isyan konusunda maksimum seviyedeydi ruh halim. Şu yazıları yazarken, ellerimin neredeyse eskisi kadar terliyor oluşu ayrı bir dramatik sahne adeta.
Beni anlarmış gibi gözüken insanlara ne demem gerekiyor Blog? Derdime, dertsiz haliyle ve anlamadığı bariz belli olan haliyle ortak olmaya çalışanlara ne demeliyim? Daha yaz ayları bile gelmeden bütün hayatımı ve sinirlerimi altüst etmiş bozuk hayatım için ne demeliyim? Sanki bütün gün evde oturacakmışım gibi algılanan hayatımdaki en büyük sorunumu anlamayan insanlara ne demeliyim peki?
Üniversiteden mezun oluncaya kadarki hayatım boyunca zaman ve özellikle yaz ayları bir şekilde geçti; ama artık bir adım atmam gerektiği; ama bu sorunumun gözümde ve fiziksel olarak hayatımdaki büyüklüğü, ileri değil daha çok geri adım atmama neden oluyor.
Artık yarım hayalleri istemiyorum. Yarım umutları, yarım kalmış şarkıları, aşkları istemiyorum. Hiç sahip olmamış olmamdan daha çok yoruyor bunlar beni. Hele bir de kendimi yeteri kadar kötümser hissettiğim bu hayatımla hiç ışık tutamıyorum, kendime ve yanımdakilere. Hele insanlar... En sahip çıkanı bile bir gün gelecek pes edecek, vazgeçecek, bırakacak, unutacak olan insanlar... Birine güvenmek ne kadar zor artık, kimse anlamıyor.
Artık hayatından mutlu olmayan; ama mutsuzluk sebebi maddiyat olan insanlardan öyle nefret ediyorum ki. Çevremdeki böyle her herkesi defetmek istiyorum ilk fırsatta hayatımdan.
Çok üzülüyorum kendime Blog. Ben gibi olan insanlara da üzülüyorum. Neden biz ya da neden böyle bir dert diye soruyorum kendime, Allah'a... Bilmiyorum. Artık dua etmek de yük gibi gelmeye başladı. Ölmek tek çözüm yolu gibi geliyor. İşte, bilmiyorum. Çok yoruldum.
11 Mayıs 2013 Cumartesi
Gelecekteki Sevgiliye Mektup
Gelme sevgili. Beni duyuyor musun? Gelme.
Kalmadı içimde, güven duygusuna karşı en ufak bir inanç.
Sanma ki birlikte yapacağımız şeyleri düşler dururum. Hayal
kuramıyorum artık eskisi gibi.
Gelme.
Yol yakınken, daha bir şey paylaşmamışken, dön geri.
Bakma gözlerimin içine sanki bir umut arar gibi. Tükettim
hepsini senden öncekilerde.
Birazcık inancın varsa aşka, gelme.
Bırak beni kendi halime. Unut gitsin tüm gülüşlerimi. Hepsi
birer yansımaydı belki de gördüklerinin. Vazgeç.
Sevemiyor bu kalp artık kimseyi. “Ben değiştiririm”
duygusundan uyan ve anla tüm gerçekleri.
Gelme, yalvarırım.
Artık güçlü de değilim hiçbir şey için. Savaşamıyorum
kendimle bile. Gelme ki tutunayım artık hayatıma, devam edeyim çıktığım bu
yoldaki amacıma.
Gelme.
Sen unutmuş olsan da ben unutamam senin geçmişini. Böyleyim
işte biraz, ben değil biz olunca, sadece geleceği değil; geçmişe de sahip
çıkmaya çalışıyorum. Elimde değil…
Ben diğerleri gibi değilim. Olmadım, olamadım. Çok duydun bu
sözleri belki de; ama inan benimkiler, belki duyduğun en masum olanları.
Artık düşünmek beni daha fazla yoruyor. Hayal kurunca,
içimde bir yerler kanıyor adeta. Utanıyorum aynaya bakmaktan. “Bu umutsuz yüz
benim olmamalı” diyorum.
Umut etmeye çalıştığımda yüzümün ıslanması keşke yağmurdan
olsaydı diye geçiriyorum her defa içimden. Sonra yine keşke’yi alet ettiğim
için daha da fazla üzülüyorum.
Gelme ne olur…
Bir kere daha üzülmeyi kaldıramam ben. Sana kolaydır belki
üç kelimelik sevişmeler. Benim sözlere de inancım yok.
Gelme.
İstemiyorum hiçbir şeyi. Olacak güzellikler de sana kalsın.
İstemem. Beri dursun gelecek mutluluk…
Eğer geleceksen de, beni öldür ki rahat edeyim. Canımı kendi
ellerinle al.
Belki “ciğerlerine çektiği havayı bile kıskandı” derler,
suçsuz çıkarsın…
Sen en iyisi gelme. Dön geri sevgili. Nasılsa sen de diğerleri gibisin.
Hoşça kal...
4 Mayıs 2013 Cumartesi
Perilere Sesleniyorum
Zaz'ın yeni albümündeki en sevdiğim ikinci şarkısını paylaşarak başlamak istedim yazıma. T'attends Quoi isimli şarkısı hoşuma gitti. Anlamı "ne bekliyorsun" imiş. Sanırım Fransızca dilinde aldığım başlangıç kursunu heba etmemek adına, bu yaz bol bol Fransızca da çalışsam çok iyi olur.
Havalar gittikçe ısınıyor. Annem ve babamın beni bu yönde anlamadığı kesin. Belki ellerinden bir şey gelmiyor diye öyle yaklaşıyor da olabilirler. Anlaşılmayı sorgulamadığım tek konu, çektiğim hastalıkla ilgili olan şeylerdir. Yine de sinirlerimi bozacak yaz sıcakları hemen bir adım ötemde...
Geçen gün keşfettiğim "umudum" dediğim bir ilaçla ilgili yaptığım araştırma biraz moral bozucu ne yazık ki. İthal bir ilaç olması, fiyatının, henüz bilmesem de, pahalı olması, beni 4-5 kere değil; 1000 kere düşündürüyor. Robinul imiş adı. Adeta bir Robin Hood'u andıran ismi var. Ki o ilaca o gözle baktığım da doğrudur ne yalan söyleyeyim... Velhasıl, 2 tane doktora mail attım bununla ilgili, belki dönerler. Daha sonra da üniversitedeki öğretim elemanlarına atmayı düşünüyorum. Çünkü araştırma yaparken bazı makalelere denk gelmiştim.
Nasılsın Blog? İyi misin? Duyduğuma göre domaninin yenilenmesi gerekiyor. Senelik masrafın $10 olması çok değil. Hatta birçok insandan daha faydalı olduğunu varsayarsak, ortalama 2 adet kahve fiyatına tüm dertlerimi dinliyor oluşundan yana mutluyum. Ben nasıl olduğumu bilmiyorum. Çalışmam gereken sınava çalışmıyorum. Çünkü artık umudum kalmadı, inanır mısın...
İlişkim de kalmadı Blog. Yine yalnızlara döndük seninle birlikte. Biz böyle güzeldik, değil mi? Biliyorum.
Geçenlerde kendimi çekmekten daha doğrusu çekmemekten bahsediyordum ya hani, onun bir kısmına ihtiyacım var. Bu telefon numarasını değiştirmek gibi bir şey oluyor. Eskilerde kalmış insanlardan sıyrılmanın en ideal yanı bu. Zira, birçok samimi olduğum, sonradan ikiyüzlülüğünü görüp hayatımdan çıkardığım, kişilerden temelli kurtulmak istiyorum. Zira WhatsApp kullanamaz oldum, durum o boyutta; ama bekliyorum bir süre daha şu anki numaram lazım. Sonra güzelinden bir numara alır; ezberlemeye çalışırım. Ne yapayım, mecbur...
Havalar gittikçe ısınıyor. Annem ve babamın beni bu yönde anlamadığı kesin. Belki ellerinden bir şey gelmiyor diye öyle yaklaşıyor da olabilirler. Anlaşılmayı sorgulamadığım tek konu, çektiğim hastalıkla ilgili olan şeylerdir. Yine de sinirlerimi bozacak yaz sıcakları hemen bir adım ötemde...
Geçen gün keşfettiğim "umudum" dediğim bir ilaçla ilgili yaptığım araştırma biraz moral bozucu ne yazık ki. İthal bir ilaç olması, fiyatının, henüz bilmesem de, pahalı olması, beni 4-5 kere değil; 1000 kere düşündürüyor. Robinul imiş adı. Adeta bir Robin Hood'u andıran ismi var. Ki o ilaca o gözle baktığım da doğrudur ne yalan söyleyeyim... Velhasıl, 2 tane doktora mail attım bununla ilgili, belki dönerler. Daha sonra da üniversitedeki öğretim elemanlarına atmayı düşünüyorum. Çünkü araştırma yaparken bazı makalelere denk gelmiştim.
Nasılsın Blog? İyi misin? Duyduğuma göre domaninin yenilenmesi gerekiyor. Senelik masrafın $10 olması çok değil. Hatta birçok insandan daha faydalı olduğunu varsayarsak, ortalama 2 adet kahve fiyatına tüm dertlerimi dinliyor oluşundan yana mutluyum. Ben nasıl olduğumu bilmiyorum. Çalışmam gereken sınava çalışmıyorum. Çünkü artık umudum kalmadı, inanır mısın...
İlişkim de kalmadı Blog. Yine yalnızlara döndük seninle birlikte. Biz böyle güzeldik, değil mi? Biliyorum.
Geçenlerde kendimi çekmekten daha doğrusu çekmemekten bahsediyordum ya hani, onun bir kısmına ihtiyacım var. Bu telefon numarasını değiştirmek gibi bir şey oluyor. Eskilerde kalmış insanlardan sıyrılmanın en ideal yanı bu. Zira, birçok samimi olduğum, sonradan ikiyüzlülüğünü görüp hayatımdan çıkardığım, kişilerden temelli kurtulmak istiyorum. Zira WhatsApp kullanamaz oldum, durum o boyutta; ama bekliyorum bir süre daha şu anki numaram lazım. Sonra güzelinden bir numara alır; ezberlemeye çalışırım. Ne yapayım, mecbur...
3 Mayıs 2013 Cuma
Yeni Bir Umut
Ben emindim Zaz'ın albümünün 10 Mayıs'dan önce elime ulaşacağı konusunda. Tabii ki deluxe versiyonu değil; ama olsun. Şu 14 tane şarkısını dinlerken bloguma yazabiliyorum. Epeydir bekliyordum bu albümü. O yüzden mutluyum şimdilik. Muhtemelen uzun bir süre, suyunu çıkartana kadar dinlerim bu albümü.
Şimdilik şarkılar epey hoş duruyor. Eminim ki dinledikçe daha da güzelleşecektir. Bir süre sonra en sevdiklerimi paylaşırım seninle de Blog.
Az önce, şarkıyı dinlerken bir şey öğrendim hiperhidrozis hastalığım için. 1 haftadır Facebook'da yabancı bir destek grubunu takip ediyorum. Bu grupta, dünyanın birçok yerinden bu rahatsızlığı/hastalığı çeken insanlar yaşadıkları sıkıntıları, tedavi yöntemlerini paylaşıyorlar. Ve geçenlerde biri, sanırım kendisi İngiltere'de yaşıyor, bir yorumda, terlemeyi fazlasıyla azaltacak bir ilaçtan bahsetmiş. Ve yorumu okuduğumda o kadar heyecanlandım ki "bu benim için de bir umut olabilir" dedim. Şimdi ilacı araştırıyorum. Sağlıkçı ablama da sordurmayı düşünüyorum ilacı. Ve en kısa zamanda doktora gidip bu ilacı kullanmaya başlamalıyım. İnşallah etkili olur bende de. Çünkü bu yaz'ımın da eziyete dönüşmesini istemiyorum.
İçimde büyük bir umut, kulaklarımda Zaz'ın şarkıları var. Bence güzel bir Cuma günü geçiriyorum. Umarım her şey daha iyi olur benim için. Son zamanlarda depresyon hastalığını da çeker oldum. Sinirlerim, duygularım fazlasıyla yıprandı. Etrafıma da saçma sapan tepkiler verir oldum. Artık neye sevinip üzülmem konusunda aklım karışmış durumda. O yüzden sadece iyi dileklerim var kendim için dualarımda...
Şimdilik şarkılar epey hoş duruyor. Eminim ki dinledikçe daha da güzelleşecektir. Bir süre sonra en sevdiklerimi paylaşırım seninle de Blog.
Az önce, şarkıyı dinlerken bir şey öğrendim hiperhidrozis hastalığım için. 1 haftadır Facebook'da yabancı bir destek grubunu takip ediyorum. Bu grupta, dünyanın birçok yerinden bu rahatsızlığı/hastalığı çeken insanlar yaşadıkları sıkıntıları, tedavi yöntemlerini paylaşıyorlar. Ve geçenlerde biri, sanırım kendisi İngiltere'de yaşıyor, bir yorumda, terlemeyi fazlasıyla azaltacak bir ilaçtan bahsetmiş. Ve yorumu okuduğumda o kadar heyecanlandım ki "bu benim için de bir umut olabilir" dedim. Şimdi ilacı araştırıyorum. Sağlıkçı ablama da sordurmayı düşünüyorum ilacı. Ve en kısa zamanda doktora gidip bu ilacı kullanmaya başlamalıyım. İnşallah etkili olur bende de. Çünkü bu yaz'ımın da eziyete dönüşmesini istemiyorum.
İçimde büyük bir umut, kulaklarımda Zaz'ın şarkıları var. Bence güzel bir Cuma günü geçiriyorum. Umarım her şey daha iyi olur benim için. Son zamanlarda depresyon hastalığını da çeker oldum. Sinirlerim, duygularım fazlasıyla yıprandı. Etrafıma da saçma sapan tepkiler verir oldum. Artık neye sevinip üzülmem konusunda aklım karışmış durumda. O yüzden sadece iyi dileklerim var kendim için dualarımda...
30 Nisan 2013 Salı
Yaz Geldi? Hmm...
Son yazdığım 4 yazımı sildim. Fazlaca kötümserlik, acımasızlık, karamsarlık, kan, ölüm ve umutsuzluk kokuyordu. Hatta son yazımda bir daha yazmamaya karar vermiştim. Bugün dedim ki kendime "Arif, ne içtin? Kimseye dertlerini anlatmıyorsun zaten, elindeki son dert dinleyenini niye kenara atıyorsun?" dedim gayet şizofreni edasıyla. Ve hop! Buradayım!
Güzel haberlerim yok ne yazık ki. Yine de kendimi mutlu ettiğim bir gündeyim. Biliyorum her şey b*ka sarıyor. Hiçbir çözüm yolum yok kendim için. Biliyorum, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Biliyorum parasız, pulsuz; sevgisiz olacağım. Biliyorum, niye tekrarlıyorsam?..
Ben her şeye rağmen umudumu yitirmedim Blog. Yok yani nasıl bitirebilirim ki? Bitirsem zaten cidden intihar lafı sadece lafta kalmaz; icraate binbir yolla geçerdi. Önümde cehennemi andıracak bir yaz var. Nasıl baş edeceğimi bilmiyorum; ama bu yazı kendime eziyet ederek geçirmeyeceğim. Terliyor olmam da olabildiğince gözümün önünde olmayacak. Nasıl başarırım bilmiyorum; ama bu yaz olmayacak. Zira geçen yaz şey diyordum, zayıflarsam daha az terlerim diye. Geçen yazı, bir önceki yazdan 10*15 kg daha az bir kilo ile geçirdim. Yani daha az terlemekten ziyade, daha fit ve seksi(!) gözükerek geçirdim ki geçen yaz fena değildi sanki. Neyse. Bu yaza nasıl gireceğim de sadece benim elimde.
Şimdilik bir çözüm yolum yok; ama bundan sonra mutsuz, karamsar, kötümser olmak istemiyorum. Evet, bu beni bile yordu.
Şimdi bugün olanlara geçelim. Facebook ve Twitter hesaplarımı geri açtım. Last.Fm'de şarkı skroplamaya devam ediyorum. Hatta kaç gündür nasıl ulaşırım o şarkıya diyerek dolandığım Zaz'ın Cette Journée isimli şarkısını dayanamayıp satın aldım Itunes'da. Ve bilmem kaçtır dinliyorum, hala daha çalıyor. Velhasıl, internete düşmemiş bu şarkı.Nette paylaşmaya da hiç niyetim yok, üzgünüm. 10 Mayıs'da albümü çıkıyor Zaz'ın. Adı Recto Verso. Ön Sipariş vermemek için kendimi zor tutuyorum. Zira yayınlanmadan önce nette bir şekilde dinlerim umudum var. Hoş, beğeneceğime eminim. Neyse, işte bugün dayanamadım, ve o albümünden 1 tane şarkısı satışa sunulmuştu, indirdim.
Sabah bir de mail aldım GoodReads.com'dan. 2 gün önce yaptığım Librarian (kütüphaneci) başvurum kabul edilmiş. Beni Blog'umdan sonra mutlu eden 1-2 yerden biri de bu site. Tamamen kitap okumayı sevenlerin buluştuğu bir yer diyebilirim. Bazen okuduğum Türkçe romanların sayfalarını kendim ekliyorum; ama bazen roman kapaklarını düzenlemek istesem de Librarian olmadan herhangi bir romanın sayfasında düzenleme yapamıyorsunuz. Ben de o yüzden Librarian olarak bu işe el atıyorum. Bu site ile okuduğunuz kitabın kaldığınız sayfalarını düzenli olarak oraya ekleyebilirsiniz. Kitap yorumlarını görebilirsiniz, yorum yapabilirsiniz, başka okuyucularla tanışıp tartışabilirsiniz. Bu da benim profilim: http://www.goodreads.com/arifcihat

Mayıs ayı deyince aklıma Ales ve Zaz'ın yeni albümü geliyor. İkisinden hangisi beni daha çok mutlu ediyor diye sorarsan Blog, sorma bence. O kalsın, şunu göstereyim cevap olarak: Sanırım albümün tamamına ulaşana kadar bu şarkıyla idare ederim.
Şu anda aklımda yine çok şey var; ama bence zamanla düzelecek hepsi. Hepsinden önce benim depresyonumun geçmesi lazım ve bu da sadece benim elimde. O yüzden bugün başlangıç olsun diyorum. Bugün bir anda her şeyi değiştirmek yerine, değiştirebileceğim şeyler için başlangıç bir gün olsun diyorum. Sence yine fazla mı iyimserlik depoladım Blog? Neyse sorgulamayayım ve bir daha saçmalamayacağıma söz veriyorum. Tamam, bu kadar. Şimdi biraz kitap okusam iyi olur.
Elma yiyen?
Güzel haberlerim yok ne yazık ki. Yine de kendimi mutlu ettiğim bir gündeyim. Biliyorum her şey b*ka sarıyor. Hiçbir çözüm yolum yok kendim için. Biliyorum, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Biliyorum parasız, pulsuz; sevgisiz olacağım. Biliyorum, niye tekrarlıyorsam?..
Ben her şeye rağmen umudumu yitirmedim Blog. Yok yani nasıl bitirebilirim ki? Bitirsem zaten cidden intihar lafı sadece lafta kalmaz; icraate binbir yolla geçerdi. Önümde cehennemi andıracak bir yaz var. Nasıl baş edeceğimi bilmiyorum; ama bu yazı kendime eziyet ederek geçirmeyeceğim. Terliyor olmam da olabildiğince gözümün önünde olmayacak. Nasıl başarırım bilmiyorum; ama bu yaz olmayacak. Zira geçen yaz şey diyordum, zayıflarsam daha az terlerim diye. Geçen yazı, bir önceki yazdan 10*15 kg daha az bir kilo ile geçirdim. Yani daha az terlemekten ziyade, daha fit ve seksi(!) gözükerek geçirdim ki geçen yaz fena değildi sanki. Neyse. Bu yaza nasıl gireceğim de sadece benim elimde.

Şimdi bugün olanlara geçelim. Facebook ve Twitter hesaplarımı geri açtım. Last.Fm'de şarkı skroplamaya devam ediyorum. Hatta kaç gündür nasıl ulaşırım o şarkıya diyerek dolandığım Zaz'ın Cette Journée isimli şarkısını dayanamayıp satın aldım Itunes'da. Ve bilmem kaçtır dinliyorum, hala daha çalıyor. Velhasıl, internete düşmemiş bu şarkı.
Sabah bir de mail aldım GoodReads.com'dan. 2 gün önce yaptığım Librarian (kütüphaneci) başvurum kabul edilmiş. Beni Blog'umdan sonra mutlu eden 1-2 yerden biri de bu site. Tamamen kitap okumayı sevenlerin buluştuğu bir yer diyebilirim. Bazen okuduğum Türkçe romanların sayfalarını kendim ekliyorum; ama bazen roman kapaklarını düzenlemek istesem de Librarian olmadan herhangi bir romanın sayfasında düzenleme yapamıyorsunuz. Ben de o yüzden Librarian olarak bu işe el atıyorum. Bu site ile okuduğunuz kitabın kaldığınız sayfalarını düzenli olarak oraya ekleyebilirsiniz. Kitap yorumlarını görebilirsiniz, yorum yapabilirsiniz, başka okuyucularla tanışıp tartışabilirsiniz. Bu da benim profilim: http://www.goodreads.com/arifcihat

Mayıs ayı deyince aklıma Ales ve Zaz'ın yeni albümü geliyor. İkisinden hangisi beni daha çok mutlu ediyor diye sorarsan Blog, sorma bence. O kalsın, şunu göstereyim cevap olarak: Sanırım albümün tamamına ulaşana kadar bu şarkıyla idare ederim.
Şu anda aklımda yine çok şey var; ama bence zamanla düzelecek hepsi. Hepsinden önce benim depresyonumun geçmesi lazım ve bu da sadece benim elimde. O yüzden bugün başlangıç olsun diyorum. Bugün bir anda her şeyi değiştirmek yerine, değiştirebileceğim şeyler için başlangıç bir gün olsun diyorum. Sence yine fazla mı iyimserlik depoladım Blog? Neyse sorgulamayayım ve bir daha saçmalamayacağıma söz veriyorum. Tamam, bu kadar. Şimdi biraz kitap okusam iyi olur.
Elma yiyen?
17 Nisan 2013 Çarşamba
Gittim Geldim
Hep diyorum, gidince dönesim gelmiyor; buradayken de gidesim gelmiyor. Kurulu düzenimi bozmaktan hoşlanmıyorum pek, ondan galiba bu durum.
Elimde ne varsa satmaya çalışıyorum. Eski bilgisayarlarımdan birini sattım mesela, satabileceğim bir netbook bir de ipod touch var. Onları da satıp, bir şekilde para biriktirmeye devam etmeyi düşünüyorum. Akıllı bir telefon almam lazım. Şu an ki Blackberry'nin WhatsApp dışında pek bir faydası oluyor diyemem. Tabii buna da şükür.
Mayıs ayı içinde tekrar gideceğimi söyleyebilirim. Yine sınav için; bu sefer ne kadar kalacağımı bilmiyorum.
Zaz'ın albümü çıkıyor Mayıs'ın ikinci haftası. Sanırım 11'inde. En çok beklediğim albüm! Sertab Erener'in albümü de çok güzel olmuş mesela. Şu sıralar takip ettiğim yeni diziler de var. Mesela Bates Motel ve dün başlayan yepyeni bir dizi var listemde: Defiance. Henüz izleyemedim; ama 1-2 gün içinde kahveme ortak olacağından eminim.
John Verdon'a sardım nedense Blog. Hayırdır? Böyle oluyor işte, elime cinayet/seri katil konulu romanlar geçince okumak istemiyorum, bunalıyorum çünkü. Okuyunca da bırakamıyorum. Şeytanı Uyandırma isimli kitabını okuyorum şu sıralar. Bir yandan da Sherlock Holmes serisini okuyorum. Yani daha ne desem bilemedim beni anlaman için şu konuda... Bir de Küçük Mucizeler Dükkanı serisini özledim ben. 6. kitap adeta "Arif beni satın al! Neyi bekliyorsun yahu?!" diyor. Bir ara satın alıp okumalıyım: Yeni Başlangıçlar Mevsimi
Söyleyeceğim çok şey var Blog aslında; ama sansürlüyorum hepsini artık. Ve bu rahatsız etmiyor beni. Nasılsa beni anlayan tek kişi sen olduğun için sorun olmuyor bazı şeyleri atlamam. Yoruldum sadece. Duygularım özellikle çok yoruldu.
1 Nisan 2013 Pazartesi
Bahar Geldi
Çok öncelerde oldu sanırım. Ben hatırlamıyorum. Belki kimse bilmiyordur kimin beni lanetlediğini. Belki doğmadan önce olmuştur, emin değilim. Tek, gerçek olduğuna artık sonuna kadar inandığım bir şey var, o da hiçbir zaman, hiçbir mutluluğu doyasıya yaşayamayacak oluşum. Bundan eminim. O yüzden sanırım, bunun farkına vardığım zamandan beri, hiçbir şeye, beni mutluluğa götürecek olduğunu bilsem bile, bağlanamıyorum. Bağlanmak istemiyorum. Az ile yetinebilen biri olduğuma eminim; ama bu halimle bile elimdeki mutluluğu az görüyorum. Bu yüzden ertesi gün için umutlarım sadece 3-4 saatten ibaret oluyor. Sadece birkaç saatten ibaret oluyor yaşam enerjimin beni ayakta tutuşu. Sonra gerçeklerin içinde boğulduğumu ciğerlerime kadar hissediyorum. Nefretim sadece beni değil; çevremdekileri de yakıyor. Dumanı tütmeden yeni alevler çıkartıyorum her sefer... Her 3-4 saatin dışında uyanık kaldığım zaman boyunca...
Katalog gibi adeta geçmişim. Bir parça yeni insanlar, bir parça ders çalışma, bir parça sağlık sorunları, bir parça uzak ülkelere seyahat, bir parça zenginlik, bir parça sosyallik... hep birer parça. En kötüsü bu aslında. Nerede, nasıl ve ne tür bir hayatın insanı olduğunu bilememekte. Ne istemem gerektiğini şaşırdığım zamanlar o kadar fazla ki. Bazen sadece sağlıklı olmayı; bazen hayat arkadaşım olmasını, bazen çok zengin olmayı, bazen sessizce yaşamayı, bazen kalabalıktan boğulacak kadar yoğun yaşamayı istiyorum. Dışarıdan bakınca ne kadar güzel gözüküyor değil mi?
Şöyle düşünmekte fayda var sanırım. Bir miktar paranız var diyelim. Çalışma odanızı baştan sona yeniden tasarlamak istiyorsunuz. Ve elinize içinde önceden başkaları tarafından oluşturulmuş dizaynların modelleri var. Hepsi birbirinden farklı. Baktığınızda hepsi hoşunuza gidiyor; ama en beğendiğinizi seçiyorsunuz. Kurulum bittikten sonra bakıyorsunuz ki her tasarımdan bir parça var odanızda. Yatağınızın rengi farklı, perdelerinizin modeli farklı, lambanızın rengi farklı... Ben böyle bir etki yapıyorum insanlarda sanırım. Hayatlarının bir noktasına beni alınca içinde birçok şeyden olan bir odaya sahip oluyorlar. Başta eğlenceli geliyor. Belki hep durmasını istiyorlar evlerinin bir köşesinde; ama sonra fazlalık gibi geliyor. Ya da içine girince boğuluyorlar. Ve kapısı hep kapalı kalıyor...
En çok gülenler aslında en çok ağlayanlarmış derler. Öyle mi sence? Sence ben çok mu ağlıyorumdur? Çok mu dertliyimdir? Dokunsan acaba parmağın yanar mı içimdeki ateşten?
Birden fazla ben'in olduğu bir hayatı yaşıyorum işte. Sorun bende değil; küçüklüğümden beri hangisinde olduğumu bulamayışımda. Belki hiçbir mutluluğu tamamen yaşayamamak benim suçumdur. Belki kimse lanetlememiştir. Belki Allah böyle istiyordur benim için. Her şeyi gösterip; doğru olana yönelmemi istiyordur. Çok basit gibi geliyor kulağa, değil mi? Bir de bana sorun yaşadığım hayatı.
Hiçbir şeyde, yerde, mutlu olamayacağımı bilişimden sanırım hiçbir şeye tutanamayışlarım. Korkarak kaçışlarım. En çok ne zaman ağlamıştım Blog? Amerika'dan dönüşte, değil mi? Nedendi sence? O zaman tek başımaydım, paramı kazanıyordum, hayat çok güzeldi, o kadar güzeldi ki mutluluğu aramıyordum. Sanki bana koşarak geliyordu mutluluk. Döndüğümden beri ağlıyorum. Burada her şeye bir engel var çünkü. Engel olarak görmesen bile, bir şeyler gözüne soka soka hissettiriyor engelliğini.
Bakalım ne kadar daha kaçabileceğim mutluluktan, hayatımı yoluna sokmaktan ya da pes edip sistemin istediği köleliği mi yaşayacağım. En çok da bundan korkuyorum Blog. Sistemin bir parçası olmaktan korkuyorum. Yapmam dediğim şeyleri yapmaktan korkuyorum. İnsanlara bunu anlatınca anlamıyorlar. Lambanın açılıp kapanması gibi sanıyorlar kendime verdiğim sözleri çiğnemenin. Öyle ya, çok zaman oldu başkalarının beni anlamasını bekleyeli. O yüzden direniyorum Blog. Belki sonunda sağlığımdan, belki canımdan olacağım; ama direniyorum. Elimde inandığım bir avuç kadar umudum kaldı kendime dair. Onları da kaybetmek istemiyorum.
Tek başıma veriyorum bu savaşı. Kendi sorumluluğumla, kendi mücadelemle. Kaybedersem ben kaybedeyim istiyorum. Üzülmesin benim yüzümden kimse istiyorum. Geriye annem, babam ve kardeşlerim kaldı. İnsanların nefretini kazanmak çok zor değil sanırım Blog. Belki kan bağında daha zor olur; ama başarmak zorunda kalırsam onun da üstesinden gelirim herhalde. Gerekirse onların nefretini de alıp giderim buralardan. O zaman göçüp gittiğimde kimse üzülmez fazla. Doğru ya, sevginin yerini bir tek nefret doldurabilirmiş.
Yine de zamanım var. Az da olsa umudum var bir şeylerin düzeleceğine dair; ama çok zorlanıyorum be Blog. Bu kadar hassas olmamalıydım. Yaratılış kuralını bu kadar bozmamalıydım. Benim suçum değil bu kadar düzensiz yaşamış oluşum.
Gerçekten, benim suçum ne Blog?
Neyse. Nisan ayına girdik. Bahar geldi. Bahar hep yeni umutlarla gelirmiş. Belki bu bahar şansım yaver gider. Belki diğer baharlar kadar umutsuz geçmez.
29 Mart 2013 Cuma
Derin Nefes Alıyoruz!
Ne kadar yalnızsam, o kadar güzelim be. O kadar iyiyim. O kadar kendimden eminim. O kadar bir şeyleri gizlemeden yaşıyorum... Ne demek istedim acaba bu cümlede? Açıklayayım.
Ben birine ısındığım zaman samiyetimi korumayı severim. Sıcaklığımı öyle kaybetmem hemen; ama kolay kaybetmem de diyemem. Hele ki verdiğim değeri göremezsem karşımdaki insanda... 2-3 gün önce de benzeri bir nedenden birkaç kişiyi çıkardım listelerimden. Bu, artık o kişilerle konuşmayacağım demek oluyor. Çıkarma nedenim sadece samimiyet kaybı değil elbette. Başka nedenleri de var. Fakat; şu anda çok rahatım, huzurluyum, Facebook ya da Twitter gibi bir yerde bana özel bir şeyi paylaşırken daha rahat hareket edebiliyorum. Daha öncesinde, kendimle ilgili bir şey paylaşırken 5 kere düşünüyordum. Çünkü nazarından korktuğum, samimiyetinden çok şüphe ettiğim insanlar vardı. Neden tutuyordum zaten hayatımda? diye bir soru da alabilirim mesela. Ben de bilmiyorum... Neden? Bana maddi manevi hiçbir faydası olmayan, aksine özel hayatımı paylaşırken rahatsızlık duyduğum kişileri neden hayatımda tutayım ki, dedim ve çıkardım.
Bunun dışında eski ikinci sevgilimin mailini almıştım geçenlerde. Neden mail attığı konusunda pek fikrim yok; ama eminim yine egolarını tatmin etmek için ne yaptığımı, nerede yaşadığımı sormuştur. Çünkü en sonki tartışmamda, insanlara nasıl baktığını, hele ki sevgilisi olacak kişileri nasıl değerlendirdiğini anlayınca, ona olan tüm sevgim nefrete dönüşmüştü. İnsan yurt dışında hayatını kurup, ekonomik durumunu iyi hale getirince böyle mi oluyor? Yani karşısındakilere, sanki onun parasını yiyecek, duygularını çalacak biri gibi mi bakıyor? Hele ki Almanya'daki Türklerin nasıl olduğu konusunda daha da kafamı karıştıran bu geçmiş tartışmayı tekrar hatırlamak zorunda kaldım o maillerden sonra. Zamanında ne kadar saf olduğumu tekrar gördüm. Hoş, konu duygular olunca hala daha safım sanırım. Umarım bir daha mailini almam. Çünkü benim Türkiye ile ilgili derdimi bilip, elinde fırsatı olmasına rağmen, 1 kere olsun yardım etmeye tenezzül etmeyen biri, benim hatırı sayılır listemde kalamaz.
Bugün kek yaptım. Nasıl başarılı oldum diyemem. En azından mozaik pasta başarımı yaklayamadım bence; ama fena değil yine de.Yenebilir.
Haftaya İstanbul'da olacağım durumu beni hala düşündürüyor. Zira havalar ısınmaya başladı. Ve İstanbul, Ankara'dan daha sıcak. Bu da daha çok terleyeceğim anlamına geliyor. O yüzden tshirtlerimi götürsem iyi olur. Para harcamamalıyım. Zaten harçlığım da çok olmaz diye düşünüyorum. Adalar'a gitme planımız var toplucana. Belki bir Pazar günü buluşması da yaşayabilirim Cumartesi sonrası. Hepsinden önce YDS'ye gireceğim gerçeği is shakin' me b*tch! Olsun.
Yurt dışından sipariş verdiğim Iphone 5 kulaklıklarım da gelmedi hala. Yaklaşık 1 ay oldu. Önümüzdeki hafta içi gelse bari, ben gitmeden. Önümüzdeki hafta içi sürücü belgemi de alacağım. Artık trafikte resmi bir canavar olabilirim. Hoş, benden olsa olsa kurabiye canavarı olur. Ya da özel birine göre elma kurdu.
Iphone 5 demişken, çok istiyorum Iphone 5'im olmasını. Yani bir ayfonumun olmasını çok istiyorum daha doğrusu. 5S de olur. Çıkınca. Elimde satabileceğim bir Ipod Touch, bir Ipod Nano, bir Notebook var. Tabii bir de 2 adet eski telefon. Bunları elimden çıkarsam epey param olmuş olur. Geri kalanını nasıl hallederim bilmiyorum. Zamanında fotoğraf makineme 2400 lira civarında para vermeseydim düşünebilirdim.Belki.
Bekliyoruz, bakalım. Nabiha dinler misin? O zaman dene bakalım...
Ben birine ısındığım zaman samiyetimi korumayı severim. Sıcaklığımı öyle kaybetmem hemen; ama kolay kaybetmem de diyemem. Hele ki verdiğim değeri göremezsem karşımdaki insanda... 2-3 gün önce de benzeri bir nedenden birkaç kişiyi çıkardım listelerimden. Bu, artık o kişilerle konuşmayacağım demek oluyor. Çıkarma nedenim sadece samimiyet kaybı değil elbette. Başka nedenleri de var. Fakat; şu anda çok rahatım, huzurluyum, Facebook ya da Twitter gibi bir yerde bana özel bir şeyi paylaşırken daha rahat hareket edebiliyorum. Daha öncesinde, kendimle ilgili bir şey paylaşırken 5 kere düşünüyordum. Çünkü nazarından korktuğum, samimiyetinden çok şüphe ettiğim insanlar vardı. Neden tutuyordum zaten hayatımda? diye bir soru da alabilirim mesela. Ben de bilmiyorum... Neden? Bana maddi manevi hiçbir faydası olmayan, aksine özel hayatımı paylaşırken rahatsızlık duyduğum kişileri neden hayatımda tutayım ki, dedim ve çıkardım.
Bunun dışında eski ikinci sevgilimin mailini almıştım geçenlerde. Neden mail attığı konusunda pek fikrim yok; ama eminim yine egolarını tatmin etmek için ne yaptığımı, nerede yaşadığımı sormuştur. Çünkü en sonki tartışmamda, insanlara nasıl baktığını, hele ki sevgilisi olacak kişileri nasıl değerlendirdiğini anlayınca, ona olan tüm sevgim nefrete dönüşmüştü. İnsan yurt dışında hayatını kurup, ekonomik durumunu iyi hale getirince böyle mi oluyor? Yani karşısındakilere, sanki onun parasını yiyecek, duygularını çalacak biri gibi mi bakıyor? Hele ki Almanya'daki Türklerin nasıl olduğu konusunda daha da kafamı karıştıran bu geçmiş tartışmayı tekrar hatırlamak zorunda kaldım o maillerden sonra. Zamanında ne kadar saf olduğumu tekrar gördüm. Hoş, konu duygular olunca hala daha safım sanırım. Umarım bir daha mailini almam. Çünkü benim Türkiye ile ilgili derdimi bilip, elinde fırsatı olmasına rağmen, 1 kere olsun yardım etmeye tenezzül etmeyen biri, benim hatırı sayılır listemde kalamaz.
Bugün kek yaptım. Nasıl başarılı oldum diyemem. En azından mozaik pasta başarımı yaklayamadım bence; ama fena değil yine de.
Yurt dışından sipariş verdiğim Iphone 5 kulaklıklarım da gelmedi hala. Yaklaşık 1 ay oldu. Önümüzdeki hafta içi gelse bari, ben gitmeden. Önümüzdeki hafta içi sürücü belgemi de alacağım. Artık trafikte resmi bir canavar olabilirim. Hoş, benden olsa olsa kurabiye canavarı olur. Ya da özel birine göre elma kurdu.
Iphone 5 demişken, çok istiyorum Iphone 5'im olmasını. Yani bir ayfonumun olmasını çok istiyorum daha doğrusu. 5S de olur. Çıkınca. Elimde satabileceğim bir Ipod Touch, bir Ipod Nano, bir Notebook var. Tabii bir de 2 adet eski telefon. Bunları elimden çıkarsam epey param olmuş olur. Geri kalanını nasıl hallederim bilmiyorum. Zamanında fotoğraf makineme 2400 lira civarında para vermeseydim düşünebilirdim.
"Gotta do something crazy
At least once a day
It's good for you baby
Sugar for the brain."
23 Mart 2013 Cumartesi
Ruh Hali: Tamirli
Bugün ilginç başladım güne diyemem; ama değişik oldu biraz. Çünkü Now is Good isimli filmi izledim. Zamanında, Ellie Goulding'i fazlasıyla dinleyen biri olduğumdan, yayınladığı bir şarkının bağlantılı olduğu bu filme ilk, o şarkıdan dolayı yaklaşmıştım; ama o zamanlar vazgeçtiğimden herhalde, izleyemedim. Meğer bu sabaha kısmetmiş. Öğleden sonraya kadar etkisi devam etti içimde. Nasıl bir mesaj çıkarmam gerektiğini çok iyi biliyordum; ama kabullenmek zordu sanırım. Yine de mutluyum izlediğim için.
Çok büyük sıkıntılarım yok. Belki dışarıdan bakınca kimine göre dertsiz de gözükebilirim; ama herkesin yaşadığı gibi benim de sorunlarım var. Sorun demek doğru mu bilmiyorum; ama bazen rahatsızlık derecesi üst seviyelere çıktığı için kullanabildiğim başka bir tanımlama yok ne yazık ki. "Her şeye" rağmen yine de mutlu olmalıyım, şükretmeliyim elimdekilere. Etmiyor muyum? Tabii ki ediyorum. Hem de her gün.
Filmden çok bahsetmek istemiyorum; ama özetle bir yaşamın bitişini bilerek ve çok derin bir şekilde hissederek geçen bir öyküyü konu alıyor film. Size şükretmeniz için tonlarca seçenek sunuyor. Hayatınızdan mennun olsanız bile...
2 gündür hayatımı düzene sokma çalışmaları içindeyim. Sokuyorum, bozuluyor; bozuluyor, sokuyorum. Sorun bende bbeğim! Bilmiyorum...
Ben nazara inanıyorum biliyon mu? Etrafımdaki gözler, küçüklüğümden beri bırakmamıştır yakamı. Gözleri çıksın inşallah. Nazarları kendilerine dönsün inşallah! Oh! diyorum hep. Dua ederken özellikle diyorum; ama biliyorum ki bu dünya kötülerin dünyası. Düşe kalka yaşamaya ve hedeflerimi gerçekleştirmeye çalışıyorum. Hedefler demişken, son 1 senedir hedeflerimden bahsetmiyorum pek. Sebebi de bu gözler işte.
Neyse işte, uzatmıyorum, sabahki filmden gereken mesajı aldım ben. Ondan böyle iyi ruh halim. Bundan sonra da bozmamaya çalışacağıma inanıyorum. And içerim, amin.
Öğleden sonra da Seven Psychopaths filmini izledim. O da fena değildi. Hangover'ı anımsatmadı diyemem.
2 hafta sonra İstanbul'da olacağım gerçeği ve Eskişehir'i özlemiş olduğum gerçeği ve masamın üstünde en az 10'ar tane Türkçe ve İngilizce romanın olduğu gerçeği içimde epey şiddetli şekilde savaş veriyor.
Türkiye'de siyasi gelişmeler ve spor konusunda hiç yazmıyorum değil mi? Evet. Yazmayacağım da.
Bir sonraki yazıma kadar "keep calm and miss me" sevgili Blogum.
Öptüm. Kaçtım.
dipnot: Benim ruh halim tamamen beynimde bozulup düzeliyor. O yüzden iç dünyama hoş gelmiş olan kişilere şimdiden başarılar. Ve teşekkür ederim.
dipnot 2: Allah sabır versin o kişilere.
dipnot 3: Çok seviyorum o kişileri ben.
dipnot 4: ehiehie
Çok büyük sıkıntılarım yok. Belki dışarıdan bakınca kimine göre dertsiz de gözükebilirim; ama herkesin yaşadığı gibi benim de sorunlarım var. Sorun demek doğru mu bilmiyorum; ama bazen rahatsızlık derecesi üst seviyelere çıktığı için kullanabildiğim başka bir tanımlama yok ne yazık ki. "Her şeye" rağmen yine de mutlu olmalıyım, şükretmeliyim elimdekilere. Etmiyor muyum? Tabii ki ediyorum. Hem de her gün.
Filmden çok bahsetmek istemiyorum; ama özetle bir yaşamın bitişini bilerek ve çok derin bir şekilde hissederek geçen bir öyküyü konu alıyor film. Size şükretmeniz için tonlarca seçenek sunuyor. Hayatınızdan mennun olsanız bile...
2 gündür hayatımı düzene sokma çalışmaları içindeyim. Sokuyorum, bozuluyor; bozuluyor, sokuyorum. Sorun bende bbeğim! Bilmiyorum...
Ben nazara inanıyorum biliyon mu? Etrafımdaki gözler, küçüklüğümden beri bırakmamıştır yakamı. Gözleri çıksın inşallah. Nazarları kendilerine dönsün inşallah! Oh! diyorum hep. Dua ederken özellikle diyorum; ama biliyorum ki bu dünya kötülerin dünyası. Düşe kalka yaşamaya ve hedeflerimi gerçekleştirmeye çalışıyorum. Hedefler demişken, son 1 senedir hedeflerimden bahsetmiyorum pek. Sebebi de bu gözler işte.
Neyse işte, uzatmıyorum, sabahki filmden gereken mesajı aldım ben. Ondan böyle iyi ruh halim. Bundan sonra da bozmamaya çalışacağıma inanıyorum. And içerim, amin.
Öğleden sonra da Seven Psychopaths filmini izledim. O da fena değildi. Hangover'ı anımsatmadı diyemem.
2 hafta sonra İstanbul'da olacağım gerçeği ve Eskişehir'i özlemiş olduğum gerçeği ve masamın üstünde en az 10'ar tane Türkçe ve İngilizce romanın olduğu gerçeği içimde epey şiddetli şekilde savaş veriyor.
Türkiye'de siyasi gelişmeler ve spor konusunda hiç yazmıyorum değil mi? Evet. Yazmayacağım da.
Bir sonraki yazıma kadar "keep calm and miss me" sevgili Blogum.
Öptüm. Kaçtım.
dipnot: Benim ruh halim tamamen beynimde bozulup düzeliyor. O yüzden iç dünyama hoş gelmiş olan kişilere şimdiden başarılar. Ve teşekkür ederim.
dipnot 2: Allah sabır versin o kişilere.
dipnot 3: Çok seviyorum o kişileri ben.
dipnot 4: ehiehie
21 Mart 2013 Perşembe
Bozuk Ruh Hali
Dün, 20 Mart'da, uzunca bir süredir girmediğim depresyona girdim. Düzeltir umuduyla sabahtan akşama kadar ne bulursam yedim. Gece ye doğru midem biraz rahatlasın diye yeşil çay içtiğimi hatırlıyorum en son. Sabah tartıda yaklaşık 73 kg gibi bir değer görünce; artık beni mutlu eden tek şeyin bile işe yaramadığını gördüm...
Olmayacak bir hayale kapıldım yaklaşık bir senedir. Hayal de denmez aslında; ama umut diyebilirdim. En azından hayatımı 6 sene rahatlatacak bir umut. 2 gün öncesine kadar azimli şekilde ilerliyordum; ama gerçeklerin yüzüme tokattan ziyade, hakiki birer yumruk şeklinde inmesi, bütün dünyamı allak bullak etti. Aslında daha önceden bildiğim; ama ısrarla kabullenmediğim gerçekler... Şimdi "ne için yaşıyorum" sorusu daha da önemli bir cevap arıyor kendine. Bense sessizce bekliyorum cevabın gelmesini.
Annem bazen haklı. Ya da hep haklı. Anneler hep haklıdır gerçeğine getirmek istemiyorum konuyu; ama haklı olduğu 1-2 konu oldu arkadaşlarımla ilgili. Facebook'umu bu akşam dondurmadan önce PKK ve BDP ile ilgili bir şey paylaşmıştım. Twitter'da da... Milliyetçi biri değilimdir. Hiç olmadım. Siyasete sarıyor bir süre sonra mesele. Bense ülkesinde mutlu olmayan bir vatandaş olarak hiç bulaşmıyorum o işlere. Sağcıymış solcuymuş... Futbol benim dünyamda 0 değerindeyse, siyaset de -1'e yakın bir değerdedir benim için; ama gördüm ki insanlar sevdikleri için kendi düşüncelerini açıklayamıyor hatta açıklayabilecekleri düşünceleri başkalarından duyunca, aksi düşünceleri savunuyorlar. Bunu eğitimli insanlar yapıyor. Hoş, artık herkesin "eğitim" adı altında aldığı bir şeyler var. Twitter'ımı kapatmadan önce de şöyle bir şey yazdım "insanın en büyük düşmanı kendisi, daha sonra da dostudur." Bir anda geldi aklıma çok ilginçtir. Sanırım çevremde "sevgilisi olunca sizi satabilenler" grubunun bende yarattığı etkiden dolayı oldu böyle bir düşünce.
Bugün protein günü yaptım. Ve şu anda sabahtan beri kesik suların, bendeki duş alamamış hale verdiği negatif enerji ile, blogumun başına geçtim, yanımda da Fransa'daki bir arkadaşımın, sağolsun, gönderdiği çikolataların son parçaları ve sıcak bir kahve var. Yarın Cuma. En sevdiğim gün. Sabah eğer sular gelmezse, epey bedduamı alacak ilgili kişiler. İnşallah sabah gelir sular. Zor; ama işte...
Benim kendime bir sözüm vardı Blog, hatırlar mısın bilmem; hayatımı düzene sokana kadar kimseyi hayatıma sokmama gibi bir karar almıştım son ilişkimden sonra. Harbiden ne oldu o? Hayırdır yani?
Anlaşılamıyorum Blog. Bu benim en büyük derdim sanırım. Peşinde de hayatımı düzene sokamamış oluşum ve askeri mevzular var. Bazen inançsız olsam cidden hiç beklemez gider intihar ederdim diyorum. Şimdi beni tutan tek neden o.
Mezun olduğumdan beri maddi manevi yarattığım yükün ruh halime etkisini kimse anlayamaz. İçsel dünyamda yaşadığım fırtınalı olaylar yetmiyormuş gibi üniversiteden çıkışımı aldığımdan beri eziyet gibi geliyor yaşamak. Ne yapacağımı şaşırmış durumdayım. Bu haldeyken de kimsenin omzuna başımı yaslayasım yok. Çünkü dengemi kaybediyorum ben. Fazla güveniyorum. Bu hiç doğru değil. Ben hayatımı düzene soksam da olmayacak bir şey bu sanırım.
Geriye doğru bakınca bu konuda kimsenin ahını almadığımdan adım gibi eminim. Hiçbir konuda almadığımdan eminim. İçim çok rahat; ama düşünüyorum da neden ben?
Derken çikolatalar da bitti... Yarın da protein günü yapmayı düşünüyorum.
Aslında yazarken bir daha sana yazmamak üzere son yazımı yazacaktım Blog. Şimdi biraz rahatladığımı hissettim. Tek sen kaldın. Dilin olsa belki neler derdin; ama insanların dediklerinden diyeceksen, ömür boyu sessiz kal. Razıyım ben.
Olmayacak bir hayale kapıldım yaklaşık bir senedir. Hayal de denmez aslında; ama umut diyebilirdim. En azından hayatımı 6 sene rahatlatacak bir umut. 2 gün öncesine kadar azimli şekilde ilerliyordum; ama gerçeklerin yüzüme tokattan ziyade, hakiki birer yumruk şeklinde inmesi, bütün dünyamı allak bullak etti. Aslında daha önceden bildiğim; ama ısrarla kabullenmediğim gerçekler... Şimdi "ne için yaşıyorum" sorusu daha da önemli bir cevap arıyor kendine. Bense sessizce bekliyorum cevabın gelmesini.
Annem bazen haklı. Ya da hep haklı. Anneler hep haklıdır gerçeğine getirmek istemiyorum konuyu; ama haklı olduğu 1-2 konu oldu arkadaşlarımla ilgili. Facebook'umu bu akşam dondurmadan önce PKK ve BDP ile ilgili bir şey paylaşmıştım. Twitter'da da... Milliyetçi biri değilimdir. Hiç olmadım. Siyasete sarıyor bir süre sonra mesele. Bense ülkesinde mutlu olmayan bir vatandaş olarak hiç bulaşmıyorum o işlere. Sağcıymış solcuymuş... Futbol benim dünyamda 0 değerindeyse, siyaset de -1'e yakın bir değerdedir benim için; ama gördüm ki insanlar sevdikleri için kendi düşüncelerini açıklayamıyor hatta açıklayabilecekleri düşünceleri başkalarından duyunca, aksi düşünceleri savunuyorlar. Bunu eğitimli insanlar yapıyor. Hoş, artık herkesin "eğitim" adı altında aldığı bir şeyler var. Twitter'ımı kapatmadan önce de şöyle bir şey yazdım "insanın en büyük düşmanı kendisi, daha sonra da dostudur." Bir anda geldi aklıma çok ilginçtir. Sanırım çevremde "sevgilisi olunca sizi satabilenler" grubunun bende yarattığı etkiden dolayı oldu böyle bir düşünce.
Bugün protein günü yaptım. Ve şu anda sabahtan beri kesik suların, bendeki duş alamamış hale verdiği negatif enerji ile, blogumun başına geçtim, yanımda da Fransa'daki bir arkadaşımın, sağolsun, gönderdiği çikolataların son parçaları ve sıcak bir kahve var. Yarın Cuma. En sevdiğim gün. Sabah eğer sular gelmezse, epey bedduamı alacak ilgili kişiler. İnşallah sabah gelir sular. Zor; ama işte...
Benim kendime bir sözüm vardı Blog, hatırlar mısın bilmem; hayatımı düzene sokana kadar kimseyi hayatıma sokmama gibi bir karar almıştım son ilişkimden sonra. Harbiden ne oldu o? Hayırdır yani?
Anlaşılamıyorum Blog. Bu benim en büyük derdim sanırım. Peşinde de hayatımı düzene sokamamış oluşum ve askeri mevzular var. Bazen inançsız olsam cidden hiç beklemez gider intihar ederdim diyorum. Şimdi beni tutan tek neden o.
Mezun olduğumdan beri maddi manevi yarattığım yükün ruh halime etkisini kimse anlayamaz. İçsel dünyamda yaşadığım fırtınalı olaylar yetmiyormuş gibi üniversiteden çıkışımı aldığımdan beri eziyet gibi geliyor yaşamak. Ne yapacağımı şaşırmış durumdayım. Bu haldeyken de kimsenin omzuna başımı yaslayasım yok. Çünkü dengemi kaybediyorum ben. Fazla güveniyorum. Bu hiç doğru değil. Ben hayatımı düzene soksam da olmayacak bir şey bu sanırım.
Geriye doğru bakınca bu konuda kimsenin ahını almadığımdan adım gibi eminim. Hiçbir konuda almadığımdan eminim. İçim çok rahat; ama düşünüyorum da neden ben?
Derken çikolatalar da bitti... Yarın da protein günü yapmayı düşünüyorum.
Aslında yazarken bir daha sana yazmamak üzere son yazımı yazacaktım Blog. Şimdi biraz rahatladığımı hissettim. Tek sen kaldın. Dilin olsa belki neler derdin; ama insanların dediklerinden diyeceksen, ömür boyu sessiz kal. Razıyım ben.
18 Mart 2013 Pazartesi
Zor - Kolay
Elde edince değerini kaybettik her şeyin. Çünkü hepimiz çocuktuk. Hep boş tarafına baktık bardağın. Şimdi büyük ve yetişkin birer çocuk olduk. Bu sefer de umudunu kaybediyoruz elde etmek istediklerimizin. Yani boşveriyoruz...
Koşuyoruz sürekli bir şeylerin peşinden. Elde edemiyoruz, belki de hiç elde edemeyeceğimiz değerlerin kavgasını yapıyoruz. Ne için diye sorsalar, eminim hepimiz "daha mutlu olmak için" derdik. Şimdi mutsuz muyuz?
Acı çekmek bilmem kaç nesildir genlerimizde var. İnsan olduğumuz için de olabilir. Belki de dünyaya bırakılış nedenimizi yanlış anladık en başından beri. Hepsi 1 elma için kuralları çiğneyenin suçu belki de. Şimdi geçmişi dövmeli miyiz? Ona ceza mı vermeliyiz acaba...
Birini suçlamak zorunda kalıyoruz işte hep. Ya eksik yanlarımızı görüyoruz sürekli ve birilerini suçluyoruz bu durumdan ya da pişman oluyoruz elimizdekinin kıymetini bilmediğimiz için.
Ben?.. Geçmişi kolay kolay unutamama gibi bir yapım var. Unutabilmem için nefret duygusunu yoğunlaştırmalıyım mesela unutmak istediğim şeye karşı. O yüzden birinden ayrılamam mesela. Birlikte oluşturduğum geçmişime kıyamıyorum. Sebepsizce, ortada hiçbir kırıcı şey olmadan bitirip kenara çekilemiyorum mesela. Giderse karşımdaki, hemen bir etiket yapıştırabilirim mesela. Aksi bir durumu olmadı şimdiye kadar. Bir keresinde arama koca bir okyanus girdi. O zaman işte unutabilmek epey uzun bir zamanımı aldı; ekstra aldıklarını saymıyorum bile...
Elimdekinin kıymetinin bilememe durumu olmadı geçmişimde hiç. Allah oldurmasın da; ama eksikliğini çektiğim şeyler oluyor. Hala çocuk gibi olduğum zamanlar da oluyor mesela. Tabii küçük bir not defterine bile sahip olunca fazlasıyla heyecanlanan birinden büyümesini beklemek biraz yanlış olur.
Bugün bir ara düşündüm de aslında ne kadar kendimi hırpalıyormuşum. Ne için? Bilmiyorum. Yani hırpaladığımın farkına vardım, kendimi ve duygularımı yorduğumun farkına vardım. Susmak istedim ve kelimelerim konuştu biraz da.
Bir hayat kurmanın ağırlığını taşıyorum. Kime sorsam "biz de o yollardan geçtik" diyor. Ya onlar yürürken hava çok aydınlıktı ya da ben şemsiyemi unuttuğum için böyle hala ıslanarak yürüyorum bu yollarda. Sanırım 1 sene oluyor yaklaşık olarak, birinin beni anlamasını beklemek gibi bir hatadan vazgeçeli. Çok kolay oldu diyemem; ama başardım da diyemem. Başarmaya çok yakın olduğumu diyebilirim.
Hep ölecekmişim gibi geliyor. Bunu dile de getiriyorum hep. Mesela yarın ölsem gözüm arkada kalmaz. Yapabileceğim ya da yapmam gereken birçok şeyi yapmış gibi hissediyorum. Yapacaklarımdan korkuyorum bir de. En çok bundan korkuyorum. Hayattan vazgeçmekten korkuyorum. Tutunamamaktan korkuyorum. Yolundan gidebileceğim biri olsun isterdim. Böyle aynı virajları dönmüş birinin yolundan gitmek isterdim. Ben yine kendi başımın çaresine bakardım; ama virajları en azından örnek alabilmeyi isterdim. Bunun için kimsem yok hayatımda. Elinden tutmayı istediğim biri var. Aslında korkuyorum onu da kendi yoluma çekmeye. Bir süre sonra aynı yoldan gitmemiz gerektiğini de biliyorum aslında.
Hayat aslında çoğu şeyi düşünmek için bile kısa. Düşünmeden yaşamak ise yanlış çoğu zaman. Bir yaz daha geliyor. Önümde iki koca sınav var. Geçtikten sonra ne yapacağım meçhul. Aklımda 1-2 plan var yine de.
Bilmiyorum. Başımı alıp İngiltere'ye gideceğim galiba. 3-5 kuruş parayla geçinmeye çalışacağım. Ya da Almanya. Bilmiyorum. Ya da Türkiye'nin doğusunda bir yere gideceğim. Ya da evden kaçıp(!) Eskişehir'e.
Böyle keşke kafamı biri 1 saat boyunca ellerinin arasına alsa ve hiçbir şeyi düşünmeden geçirebilsem; ama hiçbir şeyi. Ne mutluluk ne hüzün...
Koşuyoruz sürekli bir şeylerin peşinden. Elde edemiyoruz, belki de hiç elde edemeyeceğimiz değerlerin kavgasını yapıyoruz. Ne için diye sorsalar, eminim hepimiz "daha mutlu olmak için" derdik. Şimdi mutsuz muyuz?
Acı çekmek bilmem kaç nesildir genlerimizde var. İnsan olduğumuz için de olabilir. Belki de dünyaya bırakılış nedenimizi yanlış anladık en başından beri. Hepsi 1 elma için kuralları çiğneyenin suçu belki de. Şimdi geçmişi dövmeli miyiz? Ona ceza mı vermeliyiz acaba...
Birini suçlamak zorunda kalıyoruz işte hep. Ya eksik yanlarımızı görüyoruz sürekli ve birilerini suçluyoruz bu durumdan ya da pişman oluyoruz elimizdekinin kıymetini bilmediğimiz için.
Ben?.. Geçmişi kolay kolay unutamama gibi bir yapım var. Unutabilmem için nefret duygusunu yoğunlaştırmalıyım mesela unutmak istediğim şeye karşı. O yüzden birinden ayrılamam mesela. Birlikte oluşturduğum geçmişime kıyamıyorum. Sebepsizce, ortada hiçbir kırıcı şey olmadan bitirip kenara çekilemiyorum mesela. Giderse karşımdaki, hemen bir etiket yapıştırabilirim mesela. Aksi bir durumu olmadı şimdiye kadar. Bir keresinde arama koca bir okyanus girdi. O zaman işte unutabilmek epey uzun bir zamanımı aldı; ekstra aldıklarını saymıyorum bile...
Elimdekinin kıymetinin bilememe durumu olmadı geçmişimde hiç. Allah oldurmasın da; ama eksikliğini çektiğim şeyler oluyor. Hala çocuk gibi olduğum zamanlar da oluyor mesela. Tabii küçük bir not defterine bile sahip olunca fazlasıyla heyecanlanan birinden büyümesini beklemek biraz yanlış olur.
Bugün bir ara düşündüm de aslında ne kadar kendimi hırpalıyormuşum. Ne için? Bilmiyorum. Yani hırpaladığımın farkına vardım, kendimi ve duygularımı yorduğumun farkına vardım. Susmak istedim ve kelimelerim konuştu biraz da.
Bir hayat kurmanın ağırlığını taşıyorum. Kime sorsam "biz de o yollardan geçtik" diyor. Ya onlar yürürken hava çok aydınlıktı ya da ben şemsiyemi unuttuğum için böyle hala ıslanarak yürüyorum bu yollarda. Sanırım 1 sene oluyor yaklaşık olarak, birinin beni anlamasını beklemek gibi bir hatadan vazgeçeli. Çok kolay oldu diyemem; ama başardım da diyemem. Başarmaya çok yakın olduğumu diyebilirim.
Hep ölecekmişim gibi geliyor. Bunu dile de getiriyorum hep. Mesela yarın ölsem gözüm arkada kalmaz. Yapabileceğim ya da yapmam gereken birçok şeyi yapmış gibi hissediyorum. Yapacaklarımdan korkuyorum bir de. En çok bundan korkuyorum. Hayattan vazgeçmekten korkuyorum. Tutunamamaktan korkuyorum. Yolundan gidebileceğim biri olsun isterdim. Böyle aynı virajları dönmüş birinin yolundan gitmek isterdim. Ben yine kendi başımın çaresine bakardım; ama virajları en azından örnek alabilmeyi isterdim. Bunun için kimsem yok hayatımda. Elinden tutmayı istediğim biri var. Aslında korkuyorum onu da kendi yoluma çekmeye. Bir süre sonra aynı yoldan gitmemiz gerektiğini de biliyorum aslında.
Hayat aslında çoğu şeyi düşünmek için bile kısa. Düşünmeden yaşamak ise yanlış çoğu zaman. Bir yaz daha geliyor. Önümde iki koca sınav var. Geçtikten sonra ne yapacağım meçhul. Aklımda 1-2 plan var yine de.
Bilmiyorum. Başımı alıp İngiltere'ye gideceğim galiba. 3-5 kuruş parayla geçinmeye çalışacağım. Ya da Almanya. Bilmiyorum. Ya da Türkiye'nin doğusunda bir yere gideceğim. Ya da evden kaçıp(!) Eskişehir'e.
Böyle keşke kafamı biri 1 saat boyunca ellerinin arasına alsa ve hiçbir şeyi düşünmeden geçirebilsem; ama hiçbir şeyi. Ne mutluluk ne hüzün...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)