4 Ağustos 2015 Salı

(u)mutlu olmak/olabilmek

Papatya çayı...

Aradığım huzuru belki çok yanlış yerleri eşeleyerek arıyorumdur. Belki çok yanlış sularda yüzüyorumdur, yüzmeyi bilmeden ya da yanlış notalara basıyorumdur hayatın o gösterişli piyanosunda. Bilmiyorum... Şimdi bir kupa papatya çayında arıyorum; kulağıma hoş bir tını, kalbime umut, vücuduma huzur veren o gücü.

Yürüyorum çoğu zaman. Bazen koşuyorum. Yorulduğumu fark etmiyorum bazen. Duruyorum bilmediğim bir köşe başında kimi zaman...

Elinden topu alınmış 5 yaşındaki bir erkek çocuğu gibiyim bazen de. Arkamı yaslayabileceğim annem ve babam var; ama uyanıyorum bir anda sanki ve çocuk olmadığımı anlıyorum. O anda yüzümü bir korku kaplıyor. Tüm güvenini kaybetmiş koca bir yetişkine dönüyorum anında. Bir anda kara bulutlarla kaplanıyor gökyüzü. Başka zaman dualarla bile gelmeyen yağmur, başlıyor yağmaya. Damlalar vuruyor yüzüme tane tane kurşun misali. Keşke diyorum... Keşke topu alınmış 5 yaşındaki erkek çocuğu olarak kalsaydım. Hala daha aynı saflıkta kalan, tek istediği biraz daha dışarda oyun oynamak olan, o erkek çocuğu olarak kalsaydım diyorum. Sonra kendime geliyorum tamamen...

Erteliyorum mutluluğu...

Ertelediklerimin listesini saymaya kalkarsam, ertesi sabah, 1 aydır mühendis olarak çalışmaya başladığım işime geç kalmış olurum. O yüzden mutluluktan bahsedeceğim sadece. O, bana uğramayı her sefer unutan mutluluktan...

Koşturmalarından yoruldum insanların. Para için, seks için, şöhret için... manevi hiçbir değeri olmayan şeyler için koşuşturmalarını izlemekten çok yoruldum. Beni yaratan varlığın bana engel koymasına bazen sevinmiyor değilim o yüzden. Birçok açıdan dünyaya çok farklı bakabiliyorum bu sayede. Çünkü engellendiğim şeyler beni diğer insanların istedikleri şeylerden uzak tutuyor. Yine de bazen savaşını veriyorum bu durumun. Arada kalmak birçok konuda kötü bir etki yapıyor üzerimde.

Geçenlerde biri bana "mutlu olmamak için çok çaba sarfettiğimi" söyledi. Başka biri "neden kendine mutluluğu çok görüyorsun" dedi. Bir başkası "bu kadar eziyet etme kendine" dedi.

Artık inkar edemiyorum. Haklılar... Ama elimde değil. Ben mutluluğu beceremiyorum. Ve sanki mutsuzluk üstüme daha çok yakışıyor.

Çok şey değil aslında istediklerim:

Biraz da olsa mutlu olabileceğim bir iş ve düzenli bir hayat.
Birlikte hem üzülüp hem sevineceğim doğru bir insan.

Yaklaşık 2 aydır yazmadım sana Blog. En son mutlu ya da umutlu olursam dönerim belki demiştim. Mutlu ya da umutlu değilim, ama hem mutlu hem de umutlu olmak istiyorum artık. Kendimle değil de, hayatla savaşmak istiyorum artık.

28 Mayıs 2015 Perşembe

Dipte Hissi

En çok hayal etmek yoruyor beni. Hele bir de umut ettiğim konularda hayal kurmak daha da yoruyor. Şu anda umut bile edemediğim şeyler acıtıyor canımı. En son doğru düzgün ne zaman hayal kurduğumu bile hatırlayamıyorum.

Boşta kaldıkça yemek yiyorum, ya da ne bulursam onu yiyorum diyeyim. Aklımdan saçma saçma şeyler yapma düşünceleri geçiyor bazen. Çoğu zaman sustursam da bazen önünü alamıyorum isteklerimin. Yine de kendi yerimde sayıyorum.

Kendi kendime ediyorum her ne ediyorsam. Bunun farkında olmam kısmen iyi bir şey gibi gözükse de daha çok acıtıyor canımı. Hiçbir şeye cesaret edemiyorum Blog. Ne içimden geliyor ne de başka bir şey. Eski sevgili ile başlayan iyimser cümleler de kuramıyorum. Kötü de konuşamıyorum. Kendi halimdeyim yani. 

Bir hevesle demlenip en sevilen kupaya konulup daha sonra unutulduğu için soğuyan bir yudum çay gibi hissediyorum kendimi. Beni en iyi anlatan cümle oldu sanırım kurduklarım arasında.

Askerlik yapmaya dönmek istiyorum bazen biliyor musun? Şaka yapmıyorum. Kimin aklına gelirdi, değil mi? Orası bazen boğsa da daha farklıydı şu anki halimden Blog. Nefes alabiliyordum en azından.

Yalnızım Blog. Kalbim buz gibi. En son bütün sıcaklığını biriyle yolladım geçmişe. Yolladığım kişi zaten arkasına bile bakmadı giderken. Sesimi çıkarmadım. Zaten acıtıyordu kalbim. Şimdi hep bir boşluk doldurma telaşında bünyem.

Nasıl sinirliyim, nasıl öfkeliyim bütün hayatıma girip çıkanlara! Ama n'apıyorum, yine bütün suçu kendime yüklüyorum. Tek suçlu benim. Bu halde olmamın tek suçlusu benim. O yüzden de sesimi çıkartamıyorum.

Tam bir taş kalpliye dönüşmek üzereyim. Bunu istiyorum aslında Blog. Bütün dengemi bozan duygusal dünyama koca bir atom bombası atıp yok etmek istiyorum.Varsın birileri benim sevgimi görmemiş olsunlar bu dünyada.

Kendimi çok yalnız hissediyorum. Ve bunun tek sorumlusu ben olamam...

16 Mayıs 2015 Cumartesi

Naneli Hayat

Çok acımasız olabiliyorum bazen; ama başkalarına karşı değil, kendime karşı… Acı çektirmeyi seviyorum garip bir şekilde. Ruhum acı çekmekten çok hoşlanıyor belli ki. Öyle çok hoşlanıyor ki yalnız kalmaktan deli gibi nefret etmeme rağmen ısrarla etrafımdaki insanları uzaklaştırıp “acaba ne zaman yalnızlığın dibine vuracağım da sadist bir şekilde zevk alacağım” diye bekliyor.

Eh bende de acı çekmek için, kendimi üzmek için yığınla malzeme var. Tek tek saymak yanlış olur, zaten sayacak gücüm de kalmadı. Birilerine ya da bir şeylere açılmaktan yoruldum. O yüzden uzaklaştırıyorumdur belki de insanları kendimden. İçimde pişmanlık olmuyor uzaklaştırdığım zamanlarda; ama sonrasında kötü oluyorum.

Bugünlerde küçük bir çocuğun ağlamasına bile dayanamıyorum. Üzülüyorum yani. Kendime ne kadar üzüldüğümün haddi hesabı yok. Ha iş “kendini sev” olayına gelince, çok güzel seviyorum kendimi. Oh tatlım! Buna hiç şüphen olmamalı. Zira kendimi öyle çok seviyorum ki kendimi mutlu etmekten çok kendimi üzüyorum.

Şu sıralar hayat kurma çabaları içindeyim. Bana uygun bir iş ya da bulduğum bir işe uygun olma çabalarındayım. Ki kendimi biliyorum, bir işe başlarsam en güzel şekilde yerine getiririm görevimi; ama işte acaba nerede ve nasıl bir iş üstünden devam edeceğim hayatıma…

Ailemleyim 1-2 gündür Blog. Yani bildiğin annem ve kardeşlerimleyim. Her şeyin başladığı şekildeyim belki de bir bakıma. Daha güzel bir “yeni sayfa açma” olabilir mi sence? Emin değilim. Yine de bunu da denemeyi düşünüyorum. Bir de bugünü denemeyi düşünüyorum yeni bir başlangıç için.

2011’deki başlangıcım gibi olmasını istiyorum galiba Blog. Ciddi anlamda her şeyden uzak olmayı istiyorum benim dünyamı altüst eden anlamında. Ve bu sefer birinin gelip bozmasını da istemiyorum. İzin vermek de istemiyorum. Çünkü gerçekten yoruldum. Hiçbir şey yapmamaktan, kendimi boğmaktan, birilerine inanmaya çalışmaktan, elimdeki sevgi için tek taraflı savaşmaktan, sağlık sorunlarımın hayatımın içine etmesinden ve benim buna izin vermemden, elimdeki yığınla artı’yı kocaman bir EKSİ yapmaktan… hepsinden yoruldum. Askerlik denen şeyden de geçmiş olmama rağmen bazı şeylerin hala aynı ARİF olarak kalmasından da yoruldum.

Bazen saatin aynı rakamları geldiğinde “acaba beni mi düşünüyor” diyemediğim bir durumdayım. “Acaba beni kim düşünüyor” diyorum. Ya da gerçekten acaba beni kim düşünüyor? Belki birinin hayalindeyimdir ve “bir gün onunla karşılaşacağım ve bütün renklerim tamamlanmış olacak” diyordur benim için. Bense o gün geldiğinde “artık geç kaldın” diyeceğimdir kesin.

Neyse. Neyse…

8 Mayıs 2015 Cuma

Olmuyor...

Gitmedim arkadaşıma. Bugün eşyalarımı hazırladım, hatta üstümü de giyindim. Sonra bir şey oldu, gitmekten vazgeçtim. İptal ettim bütün buluşma planlarımı. Üstümü değiştirdim, yatağa uzandım. Telefonumu aldım elime. Facebook ve Twitter'daki bir çok şeyi sildim. Sonra Whatsapp'ın gizlilik ayarlarını değiştirdim. Herkese kapattım fotoğrafımı falan. Hatta bir ara olan sevgilim onu sildiğimi düşünmüş olacak ki numaramı silmiş sanırım. Ben silmedim ilk kez, ama demek ki benim silmemi bekliyormuş. O da dikkatimi çekti. Meğersem diğer arkadaşlarım da planları iptal etmemi bekliyorlarmış galiba.

Sonra biraz ağladım, rahatlarım belki diye. Bildiğin gözyaşı aksın diye zorladım kendimi. Yok ama. Sonra uyudum biraz...

Şimdi oturmuş ölmeyi bekliyorum. Kendi gelmeyecek belli ki. Ben de getirecek cesareti bulamıyorum kendimde henüz; hele bir de askerliğimi bile yapmışken daha da sebepsiz kalıyorum ölmek için.

Çok zayıfım. Güçsüzüm. Ve kendimi uzaklaştırıyorum her şeyden. Özellikle insanlardan. Keşke biraz cesaretim olsaydı intihar etmek için. Birazcık...

7 Mayıs 2015 Perşembe

Bahar Mevsimi Nerede?


Sanki baharı atlamışız gibi. Böyle bir anda sıcak havalar mı geldi yoksa stresimden dolayı bende mi başladı bir ateşlenme? Yoksa İstanbul'un bende yarattığı etki mi? O değil de CV'lerimi düzenlemem lazım, bu da artık iş bakmaya başlamam demek oluyor. 

Vay be!

 Yalnızlık artık canıma tak etmiyor Blog. "Bıktım, yoruldum" vs cümleleri de kurmak gelmiyor içimden. Çünkü öyle hissetmiyorum artık. Önüme bakmam gerekirdi her zaman, her durumda; ama ben ne yapıyordum, çok güzel bir şekilde duygularımı önüme alıp öyle yürüyordum. Hatta yürümüyordum, direkt sürükleniyordum. Sonra tutunduğumu sandığım yerlerde meğersem çürük tahta parçaları olduğunu görüyordum.

Kendime kızmıyorum artık...

Geçen hafta sonundan beri İstanbul'da takılıyorum ve üstümdeki atmam gereken "askerlik bitti" psikolojisini epey bir attığımı söyleyebilirim. Çünkü öyle güzel arkadaşlarım var ki onlarlayken zamanın nasıl geçtiğini bilemiyorum. Hatta yaklaşık 1 senedir sebepsiz yere konuşmadığım çok yakın bir arkadaşımla da tekrar konuşmaya başladım. Onunla da altını üstüne getirdik Kadıköy'ün.

Başka yakın bir arkadaşımda kaldım ve onunla takılmak çok başka bir şey! Beşiktaş'ta burger yemek için götürdüğü yerden sonra hamburger yediğimi tekrar hissettim! Biber Burger. Reklamını yapıyormuşum gibi hissedilmesin, zira dün de başka bir arkadaşımla Carl's Jr.'a gittim ilk kez. Orası da çok harikaydı. En azından Kadıköy'deki şubesi iyiydi. Ve anladım ki bu yerlere gitmek için epey aç gitmeniz lazım, çünkü öyle keyfi daha güzel çıkıyor tatlım.

Özetle güzeldi. Ve yarın, muhtemelen, tekrar geçeceğim arkadaşıma. Cuma gecesini yine Taksim'de geçirip cumartesi sabahını ve gününü yine Beşiktaş'ta bu mekanlarda geçirmeyi düşünüyorum: Kahvaltı için Thales Bistro ve gün içindeki hamburger keyfimi de Biber Burger'da geçirmeyi düşünüyorum. Çünkü özledim!

Bir de benim aşırı terleme rahatsızlığımla barışmam lazım. Bunu epey derinden hissettim. Hissettirdi bazıları sağ olsun.

Dipnot: Berkay dinleyen biri değilim, ama paylaştığım şarkının tonları sanırım hoşuma gitti. Bilmiyorum.

Dipnot 2: Bana iş bulalım. Böyle soğuk bir ülkede huzurlu ve sağlıklı olabileceğim bir iş. Yalnız olmam hiç önemli değil. Ya da neyse.

30 Nisan 2015 Perşembe

Hepsi Silindi

Askerlik engeli(!) kalktı sözde. Ben en büyük korkumdan/kaçmaya çalıştığım şeyden kurtuldum sözde. Hatta "sözde" askerliğimi yapınca büyük bir rahatlama(!) gelecekti bana. N'oldu peki?

Hiçbir şey.

Emin değilim, ama yaşadığım durum başka insanlarda mutlu bir son hatta mutlu bir başlangıç bile getirebilirdi. Getirmiştir belki de, bilmiyorum.

Bir de bende sürekli bir saçmalama var şu sıralar. Böyle ilişkimi bitirmemden mi bahsedeyim, salak salak insanları incelememden mi bahsedeyim, yoksa her an büyük bir yanlış yapmaya yakın olmamdan mı bahsedeyim?

Yoksa, yoksa dur! İntihar etmeyi şimdi daha da mantıklı bulduğumdan mı bahsedeyim? Ya da dilimi tutup hayatımı neden köksüz ağaçlara adadığımı kendi kendime söyleyip kendimi daha da soğutayım hayattan.

En temizi.

Eski yazılarıma dönüp bakmaya yüzüm yok biliyor musun? Askerlik konusunda dediklerimden dolayı. Geçmişteki bir ilişkimi bitirmeme neden olacak kadar şiddetli olan askerlik mevzusunu yazdığım hiçbir satırı okumaya yüzüm yok.

Yaptığım şeyin askerlik olmayışından dolayı belkide bu durum. Korktuğum şeylerin neredeyse çoğunluğunu görmedim askerde. Gördüklerimin de üstesinden geldim. Ve askerlikle alakalı neredeyse hiçbir şey yapmadım, vatana hizmet etmek dışında. Yapan arkadaşlarım oldu kendi tertiplerim arasında. Korktuklarımı çeken arkadaşlarım da oldu, duyduklarım, gördüklerim... Ben şanslıydım işte. Arkadaşlarımın deyimiyle "yata yata" yaptım. İşte...

Neredeyse 2 hafta olacak, ben hala mal gibiyim her konuda. Ve diğer konulardaki korkularım kendilerini öyle yoğun hissettiriyorlar ki... elim ayağım boşalıyor düşündükçe. İçimi büyük bir korku sarıyor. Ölme isteği geliyor en kolay kaçış yolu olduğundan dolayı. İstek geliyor zaten. O da ayrı bir saçma düşünce olarak geliyor ve geçiyor.

Zaman geçiyor bir de Blog. Hiçbir konuda tutamıyorum zamanı. Kısmen beni rahatsız ediyor; ama suç bende tabi, bir de güzel ülkemin saçma salak sisteminde. Askerliği gözümde öyle büyütmüşüm ki sanırsın askerliğimi yapınca süper güçlerim olacak. Böyle sokaklara çıkıp bütün kedileri uysallaştırıp düzenli bir şekilde hareket etmelerini sağlayacakmışım gibi adeta.

Ne yapmam gerektiğini, ne hissetmem gerektiğini, ne düşünmem gerektiğini; nasıl nefes almam gerektiğini, nasıl yemek yemem gerektiğini, nasıl yürümem gerektiğini bilmiyorum Blog. Ve bu zamanlarda yaptığım şeyin daha da kötüsünü yapıyorum kendime ve çevremdekilere: Uzaklaşıyorum, soğuyorum her şeyden. Büyük bir depresyonun habercisi gibi adeta şu halim. Kendimi dışardan eleştiri yağmuruna tutuyorum. Şizofreniye kadar yolu var yaptığımın. Şurada en fazla 1-2 hafta daha İstanbul dolaylarında kalırım. Sonra baba ocağına dönerim ki oraya dönmem demek, az önce bahsettiğim uzaklaşmaya dair düşüncelerimi daha şiddetli yaşama şansını elde etmem demek oluyor. Ve mutlu son gerçekleşir böylece:

Ağır depresyon.

Sonra epilepsi krizi geçiririm yine. Böyle böyle kafayı tamamen yerim ben. Oysaki şu lanet hastalığım olmasa, düzgün bir işim olsa, yalnız ama çok mutlu olsam... benden iyisi olmaz, değil mi?

Hadi oradan.

Bu dediklerimin olması imkansız. Aynı anda olması hele ki kesinlikle imkansız. Yok, hayır, "imkansız zaman alır" saçmalığına girmeyeceğim. Açık sözlülüğümü bozmaya niyetim yok. Hele ki bitik bir psikolojideyken. Bundan iyi self-destruction olabilir mi?

Olmaz!

Kafam tıka basa dolu Blog. Aslında en büyük ilgiye ve desteğe tam da şu zamanlar ihtiyacım varmış meğer. O yüzden hep diyorum, iyi ve mutlu zamanımda beliren sevgiler/sevenler/dostlar şu zamanlarda neredeler?

Neredesiniz?

Ya da s*kt*r edelim Blog onları. Ben kendi başıma nelerin altından kalkıyorum. Şimdi de devam ederim tek başıma yürümeye.

20 Nisan 2015 Pazartesi

Ve Askerlik Biter!

Nereden başlamam gerektiğini bilmiyorum Blog. Askerlik deyince sabahlara kadar söyleyecek şeyim olurdu askerliğimi yapmadan önce. Buralardan gitmeye, bütün hayatımı değiştirmeye çalışırdım. Korkardım ve sürekli kaçardım askerlik mevzusu açılınca. Ne kadar çok korktuğumu ve kaçmaya çalıştığımı sen gayet iyi biliyorsun. Eminim şimdi soruyorsundur "değdi mi kendini üzmeye bunca zaman?" diye.

Değmedi...

Yazıma başlamadan önce, böyle zamanlarda hep dinlediğim Alex Cornish'in son albümünü satın aldım Itunes'dan. 9 tl idi. Çok bir şey değil yani. Şu anda beni bu saatte bir tek o besleyebiliyor müzikal anlamda.

Askerlik... Kimi için vatan borcu, kimi için macera, kimi içinse önünde geçmesi gereken kocaman bir engel. Benim içinse bunlarla birlikte büyük bir korku oldu. Ama daha fazla direnemedim. Mecburen gittim kasım ayında. Başta her şey çok yeniydi acemilikte. Alışma süreci epey hızlı geçti. Tabii bir şey yapmıyorduk çok kalabalık olduğumuz için. Asıl iş usta birliğine geçtiğimde başladı. Kıbrıs'ın bir köyünde bulunan 1. topçu taburunun karargah bölüğündeydim askerliğimin acemilik sonrası döneminde. Hani Kıbrıs'daki başka bölüklerin yaşadıkları şartları duymasam belki sürekli yakınıyor olurdum; ama diğer askerlerin, hatta aralarında acemilikten arkadaşlarım da var, yaşadıklarını duyunca her gün şükreder oldum halime. Yeni yeni anlıyorum aslında baştan sona rahat bi askerlik yaptığımı, diğerlerininkine kıyasla...

Acemilik hızlı geçtiği ve fazla atraksiyonu olmadığı için hızlıca geçiyorum usta birliğiyle ilgili olanlara. İlk başlarda zorlanıyordum. Spor yapmak beni hem fiziksel hem de ruhsal olarak yoruyordu. Çünkü hayatımın büyük bir parçası olan hiperhidrozis rahatsızlığım beni spor yaparken ciddi anlamda yoruyordu. Bir de üstüne yaşadığım farklı durumlar beni geriyordu. Başlarda epey zorlanıyordum. Gereksiz ağlama durumlarım bile olabiliyordu. Evdekileri arayamıyordum rahatça sırf bu yüzden. Sonra O geldi. RDM sorumlusu Fatih Asteğmen. Beni ilgiyle ve güleryüzle dinleyen ilk ve hatta neredeyse tek "yetkili" kişi. Onun yardımları çok oldu bana. Bölük komutanım olan Aykut Yüzbaşı ile aramdaki en büyük iletişim oldu. Onun sayesinde bölük içinde desteklenme adı altında spor konusunda bana daha hassas yaklaşıldı. Daha sonra oda arkadaşımın beni bölük komutanına önermesiyle devam etti usta birliğindeki askerlik hayatım. Artık tabura ait lahmacun fırınında hesapçı(!) olarak çalışmaya(!) başlamıştım. Bir yandan lahmacun yiyor diğer bir yandan siparişleri teslim edip ücretlerini alıyordum. Fırının kısmen yönetimi bana aitti. Orayla ilgilenen asteğmenle ben muhatap oluyordum. Epey rahat ve bol lahmacunlu bir askerlik geçirmemi sağladı fırında çalışıyor olmam. Benimle birlikte iki tane de uzun dönem asker vardı orada. Biri hamurla diğeri de lahmacunları pişirmekle meşguldü. Epey boş zamanımız oluyordu orada. Ben iki kitap bitirdim mesela; ama istesem epey okuyabilirmişim. Her ne kadar önümüzdeki uzun bir süre zarfında lahmacun ve türevi bir şey görmek istemesem de, askerliğimi fırında yapmış olmaktan büyük bir mutluluk duyuyorum. Tabii bunun için her gün şükrediyor olmam da var. Rahattım yani anlayacağın Blog...

Askerlikle ilgili korktuğum şeylerin bir kısmıyla yüzleşmiş olsam da genel anlamda "keşke daha önceden gelseymişim" diye tanımlayabileceğim ufak bir pişmanlık da yok değil hani. Toplamda 168 gün yapmış olduğum kısa dönem askerliğin bana ne kattığını henüz tam anlamıyla kestirmiş olamasam da, sabır konusunda bir daha yontulduğumu söyleyebilirim. Onun dışında askerlik bazen zaman kaybı, bazen masraf, bazen eğlence, bazen heyecan oldu benim için. Hepsine tecrübe deyip geçiyorum şu anda.

Aslında sayfalarca yazmak istiyorum sana Blog askerlik konusunda; ama şu anda tamamen boş veriyorum. Zira hatırlamak istemediğim mi desem yoksa çok hızlı ve boş geçen bir zaman dilimi mi desem emin değilim, askerlik çok da matah bir şey değil-miş.

Askerlik süresince yazdığım günlüğüm de var bu arada. Ona da Blog diye sesleniyordum hep. Çoğu zaman onunla rahatlamışımdır mesela.

Gelelim Kıbrıs'a. Yani Kuzey Kıbrıs'a... Zira orası ısrarla Kuzey Kıbrıs olmak istiyor. Ben de askerliğim süresince orada askeri anlamda bir destek olarak bulunduğum için Kuzey Kıbrıs olarak tanımlamalıyım sanırım. Kıbrıs sıkıcıydı benim için. Daha önce bulunduğum hiçbir ülkede kendimi bu kadar yalnız, yabancı hissetmemiştim diyebilirim. Hayatımın hangi dilimi bir daha orada yaşar bilmiyorum, ama ben buna izin vermemeye çalışacağımdan epey eminim.

Askerlik... Ah Blog. Geçti gitti. Hala daha içimde bittiğine dair bir sevinç yok, inanır mısın? Saf saf bakıyorum ekrana. Boş boş dolanıyorum evde. Ailemle konuşuyorum. Arkadaşlarımla konuşuyorum... ama hepsi boş gibi geliyor. Askerlik bütün duygularımı altüst etti. Normale dönmeyi dört göze bekliyorum. Belki haftaya geçireceğim günler bana yardımcı olur bu konuda, kim bilir? Çünkü haftaya İstabul geceleri beni bekliyor olacak!

Aynaya baktığımda kendimi daha çok beğeniyorum bu arada. Daha seksi geliyorum. Kendimle öpüşesim geliyor o derece. Neden acaba?

Hayırdır inşallah dediğim hislerim var mesela artık. Sebebini askerliğe bağlıyorum.

Askerde güzel insanlar da tanıdım Blog. Bir kısmıyla konuşmuyorum artık, ama yine de pişman değilim tanıştığıma. Usta birliğinden ayrılırken olabildiğince vedalaşmamaya çalıştım kimseyle. Çünkü az kalsın birine sarıldığımda ağlayacaktım. Tabii gel de bunu oradakilere anlat. "Arif bizimle vedalaşmadı" diyorlardır belki. Umrumda mı? Tabii ki hayır.

Askerken fotoğraf da çekilmedim mesela. Şu anda elimde teskere belgem var. Her şey o belge içindi belki de. O yüzden çok da geriye hatıra bırakma durumuna giremiyorum Blog.

Askerlik işte ya. Geçti gitti. Bundan sonra geleceğime tamamen verebilirim kendimi. Daha kesin ve ciddi kararlar alabilirim hayatıma dair. O yüzden de korkuyorum aslında, ama bunun da güzelliğini önümüzdeki günlerde daha iyi hissedeceğime inanıyorum.

Bana sorsalar, en çok neyi özledin diye, şu anda kendime yaptığım gibi boş boş bakarım soran kişiye. O yüzden cevap da veremiyorum. Özlediğim şeyleri 2 ay önce sayabilirdim galiba.

Hala daha düşünüyorum neyi özlediğimi lan!

Müzik, yemek, sevgi... bunlar var önümdeki haftalarda gündemimde. Gersi yalan.

Bu arada hoş buldum Blog. En çok da seni özledim!!!

28 Ekim 2014 Salı

Neyin Korkusudur Bu?

Karadeniz türküleri çalıyor arka fonda. Hani o duyunca, farklı bir yere dokunan ezgiler var ya, onlar işte. Çünkü korkularım gelince aklıma ya da dolunca beynimden tüm vücuduma doğru, çocukluğum geliyor aklıma. En saf hallerime bürünüyorum. Bazen gözlerim doluyor, bazen gülüyorum. Bazen donuklaşıyorum. Sonra uzun uzun düşünüyorum. Nasıl geri gelir tüm iyilikler üzerime, nasıl güçlü olabilirim, nasıl yenebilirim korkularımı diye...

Şimdi korkulu anlarımdan birindeyim. Aslında şu anda değil de bir süredir bu haldeyim. Ne hikmetse kimseye çaktırmıyorum. Kimse de anlamıyor öte yandan. Çünkü herkeste aynı heyecan var: Arif askere gidiyor. Büyük haber ne de olsa. Ben olsam şüphelenirdim kendimden yahu. "Bu çocuk ağlamıyor, bu çocuk doğru düzgün gülmüyor, bu çocukta hiç heyecan yok, sanki askere başkası gidiyor" derdim kendi için. İşte, o heyecan onları sarmış durumda. Onlardan kastım da ailem ve arkadaşlarım. Olsun, heyecanlansınlar. Nasılsa yaşayacak olan benim iyi/kötü.

Geçtiğimiz cuma günü öğrendim nereye çıktığını askerliğimin. Bizimkilere önce İzmir'e oradan da Kıbrıs'a gideceğimi söylediğimde hepsi bana tatile gidiyormuşum gözüyle bakıyordu. Sanırım hala öyle bakıyorlar. Oysaki internetteki yorumları okuyan ve özellikle Kıbrıs'ın gerçekte nasıl olduğunu hayal eden benim.

Neyin korkusunu yaşadığımı bilmiyorum. Gerçekten bilmiyorum. Hani, sürekli spor yapacak olmam mı, devrecilik muhabbetiyle ezilecek olmam mı, oralarda temizlik konusunda epey bir ödün verecek olmam mı, yoksa kafa dengi birini bulamayacak olmam mı, diğer bazı meselelerde epey zorlanacak olmam mı... bilmiyorum neden korkutuğumu. Ne kendimi ne de başkasını bozuyorum bu konuda. "Aman boş ver geçer" diyorum yani.

Ben ailemden, Erasmus öğrencisi olduğumda bu kadar uzakta kalmıştım; yaklaşık 6 ay kadardı. Tabii askerlik kesinlikle Erasmus kavramının tamamen zıttı. Yani özlem konusu beni ne kadar zorlar bilmiyorum. Kastettiğim özlem insanlara olan özlemim bu arada. Yoksa maddi şeylere duyacağım özlem de mevcut. Senden çok uzaklarda olacağım Blog'um. Günlük de tutmak istemiyorum oralarda. Çünkü, oradakilerin ruh halleri nasıl bilmiyorum. Rahat yazamam günlüğe okunur diye; ama ikimiz de biliyoruz ki yaşadığım iyi/kötü her saniye beynime olacaktır. Sonuçta senelerdir korktuğum bir süreç. Ben oralarda çarşı iznine de çıkamam muhtemelen. O yüzden çok heyecanlanmıyorum o konuda. Kendimi 6 aylık bir dünyadan zıtlama evresine sokuyorum. Her şeyim askerlik olmalı belki de. Ancak öyle geçirebilirim o 6 ayı.

Geçtiğimiz 1 hafta içinde, neredeyse tüm akrabalarımı, ablamları ve çok sevdiğim ve görebilme şansım olan arkadaşlarımı gördüm. Hepsiyle vedalaştım. "Hayırlı teskereler" sözünü duydum çoğu sefer. Ve hepsine karşılık olarak gülümseyerek "amin, inşallah" dedim. İyi yapmış mıyım Blog? Bence çok güzel bir vedalaşma oldu. En son ailemle vedalaşıp gideceğim bu evden. Bütün kalbimi bırakıyorum bir de. Uzakta kalacak o da benden.

Bilmiyorum Blog. Belki çok abartıyor gözükebilirim. Belki abartıyorumdur, ama askerlik mevzusunu birçok kişiden daha iyi biliyorsun ne demek olduğunu içimde. Şundan da korkuyor olabilirim: Döndüğümde hiçbir şeyi yerinde bulamayabilirim. Allah biliyor ya onu da. İçimden geçen cümlelerin biri de o yönde zaten: "Allah'ım sen olacaksın yanımda bir tek."

Hala hazır değil eşyalarım. Bu akşam listesini hazırlayıp yarın da Ankara'nın merkezine geçip oralardan edinmeyi düşünüyorum. Ben istesem de uzun bir süre hazır olamayacağım Blog. Öyle ya da böyle gideceğim kesin. Aksini hayalimden bile geçirmiyorum. Gerçi bir keresinde Kıbrıs'ta asker olmayı geçirmiştim. Sanırım onun enerjisini çektim. Ama son zamanlarda da yurt dışında askerlik yapmayı hayal ediyordum. Demek ki o enerji varmış. Bilemedim ne desem kendime.

Sen de beni özleyeceksin biliyorum Blog. O yüzden içim rahat. Bana olan sevgin ve sadakatin çok güçlü. Yeterki Google ya da başka biri sana bir şey yapmasın.

Bir de dönememek var Blog. Askerlikte başıma bir şey gelebilir. O ihtimalleri de göz önüne alıp ayrılmak lazımdı herkesten; ama işte insanların gözünde tatile gidiyormuşum havası olunca da bozamıyorsun. Bozulmamaya dirençliler bir de. Sevdiklerin sonuçta...

Askerden dönünce ne olacağı konusunda hiçbir fikrim yok. Zaten oradayken düşüneceğim şeyler ne olur bilmiyorum. Askerlik deyince her şey bir belirsiz, bir bilinmezlik, bir hasret, bir yetememe... Belki de o yüzden boş veriyorum. Sanırım askerlik boyunca da planlardan, telefondan, internetten ve tüm sevdiklerimden uzak kalacağım.

Seni bile bırakamıyorum 1 saattir Blog. Çok korkuyorum. Korktuğum şeyin ne ya da neler olduğunu bilmesem de korkuyorum.

16 Ekim'den beri hastayım. Hala burnum akıyor, hala bu havaya rağmen saçma şekilde hastalığımla alakalı terliyorum. Tamam, belki dışarda çok gezdim bu zaman içinde; ama şimdiye geçmesi lazımdı Blog. Sanırım hastalığımı bile bırakamıyorum. Ya da bu ruh haliyle iyileşemiyorum. Ne yapacağım böyle ben?..

Bu son yazım. Yani şimdilik. İnşallah askerlikten dönünce çok güzel anılardan bahseceğim şekilde hoş geldin yazısı yazarım. İnşallah en hayırlısı ve en iyisi olur benim için. Ve inşallah çok çabuk bir şekilde alışırım her şeye. Ve inşallah sağ sağlim, ruhsal ve bedenen sağlıklı bir şekilde dönerim sevdiklerimin yanına. Allah bana ve geride bıraktıklarıma sabır versin.

Amin.

Zaten şunun şurasında 6 ay yokum. Ne ki?
180 gün.
4320 saat.
259200 dakika.
15552000 saniye.

16 Ekim 2014 Perşembe

Biz

O, ben ve diğerleri değiliz artık. Sadece "biz" var. Bir süredir bunu düşünüyorum. Okuduğum bir kitaptan etkilenip böyle düşünmeye başladım. Bir şeyleri ya da birilerini ayırmak bana bir şey kazandırmıyor; aksine daha da bölünüyorum.

Durum bu şekilde tam olarak. Çok bölündüm, çok paylaşıldım, çok ayrıldım parçalara. Adım attığım anda koşar olduğumu fark ettim bazen, bazen de geriye doğru çekildiğimi gördüm.

Şu anda 2013'un sonundan 2014'ün ortasına kadar ömrümü geçirdiğim şehrin, Diyarbakır'ın, farklı bir akşamından yazıyorum sana Blog. Burada olanları medyanın göster(-e)meyişi mi diyeyim yoksa buranın farklı bir dünya mı oluşu diyeyim... beni değişik hissettiriyor. Ama gördüğün üzere zorlamıyorum.

İnternette takip ettiğim sayfalar var askerlikle ilgili. Kafamda binbir tane şey var, ama içimde adeta duru bir göl havası hakim. Takip ettiğim sayfalardaki diğer insanların yaşadığı değişik heyecanı/paniği ben henüz yaşamıyorum. Gerçi seneler boyunca yaptığım sıkıntının/stresin haddi hesabı da yok. Sonuçta boş veriyorum biraz.

O değil de cidden kafamı toparlayamıyorum. Toparlamaya çalışıyorum, ama olmuyor. Yine bir başka kitap okuyorum bana huzur vermesi için. İşe yarar gibi duruyor, ama kafamdaki düşünce yoğunluğu çok başka bir boyutta duruyor. Bilmiyorum nasıl geçer, geçer mi ya da...

2 haftam kaldı gibi bir şey. Benden daha çok merak edenler var askerliğimin nereye çıkacağını. Ben de merak ediyorum. Ama içimdeki tek umut, olabildiğince hızlı bir şekilde uyum sağlamak. Ne kadar çabuk alışırsam o kadar iyi olacak benim için. Geride bıraktıklarım da olacak.

Acaba şu anda depresyonun daha farklı bir evresini mi yaşıyorum? Yoksa iyi mi hissediyorum? Bilmiyorum.

Bazen sadece kendi kendime konuşuyormuşum gibi hissediyorum. Bazen de çok sevildiğimi hissediyorum. Bazen birilerinin beni izlediğini düşünüyorum uzaktan; ama hepsini iyi niyetli düşünüyorum.

Haftaya da İstanbul'da takılıyor olacağım. Bodrum'dan sonra Ankara'ya git gel yapışlarım, Diyarbakır'a gelişim ve İstanbul'da da olacak olmam... kapanışı yine evde yapacağım gerçeğini değiştirmiyor. Yani... sanırım.

Beni uzaktan izleyen varsa eğer bana ulaşıp "ben seni izliyorum" dese iyi olur. Şizofreniye bağlamamı istemeyiz. Değil mi Blog?

23 Eylül 2014 Salı

Ve Sonbahar...

Hoş geldin sonbahar. Bütün yaz boyunca seni bekliyordum. Serinliğini, renksiz gibi görünen ama aslında daha koyu renkleri gösteren hallerini, yağmurlarını, getirdiğin koyu bulutları, insanların üzerinde yarattığın kötümser ve negatif etkini... Seni bekliyordum, çünkü benim dünyamla bütünleşen ikinci mevsimsin. Beni anlayan, bana nefes aldıran, beni umutlandıran tek mevsimsin diğer bakımdan. Çünkü peşinden kış geliyor. Korkmayacağım ve rahatça yaşayabileceğim bir mevsimin habercisisin adeta. Hoş geldin o yüzden.

Benim de içime sonbahar geldi Blog. Yine yapraklarımın döküldüğü, renklerimin koyulaştığı, ruhumun daraldığı bir sonbahar geldi her şeyime. Yağmur yağıyor fırtınalı şekilde tam sol yanımda. Üst taraflar zaten hep yağmurdan kaçan insanların oluşturduğu kalabalık gibi. İçimde durum böyleyken, dışımda bir o kadar yalnız devam ediyorum hayatıma. Çok değer verdiğim ve aynı değeri gördüğümü zannederek kendimi uzunca bir zaman avuttuğum birini kaybettikten sonra hele daha da hissediliyor içimdeki sonbahar. Ve her anımda kendini hissettiren yalnızlığım.

Ailenin önemini tartışacak değilim. Hiçbir zaman da tartışmadım kimseyle. Çünkü değişmeyecek bir durum: Aile önemlidir. Peki neden insanlar sevdikleri birini ailesi gibi görmekte zorlanıyor? Ya da biri bana bunu açıklayabilir mi: Neden ben ailem gibi görebilirken, başkaları ailesi deyince beni geri plana atabiliyor? Sence bu ikiyüzlülük mü yoksa bencillik mi Blog? Ya da boş verelim. Nasılsa yüzüncü kez de konuşulsa değişmeyecek insanların düşünceleri ya da değer yargıları.

Aile, her zaman önemli midir peki? Gerçekten, en zor anında yanında olabilir mi? Her düşünceni, her duygunu destekler mi aileler? Peki ya kimse anlamazsa, ailen anlar mı en azından seni? Böyle sorunca da ailenin de belli bir yere kadar önemi oluyor değil mi Blog?..

Kapatıyorum kendimi yavaş yavaş. Kasım'dan itibaren uzun bir zaman olmayacağım hiçbir yerde, hiçbir şekilde. Belki alışacağım şeyler arasına, sevmemeyi, birine ihtiyaç duymamayı, ailemden başkasını görmemeyi sokabilirim o uzak olduğum zaman zarfında. Belki öyle daha az düşünen biri olurum. Peki bana yazık olmaz mı Blog? Zaten içten davranan o kadar az insan varken bu rengarenk(!) dünyada, benim de zamana karışıp yokulup gitmeme yazık olmaz mı? Ya da bunu da boş verelim. Zaten benim bu konudaki mutluluğum kimin umrunda.

Hayattan ve insanlardan çok şey istemediğimi söylememe gerek yok sanırım. Bilmem kaç kere dile getirdim. Sanırım artık ne hayattan ne de insanlardan hiçbir şey beklemez oldum. Vur deyince biraz öldüren bir yapım var konu duygular olunca. Bu halimden pişmanlık duymadım hiç. Umarım yaşamam da öyle bir pişmanlığı. Ama biri üzünce, en çok üzülen de ben oluyorum.

Yine susup köşeme çekilmek düşüyor bana. Sesim kısılana kadar bağırsam da duyulmuyor sesim çünkü.

Not: Deniz Seki'nin İz albümü en sonunda piyasaya sürüldü. Bir şarkısı çok hoşuma gitti. Biraz sanki umut aşılar gibi. Şarkıyı dinlemek için tıklayabilirsin.

Deniz Seki - Değerindesin şarkı sözleri

Bazen anlatacak şey bulamazsın ki,
Bazen de kendi kendine kızar durursun.
Elinden hiçbir şey gelmez olur,
Ne doğru ne yanlış o zaman görürsün.
Elinden hiçbir şey gelmez olur,
Araya araya buldum sanırsın.

Kısacık bir ömrün hikayesi,
Topla çıkar böl hep aynı sayısı.
Kalbin iyiyse, cennet burası,
Tanrı isterse gelir gerisi.

Üzülme, üzülme. Çünkü değerindesin.
Şu anda hikayenin tam orta yerindesin.

Nerde, nerde, canımın yarısı.
Dermanı ağır, ben ödedim, hevesin kıyısı.

Üzülme, üzülme. Çünkü değerindesin.

21 Eylül 2014 Pazar

Sundance Suite Hotel - Turgutreis, Bodrum

Bu yazıyı yazdığıma göre tatilden dönmüş olduğumu söylememe gerek yoktur sanırım Blog.

Tatile gitmeden önce aklımda birçok şey vardı diyemem, ama az çok bir şeyler vardı. Yine de bunlardan önce otelden ve tatil sürecimden bahsetsem daha iyi olur. Gebze'de başlayan tatil yolcuğumuzun ilk ciddi molasını Balıkesir - Susurluk arasındaki Festiva isminde AVM tarzı bir dinlenme tesisinde verdik. Orada yaptığımız kahvaltı epey doyurucuydu. Kendilerini tanımıyorum, ama Özsüt'ün hemen yanında bulunan Dr. Kahveci isimli çok fonksiyonlu kafe çalışanlarına buradan, sesim duyulmasa bile, teşekkür ederiz. Çok ilgililerdi. Gayet dolu bir kahvaltı geçirmemize rağmen çok da bir ücret ödemedik. Daha sonra İzmir'e doğru yol aldık. Alaçatı'da durduk. Fotoğraflar çektim bol bol. Buraya da koymak isterdim, ama şu anda üzerimde yol yorgunluğu ve üşengeçlik var hala. Alaçatı'daki villalara çok imrendim. Ve içimden "sanırım hiçbir zaman sahip olamayacağım bir hayat tarzı" şeklinde bir cümle geçti; ama denize sıfır villaların olduğu birçok sokaktan geçtikten sonra hayallere kapılmamak da mümkün değil. Sonra Çeşme'ye gittik. Çeşme daha bir başkaydı tabii. Oralarda kumru yedik mesela. O yüzden buradan sevgili İzmirlilere seslenmek istiyorum: Ben orada yediğim kumruyu çok beğenmedim. Daha iyisini yedirmek isteyen varsa bana ulaşabilir. Daha sonra eniştemin Nazilli'deki arkadaşına geçtik. Çok hoş bir çift kendileri. Bizi misafir etmeleri de ayrıca güzeldi. Ve sabah uyanıp Bodrum'a doğru yol aldık. Turgutreis'e geldiğimizde ise mutlu sona ulaşmış olduk: Varış noktamız olan Sundance Suite Hotel...

Her otel konaklamamda, Amerika'da geçirdiğim otel tecrübelerim gelir aklıma. Kıyaslama yaparım az çok. Sonuçta ben de otelde çalışmış biriyim ve az çok hizmet ve memnuniyet ikilisi konusunda yorum yapabiliyorum. Ve Türkiye'deki otelleri hep daha iyi bulmuşumdur Amerika'daki otellerden. Çünkü hizmetleri daha geniş alanda ve uygun fiyatlı. Sundance Suite de öyle çok süper bir oteldi diyemem, ama genel anlamda her şeyinden memnun kaldım. Tek tük şeyler vardı, mesela yemekleri biraz aceleyle pişmiş gibilerdi. Bir de son 3 gün akşam yemeği için pek beni tatmin etti diyemem. Yemediğim şeyler ağırlıklıydı. Tatlılarından çok sevdiğim ve adını kendimce sütlü kek koyduğum bir tatlısı vardı... kaç dilim yedim hatırlamıyorum. Havuzlarından yukarıda olanı sakindi diğer havuzuna göre. Biz genelde orada vakit geçirdik. Denizi ne yazık ki gittiğimiz döneminden ötürü son günleri epey dalgalı ve rüzgarlıydı. Yine de ilk 2-3 gün denizin tadını da çıkardım. Aktivite konusunda çok aktif biri değilim otel konusunda, ama otelinde pek fazla aktivite göremedim. Beni her gördüğünde "voleybola gel" "dart oynıycaz hadi hadi" "masa tenisi?" şeklinde sorular yöneten epey hareketli bir animatör vardı ki onun enerjisi bile yetiyordu bana; ama bu kadardı yani. Denizin durumu belki Temmuz döneminde daha uygun oluyordur deniz etkinlikleri için. Dediğim gibi biz biraz dönemin sonuna denk geldik. Buna da şükrediyorum. Otele ilk geldiğimizde odamız tam temizdi diyemem; ama ilgili uyarıları yaptıktan sonra epey ilgilendiler o konuda da. Genel anlamda güzeldi otel ve tatil. 10 üzerinden 6.5 veriyorum. Nereden ne kırdım bilmiyorum, ama şöyle diyebilirim: Seneye aynı dönemde belki yine gelebilirim. Tabii şansım olursa.

Gelelim melankolik yorumlarıma. Orada bir çift vardı Blog. Rus bir çiftti sanırım, çok imrendim. Yani gayet güzel bir çekirdek aileydiler, birbirlerine de yakışıyorlardı. Adamın her havuza girdiğinde, havuzun başından sonuna hiç durmadan yüzüyor olması beni "ben niye böyle yüzemiyorum ya?!" durumuna soktu. İmrenerek bakıyorduk anlayacağın. Yine de nazarım değmesini istemem. Bilmem kaç kere maşallah dediğimi hatırlayamıyorum o aileye bakıp. Yemekte de hep benzer zamanlara denk geliyorduk. Onların dışında, otel Rus ve İngiliz doluydu. İngiliz aksanı bazen hoşuma gitse de oteldekilerin bir kısmına sinir olmuştum. Hatta bir öğleden sonra, düzgün giyimli bir otel çalışanı gelip İngiliz bir çifte otelle ilgili yorumlarını sorup gitmişti. O kadar kişi arasından neden İngilizler ayrıcalıklı oluyor? Eh yorumu sana bırakıyorum Blog. Bir çift daha vardı. Lobideki bardan ayrılmıyorlardı. İngilizler miydi emin değilim, ama adam epey zamparaydı. Karısının da geride kalır yanı yoktu. Çok eğlenceliydiler ama.


Bir akşam ilgili animatörün tombala düzenlemesiyle değişik bir renk gelmişti herkese. Bir şey kazanmamıştım ama olsun. Eğlendim yine de. Değişik hediyeleri vardı, Son 3 sayı kala birinin tamamlaması ile hayallerim yıkılmıştı.

Güzeldi her şey dediğim gibi. Ben kendi yalnızlığımla fazla başbaşa kalmamaya çalışsam da bir ara beni dürtmedi değil. Ve Gebze semaları kapalı havasıyla beni bekliyor bir süre, sonra tekrar Ankara olur sanırım.


Tatilin kötü tarafı da oldu tabii ki. Muhtemelen hiçbir zaman sahip olamayacağım bir hayat, ilişki, çevre ve diğer bir sürü şeyi hatırlattı. Bastırmaya çalıştım. Gerçekten...

13 Eylül 2014 Cumartesi

Sevmek Nedir?

Allah'ım, acaba beni neden yarattın? Böyle sorunca kötü mü oluyor, emin değilim; ama hayat için, insanlar için bir amacım olmalı gibi hissediyorum. Bir de kendime soruyorum benzeri bir soruyu: Ben ne için ve neden yaşıyorum?..

Sevgi nasıl bir şeydir, Blog? Geçen gün de demiştim: "Bana sevmeyi çok başka öğretmişler." O yüzden insanların sevgisi yetmiyor bana. Bu, insanların sevme şekli doğru, demek değildir her zaman.

Ben safım mesela, sevince çok başka seviyorum. Çoğu kişinin aklında "ailem bir yana, sevdiğim bir yana" lafı vardır; ama sevdiklerine çok önem verdiklerinden değil. Aksine ailelerini hep en önde tuttuklarından böyle düşünürler. Bende o pek yok mesela. Ben sevdiğimi de ailemin statüsüne alıyorum. Almaya çalışıyorum daha doğrusu. Ama belli ki hata ediyorum. Çünkü hiçbir zaman bundan dolayı mutlu olamadım ben. Her denememde anladım ki bu sevme şekli fazla geliyor karşımdakine.

Pes ettim mi? Hayır. Vazgeçtim mi? Birçok sefer.

Ben belki hep böyle seveceğim, ama muhtemelen karşılığını aynı şekilde göremeyeceğim. O zaman da sevmekten vazgeçeceğim. Durum böyle işte Blog.

Hatalı olan yine ben'im diyorum. Olsun, yine hatayı kendime alayım. Alışkınım nasıl olsa. Bir de şu ihtimal var, Blog. Sevgi de aslında olgunluk gerektiren bir şey bir açıdan. Sanıyorum ki her insanda sevgi yeterli olgunluğa ulaşmamış durumda. Haliyle böyle çatışmalar yaşıyorum/yaşıyoruz.

1.5 ayım kaldı, Blog. Geriye kalan zaman içinde kendimi hırpalamaktan başka bir şey yapmıyorum. Ve sevgi konusunda da aynı işkenceyi çektiriyorum kendime. Oysaki hayat yalnızken daha az ağrıtıyor insanın başını. Ben de bile bile lades modunda devam ediyorum nedense.

İyisi mi ben sevmemeyi öğreneyim. O zaman daha kolay olur sevmek benim için. Belki sevmemek daha iyi gelir bana, hiç sevmem böylece.

Bir de yarın sabah 5 gibi tatilim başlıyor. Yani tatil içinde tatil gibi aslında. Önce Çeşme'ye oradan Aydın'a, sonra da Bodrum'a...

5 Eylül 2014 Cuma

Bodrum Beni Mi Bekliyorsun?

Şu iki hafta değişik geçti Blog. Hani iyi ve kötü, tarif edemediğim şeylerle doluydu. Bir ucundan tutsaydım yaşadıklarımın, ya dibe batardım ya da göklere çıkardım. Biraz abarttım bu tabirle, ama asıl demek istediğim şey, benim korkuyor olmamdı. Mutlu olmaktan da mutsuz olmaktan da korkuyorum. "Böyle bir şey olabilir mi Allah aşkına?!" dediğini duyar gibiyim, ama oluyor. Böyle bir hale büründü her şey. Korkularla dolu bir hayal dünyasındayım.
Hiç mi güzel bir şey olmayacak ya da her şey mi kötü?
Değil...

Aslında iyi olan birçok şey var, ama ben kötü olanların üstünü kapatmaktan çok yoruldum. Sanırım ondan batıyor hayat bana.

Çok az kaldı Blog. Bak ağustos bile hemencecik geçti. Geriye kaldı yarım bir eylül ve son rötuşları yapacağım ekim. Sonra mutlu son TSK'nin beni sahiplenmesiyle gerçekleşecek. Happy Ending misali.

En azından ekimin başına kadar yapacaklarımın az çok belli olması biraz zamanı daha farklı geçirtiyor. Yine de ekim ayı biraz zorlu geçeceğe benziyor.

Peki ben hazır mıyım? HAYIR!
Yine de geçtiğim hafta çok yoğun bir duygusal dalga etkisindeydim. Güzeldi. Bol bol ağladım, bol bol hissettim. Güldüm, mutlu oldum. Sevdim, sevildim. Hayatı yaşadım yani.

Şimdiyse önümde, ablamların beni de yanlarına aldıkları kısa bir Bodrum tatili var. Ona odaklandım kısmen. Tek istediğim sabah güneş doğmak üzereyken uyanıp otelin sahiline gidip güneşin doğuşunu izlemek. Üşürüm belki. Üstüme ince bir şey alırım. Ya da hiç almam, şort ve tshirt ile içime kadar işletirim havayı, güneşin selamlamasını... 10 gün sonra Bodrum'u da görmüş olacağım. Kısmetse.

İçim nasıl diye sorarsan eğer, her zamankinden daha karışık olduğunu söyleyebilirim. Çünkü çok korkuyorum Blog. Senelerce kaçtığım şeylerle yüzleştiğim bir yaş'ı geçiriyorum. Ağır geliyor biraz. Gururuma dokunuyor, hatta yumrukluyor. Bilmiyorum.

Bir de aylardır bekledim albüm sonunda yayınlandı. Şimdiden birçok kez dinledim albümün tamamını. Keşke canlı da dinleyebilsem onları. İngiltere'deki konserleri çok uygun fiyatlı ve yoğun değil. Belki olur bir gün.

Kim bilir?..

Dipnot: 15-20 Eylül arasında Sundance'dayım.

19 Ağustos 2014 Salı

Durul(-a)mayanlar

Ben kötümserlikten vazgeçsem de o benden vazgeçmeyecek sanırım. Şu son birkaç ayımı da bu konudaki savaşımla geçireceğim galiba. Olsun. Zaten zaman benden yana geçmiyor pek, alışkınım. Sorun değil.
+ Seni anlıyorum.  - Emin misin?..
Bugün yine bir arkadaşımla dertleşirken bilinçsizce kurduğum bir cümleye takıldım. Ona "Artık hissetmiyorum. Düşünmekten bile yoruldum. Öyle ki o düşüncelerimin hepsi uyuşmuş el gibi, varlıkları var; ama hareket ettiremiyorum. Ve sanki hep uyuşuk kalacaklar gibi. Çünkü gittikçe daha da kötüleşiyor."

Bitmedi lanet yaz! Sonbahar gelse de içimdeki olup biten her şeye en azından mevsimin tepki verdiğini görebilsem. En azından yağmur yağar, rüzgar eser; ağaçlar yapraklarını döker, insanların suratları asılır "yaz gelse ya" şeklinde saçma çırpınışlarına şahit olurdum.

Amsterdam'daki Hollandalı bir arkadaşımın bana ısrarla hayat rengi katmaya çalışması, aynı cümlelerle bile olsa, epey garip geliyor her sefer. İnsanların aynaya bakmadan yaptığı yorumlara bitiyorum. Gülesim geliyor sinirden ama beceremiyorum, ayıp olur diye.

+ Peki, seni anlıyormuş gibi yapsam benim olana kadar? - Ne kadar tatlısın. Bir o kadar da mal.
 Facebook'un arkadaş listende olmayanlara mesaj atarken seni üstü kapalı tehdit etmesine ne demeli? Ne zaman attığımı hatırlamıyorum, ama eski sevgilime attığım bir mesajı "Eğer şu kadar ücret ödersen eski sevgilinin Gelen Kutusu'na, eğer ödemezsen spam muamelesi gören mesajını Diğer klasörüne göndereceğim. Seçim senin." demesi üzerine, "f*ck you!" deyip normal şekilde göndermiştim. Aldı mı hatırlamıyorum. Ama bilgisayardan Facebook profiline girip özellikle mesaj kutusundan özellikle Diğer klasörüne bakmazsa, muhtemelen mesaj silinmiş bile olabilir. Ha çok önemli değildi zaten, ama bugün başka eski bir arkadaşıma yine aynı şeyi yapıyordu. Bu sefer "hiç göndermiyorum o zaman" dedim. Göndermedim.

+ Ya bir kere öpeyim n'olur? Belki seni anladığımı anlarsın. - Ben de seni benzinle yaksam bir kereliğine. O zaman ateşle oyun olmayacağını anlarız ikimiz de, olmaz mı?
Duygularım uyuştu özetle Blog. Birkaç aylık ömrüm kaldı. Sonra da isterse arkamdan ağlasınlar, isterseler gülsünler.

14 Ağustos 2014 Perşembe

Yepyeni Ben

Dün sıfırladığım belleğime bugün cila çektim diyebilirim. Sürekli takip ettiğim bir astroloji blogunda okuduklarımdan sonra da yaptığım cilalama işleminin doğru yolda olduğu kanısındayım.

Dün durup düşünmeye karar verdim bir süreliğine. Normalde duygularımın bende yoğunlaşıp düşünce sistemimi tıkaması dolayısıyla yapamadığımdan, dün biraz zaman ayırdım. Hala daha da düşünüyorum. Demek ki zaman ayırmak lazım-mış.

Neden bu kadar korkuyorum kaybetmekten? Neden bir işe başlarken kötü sonuçla biteceği ihtimalini düşünüp, hatta yapacağım onca emeğin boşa çıkacağını düşünüp kendime geri adımlar attırıyorum her sefer? Ve neden sürekli aynı hataları yapıyorum birini sevmek konusunda?

Bilmediğim çok şey var yine sevgili Blog; ama artık öğrenmek için çabalıyorum. Çoğunu nasıl yapabileceğimi bilmesem de deniyorum.

2-3 gündür dengeli beslenme konusunda büyük adımlar attım. Bugün yaptığım spor çok idealdi. Sabah-akşam böyle devam edersem hem fit hem de zayıf bir Arif olacak ki benim de istediğim 1-2 sene önceki halimden daha iyisini yakalamak.

Bugün güzel başladı ve güzel de bitmek üzere. Akşam üzeri annemgile "haydi ormana çay içmeye gidelim" dememle dünden hazır olduklarını anladım. Doğal su kaynağının yanında oturup kitap okumanın bana verdiği huzur da ayrıca güzel oldu.

Sakinim. Hatta sakinim demek bile istemiyorum. Bu benim normal halim olsun dileğindeyim hep. Öyle de olacağına inanıyorum. Bu sefer başaracağım Blog. Biliyorum bazen sadece üzülmekten ibaret tüm çabam; ama artık bunun önüne kocaman bir set çekip istediğim ya da olmasını hayal ettiğim şeyler için kendimi zorlayacağım. Mesela İrlanda... Allah'ım, ne güzel bir ülke! Her zaman hayallerimde orada yaşamak var. Gördüğüm ülkeler de güzel, ama İrlanda deyince aklıma her yeri yemyeşil, insanları hep eğlenceli, mutlu ve huzurlu bir yaşam geliyor. Belki yanılıyorumdur, bilmiyorum; ama çok istiyorum. Bu mesela hayallerimden bir tanesi...

Şu anda gördüğün üzere, ruhsal ve fiziksel sağlığımı dört dörtlük yapmaya çalışıyorum. Önümde ciddi anlamda beni zorlayacak şeyler var. Aslında "var" da demek istemiyorum. Çünkü artık her birine ayrı bir tecrübe ya da önümdeki minik bir engel gözüyle bakıyorum kısmen.

Bugün böyle yani Blog. Birçok konuda dersimi almış ve derin nefesleri yaşayan bir bünyeyle yazıyorum şu anda. Çünkü artık arkadaşlarımdan, eski sevgililerimden, kısaca hayatımdaki her bir insandan ayrı ayrı edindiğim tecrübeler, anılar, tokatlar, kapanan kapılar... çoktan boğazıma kadar gelmiş ve taşmıştı. Her birine dur diyebiliyor olmalıydım, yine de keşkeli cümleler kurmamak adına, bundan sonra güncellenmiş Arif'le devam edeceğim hayatıma.

Ve beni her zaman ters köşe yapan duygularım... Bugüne kadar verdiğimin yarısını bile alamadım Blog. Çünkü her "tamam bu sefer oluyor galiba" derken başka başka yüzlerini gördüm hayatıma girenlerin. Kötülemiyorum. Sonuçta kandırılmış durumum olmadı. Onlar hep öyleydi. Bense sadece inanmak istediklerime inandım. Duymak istemediklerim için kulaklarımı tıkadım. Bundan sonra kimle ne kadar ileri gidebilirim bilmiyorum, ama bildiğim bir şey var ki o da gördüğüm kadar vereceğimdir.

Bir de bundan sonra giden/biten kişi/ilişkiler arkasından oturup günlerce, aylarca yas tutmayacağım. Eski Arif'e göre, bu halim duygusuzca gelirdi, ama içimdeki kızgınlığı kendi kendime yaşamak istemiyorum artık. Kendimi bir şeylerden ya da birilerinden uzak tutmak da istemiyorum. Tabii bu benim "ortalık malı" edasında dolanacağım anlamına gelmiyor.

Belki konuşmaya ihtiyacım vardır şu anda. Var ya da... bilmiyorum. Çünkü aylardır birçok arkadaşımı uzak tuttum kendimden. Israrla benimle kalanlar oldu, sağ olsunlar; ama çoğu bana düşman kesildi adeta. Son 1 haftadır hattımı Türkcell'e taşıdığımdan beri normalde haberleştiğim insanlarla numaramı paylaşmaya başladım.

Ve Blog, hani ben birilerini bunalt(-mış)tım ya, bugün fark ettim ki aslında ben de bunalmışım. Çünkü birilerine verdiğim şeyleri göremeyince sürekli hırpalayıp durmuşum kendimi de. O yüzden şimdi üstümde rahatlık var benim de. Tıpkı diğer kişilerde olduğu gibi.

Peki bundan sonra ne olacak? 
Artık iyileşme zamanı. Her alanda... her anlamda...

Şu şarkıyla ayrılıyorum bu sefer. Çünkü 2-3 hafta içinde albümleri çıkıyor en sevdiğim grubun. Bu şarkılarının sözlerinde de, yanlış anlamıyorsam şöyle diyor: "Herkesin arkadaşa ihtiyacı olur. Peki sonrasında seni kim sevecek? Sen onların güvenebileceği biri olabilecek misin?"